• Sonuç bulunamadı

1.4. Hüsün ve Kubuh

1.4.3. İyilik ve Kötülüğün İzafiliği

Tanrının varlığını inkâr eden gruplar, iyilik ve kötülük probleminin varlıksal alanını irdelemekten ziyade onu, bir inanç problemi olarak ele almayı tercih etmişlerdir.

Çünkü onlara göre, en yüksek sıfatlara sahip olan yetkin ve yetkili Tanrı inancıyla kötülüğün varlığı çelişiktir. Buna karşın teist filozoflar ve teologlar/kelâmcılar Tanrı-âlem ilişkisi açısından özellikle kötülük olgusuna vurgu yapmışlardır.252

Âlemde iyilik ve kötülüğün varlığı hususunda yapılan tartışmalar farklı birçok düşüncenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Günümüzde “kötülük problemi” olarak bilinen bu konunun “mutlak iyi” olan bir Tanrı inancıyla kötülüğün açıklanmasını mümkün görmeyen bazı düşünürler, kötülüğün reel varlığından hareket ederek teizm ile kötülük problemi arasındaki çelişkiyi şu şekilde ifade etmektedirler:

Tanrı kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor; o halde Tanrı güçsüzdür.

Yoksa gücü yetiyor da önlemek mi istemiyor; o halde O kötü niyetlidir.

Eğer Tanrı hem güçlü hem de iyi niyetli ise, bunca kötülüğün varlığı nereden kaynaklanıyor?

Bu düşüncelerden hareket eden ateistler, evreni var edip onu yöneten zorunlu bir varlığın bulunamayacağı düşüncesine ulaşmaktadırlar. Bazı teistler de, kötülüğün reel varlığını inkâr ederek, bazıları onu insanların olgunlaşmasına araç kılarak, bazıları kötülüğü Tanrının öfke ve uyarısına bağlayarak, bazıları da sınırlı bir Tanrı kavramını kabul ederek yukarıda bahsettiğimiz çelişkiyi çözmeye çalışmışlardır. Bunun yanında dünyada kötülüğün var olması; her şeyi bilen, dilediğini yapan, her şeye gücü yeten bir Tanrının varlığı fikrinin oluşmasını ortadan kaldıracak bir zihniyetin meydana gelmesinin sebebi olmamaktadır.253 İslam kelâmcıları ise genel olarak reel kötülüğü kabul etmeyip, insan fiillerine bağlı ahlâkî bir kötülüğe işaret etmek suretiyle kötülük

251 Sadu’ş-Şeria, Ubeydullah b. Mesud, et-Telvih ve’t-Tavdih, Matbaat-i Mekteb-i Sanayi’, İstanbul 1310h., 1/360-362; Emrullah Yüksel, Maturidiler ile Eş’ârîler Arasındaki Görüş Ayrılıkları, Düşün Yay., İstanbul 2012, s. 54-56.

252 Özdemir, “Kötülük Problemine Felsefî ve Kelami Açıdan Mukayeselî Bir Yaklaşım”, s. 250.

253 Aydın, Mehmet, Din felsefesi, İİFV Yay., İzmir 1999, s. 153, 215-216.

problemini Tanrısal açıdan değil de onun yarattığı varlıklar için ahlâkî bir davranış olduğunu ifade etme yöntemi olarak benimsemişlerdir.254

Daha önce de belirttiğimiz gibi ahlâkî değerlerin objektif veya sübjektifliğine, mutlaklık veya göreceliğine ilişkin tartışmalar, özellikle iyilik ile kötülüğün, fiilin ve varlığın kendi öz niteliklerinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı yönünde tartışmaların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Genel olarak Ehl-i sünnet, değerlerin özsel niteliklerinin var olmadığını, Allah’ın onu emretmesi veya yasaklamasına bağlı olarak keyfiyetinin göreceli olduğunu kabul etmektedir. Çünkü:

a. İnsanın değer yargısı, ancak ilâhî iradeye, emre ve itaate uygun olmakla bir anlam kazanabilmektedir. Ancak böyle bir anlayış da, Allah’tan bağımsız bir şekilde, neyin doğru ve neyin yanlış olduğu konusunda hüküm verildiğinde, bunun Allah’ın fiillerini yargılamak ve O’nun ahlâkî eylemlerini değerlendirmeye tabi tutmakla eş değer olduğu düşünülebilir.

