• Sonuç bulunamadı

3.4. Kelâm Ekollerinin Kaza ve Kader Anlayışları

3.4.3. Cebr ve Tefviz Arasında Orta Görüş (Mutavassıt)

Seyyid Bey kaza ve kader konusundaki dörtlü tasnifinde üçüncü görüş olarak tefviz-i mutavassıtı zikretmiştir. Ancak bu isimlendirme mutlak tefvize yakınlığı ve mutlak cebr anlayışına da uzak olmayı ifade etmektedir. Bu görüşte fiil yaratılma açısından Allah’a, meydana getirilme açısından ise kula nispet edilmektedir. Böylece fiil iki kudretin tesiriyle ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle bu görüşü tefviz-i mutavassıt olarak isimlendirmenin doğru olmayacağı kanaatindeyiz. Çünkü kul fiili yapma veya yapmama konusunda bir imkâna sahipse ve kulun iradesi tercih edici ise tesiri var demektir. Kulun kudretinin ve iradesinin toplamı ve bunların Allah’ın kudretine dayandırılması kulun iradesinin ve kudretinin etkisiz olması anlamına gelmez. İnsanda meydana gelen fiiller bazen onun kudret ve iradesinin mahsulü olarak bazen de irade ve kudretin dışında meydana gelir. Birinci durumda kişi yapma ve terk etme imkânına sahip olduğu halde ikincisinde böyle bir şey söz konusu değildir.738

İnsanda bulunan kudret, kulun kendi kudret ve iradesiyle meydana gelmemektedir. Çünkü kudret, hastalık veya başka bir sebepten dolayı kendisinden gittiği zaman onu kendi kendine elde edemez. Böylece kulda kudretin bulunması Allah’ın kudret ve dilemesiyle olmaktadır. Bu dileme Allah’ın kulda yapmaya ve terk etmeye muktedir olan kudreti yaratması suretiyle olmaktadır. İradenin insanın nefsinden gelen bir meyil olduğunu biliyoruz. İşte bu manasıyla iradenin ya gerçek veya öyle sanılan bir menfaat duygusuna bağlı olması gerekir. İster bir menfaat dolayısıyla, isterse başka bir saikle olsun duygu diye tercüme ettiğimiz şuurun kendisi de tıpkı kudretin kendisi gibi kulun kudret ve ihtiyarıyla değil, Allah’ın yaratması ve dilemesiyle olmaktadır.739

Böylece kulun kudret ve iradesi, şuuru, fillerinin meydana gelme vasıtaları, bu vasıtaların özellikleri ve kabiliyetleri yalnız Allah’ın kudret ve iradesiyle meydana gelmektedir. Özellikle mümkin varlıklar, varlıklarını devam ettirebilmeleri için Allah’ın kudretine muhtaçtırlar. O halde kulun kudret ve iradesinden meydana gelen eser, dolayısıyla Allah’ın kudret ve iradesiyle meydana gelmiş olur. Burada eser, kulun

738 Semerkandi, Saha’if, s. 393.

739 Semerkandi, Saha’if, s. 393-394.

kudretinin tesiriyle ve onun iradesine uygun olarak meydana gelmesi bakımından kuldan sadır olmaktadır. Fakat kulun eserin meydana geliş sebebi olan vasıtaların varlığını, tesir kuvvetini yaparken ihtiyaç duyduğu diğer hususları ve bunların devamını verenin Allah olması dolayısıyla eser, aynı zamanda sebebin sebebinden de meydana gelmiş olmaktadır. İşte buradaki iki bakış itibariyle aynı fiil bir taraftan sebebin sebebi olması bakımından Allah’a, öbür taraftan da sebep olması bakımından kula isnat edilebilmektedir. O halde Allah’ın kudret ve ihtiyarının tesiri hak olduğu gibi, kulun kudretinin tesiri de haktır. Fiil, yani eser, bu iki kudret sebebiyle meydana gelmektedir.

