• Sonuç bulunamadı

3.5. Kaza ve Kader ile ilgili Diğer Konular

3.5.2. Ecel

Lügatte “Bir şey için belirlenmiş sürenin sona ermesi” anlamına gelen ecel kelimesi, insan hayatının sonu olan ölümü ifade etmek üzere kullanılır.798 Istılahta ecel, bir kimsenin hangi vakitte öleceğini Allah Teâla’nın ezelde takdir ettiği zamanın adıdır.799 Nitekim “Allah, eceli gelince hiç kimsenin ölümünü ertelenmez. Allah yapıp ettiklerinizden tamamen haberdardır”800 ayetinde de ecel bu anlamda kullanılmıştır.

İslam kelâmcıları bu konuya ecelin kim tarafından tayin edildiği, öldürülen kimselerin kendi ecelleriyle ölüp ölmediği ve ömrün uzayıp uzamayacağı problemlerini dikkate alarak yaklaşmışlardır.801 Bunlardan birinci soruna kelâmcıların cevabı belli ve kesindir. Çünkü insanın ölüm vakti olarak bilinen ecelin Allah tarafından tayin edildiğinde hiçbir şüpheye yer yoktur. İslam düşüncesinde her şeyin yaratıcısı olan Allah, insan hayatının başlangıç noktasını işaretler ve hayatını başlatır. Ancak Kur’an’da zikredilen Allah anlayışı, insanın sadece hayatının başında ve sonunda müdehale eden ve diğer bütün işlerinde serbest bırakan Cahiliye anlayışından tamamen farklıdır. Nitekim ecel Kur’an’a göre adaletinden şüphe olunmayan ve hiç kimseye zulmedici olmayan Allah’ın kontrolündedir.802 İnsanın yetki alanının dışında kabul edilen ve sadece Allah’a ait bir alanı ifade eden ecel, en az doğum kadar mevcudiyeti Allah’tan başkasına izafe edilmesi mümkün olmayan bir meseledir.

Ancak öldürülen insanın kendi ölüm vaktinde ölüp ölmediği ve ecelin ertelenip ertelenemeyeceği hususunda farklı anlayışların tezahür ettiğini görmekteyiz. Kur’an, hem kavimlerin nüfuz ettiği sürenin sonu yani helakı anlamına gelen hem de insan hayatının son bulacağı ve onun için belirlenmiş bir hayat süresini ifade eden bir ecelinin bulunduğuna işaret etmektedir. Hangi anlamın kastedildiği fark etmeksizin “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler”803 ayetine binaen ecellerin hiçbir şekilde öne alınmasının veya ertelenmesinin mümkün olmadığını haber vermiştir.

İlim ve irade dairesinde kaza ve kader kapsamı içerinde değerlendirilen ecel konusunda mezhepler arasında ortaya çıkan tüm ihtilafların ecelin artıp eksilmesi çerçevesinde şekillendiğine şahit olmaktayız. Allah’ın her insan için belirlediği bu

798 Ragıb el-İsfehânî, el-Müfredat, I/13.

799 Kaya, Yunus, İlm-i Kelam, Uzakülke Yay., İstanbul 2010, s. 143.

800 Münâfikûn 63/11.

801 Güler, Allah’ın Ahlakiliği Sorunu, s. 114.

802 Izutsu, Kur’an’da Allah-İnsan, s. 150.

803 A’raf 7/34; Yunus 10/49.

ecelin öldürülen kimse için de geçerli olup olmadığı kelâm ekollerinden Mu’tezile ile Ehl-i sünnet arasında tartışma konusu olmuştur. Mu’tezilenin “vakit” olarak tarif ettiği ecel anlayışına göre, Allah insanın ömrü için nihai bir süre belirlemektedir. Onu bu sürenin sonuna kadar yaşatmak Allah’ın fiilidir ve o bu fiili icra etmeyi dilemektedir.

Yatağında yatan da katledilerek ölen de kendi eceliyle yani tek bir ecelle ölmüştür.

Buradaki ecel ölüm vaktidir ve her iki kişi de kendi ölüm vakitlerinde ölmüşlerdir.

Ancak kazayla veya katilin fiili neticesinde ölen insanın bu durumlarla karşılaşmaması durumunda hayatına devam edip etmeyeceği konusunda Mutezili düşünürler farklı düşünceler benimsemişlerdir. Ebu’l-Huzeyl el-Allaf hangi şekilde gerçekleşirse gerçekleşsin insanın tayin edilmiş bir eceli olduğunu ve bunda herhangi bir kesintinin söz konusu olmadığını beyan eder. Buna karşın Mu’tezile’nin Bağdat ekolüne mensup olup, Bağdâdîyyun olarak bilinen düşünürler insan için “gerçekleşen” ve “takdir edilen”

şeklinde iki ecelden bahsederler. Buna göre insan hiçbir müdehale olmaksızın ölürse takdir edilmiş ecele, kaza veya katl sonucu ölürse gerçekleşen ecele göre ölmüş olur.

