• Sonuç bulunamadı

Akıl, sorumluluk bağlamında bir taraftan bizzat kendisinin Allah’ın onu yükümlü tutması vasıtasıyla yapması gerekenlerin yanında vahye muhatap olan peygamberin bildirdiği teklifleri de yerine getirmekle görevlidir. Akılla mücehhez olan insanın kendi iradesiyle yükümlülüğü üstlenmesine rağmen,146 bunlardan herkes aynı ölçülerde sorumlu olmamakla birlikte onların hepsinin ortak olduğu sorumluluklar vardır. Ancak insanın bu sorumlulukları yerine getirmesinde onları etkileyen ve bazen de bu fiillerden muaf tutan gerek fiziksel gerekse zihinsel engellerin neler olduğunu şu şekilde sıralamak mümkündür: bilgisizlik, delilik, çocukluk, ihtiyarlık, zorlama ve çeşitli tutkular...147 Gerek hakikatin kavranması gerekse yapılan ibadetlerin Allah katında bir değer kazanması ancak bu engellerin ortadan kalkmasıyla gerçekleşecektir.

1.3.1. Şeytanın Aldatması

Şeytan kıyamete kadar insanları doğru yoldan çıkarma konusunda Allah tarafından kendisine izin verilmiş148 bir varlıktır. O nassa karşı kendi görüşünü ısrarla

143 Düzgün, Şaban Ali, Din Birey Toplum, Akçağ Yay., Ankara 1997, s. 22.

144 Taftazânî, Sa’duddin Mes’ud b. Ömer, Kelam İlmi ve İslam Akaidi (Şerhü’l-Akaid), (Ter. Süleyman Uludağ), Dergah Yay., İstanbul 1999, s. 116.

145 Şık, İsmail v.dğr., Kelam I, (Edit. İsmail Şık), Gece Kitaplığı Yay., Ankara 2015, s. 186.

146 Ahzâb 33/72.

147 Erdem, Son Devir Osmanlı Düşüncesinde Ahlak, s. 108.

148 Sa’d 38/79.

savunma, ilâhî emre karşı kendi arzusunun gereğini seçme ve yaratıldığı madde ile kibir ve gurura kapılarak Tanrıyı tanımamaya yönelmiştir.149 Bu tavırlarıyla o, insana vesvese vermek suretiyle onların da aynı tavrı benimsemelerini sağlamak amacıyla her türlü aldatmaya başvurmaktadır. Kur’an, İblis’in bu aldatmada takip ettiği metoda uyulmaması konusunda daima ikazda bulunur.150 Hatta o sadece insanlara değil, aynı zamanda Allah ile daima iletişim kurarak O’nun mesajlarını insanlara ileten peygamberlere bile musallat olma ve onları aldatma gayreti içerisindedir. İslam tarihinde Garanik adıyla bilinen olay da şeytanın bir aldatması olarak iddia edilir.

Şeytanın dini bozacak şekildeki bir müdahalesine karşı korunmakla birlikte peygamberler bu nitelikte olmayan müdahalelerden korunmuş değildir. Garanik olayı da şeytanın ikinci tür bir müdahalesiyle gerçekleşmiş olup Hz. Peygamberi eğitme hikmetine bağlıdır.151 “Senden önce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki, o bir temennide bulunduğunda şeytan ille de onun arzularına bir şeyler katmaya kalkışmasın.

Fakat Allah şeytanın katmaya çalıştığını iptal eder. Sonra Allah kendi ayetlerini (onun kalbine) sağlam olarak yerleştirir. Allah hakkıyla bilmekte, hikmetle yönetmektedir”152 ayetinin nüzul sebebinin bu olay olduğu bilinmektedir.

