• Sonuç bulunamadı

3.5. Kaza ve Kader ile ilgili Diğer Konular

3.5.1. Hidayet ve Dalalet

Lügatte h-d-y kökünden türeyen ve lütfa delalet eden hidayet kelimesi, istenene ulaşmak şanından olan yola delalet ve irşat eylemek anlamında mastardır.774 Yine hidayet; rehberlik etmek, yol göstermek, hediye sunmak, her şeyin ilki ve önde olanı, açıklamak, öğretmek, doğruyu göstermek, kılavuzluk etmek gibi anlamlara gelmektedir.775 Bu ise yolu sadece göstermek veya yola götürüvermek ve hatta sonuna kadar götürüvermek şekillerinden biriyle gerçekleşebilir. Birinci durum dalalete ulaştırmaksızın veya irşat etmeksizin bir anlam ifade ederken, ikinci durum istenilene ulaştırma veya tevfik kavramıyla ifade edilir. Dalalet kavramının ihtiva ettiği lütuftan maksat ise kabalık ve şiddetin karşıtı olan incelik ve yumşaklıktır. Hidayet sadece iyiliğe yönelik olan durumlarda söz konusudur. Bu nedenle o, her istenene mutlak olarak rehberlik etmek değil, irşat gibi gayesinde iyilik, keyfiyetinde lütuf ve incelik bulunan bir rehberliktir.776

İsfehânî’ye göre hidayet insanda dört şekilde gerçekleşir. Birincisi, insanın temyiz gücünü oluşturması maksadıyla bahşedilen akıl, zekâ ve bir takım zaruri bilgilerdir. İkincisi, insanın hakikate daveti noktasında peygamberler göndermesidir.

Üçüncüsü, sadece doğru yol üzerinde bulunmak için gayret sarf edenlere verilen tevfik/başarıdır. Dördüncüsü ise ahiret hayatının başlamasıyla birlikte sorumluklarını yerine getirenlere verilen cennettir. Aslında bunlar hidayetin basamakları olarak da zikredilebilir. Nitekim daha ilk aşamada insana akıl verilmeden diğer mertebelerin vuku bulması düşünülemeyeceği gibi meydana getirdiği hiçbir fiilden sorumlu tutulması da söz konusu değildir.777

Dalalet kelimesi ise d-l-l- kökünden mastar olup, hidayetin zıddı olarak ifade edilmesinin yanında doğru yoldan uzaklaşmak, hedeften sapmak, hata etmek, yanlışlıkla

774 Asım Efendi, Kamusu’l-Muhit Tercümesi, VI/6046.

775 İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, XV/353 vd.

776 Yazır, Elmalı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Matbaa-i Ebuzziya, İstanbul 1938, I/119.

777 Ragıb el-İsfehânî, el-Müfredat, II/700.

ya da kasıtlı olarak yoldan çıkmak, yolunu kaybetmek gibi anlamlara gelmektedir.778 Gaflet ve nisyanda bulunarak yol ve ulaşılacak yer gibi sabit olan nesnelerin konumlarını bilmeyip azmak, şaşırmak ve hata yapmak gibi anlamları da bulunmaktadır. Diğer bir yönüyle dalalet biri Allah’ı ve peygamberliği bilmek gibi nazari ilimlerde, diğeri ise dini hükümleri bilmek gibi ameli ilimlerde söz konusu olabilir.779

İlahi kudret ve adaletin insan fiillerindeki tezahürlerinden biri de hidayet ve dalalet hususunda olmaktadır. Konunun dini ekoller arasında sistematik tarzda gündeme gelmesi hemen ilk dönemlerdedir. Mu’tezile’nin insan fiilleri bağlamında konuyu irdelediğini söyleyebiliriz. İmam-ı Azam’ın Fıkh-ı Ekber’inde “Allah dilediği kulunu lütuf ve rahmeti gereği hidayete ulaştırır, dilediğini de adaleti gereği dalalete düşürür.

Onun dalalette bırakması onu tek etmesi, şaşkın halde bırakması demektir. Bu da Allah Teâla’nın kendisinin razı olduğu bir şeyde kulunu başarısız kılması anlamına gelir” 780 şeklindeki ifadeleri bunun delilidir.