Bu da Kur’an’a, hadislere ve akla muvafıktır.740

İnsandan sadır olan fiilin Allah’ın yaratmasıyla, kulun da o fiili kesbetmesiyle meydana geldiği hususunda sahabe ve tabiin icma etmişlerdir. Bu nedenle İmam-ı Azam, hareket ve sükûn gibi insana ait fiillerin tamamının hakikatte onların kendi kazanımları olup, Allah’ın da o fiillerin yaratıcısı olduğunu söylemektedir.741 Çünkü kesbin anlamı kulun irade ve kudretinin fiille ilişkilendirilmesidir. Böylece fiil, meydana gelme itibariyle kula nispet edilerek onun tarafından kazanılmış olmaktadır.

Bu durum Allah’ın irade ve kudretine nispetle olursa yaratılmış olarak isimlendirilir.742 Aynı şekilde İmam Mâturîdî de kulların kendi fiillerinin kasibi olduğu anlayışında Ebu Hanife’ye uymuştur. Çünkü o; “Allah, insanın fiilinin olması gerektiği gibi meydana gelmesini istemiyor olsaydı, cebir altında bulunurdu” diyerek fiilin iradî olarak gerçekleştiğini ve bu iradenin fiille beraber bulunan bir faktör olup fiilden sonra bulunmasının bir anlam ifade etmediğini söylemektedir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi fiilden önce bulunan iradenin, fiilin oluşması esnasında hiçbir etkisi olmamakta ve cebri görüşün ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Hâlbuki Allah da dâhil olmak üzere fiil işlemekte muhtar olan herkes irade ile nitelenmektedir.743

Bu bağlamda Mâturîdî, “hayır da şer de Allah’tandır” ifadesinin, fiilin nitelikleri ne olursa olsun tamamının yaratıcısının Allah olduğu anlayışını benimsemektedir.

Kötülüğün yaratılmış olduğunu kabul etmek Allah’a kötülük izafe edilmesi anlamında değildir. Aynı şekilde mutlak manada fiilin her yönüyle Allah’a ait olduğu da söylenemez. Dolayısıyla sadece ihitiyari değil her türlü fiilin yaratıcısı Allah olmakla birlikte bir de yapmak veya yapmamak şeklinde tercih sonucunda ortaya çıkan o fiilin oluşmasında etkin olan bir kudret vardır ki o da insana aittir. Aynı zamanda insanın

740 Semerkandi, Saha’if, s. 394.

741 İmam-ı Azam, el-Fıkhu’l-Ekber, s. 2(Arapça), s. 69(Türkçe).

742 Beyâzî, İşaratü’l-Meram, s. 252; https://www.iasj.net/iasj?func=fulltext&aId=79489 16.06.2018.

743 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 374, 377.

fiillerinin, emredici ve lütfedici olması anlamında Allah’a aidiyetini ortaya koymanın kader kapsamınında değerlendirilmesi yeterli olmasa gerektir. Onun emredici ve lütfedici olması daha ziyade kazanılanın hikmet çerçevesinde Allah tarafından yaratılmış olduğunu belirtmek için kullanılabilir. Bütün fiiller Allah’ın yaratmasıyla mümkün olabildiğine göre onun kazasına rıza göstermek gereklidir.744

Mâturîdî’ye göre fiil, icat ve yaratma bakımından Allah’a; tercih ve kesb bakımından kula nispet edilir. İhtiyari fiillerin Allah tarafından yaratılmış olduğunu kabul etmek, kullara hakikat manasında fiil nispet etmeyi ortadan kaldırmaz. Allah tarafından yaratılan kudretle insan zıt fiillerden dilediğini yapar. Yaratılmış olan bu gücün kullanılması, kulun mecazi değil hakiki manada fail olduğunun göstergesidir.

Kulun mecazi değil, hakiki manada fiili vardır.745 Dolayısıyla Mâturîdî anlayış, Allah’ın insana tercih ve tahsiste bulunmasını sağlayan irade ve kudreti insana havale ettiği ve onu fiilleriyle başbaşa bıraktığı (tefvid) görüşünü reddetmek ve “sebeblilik” yerine sebep-sonuç arasında gerçekte illiyet ilişkisi değil ardardalık ilişkisi olduğunu söylemekle Mu’tezile’den ayrılır. O aynı zamanda insanın farklı seçenekler arasında tercihte bulunmasına elverişli olan ve Allah tarafından değil, bizzat kendi iradesinin ürünü şeklinde ortaya çıkan azm-i musammam/cüz’i iradenin bulunduğunu; fiil anında insana verilen bu istitaatın o fiili veya zıddını yapmaya imkân vereceğini ve insanın hakiki manada fail olduğunu iddia etmekle de Eş’ârî’nin anlayışına muhalefet etmiştir.746 Kaza ve kaderin bu yorumundan kaderin Allah’ın ilim ve irade sıfatıyla, kazanın ise tekvin sıfatıyla bağlantısı ortaya çıkmaktadır.747