Bu ayette peygamberlerin, ilâhî mesajı tebliğ görevlerini yerine getirirken, insan olmaları hasebiyle bazı beşerî duygu ve düşünceleri de bu mesaja karıştırmış olup olamayacakları hususunda hatıra gelebilecek bir soruya cevap verilmektedir. Zikredilen ayetteki anlatıma göre beşer olması dolayısıyla peygamber de, görevini yürütürken zihninden bazı düşünceler ve gönlünden birtakım arzular geçirebilir. Ama bunlar bir peygambere yaraşmayacak düşünce ve temenniler olamaz. Peygamberin asıl görev ve hedefi insanlara hidayet yolunu göstermek olduğuna göre bu düşünce ve arzuların, çevresindekilerin ve mesajı ulaştırabilecekleri bütün insanların bir an önce yanlış inanç ve uygulamaları terk edip hak yola girmeleriyle ilgili olması tabiidir. Nitekim birçok ayette Hz. Peygamber’in, çevresindekilerin hemen imana gelmeleri için çırpındığı ve kendilerine yapılan uyarılara rağmen hakikate kulak tıkayanların korkunç akıbetlerini düşünerek derin üzüntü duyduğu ifade edilmektedir. Fakat bu noktada onların beşer olma özelliğinden yararlanarak ilâhî mesaja bir şeyler karıştırmaya çalışan şeytanın faaliyeti devreye girer. Bu aşamada şeytanın peygamberin zihnine ve gönlüne atacağı

149 Şehristânî, Milel ve Nihal, s. 29.

150 Bakara 2/168, 208; En’am 6/142.

151 Cerrahoğlu, İsmail, “Garânîk”, DİA, İstanbul 1996, XIII/365.

152 Hac 22/52.

düşünce ve arzuların ise yukarıda belirtilen–peygambere yaraşır– çizgidekinin aksi yönde olması da kaçınılmazdır.

Dolayısıyla bu ayette, beşer olma özelliğinin istismarı çabası içindeki şeytanın faaliyeti ile insanlara dini tebliğ etmekle görevlendirilen peygamberin özel bir himayeye alınmasını murat eden ilâhî iradenin çatıştığı bu ince sınıra değinilmektedir. Mutlak hikmet sahibi olan Allah, akıl nimetiyle donattığı insanı sınarken ilâhî çağrı ile şeytanın çağrısı arasında seçim yapma imkân ve sorumluluğunu kendisine bırakmış ve ahiretteki durumunu da bu irade sınavındaki başarısına bağlamıştır. Ayetten, ilâhî mesajı insanlara iletme ve onları bu doğrultuda eğitme görevi verilen peygamberlerin -bu konularda hata yapıp insanları yanlış yönlendirmekten korunmaları için- şeytanın fitnesi ile sınanmaktan istisna edildikleri; bu görevi yapanların, son tahlilde -beşer de olsalar- şeytan kaynaklı bir bildirimde bulunmalarının mümkün olmadığı, dinî bildirim çerçevesinde tebliğ ettikleri her şeyin ilâhî kontrol altında bulunduğu anlaşılmaktadır.

Bir kimse peygamber bile olsa beşer sıfatıyla bir şeyi düşünüp arzuladığında şeytan ona gerçek olmayan şeyler katmaya çalışmaktadır.153

Allah’ın imtihan için kullarına verdiği akıl, irade ve nefis, yine bu maksatla insanlara musallat olan şeytan milyarlarca insan için doğru yolun ve hak dinin engelleri olmuş, müminin beklentisinin aksine insanların hakkıyla şükredenleri, küfür ve nankörlük içinde olanlardan az bulunmuştur. Bu çokluk karşısında müminler, kendi güç ve gayretleri yanında ve ondan daha çok yüce Allah’ın yardımına sığınmak durumunda kalmışlardır.154

1.3.2. Tembellik

Tembellik (ihmalkârlık/ üşengeçlik), gevşeklik gösterilmemesi ve geciktirilmemesi gereken işlerde ağırdan almak ve ayak diretmek anlamına gelir.155 Bu manaya gelen Kur’an’da iki ayet geçmektedir:

“… Onlar namaza kalktıklarında üşenerek kalkarlar…”156

153 Karaman v.dğr., Kur’an Yolu, III/743-745.

154 Karaman v.dğr., Kur’an Yolu, I/456.

155 Ragıb el-İsfehânî, Ebu’l-Kasım el-Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredat fi Garibi’l-Kur’an, Mısır 1961, II/557.

