• Sonuç bulunamadı

3.2. Ahlâkî Bir Kavram Olarak Kaza ve Kadere Kavramsal Yaklaşım

3.2.2. Kaza ve Kaderin Istilâhî Anlamları

Kavramların tanımına girmeden önce kaza ve kaderin Allah Teâla’nın ezeli sıfatları olan ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarıyla ilgili olduğunu belirtmeliyiz. Bu nedenle tanımlar daha ziyade ilim ve tekvin sıfatıyla bağlantılı olarak bir anlam kazanmaktadır. Kaza ve kaderin bu sıfatlarla ilişkisi iki Sünni kelâm ekolü tarafından farklı değerlendirilmiştir. Eş’ârîlerin kaza tanımı, Mâturîdîlerde kadere karşılık gelmekte, kader tanımı ise kaza kavramıyla özdeşleşmektedir.646

Eş’ârî kelâmında kaza kavramı “Allah’ın bütün nesne ve olayları ezeli ilmiyle bilmesi” demektir. Eş’ârî kelâmcıları ve İslam filozofları kaderi “Allah’ın nesne ve olaylara ilişkin ezeli planını gerçekleştirmesi” şeklinde tarif etmektedir.647

Eş’ârîlere göre Allah’ın kazası, Allah’ın şeylere vakti geldiğinde öylece taalluk eden ezeli iradesi iken; kaderi, şeylerin zatları ve durumlarını özel bir ölçü ve belirli bir takdir üzere var etmesidir.648 Eş’ârî’ye göre Allah’ın yaratma anlamına gelen kazası içerisinde hem itaatler hem de onun yasakladığı küfür ve isyan gibi kötü davranışlar yer almaktadır. Zira O’nun yarattıklarından bir kısmı hak bir kısmı batıldır. Allah’ın

“emretme”, “bildirme”, “haber verme” ve “yazma” anlamına gelen kazası ise tamamen iyi ve doğrudur. Çünkü bu tür kaza emredilen ve haber verilen şeyden farklıdır. O, küfrün Allah’ın kaza ve kaderiyle meydana geldiğini söylemenin o şeyin gerçekleşmesine razı olduğu manasına gelmediğini, dolayısıyla kaza ve kaderden razı oldukları halde, küfre razı olmadıklarını ifade etmektedir.649

Bu görüşlerini “Rabbin âdemoğullarından, onların bellerinden soylarını almıştır”650 ayetiyle teyit etmeye çalışan Eş’ârî, ayetin açıklanması sadedinde Hz.

Peygamber’den, Allah’ın Hz. Âdem’in sırtına dokunarak tıpkı karınca gibi onun

645 A’raf 7/172.

646 Yüksel, Sistematik Kelam, s. 70-71.

647 Topaloğlu - Çelebi, Kelam Terimleri Sözlüğü, s. 173.

648 Cürcânî, Şerhu’l-Mevakıf, III/308.

649 Eş’ârî, Lüma, s. 96-97.

650 A’raf 4/172.

sırtından soyunu çıkardığını ve sonra da onlara birliğini onaylattığını, neticesinde bunların ahiretteki sorgulamalarında herhangi bir mazeretleri bulunmasın diye onların aleyhine kanıt getirdiğine dair rivayetlerin olduğunu söylemektedir. Çünkü “Allah onları şahit tutarak ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ dedikten sonra, onlar, ‘(tabi ki) Rabbimizsin şahidiz’ dediler. Bu Kıyamet günü biz bundan habersizdik dememek için bunu böyle yaptık”.651 İnsanların bir kısmı onu elest bezminde itiraf ettikten sonra inkâr etmişlerdir. Yine Hz. Peygamberden, Allah’ın insanların bir grubunu Cehennem, bir grubunu da Cennet için yakalayacağı ve onları birbirinden ayıracağı böylece bedbahtlarda bedbahtlığın, mutlu olanlarda ise mutluluğun daha çok olacağı rivayet edilmiştir. İşte bu mutluluğun Levh-i Mahfuz’da önceden belirlendiğini; aynı şekilde bedbahtlığın da bedbaht olacaklar için önceden takdir edildiğini göstermektedir.652

Yine Allah “Allah kimi doğru yola iletirse o, doğru yolu bulmuştur; kimi de saptırırsa onun için bir yol gösteren bulamazsın653 diyerek kendisinin saptırdığını ve hidayet verdiğini; “Allah onunla birçoğunu saptırır, birçoğuna da hidayet verir”654ve

“Allah zalimleri saptırır; Allah dilediğini yapandır” buyurarak istediğini yapan olduğunu bize haber vermektedir. Aynı zamanda Allah “yaptıklarınıza karşılık olarak”655 buyurarak amellere karşılık vereceğini haber vermiştir.656

Buna ilaveten kim kudreti kendisine izafe eder ve onun kendi sıfatı olduğuna inanırsa, o kişinin kaderi olarak nitelendirilmesinin, kudreti Allah’a nispet edenin böyle isimlendirilmesinden daha uygun olduğu da ifade edilir.657

Eş’ârî, Allah’ın belirlemesi ve gücü olmadan hiçbir fiilin meydana gelemeyeceğini, bunu iddia edenlerin ise Allah’a acziyet yüklediğini söylemektedir.