Kur’an insanın maddi hayatıyla ilgili kavramları içselleştirip, onun manevi hayatını açıklamakta ve daha sonra bu kavram dini literatürde farklı bir anlam kazanmaktadır.781 Kur’an, insanın doğru yolu bulmasını ya da bu istikametten uzaklaşmasını bazen “Artık kim doğru yolu tutarsa kendi lehine bu yolu seçmiş, kim de saparsa kendi aleyhine sapmış olur...”782 ve “…artık kim doğru yolu izlerse kendi iyiliği için izlemiş olur, kim de yoldan saparsa kendi aleyhine sapmış olur; sen onlardan sorumlu değilsin”783ᅠ ayetlerinde ifade edildiği üzere insanın kendisine, bazen de

“…Allah dileseydi elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi…”784 ve “Allah kime hidayet verirse doğru yolu bulan işte odur; kimi de hidayetten uzaklaştırırsa artık böylelerine Allah’tan başka destekçiler bulamazsın”785 ayetlerinde zikredildiği gibi Allah’a atfetmektedir.

Hidayetin aşamalarında her ne kadar Allah’ın insanlara fiilleri konusunda hidayet ve dalalet edeceği zikredilse de bunun -fiillerin oluşması kısmında ifade edildiği üzere- insanın niyet ve amelleri doğrultusunda gerçekleştiğini göz önüne almak ve bu

778 Ragıb el-İsfehânî, el-Müfredat, I/378-379.

779 Asım Efendi, Kamusu’l-Muhit Tercümesi, V/4600-4601.

780 İmam-ı Azam, el-Fıkhu’l-Ekber, s. 4(Arapça), s. 71(Türkçe).

781 Izutsu, Kur’an’da Allah-İnsan ve İslam Düşüncesinde Islâh, s. 170.

782 Yunus 10/108

783 Zümer 39/41.

784 En’am 6/35.

785 İsra 17/97.

aşamaları bir bütün olarak değerlendirmek gerekmektedir. Nitekim fiiller ilim, irade, kudret ve ihtiyar yönüyle insana aitken, icat yönüyle Allah’a ait olmaktadır. Dolayısıyla mükellefiyet icatta değil, tercihte gerçekleşmektedir. Allah insanı teklife muhatap kılması sebebiyle bir takım yeteneklerle donatsa, akabinde bu istikamet üzere olmasına vesile olacak bilgi ve karinelerle onu desteklese bile neticede insan kendi irade ve ihtiyarıyla tercihi doğrultusunda kendisine bir yol tayin edecektir. Sorumlu olmanın gereği budur.

Mu’tezile hidayet ve delalet meselesinde Allah’ın kâfirlere hidayetinin olup olmaması hususunda ihtilaf etmiştir. Onların çoğunluğuna göre, Allah, kâfirlere hidayette bulunmuş, fakat onlar hidayete ermemişlerdir. Allah, onlara itaat edebilmeyi sağlayacak gücü vererek onları faydalandırmış, fakat onlar bu gücü kullanamayarak Allah’ın kendilerine sağladığı faydayı değerlendirememişlerdir. Bir kısım Mu’tezile âlimleri de, Allah’ın kâfirlere herhangi bir şekilde hidayet etmediğini söylerler. Çünkü Allah’ın beyan ve daveti onu kabul eden için bir hidayet olup, kabul etmeyen kimse için söz konusu değildir. Onlar ancak iblisin davetine icabet etmişlerdir ve bu da onlar için hidayet değil dalalettir. Dolayısıyla Allah’ın kullarına layık göreceği hidayet veya dalalet, onun Allah’ın davetini mi yoksa şeytanın çağrısını mı kabul ettiği davranışına bağlı olarak oluşmaktadır.786