156 Nisa 4/142.

“Yaptıkları harcamaların kabul edilmesine engel olan esas sebep de şudur:

Onlar Allah’ı ve peygamberini tanımadılar; namaza da ancak üşene üşene gelirler ve harcamalarını gönülsüz olarak yaparlar.”157

Münafıkların ister yüce ahlâkî değerler uğruna yapılmış süsü vererek kendiliklerinden yaptıkları harcamalar olsun isterse toplumsal bir görevi yerine getirme konusunda zorunlu olarak yaptıkları ödemeler olsun, bunların Allah katında bir değere sahip olmayacağı belirtilmiş ve bunun gerekçesi de şu şekilde açıklanmıştır. Nitekim onlar iman etmiş gibi görünmekle beraber gerçekte Allah’ı ve peygamberini tanımamaktadırlar; namaza sırf dünyalarını kurtarmak için üşenerek gelirler ve yaptıkları harcamaları da gönülsüz yaparlar. Zaman zaman toplumda hayranlık uyandıran hayırseverlik girişimlerinde bulunmaları imrenilecek bir durum olarak görülmemelidir. Zira bütün bunların Allah katında hiçbir değeri yoktur.158 Öyle ki Peygamberimizin de çoğu zaman şöyle dua ettiğini bilmekteyiz: “Allah’ım cimrilikten, korkaklıktan, tembellikten sana sığınırım.”159

İnsan tabiatının rahatlığına düşkün olması ömrünü disiplinsiz bir şekilde harcamasına sebebiyet verebilmektedir. Bu isteksizlik ve üşengeçlik Allah’a karşı olan görevlerde ortaya çıktığında insanın hakikati algılamasına ve sorumluluklarını yerine getirmesine engel olabilmekte ve aynı zamanda ayette de belirtildiği üzere yapılan ibadetlerin içinin boşalmasına da sebep olmaktadır.160

1.3.3. Hastalık ve Arızi Durumlar

Sorumluluklar, insanın bedenen ve ruhen sağlıklı olmasına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim Allah Teâlâ insanın ibadetleri yerine getirmesine engel olan durumları Kur’an’da şu şekilde ifade edilmektedir: Hastalık, güçsüzlük, yolculuk, düşman korkusu vs.161 Kur’an hastalık ve arızi durumlara “Gözü görmeyene zorlama yoktur, topala zorlama yoktur, hastaya zorlama yoktur...”162 ayetiyle işaret etmektedir.

Mazeretsiz olarak savaşa katılmamak hem hukukî ve dinî hem de ahlâkî bakımdan önemli bir ihlâl ve itaatsizliktir; başka bir deyişle günahtır ve suçtur. Bunu ortaya koyan ifadelerden önce ve sonra, sakatlık, hastalık gibi mazeretlerle savaşa

157 Tevbe 9/54.

158 Karaman v.dğr., Kur’an Yolu, III/20-21.

159Tirmizî, Sünen, De‘avât 71, hn: 3485.

160 Koçyiğit, Hikmet, “Kur’an’a Göre Hakikati Algılamada Ömrün Yeterliliği ve Bunun Önündeki Engeller”, SÜİFD, 14/25, s. 85, ss. 69-92, Sakarya 2012.