Şayet kaza veya katl sonucu öldürülen kişinin hayatı bu şekilde sona ermeseydi, kendisi için belirlenen sürenin sonuna kadar yaşayacaktı. Nitekim katilin bu fiilden dolayı cezalandırılması da onun ömründe kesintiye neden olmasından kaynaklanmaktadır.

Kadı Abdulcebbar’a göre maktülün öldürülmemesi durumunda onun yaşaması da ölmesi de caizdir. Bu iki durumdan herhangi biriyle hükmetmek mümkündür. Böylece Kadı Abdulcebbar maktülün her şartta o vakitte öleceğini söyleyen Ebu Huzeyl’in görüşü ile öldürülmeseydi kesin bir surette hayatına devam edecekti diyen Bağdâdîyyun arasında bir görüşü benimsemiştir.804

Ehl-i Sünnet anlayışında ecel tektir, ölüm ise Allah’ın fiillerindendir. Bu ise tabii bir şekilde kulun fiilinin akabinde meydana gelebilir. Öldürülen kimse ise kendi eceliyle ölmüştür.805 Onlar Mu’tezile anlayışında “gerçekleşen ve takdir edilen”, filozoflar tarafından ise “tabii ve ihtirami (kesintiye uğrayan)” şeklinde ifade edilen insanın iki ecelinin olduğu anlayışının tamamen yanlış olduğunu kabul ederler.806 Çünkü ölüm Allah’ın o kimsede hayatın zıddı olan manayı yaratmasından başka bir şey değildir ve bu da Allah’ın fiillerindendir. Ölüm ise katilin fiiliyle kaimdir, ancak maktülde meydana gelen bir durum dolayısıyla değildir. Katil öldürme eylemini

804 Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, II/734-740.

805 Taftazanî, Şerhu’l-Mekasıd, III/232.

806 Taftazanî, Kelam İlmi ve İslam Akaidi (Şerhü’l-Akaid), s. 224-225.

gerçekleştirdiğinde Allah Teâla da bu fiilin akabinde onun ruhunu tabii bir şekilde o bedenden alır, ancak bu fiil katl eylemi olarak isimlendirilir.807

Mu’tezile’den Ka’bi (ö. 319/931)’ye göre Allah’ın insanın hayatını sonlandırma noktasında kullarından birine verdiği bir kuvvet vardır. Kul o kuvvet ile Allah’ın söz konusu kişi için belirlediği ömrü yaşayıp bitirmesine engel olur, kâinatın rabbinin va’dini yerine getirmekten alıkoyar ve kendisiyle kişinin hayatını dünyevi bedeninde sürdürme fiili arasına ilâhî iradeye rağmen perde çeker. Bu durumda Allah’ın va’dinden cayması, yenilgiye uğratılması ve fiilinden alıkonması mümkün olmakla birlikte; bütün bunlar Allah’ın o kulu öldürmeye muktedir kılmasına bağlı olarak gerçekleşmektedir.808

Diğer Mutezililer ise öldürülen kimsede biri Allah’ın fiillerinden olan ölüm, diğeri ise kulun eylemlerinden olan öldürme şeklinde iki anlamın bulunduğunu iddia etmişlerdir.809

Eş’ârî, katil tarafından öldürülen kişinin bile kendi eceliyle öldüğünü ve şayet o kişi tarafından öldürülmeseydi de –Mu’tezile’nin iddia ettiği gibi- hayatına devam etmeyeceğini söylemektedir. Dolayısıyla öldürülen kimsenin eceli öne alınmadığı gibi öldürülmeseydi eceli ertelenmiş ya da ömrü uzamış olmayacaktı. Çünkü katilin, maktülün ecelini kesmeye yani eceli gelmeden onu öncelemeye veya onu eceli gelene kadar bekletmeye gücü yoktur. Eceli ve ölümü yaratan ve takdir eden Allah’tır. Bu sebeple Eş’ârî, insana böyle bir güç ve kudreti yüklemeyi küfür olarak telakki etmiştir.

Öldürme, Allah’a ait bir fiil olması sebebiyle insana ancak mecazen atfedilebilmektedir.810

Aynı şekilde Mâturîdî’ye göre de kulların ecelleri, Allah’ın ilmine, iradesine ve kudretine uygun olarak gerçekleşir. Dolayısıyla maktul kendi eceliyle ölmüştür.

Böylece Allah’ın maktul için belirlediği süre yani ecel, O’nun levh-i mahfuzda belirlediği, hayatının başından sonuna kadar yaşatacağı süreye denk tutulmuştur. Bu sürede herhangi bir kesintinin olması söz konusu değildir.811 Aynı şekilde sıla-i rahim yapan kişinin belirli bir ömrü mevcut olup, onun ömründe de bir artma ve azalma olmamaktadır. Nitekim “Kişi şöyle yaparsa şu sonuç böyle yaparsa bu sonuç gerçekleşecektir” gibi bir düşüncenin olması gelecekte ne olacağını bilmeyen kimsenin

807 Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, II/276.