Eş’ârî, insanın kendisi ve fiili işleme kudreti sonradan yaratılmış iken bir şeyi yaratmaya güçlerinin bulunmadığını, bu itibarla Allah’ın müminlere hidayet verirken inkârcıları da saptırıp bundan mahrum bıraktığını ileri sürmüştür. “Allah’ın doğru yola yönelttiği kişi hidayete ermiştir; O kimi saptırırsa işte onlar da kaybedenlerin ta kendileridir”787 ayeti buna dalalet etmektedir.788ᅠCüveynî hidayete erdirme ve delalette bırakma hususunda Allah’ın tek yetkili olduğuna işaret eden ayetleri zikrettikten ve onların farklı manalarını izah ettikten sonra onun hidayetini ve saptırmasını ‘kalpleri dilediği şekilde yönlendirmeye kadir’ olmasından hareketle Allah’ın iradesine ve ihtiyarına bağlamıştır.789

Eş’ârîler Allah’ın “kulların kalplerinde hidayeti veya dalaleti yaratması”

şeklindeki hidayetinin veya dalaletin tüm mükelleflere şamil olduğu, ancak kulun hidayete ermesi ve doğru yolu bulması şeklindeki hidayetinin sadece mühtedilere ve dalaletin ise şaşkınlara has olarak yaratıldığını ifade eder. Nitekim insanın doğru yolu

786 Eş’ârî, Makalat, I/259-260.

787 A’raf 7/178.

788 Eş’ârî, Lüma, s. 19.

789 Cüveynî, Kitabü’l-İrşad, s. 177-178.

bulmasının da doğru yoldan uzaklaşıp, yolunu şaşırmasının da “Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm’a açar; kimi de saptırmak isterse, göğe çıkıyormuş gibi kalbine darlık ve sıkıntı verir”790 ayetinde de belirtildiği üzere, ancak Allah’ın kudretiyle kalplerde yaratıldığını ifade eder.791

Mâturîdî insanlardan bir kısmının kendi irade ve ihtiyarıyla hiçbir zorlama olmaksızın iman ettiklerini, diğer kısmının ise hak yoldan uzaklaşarak inkâra gittiğini

“Allah dileseydi, elbette hepinizi doğru yola iletirdi”792 ayetini delil getirerek açıklar.

İnsanların niyetleri, tercihleri ve kastettikleri neticesinde Allah’ın kimilerini hidayet, kimilerini ise dalalet üzere yaratması onun o fiillerde rıza ve muhabbetinin olduğu anlamına geldiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Şayet kulların fiillerinde cebr ve zorlama söz konusu olsaydı, onların bu fiiller hakkında bir tesirinin olması düşünülemezdi. Bu durumda fıtri bir iman ilkesi benimsemiş olurdu. “Dileseydik elbette herkesin doğru yolda yürümesini sağlardık. Fakat şu sözüm mutlaka gerçekleşecek: Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım”793 ayetinde belirtildiği üzere Allah’ın, kulların fiilleri hakkında ilâhî iradesinde bir zorlamanın bulunduğuna dair yorumun çıkarılması yanlıştır. Allah’ın bir kısım insanlara hidayet dilemesi, adil ve hikmetle hüküm veren Allah’ın insanları ahirette mükâfat veya cezaya müstehak kılmasını etkilemeyecektir.794

Nesefî hidayet ve dalaleti, bunlara ait fiillerin insanda yaratılması olarak tarif ettikten sonra, hidayete erdirmenin de dalalete düşürmenin de Allah’ın yaratmasıyla gerçekleştiğini söyler. Ancak kulun hidayete erme ve marifete yönelme açısından kula ait olduğunu, Allah’ın takdirinin kulun niyet ve azmine bağlı olarak gerçekleştiğini söylerken “Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir”795 ayetini delil olarak gösterir.796 Dolayısıyla Allah’ın hidayet etmesinden maksadın insanın nefsinde ihtidayı yaratması, dalaletten maksadın ise Allah’ın onda şaşkınlığı meydana getirmesi anlaşılmalıdır.797

790 En’am 6/125.

791 Bağdâdî, Usuli’d-Din, s. 140-141; Bakıllânî, el-İnsaf, s. 377-379.

792 En’am 6/149.

793 Secde 32/13.

794 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 367-369.

795 Nahl 16/9.

796 Nesefî, Kitabu’t-Temhid (Tevhidin Esasları), s. 122; Bahru’l-Kelam, s. 27.

797 Sâbûnî, Mâturîdîyye Akaidi, s. 157.