Nesefî’ye göre yaratma kudreti, onu yaratanın o şey meydana gelmeden önce ona dair bilgisinin bulunmasına bağlıdır. “Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun;

bilin ki O, kalplerin içindekini bilmektedir. Hiç yaratan bilmez mi? O en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır”748 ayeti Allah’ın her şeyin yaratıcısı ve yaratılanlar hakkındaki en detaylı bilgilere sahip olduğuna işaret etmektedir. Nesefî insan fiillerini “şeyler” olarak telakki edip semantik açıdan tahlil ettikten sonra her şey gibi insan fiillerinin de yaratıcısının Allah olduğunu söylemektedir.749 Neticede insan fiillerinin Allah tarafından yaratıldığı kesinleşince kaza ve kader de ispat edilmiş olmaktadır.

744 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 399.

745 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 287, 291, 328-333.

746 Ardoğan, “Kelamî Açıdan Birey-Siyasî Güç İkileminde Bireysel Özgürlük”, s. 5.

747 Bilmen, Ömer Nasuhi, Muvazzah İlmi Kelam, Bilmen Yay., İstanbul 1972, s. 293-294.

748 Mülk 67/13-14.

749 Yazıcıoğlu, Maturidi ve Nesefî’ye göre İnsan Hürriyeti Kavramı, s. 119, 129.

Nesefî kaza ve kader kavramlarını Mâturîdî ile aynı şekilde tanımladıktan sonra kişinin fiillerinde kötülük ve küfrün Allah tarafından yaratılmasını kabul etmekte; ancak küfrü, Allah’ın kazası değil, kazasının bir sonucu olarak görmektedir. O’na göre her sonradan yaratılan hangi nitelikte ise o şekilde (kader) yüce Allah’ın iradesi ile meydana gelmiştir. Üstelik bunlardan itaat olanlar Allah’ın meşieti, iradesi, rızası, sevgisi, emri, kaza ve kaderi iken; masiyet olanlar Allah’ın meşieti, iradesi, kaza ve kaderi ile ama Allah’ın emri, rızası ve sevgisiyle değildir. Çünkü O’nun sevgi ve rızası fiilin güzel görünmesine dayanır. Bu da masiyete değil, taata daha uygundur.750 O, kader kelimesine iki anlam vermektedir: Birincisi her şeyi iyi-kötü, güzel-çirkin, hikmet-sefeh olmak üzere hangi niteliklere sahip ise o şekilde belirlemek; ikincisi ise belirlenen bu şeyleri zaman veya mekân açısından, sevap ve günah noktasında olacakları durum üzere beyan etmektir. Kulların fiillerinin hepsi, fiillerin yaratılması hususunda ifade edildiği üzere Allah’ın belirlemesiyle gerçekleşmektedir. Dolayısıyla o, kulların fiillerinin Allah’ın kazası ve kaderiyle meydana geldiğini kabul etmesine rağmen Allah’ın bunda mecbur olmadığını söylemiştir.751

Nesefî, kulların kaderlerinin kendi tercih ve meyli ile oluştuğunu şu şekilde açıklar: Kulluğa emir Allah’tan, bu emre uyup iman etmek de emre muhalefet edip isyan etmek de kuldan; kula fiili işleme gücü ve potansiyeli vermek Allah’tan, o fiili gerçekleştirmek amacıyla gayret, çaba, azim göstermek veya göstermemek kuldan;

günah işleme sırasında kulu engellememek Allah’tan, dua, tövbe ve istiğfar kuldandır.

Kulun niyet ve meyli sayesinde ortaya çıkan fiiller Allah’ın ilminde bir değişiklik meydana getirmediği gibi kulu da fiillerinde mecbur bırakmaz.752