808 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 360.

809 Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, II/276.

810 Eş’ârî, el-İbane an Usuli’d-Diyane, s. 85; İbn Furek, Mücerredü Makalat-ı Ebi’l-Hasan el-Eş’ârî, s.

136-137.

811 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 360-362; Sâbûnî, Mâturîdîyye Akaidi, s. 153.

durumuna örnektir. Allah ise bu gibi şeylerden münezzehtir. Neticede ömrün uzayabileceğine dair ayet, hem maktulün ecelinin onun öldürülmesi şeklinde yazılı olduğu için vuku bulduğuna, hem de sıla-i rahim yapan kişinin eceli o davranışı gerçekleştirdiği için o şekilde tayin edildiğine işaret etmektedir. Bu durum Allah’ın ilminde bir değişikliğe, onun irade ve kudretinde bir acziyete sebebiyet vermez.812

Nesefî, öldürülen kimsenin kendi eceliyle ölüp ölmediği ve ömrünün kesintiye uğrayıp uğramadığı meselesine şu şekilde açıklık getirmektedir: Allah öldürülen kimsede hayatın zıddı olan ölümü yaratmış fakat katil öldürme işini kendisi meydana getirmiştir. Ölümün katilin fiiliyle meydana gelmesi, Allah’ın maktül için tayin ettiği ecelinde bir değişikliğe ya da azalmaya neden olamaz.813

Buna mukabil “…Bir canlının ömrünün uzun olması da kısa tutulması da mutlaka yazgıya uygun olarak gerçekleşir. Kuşkusuz bunlar Allah için kolaydır”814 ayeti kendilerine uzun ömür verilenlerin ve ömrü kısaltılanların da var olduğuna delalet etmektedir. Hatta bu anlamı destekleyen gerek sadakanın gerekse sıla-i rahmin ömrü uzatacağına dair hadisler815 bulunmaktadır. Ancak meydana gelen bu olay, mutlak surette levh-i mahfuzda yazılanla aynı istikamette gerçekleşmektedir. Dolayısıyla bu durumun Allah’ın ilminde, iradesinde veya kudretinde herhangi bir değişiklik ve eksiklik anlamında değerlendirilmemesi gerekir.

Ancak insanın anlam alanı dışında kalan ve bu konuda sadece Allah’ın bildiği bazı gaybi bilgiler vardır ki bunlardan bir tanesi de ecelin nerede ne şekilde vuku bulacağıdır. Ecelde bir artma veya eksilmenin var olabileceği iddia edildiği takdirde, Allah’ın ilminde ve kudretinde dolayısıyla ilahlık vasfında bir eksikliğin ve değişikliğin varlığının kabul edilmesi gerekir. Allah, yaratılmışlara has olan bu tür vasıflardan münezzehtir.

Aslında Mu’tezile âlimlerinin bir kısmı ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin hepsi insanın ömründe artma ve eksilme anlamında herhangi bir değişikliğin söz konusu olmadığı noktasında hemfikirdir. Cüveynî, Kur’an’da ecelin öne alınabileceği veya ertelenebileceği şeklinde anlaşılan ayetlerle kastedilen şeyin, o kişinin ömrünün akranlarının ve emsallerinin yaşayabileceği ortalama ömür sürelerine göre daha kısa tutulması şeklinde anlaşılması gerektiğini söyler. Ayette kaza, katl vb. sebeplerle ömrü

812 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 360-364.

813 Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, II/276.

814 Fatır 35/11.

815 Mevsîlî, Ebu Ya’la Ahmed b. Ali, Müsned-i Ebu Ya’la el-Mevsıli, (Tah. Hüseyin Selim Esed), Daru’l-Me’mun li’t-Turas-Daru’s-Sekafeti’l-Arabiyye, Dımeşk-Beyrut 1986-1992, VII/139.

kısaltılanların Allah tarafından bilindiği, bunun da bir kitapta yazılmış olduğu hususu da ifade edilmektedir. Bundan, dünyaya gelip yaşamaya başladıktan sonra insanlar için ilâhî bilgi dışında kalınması suretiyle ömrün uzatılması veya kısaltılması sonucunu çıkarmak isabetli değildir. Dolayısıyla bundan kastedilen şey, Allah’ın bilgisi dâhilindeki hayat süresindeki bir kısaltma değildir. Zaten ömrün süresini belirleyen Allah Teâla olduğuna göre bu ömürde bir kesinti ve uzama şeklindeki mananın kastedilerek Allah’ın acziyet ile nitelenmesi söz konusu olamaz.816