• Sonuç bulunamadı

3.4. Kelâm Ekollerinin Kaza ve Kader Anlayışları

3.4.4. Mutlak Tefviz

Kulun kendi fiilini meydana getirme konusunda tek yetkiye sahip olan varlığın insan olduğu anlamına gelen tefviz anlayışı, Allah’a ait olan yaratma eyleminin kula devredilmesi anlamını da içermektedir. İslami kaynaklar bu düşünceyi ilk defa ortaya atan şahsın Ma’bed el-Cüheni olduğunu söylemekle birlikte Mu’tezile’nin adalet prensibi doğrultusunda aynı fikri benimsenesi tefviz-i mutlak anlayışının Mu’tezile ile birlikte anılmasına neden olmuştur. Mutlak tefviz anlayışında, kulların fiillerinin meydana gelmesinde yegâne güç insana aittir ve bunda Allah’ın hiçbir etkisi söz konusu

750 Nesefî, Kitabu’t-Temhid (Tevhidin Esasları), s. 111.

751 Nesefî, Kitabu’t-Temhid (Tevhidin Esasları), s. 120-121.

752 Nesefî, Bahru’l-Kelam, s. 27-28.

değildir. İnsanın sorumluluğunu temellendirmek maksadıyla ortaya çıkan bu görüşün ilk savunucaları Kaderi düşünürlerdir. Bu anlamda kaderi düşünce insanın nitelikleri ne olursa olsun bütün fiillerinin var edicisi olduğunu iddia eder. İlk merhalede zulüm ve adaletsizliği, Allah’a nispet etmek suretiyle haklı göstermeye çalışan siyasi otoriteye tepki olarak ortaya çıkan bu düşünce, daha sonra her türlü fiilin yaratıcısının insanın kendisi olduğu şeklindeki bir anlayışa evrilerek dini bir kisveye bürünmüştür.

Kaderi düşünürlerden etkilenen Mu’tezile de, hürriyet ve irade problemini mutlak tefviz istikametinde, menşeini yine Allah’ın sıfatları açısından değerlendirmek suretiyle “adalet” prensibiyle bağdaştırarak temellendirmiştir. Ancak bu yorumların, daha önce de bahsettiğimiz gibi bir takım problemleri de beraberinde getirdiğini açıklamıştık. Mu’tezile’nin özellikle mutlak cebr anlayışına taban taban zıt olan bu düşünceye ulaşmak için her halükarda ayetlere dayanma çabaları, onları bazen çok uzak tevillere götürmüş ve neticede bazı tutarsız durumların ortaya çıkmasına neden olmuştur.753

Onlara göre Allah insanı fiil yapabilir güçte yaratmış ve sonra da faaliyetlerinde serbest bırakmıştır. Artık Allah fiillerde hiçbir müdahalede bulunmamaktadır. Kişi hür iradesini istediği gibi kullanma hakkına maliktir ve sahip olduğu bu kudret ve irade ile mümkün olan her şeyi yapabilmektedir. Sonuçta sahip olduğu bu yetkiyle ister akli, isterse şer’i olsun yaptığı iyi ya da kötü her fiilin sorumluluğunu da yüklenmek mecburiyetindedir. Bu nedenle bunların Allah’a izafe edilmesi mümkün olmamaktadır.

Başka bir deyişle insanın fiilleri, Allah’ın kaza ve kaderi ile meydana gelmekten tamamen uzaktır. Bu sadece mecaz ve anlam genişletme yoluyla mümkün olabilmektedir. Bu görüş, Allah’ın “adalet” sıfatının bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır.754 Allah’ın zatını ona yakışmayan ifadelerden tenzih etmek için, insanın sınırsız güç ve iradesini benimseyen Mu’tezile, kullardan çıkan ihtiyari fiillerde kaza ve kaderi inkâr etmiş, yüce Allah’ın bu fiilleri bildiğini, ancak onların fiillerinin varlığını bu bilgiye değil, kulların irade ve kudretine dayandırmıştır.755

İnsan fiilini ezelde kuşatan ilâhî ilmin insanın hür irade ve seçimine bağlı olduğunu düşünen Mu’tezile’nin görüşü şu şekilde ifade edilmektedir: İlahi ilim insanların iradesine bağlı olarak gerçekleşir. Allah failin muradını bilmiş, sonra da onun kendi iradesi ile yapacağı şeye dair bu ilmine dayanarak son durumunu haber vermiştir.

753 Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Maturidi, s. 241-242.

754 Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, II/722-732.

755 Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, II/720; Cürcânî, Şerhu’l-Mevakıf, III/308.