161 Bakara 2/183-184, 196; Nisa 4/43, 102; Maide 5/6; Yusuf 12/85; Nur 24/61 vb.

162 Fetih 48/17.

katılmayanların müstesna olduğu ve sorumlu tutulamayacağı, aynı zamanda da onların maddî ve manevi müeyyidelere dâhil edilmediği açıklanarak bu durumdaki insanlar rahatlatılmış ve teselli edilmiştir.163

“Güçsüzler, hastalar ve harcama yapma imkânı olmayanlar için -Allah ve peygamberine sadık kaldıkları sürece- sorumluluk yoktur. İyi niyet sahiplerini sorumlu tutmak olmaz. Allah bağışlayıcıdır, esirgeyicidir”164 ayetinde güçsüz, yaşlı, engelli, hasta, maddî imkânları yetersiz kimselerin savaşa katılmamaktan ötürü sorumlu olmayacakları bildirilmiş fakat bu husus Allah ve resulüne sadık kalmaları, o yolda öğütte bulunmaları şartına bağlanmıştır. Bundan maksat, fitne ve bozgunculuk etmeden, yalan haberler yaymadan durmaları, imkân nispetinde de savaşa katılanların ailelerine moral vermek ve onlara yardımcı olmak gibi hayırlı çabalar içinde olmalarıdır. Burada anılan kişiler için tanınan muafiyet savaşa katılma yasağı anlamında değildir;

kendilerinin istemesi ve yetkililerin uygun görmesi halinde bunlar da orduya katılıp münasip hizmetlerde görevlendirilebilirler. Aynı şekilde bir sonraki ayette, Tebük Savaşı’na katılmak isteyen fakat maddî durumları yetersiz olan bazı sahabilerin Hz.

Peygamber’den binek talep etmelerine, bunun mümkün olmadığı açıklanınca da üzüntülerinden gözyaşları içinde dönüp gitmelerine işaret olunmaktadır. Ayetin devamında bu gibi kimselerin vebal altında olmayacaklarını belirtmek üzere, varlıklı oldukları halde savaşa katılmamak için izin isteyenlerin sorumlu olacağı ifade edilmiştir. Nitekim daha önceki ayetlerde sadece maddî imkânsızlıktan ötürü değil, can korkusu, havaların çok sıcak olması gibi sebeplerle özür bahane edenler de kınanmıştır.165

İşte gerek bedeni gerekse ruhi hastalıkların nas yoluyla insanın yükümlüklerini ortadan kaldırdığına ve dolayısıyla bu gibi yerine getirilmeyen durumlardan dolayı yaptırımın gerekli kılınmayacağına işaret edilmektedir.

1.3.4. Kibir ve Taassup

Kibir, insanın kendisini beğenmesinden ve başkasını küçük görmesinden doğan insana mahsus bir tutum ve davranıştır. Kur’an’da tekebbür ve istikbar da birbirlerine yakın anlamlarda kullanılmaktadır. Büyüklenmenin en aşırısı Allah’a karşı boyun eğip

163 Karaman v.dğr., Kur’an Yolu, V/73.

164 Tevbe 9/91.

165 Karaman v.dğr., Kur’an Yolu, III/49-50.

bağlanmayı kendine yedirememekten kaynaklanan ve O’na karşı olandır. Kibir varlıklarda iki şekilde ortaya çıkar:

a. İnsanın büyüme yollarını araması ve onu arzu etmesi şeklindedir. Bu eğer gerekli şeylerde, gereken zamanda ve yerde olursa güzel bir tavır olarak kabul edilir.

b. Kişinin kendisini üstün göstermesi ve kendisinde olmayan bir şeyi varmış gibi yapmasıdır. Kur’an’da kötü olarak zikredilen de bu tür kibirlenmedir.166

“Meleklere, ‘Âdem’e secde edin’ dediğimizde İblis dışındakiler derhal secde ettiler; o direndi, büyüklendi ve kâfirlerden oldu.”167