Allah ise kendisine acizlik mal edenlerin sözlerinden uzak ve yücedir. İnsanların Allah’ın bilmediğini bilmesi, Allah’ın kendisinin bilmediğini de onlara yüklemesi, Allah’ı onlara eşit tutması anlamına gelip; Rahman’ın tanımadığı güç ve kuvveti insana tanımış olması demektir.658

Eş’ârî, Allah’ın ilminin varlıkları öncelediğini, her dişinin gebe kalmasında, doğurmasında ve bize bildirilen her şeyde onun ilminin ve kudretinin etkisi olduğunu,

651 A’raf 4/172.

652 Eş’ârî, el-İbane an Usuli’d-Diyane, s. 98-99.

653 Kehf 18/17.

654 Bakara 2/26.

655 Secde 32/17.

656 Eş’ârî, el-İbane an Usuli’d-Diyane, s. 99.

657 Cüveynî, Kitabu’l İrşad, s. 212.

658 Eş’ârî, el-İbane an Usuli’d-Diyane, s. 100.

“O’nun bilgisi olmadan hiçbir dişi gebe kalamaz, doğurmaz da”659, “Allah’ın bilgisiyle indirilmiştir”660 ayetlerini bu görüşüne delil olarak getirir. Allah’ın bilgisi aslında onun kudretiyle birlikte değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.661

Filozoflara göre ise kaza, varlığın en güzel nizam ve en mükemmel düzende olabilmesi için Allah’ın, varlığı olması gerektiği şekilde bilmesinden ibarettir. Onlar buna inayet adını verirler. Kader ise mevcutların kazada kıldığı şekilde sebepleriyle birlikte dış dünyaya çıkmasından ibarettir.662

Mâturîdî düşüncesinde “İlahi takdirin zamanı gelince gerçekleşmesi” anlamına gelen kaza, terim olarak kader ile belirlenip planlanan şeylerin zamanı gelince Allah tarafından yaratılmasıdır.663

İmam Mâturîdî’ye göre irade, kaza ve kader konularının tamamı kullara ait fiillerin Allah tarafından yaratılmış olması konusunun içinde yer alır. Eğer fiillerin yaratılmış olduğu kanıtlanabilirse kaza ve kaderin de varlığı kanıtlanmış olur. Çünkü fiillerin yaratılmış olması onlara ilâhî hükmün taalluk etmesini (kaza), ayrıca hüsün ve kubuh olarak planlanmasını (kader) ispat ettiğini göstermektedir.664

Mâturîdî kaza kelimesinin anlamlarını şu şekilde açıklama yoluna gitmiştir. “Bir şeye hükmedip karar vermek, layık olduğu sonucu belirlemek ve hakkında son sözü söylemek” manasına gelen kaza kavramı “nesne ve olayları yaratma” anlamında kullanılır ki, “yaratma” eşyanın kendi mahiyeti çerçevesinde oluşmasını gerçekleştirmek ve her şeyin yaratılışına en uygun olan pozisyonda bulunmasını sağlamaktan ibarettir. Bundan dolayı mahlûkatı yaratan Allah, hikmet ve ilim sahibi olarak nitelenmiştir. Hikmetin manası ise her şeyi yerli yerine koymak demektir ki, o halde Allah her şeyi yarattığı gibi, kullarına ait fiilleri de yaratmış ve ona hükmünü geçirmiştir. Aynı zamanda kazanın “öyleyse yapacağını yap”665 ayetinden hareketle hükmetmek anlamında da kullanıldığını, bunun neticesinde Allah’ın olacağını bildiği bir şeye hükmedip karar vermesinden ibaret olduğunu, bunun yanında O’nun fiili meydana getiren kişinin layık olacağı övgü ve yergiye, mükâfat veya cezaya hükmetmesini de ifade etmektedir.666

659 Fatır 35/205.

660 Hud 11/11.

661 Eş’ârî, el-İbane an Usuli’d-Diyane, s. 65-66.

662 Cürcânî, Şerhu’l-Mevakıf, III/308.

663 Topaloğlu -Çelebi, Kelam Terimleri Sözlüğü, s. 179,173.

664 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 390.

665 Taha 20/72.

666 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 391.

Ayrıca kaza kavramı “Biz İsrailoğullarına…bildirdik”667 ayetinde olduğu gibi

“bildirmek, haber vermek” şeklinde “Allah’ın bildiği bir hususu haber vermek”

manasında kullanılmıştır. Bu kavram: “Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi emretti”668 ayetinde belirtildiği üzere aynı zamanda “emretmek” manasına da gelmektedir. Bu anlamdaki kaza sadece iyiliklere nispet edilir.669

Mâturîdî kaza kavramının “yapıp bitirdi” anlamına da geldiğini, ancak bu anlamın Allah için kullanılmasının mümkün olmadığını, nitekim Allah’ın bir işle meşgul olmasının imkânsızlığından hareketle; ancak yarattığı bir şeyin oluşum sürecini sona erdirmek anlamında Allah için kullanılan mecazi bir ifade olduğunu açıklar.670

Mâturîdî’nin düşüncesinde kazaya rıza göstermek, kaza ve takdirinin yine Allah’a ait olmasının imkânsızlığı nedeniyle küfür veya gayri meşru işler kulun fiilidir.