Dolayısıyla Allah’ın insanlardan bir kısmının Cennet ehli, bir kısmının ise Cehennem ehli olacağına dair hükmünü belirleyen; onlardan bir kısmının kendi iradesiyle Cennet ehlinin amelini, bir kısmının da Cehennem ehlinin amelini işleyeceğini bilmesidir. Buna rağmen Allah onların itaat edeceklerini bilseydi, hepsinin Cennete girmelerine hükmeder ve onu haber verirdi. Aynı şekilde onların küfür ve isyan yolunu seçeceklerini bilseydi, hepsinin birden Cehenneme girmesine hükmeder ve o şekilde haber verirdi.756 İnsanlarda iman ve isyan yetisi vardır. Bu nedenle onlar kendi irade ve ihtiyarları doğrultusunda fiillerini meydana getirir. Allah’ın ilmi de bu irade, ihtiyar ve fiilleri doğrultusunda gerçekleşir.757 Eğer Allah küfrün yaratıcısı olsaydı dünyadaki en büyük şerrin (dolayısıyla mevcut bütün kötülüklerin) sorumluluğu insana değil, Allah’a ait olacaktır. Bunun neticesinde ise Allah kâfirleri küfürlerinden dolayı cezalandırma hakkına sahip olamaz. Öyleyse küfür ve diğer bütün kötülükler Allah tarafından yaratılmamıştır.758

Kadı Abdülcebbar kaza kelimesinin çeşitli anlamlar ihtiva ettiğini söylemektedir. O’na göre kaza ile “bazen bir şeyi bitirmek veya tamamlamak; (onları iki günde yedi gök olarak yarattı/kaza etti)”759, bazen de onunla “icap (gerektirme);

(Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi emretti/kaza etti)”760 kastedilmektedir. Bazı durumlarda ise kaza kelimesinden “ilam ve ihbar (bildirme, haber verme)”; (Biz kitapta İsrailoğullarına şöyle bildirmiştik)761 manaları anlaşılır.762 Allah’ın kazası mutlak manada O’nun yarattığı, takdir ettiği ve meydana getirdiği şeylerdir. Allah’ın kulların gücüne bıraktığı, emrettiği ve yasakladığı şeylerin, vacipler hakkında olduğu zaman onlara rıza göstermemizin zorunlu olmasından dolayı bunlara “Allah’ın kazasındandır”

denilmektedir. Bazen kulların diğer fiilleri hakkında haber vermesi anlamında kaza, yapmak/yaratmak değil, hayrı dilemek ve yol göstermek gibi mecazi bir anlam ihtiva eder. Eğer fiiller yaratmak anlamında Allah’ın kazasıyla meydana gelseydi daha önce de ifade edildiği üzere övme ve yermenin ortadan kalkması gerekirdi.763 Ancak onun bu şekilde kullanılmasının bazılarında hakikat bazılarında mecaz olmasına mani değildir.

İspat gibi icap da hakiki bir anlam ifade edebilir. Böylece kader kelimesi “beyan”

756 Özdemir, Metin, Allah Bilgisinin Ezeliliği ve İnsan Hürriyeti, İz Yay., İstanbul 2003, s. 80.

757 Albert Nasri Nader, Felsefetü’l-Mu’tezile, I/99; Metin Özdemir, Allah Bilgisinin Ezeliliği ve İnsan Hürriyeti, s. 81.

758 Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, II/ 8; Izutsu, İslam Düşüncesinde İman Kavramı, s. 256.

759 Fussilet 41/12; Kasas 28/29.

760 İsra 17/23.

761 İsra 17/4.

762 Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, II/718.

763 Kadı Abdulcebbar, Mu’tezile’de Din Usulü, s. 92-93.

anlamında kullanılabilir.764 Örneğin “Karısı hariç biz onun muğberlerden (geride kalanlardan) olduğunu beyan ettik”765 ayetinde kader bu anlamdadır.

Kaza ve kader kelimelerinin ifade ettiği anlamı bu şekilde açıklayan Kadı Abdulcebbar, kulların fiillerinin Allah’ın kaza ve kaderiyle meydana gelmesinin mümkün olmadığına da hem akli hem de nakli deliller getirmektedir. İlk başta fiiller, insanın kusur ve gayretlerine bağlı olarak gerçekleştiğinden Allah tarafından yaratılmamışlardır. Çünkü fiilin failine ait olduğu “o fiili dilerse yapar, dilemezse yapmaz” esasının vuku bulmasıyla yani fiillerinde onu yapmasını gerektirecek herhangi bir zorunluluk bulunmadığı müddetçe geçerli olacaktır. Dolayısıyla kulların fiillerinden bahsedebilmek için fiillerin Allah tarafından yaratılmamış olması sonucu zorunlu olarak ortaya çıkmaktadır. Şayet bu fiiller Allah tarafından yaratılmış iseler, insanların bundan dolayı medh, zem, sevap ve ikaba müstehak olması söz konusu olamaz.766