Diğer taraftan iyilik ve kötülüğün fiillerin zatından kaynaklanmadığı, yani onların ancak kendileri hakkındaki vahyin hükmü ile bu değerleri kazandığı iddia edilmekte ve vahyin hükmü dikkate alınmadığı takdirde iyilik ve kötülüğe ait değerlerin kişisel anlayışlardaki farklılığı bu görüşe delil olarak gösterilmektedir.255

b. İyilik ve kötülük fiillerin zatında bulunan bir vasıf olsaydı, asla değişmemesi gerekirdi. Hâlbuki bazı durumlarda iyi olan şey bazen kötü olabilmekte, kötü olan şey de iyi olabilmektedir. Aynı zamanda her durum ve şartta herkes tarafından güzel ve çirkin olduğuna hükmedilen fiillerin mevcudiyeti, bu vasıfların onun zatından kaynaklandığı fikrini de bertaraf etmektedir. Dolayısıyla fiillerin iyi ve kötü olduğunu tayin eden, yetkin ve yüce yaratıcıdır. Fakat fiillerin vasıfları zatından kaynaklandığı takdirde bir yönüyle şer’i hükümlerdeki Allah’ın irade ve ihtiyarını izale etmekte, diğer yönüyle helalin/emrin ve haramın/nehyin belirlenmesini de ortadan kaldırmaktadır.256

254 Kadı Abdulcebbar, Ebu’l-Hasan el-Hemedanî, Mu’tezile’de Din Usulü (el-Muhtasar fi Usuli’d-Din), (Çev. Murat Memiş,), İz Yay., İstanbul 2006, s. 84.

255 Süt, Mu’tezile ve Ahlak, s. 230.

256 Taftazânî, Şerhu’l-Mekâsıd, s. 208-209.

Fiilin iyi veya kötü olmasının bir taraftan zatından kaynaklandığı, diğer taraftan onun irade sahibi Tanrı tarafından bir hükme bağlandığı şeklindeki iddialar hakkında yukarıda belirttiğimiz mahzurlar dikkate alındığında fiillerdeki iyilik ve kötülük vasıflarının itibari ve izafi olması doğru yaklaşım olsa gerektir. Nitekim Kur’an;

“…Hoşlanmadığınız bir şey sizin için iyi/hayırlı olabilir; çok sevip arzu ettiğiniz bir şey de sizin için kötü/şerli olabilir. Yalnız Allah bilir, siz ise bilemezsiniz” 257 ayetinde belirtildiği üzere, insanların iyi veya kötü şeklindeki değer yargılarında yanılmış olabileceklerine işaret etmektedir. Ayrıca “Allah’ın fazlından ve kereminden kendilerine verdiği şeyde cimrilik edenler, bunun kendileri için iyi olduğunu sanmasınlar; bilakis, o onlar için kötüdür”258 ayetinde Allah kelâmının ifadesiyle insanların iyi ve kötü konusunda kendi ölçüleriyle karar verdiklerinde sık sık yanıldıkları da belirtilmektedir.

İnsanları böyle bir duyguya sürükleyen sebep ise genellikle onların arzuladıkları şeyin iyi ve sevmedikleri şeyin de kötü olduğu yargısıdır. Bu durum çoğu insanlar için dünya ile ilgili menfaatler söz konusu olduğunda geçerlidir. Ama Kur’an bunun gerçekte böyle olmadığına işaret eden birçok ayeti bünyesinde barındırmaktadır.259

Aslında bazı durumlarda kötülük, varlığa atfedilen iyi özelliklerin azalmasından ibarettir. Diğer yandan çevremizde kötü olarak nitelendirilen olgu ve oluşların kötülüğü, genellikle onların çok farklı yönlerinden birine işaret eder. Onların bir başka açıdan kötü olmadığı ya da iyiliğin gerçekleşmesine hizmet ettiği de söylenebilir.260

“Bir şeyin iyi ya da kötü olduğuna karar veren akıl mıdır, vahiy midir” sorusu dinin gerekliliği, peygamberlik kurumu, dinsel yaşantının kaynağı ile yakından ilgilidir.