Çünkü Allah’ın kazası bu fiillerin mahiyetini oluşturan şeyden ibaret olup, insanın buna rıza göstermesi zorunludur. Buna göre Allah’ın kazası ve kaderi, fiilin gerçek vasfına işaret eden durum olmaktadır.671

Mâturîdî kader kavramını ise iki manada kullanmaktadır. Bunlardan birincisi bir şeyin oluşumu açısından sahip olduğu konum ve değer hükmündedir. Buna göre kader bir şey iyilik veya kötülük, hayır veya şer, hikmet veya sefeh bakımından sahip olduğu hal üzere yaratmaktır. “Biz her şeyi kendisinin sahip olduğu özelliğe göre yarattık”672 ayeti bu anlamı ihtiva etmektedir. İkincisi her şeyin oluşacağı zaman ve mekânı, hak ve batıl oluş vasfını, doğuracağı mükâfat ve cezayı belirlemektir.673

Mâturîdî’ye göre birinci mana kulların fiillerinde mevcuttur, çünkü bu fiiller insan zihninin düşünemeyeceği ve akılların takdir edemeyeceği bir hüsün ve kubuh şeklinde zuhur eder. O halde bu fiillerin, hikmet ve irade sahibi Allah tarafından meydana getirildiği ortaya çıkmaktadır. İkinci anlamda ise kulların kendilerine ait fiillerin zaman ve mekânını takdir etmeleri mümkün olmadığı gibi olayın ayrıntılarını bilmesi de imkân dâhilinde değildir. Bu sebeple kulların kendi fiillerinin Allah’tan değil de kendilerinden kaynaklanması imkânsız hale gelmektedir.674 Kaza, kader, tahlik ve irade konusunda kimsenin bir mazereti yoktur. Bu hüküm ise birçok yorumu beraberinde getirmektedir:

667 Al-i İmran 3/47.

668 İsra 17/23.

669 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 390-391.

670 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 391.

671 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 394.

672 Kamer 54/49.

673 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 392.

674 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 393.

a. “Allah kaza etti, halk etti, irade etti, takdir etti” gibi ifadeler Allah’ın, seçilip tercih edileceğini bildiği şey için kullanılmaktadır. O’nun irade, halk ve kazası sayesinde insanlar seçtikleri şeylere ulaşır ve bu şekilde gerçekleşir.

Sonuç olarak yaptıkları işler kendi irade ve tercihleri çerçevesinde ve kendi faaliyetleri doğrultusunda gerçekleştiği için bahaneleri de ortadan kalkar.

b. Allah’ın takdirinde olan hususların hiçbiri insanı istedikleri fiillere yöneltmiş, sevk etmiş ve zorunlu kılmış değildir. Kaza ve kader insanları fiilen zorunlu kılmamış ve meydana gelecek hiçbir fiili de ondan uzaklaştırmamıştır. Çünkü onlardan her biri kendisini; hür, tercih yapabilen, hem fail hem de terkine muktedir olarak bilmektedir. Bu durumda kader sadece diğer cevher ve arazları yaratmak, fiillerin oluşacağı zaman ve mekânları belirlemek görevini icra etmektedir.

c. İnsanlar fiilleri meydana getirdikleri esnada bu işi kaza ve kaderden dolayı yaptıkları hissini duymamaktadır. Dolayısıyla fiil sahibinin, fiiline ait olmayan bir unsura dayanarak bahane ileri sürmesi boş bir hale dönüşmektedir. Şayet kaza ve kader fail için bir mazeret teşkil etseydi; ilâhî emir ve nehyi, müjde ve tehdidi bilmemek, işledikleri günahın mazeretinden haberdar olmamak, ayrıca Allah’a zarar vermeyen, O’nun hükümranlığını zedelemeyen ve iktidarına eksiklik getirmeyen günahları işlemek geçerli mazeret olarak değerlendirebilirdi.675

Bunlardan herhangi birine tutunmak mümkün olmadığına göre, insanın fiilleri konusunda kaderi bir koz olarak kullanmak da imkânsız hale gelmektedir. Neticede bu fiilleri daha önce söz konusu edilen yaratma yönüyle insana izafe eden veya fiillerin kazanma yönüyle insana aidiyetini inkâr eden kimsenin akıl ve duyularına zıt hareket ettiğini göstermektedir. Ayrıca biz kaza ve kaderin, fiillerin Allah’a ait olan yönünü ifade ettiğini müşahede etmekteyiz.676

675 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 394-396.

676 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 396.

3.3. Kur’an’da Kaza ve Kader Kavramları