Aynı zamanda “O, her şeyin yaratıcısıdır”767 ayeti ile Allah’ın irade ettiği, ancak insanların ve halkı şükür ve taate sevk etmesi sebebiyle diğer nimetlerin yaratıcısı olduğudur. Bu ayetle kastedilen mahlûkattan başka bir şey olamaz. Nitekim birisi “her şeyi yedim” derse, bu ancak yediklerinden başkasına isabet etmez. Kulların fiilleri ise bunu ihtiva etmemektedir. Daha önce ifade edildiği üzere insanların yaptıklarından dolayı mükâfat veya cezaya müstehak olması, ancak bu fiillerin, onların ameli olmasıyla mümkün olmaktadır. İnsanın bir şeyin meydana gelmesinde gücünün bulunduğunu ve onu ihtiyarıyla icat ettiğini yani “bu, onun kesbidir” demek aynı şeydir. Şayet kulların fiilleri Allah’ın yarattıklarından olsaydı, O’nun kaza ve takdiri olmasından dolayı onlara rıza göstermesi zorunlu olurdu. Ancak söz konusu fiiller içerisinde küfür ve ilhad gibi kabih fiiller de bulunmaktadır. Hâlbuki küfre rıza küfürdür. Kaza ve kader ile yaratma kastedildiğinde durum bundan ibarettir. Bundan dolayı günahlar Allah’ın kaza ve kaderiyle meydana gelmemektedir.768

Kaza ve kaderle icap (sebeplerin sonucunun zorunluluğu) kastedildiğinde ise;

fiillerin içerinde vacip olanların hatta hasen olmayanların da bulunmasından hareketle, Allah’ın kendi kaza ve kaderi varken onu icap yoluyla yapması mümkün değildir.

764 Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, II/720.

765 Neml 27/57.

766 Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, II/720.

767 Zümer 39/62.

768 Kadı Abdulcebbar, Mu’tezile’de Din Usulü, s. 95-97.

Dolayısıyla bir şey icap yoluyla gerçekleşiyorsa Allah’ın kaza ve kaderiyle gerçekleşmiyor demektir.769

Kaza ve kaderle ilam ve ihbar (bildirme) kastedildiğinde bazı yönlerden sahih, diğer bazı yönlerden fasit olur. Zira sadece hikmeti sabit, adli sahih olan hakkında kullanmak caiz iken, bizden birine gelince onda sabit olmadığından bu ibarenin kullanılması zorunlu değildir.770 Yani bildirme ve haber verme işi ancak Allah’ın fiili olabilirken insan hakkında bu mümkün olmayabilir. Mu’tezile’nin bir taraftan insana tam bir hürriyet yetkisi vererek kaderi inkâr yoluna giderken, diğer taraftan hürriyetin iptaline sebep olan tevlid-tevellüd anlayışıyla determinizme inanmaları onların düştükleri tutarsızlıklardandır.771

Bunun yanında Mâturîdî, Mu’tezilenin görüşlerini inceleyen kimsenin onun tam bir cebriyye görüşü benimsediğinin teşhis edileceğini söylemekle birlikte, Mu’tezilenin üstü kapalı, diğerlerinin ise saf cebriyyeciler olduğunu şu şekilde ifade eder: Onlara göre, irade fiilin seçiminden önce bulunup, fiilin gerçekleşmesi esnasında bulunmamaktadır. Bunun akabinde fiil, oluştuğu esnada failin irade ve ihtiyarı bulunmaksızın gerçekleşmektedir. Neticede kişiye ait fiilin ihtiyari olarak değil, mecburen hâsıl olduğu kanıtlanmış olmaktadır. Bu ise Cebriyye’nin görüşüdür.772

Şehristânî de aynı şekilde beyan ettikleri şu görüşlerinden dolayı Mu’tezile’nin cebri olarak nitelendirilmesi gerektiğinden bahsetmektedir: “Mu’tezile, fiili örneksiz yaratma (ibda) ve türetme (ihdas) konusunda yaratılmış kudretin doğrudan tesirinin bulunmadığını ileri sürenleri cebri olarak nitelemektedir. Bu takdirde faili olmadığı kabul edilen dolaylı fiillerin (mütevellidât) varlığını ileri süren kendi mensuplarının da cebri olduğunu kabul etmeleri gerekir, zira onlar bu fiillerde yaratılmış kudretin etkisinin olmadığını iddia etmektedirler.”773