Mu’tezile, iyi ve kötü olanın akıl tarafından bilinebilir olduğu görüşündedir. Bazı fiillerin kendilerinden kaynaklanan iyilik ve kötülükleri vardır, vahiy olmadan da akıl bunları bilebilir. Zulüm, yalan, küfür gibi fiiller zatı itibariyle kötüdürler. Aynı zamanda adalet, salah, doğruluk da iyiliği kendisinden olan fiillerdir. Dolayısıyla akıl ve vahiy, fiillerin zatında olan bu özellikleri belirleyici değil, açıklayıcı ve bildiricidir.261 Ancak bir grup Mu’tezile’ye göre, bazı fiillerdeki iyilik ve kötülük bazı yönler ve itibarlar sebebiyle oluşmaktadır. Aynı eylemin şartları ve durumları değiştiğinde hükmü de değişmektedir.262 Örneğin “secde” eylemi Allah’a yapıldığında iyi, şeytana yapıldığında kötü olmaktadır. Aynı şekilde ev sahibinin izni ile onun evine girmek iyi olarak

257 Bakara 2/216.

258 Al-i İmran 3/180.

259 Chittick - Murata, İslam’ın Vizyonu, s. 183.

260 Ardoğan, Delillerden Temellere-Sistematik Kelam ve Güncel İnanç Sorunları, s. 194.

261 Kadı Abdulcebbar, Mu’tezile’de Din Usulü, s. 83.

262 Kadı Abdulcebbar, el-Muğni, C. VI/I, s. 21; Abdunnasır Süt, Mu’tezile ve Ahlak, s. 238.

karşılanırken, izinsiz olarak girmek kötü olarak kabul edilmektedir. 263 Buna mukabil fiillerde meydana gelen bu yönlerin objektif bir gerçekliği bulunmaktadır. Bu gerçeklik eylemin vuku bulmasına bağlı olarak değişmez ve böylece ahlâkî eylem objektif bir zemin kazanır.264 Bu anlayış da “ahlâkî nesnellik” olarak isimlendirilmektedir.265

İlk dönem İslam âlimleri arasında iyilik ve kötülüğün aklen mi yoksa dinen mi bilenebileceği hususunda net bir ayrım söz konusu iken, ahlâkî değerlerin sübjektif mi objektif mi olduğu noktasında aynı netliğe rastlanmamaktadır. Nitekim daha önce iyi ve kötünün tabiatının nereden kaynaklandığı meselesinde bahsedildiği üzere âlimlerden Ebu Ali Cubbai ve Kadı Abdulcebbar gibi bazı mutezili düşünürler ile Bakıllânî ve Cürcânî gibi Eş’ârî kelâmcıları fiillerin güzelliği ve çirkinliğinin onlarda bulunan gerçek sıfatlar nedeniyle değil, itibari yönler ve itibara göre değişen izafi vasıflar nedeniyle farklılık arz ettiğini ileri sürmektedirler. Ancak bu itibari vasıflar ister aklın değer yargısına dayansın isterse vahyin bildirmesi neticesinde gerçekleşsin her halükarda bu iki kaynağın anlam alanı içerisinde yer alırlar.

Sonuç olarak aynı fiil ya da olay, farklı durum ve şartlara bağlı olarak izafi bir özellik kazanabilmekte, bunlar değişmediği sürece de fiilin onlar sebebiyle kazandığı vasıflar da değişmemektedir. Fiillerdeki iyilik veya kötülüğün durum ve şartlara göre göreceliği, onun subjektif olarak değerlendirilmesine sebep olmakla birlikte, iyi veya kötü olarak telakki edilmesine sebep olan vasıfları bünyesinde barındırdığı sürece objektif olarak bilinebileceğine de işaret etmektedir.266