Kibrin sebepleri ucub (kendini beğenmek), kin, haset ve riyadır. Bu hasletler insanı helake kadar götüren hem dünyasını hem de ahiretini hüsrana uğratacak hastalıklardır.168 “Ateşin içinde birbirleriyle çekişirken zayıflar, büyüklük taslamış olanlara, ‘Vaktiyle biz size uymuştuk, şimdi bu ateşin hiç olmazsa bir kısmından bizi kurtarabilir misiniz’ dediklerinde; büyüklük taslayanlar şöyle cevap verirler: Doğrusu hepimiz onun içindeyiz; artık Allah, kulları arasında hükmünü vermiştir.”169

İnsanda bulunan bu vasıflar kalbe yerleştiği zaman kişinin sağlıklı ve doğru kararlar alabilmesi söz konusu değildir. Bu vasıflar muhakeme gücünün önüne konulan setler gibidirler.

İnsan, kendisine hitap eden bir mesajı değerlendirirken ya aklına ya da arzu ve ihtiraslarının buyruğuna uyar. Aklına uyanlar, kendilerine yöneltilen davetin, doğruluğu üzerinde düşünür; bu davetin, Allah’ın yeryüzündeki en seçkin varlığı olan insan ve kendisinin de bir üyesi olduğu topyekûn insanlık için ne anlam ifade ettiği üzerinde zihin yorar; buna göre bir hükme varır ve sonuçta daveti kabul veya reddederler. Arzu ve ihtiraslarına uyanlar ise sadece bedensel hazlarını, geçici isteklerini, adi menfaatlerini dikkate alarak daveti bu açıdan değerlendirirler. Kur’an’ın neredeyse başından sonuna kadar asıl mücadele ettiği zihniyet de işte bu ikincisidir. Bu şekilde davrananlar, Kur’an tarafından “bayağı arzularını Tanrılaştıranlar” olarak tanımlanmakta; bunların bayağı arzularını Tanrı edinmeyi sürdürdükçe Peygamber’in davetini doğru anlamalarının, akıllarını kullanarak sağlıklı değerlendirme yapmalarının imkânsız olduğu ve bu

166 Ragıb el-İsfehânî, el-Müfredat, II/545.

167 Bakara 2/34.

168 Kaya, Yunus, Tasavvuf Nefsi Arıtma ve Donatma, Uzakülke Yay., İstanbul 2009, s. 99-100.

169 Mü’min 40/47-48.

tutumlarıyla da düşünme yeteneğinden yoksun olan hayvanlardan daha şaşkın, daha anlayışsız bir durumda bulundukları bildirilmektedir.170

Mekkeli putperestlerin zihniyet yapısını özetleyip eleştiren bu ayetler, evrensel planda son derece anlamlı, aydınlatıcı dersler içermekte; insanlığın genel bir zaafına işaret etmektedir. Nitekim tarihin her döneminde, bugün dahi insanlığın temel sorunu, bedensel arzularını, maddî çıkarlarını, makam ve mevki tutkularını akıl ve irfanın ışığından, doğru inanç ve sağlıklı düşünceden, hak ve adalet ölçülerine göre hüküm ve karar verip hayatlarını bu ölçülerle düzenlemekten daha önemli görmeleridir.171 Bu da onların yükümlülüklerini doğru şekilde kullanamamalarına sebep olmaktadır.

“Onların da ardından Mûsâ ve Hârûn’u açık kanıtlarımızla Firavun’a ve çevresindeki ileri gelenlere gönderdik. İman etmeyi kibirlerine yediremediler; onlar günaha gömülmüş kimselerdi”172 ayetinde Hz. Mûsâ’nın bizzat Firavun’un sarayında ve himayesinde büyütülmüş olması bile başlı başına bir mucize ve ilâhî iradenin mutlak gücünün açık bir göstergesi olduğu halde, o ve yandaşlarının günaha gömülmüş olmaları bu gerçeği görmelerini önlemiş ve iman çağrısını kabullenmeyi kibirlerine yedirememişlerdi.173 Bu ve benzeri ayetlerde kibrin, insanı iyiden, doğrudan, haktan ve hakikatten alı koyduğuna dair daha birçok ifade yer almaktadır.174