• Sonuç bulunamadı

2.6. İnsan Fiilleri

2.6.3. Eş’ârîler’de İnsan Fiilleri

Eş’ârîlerin fiiller konusundaki yaklaşımları Tanrı merkezli bir yaratıcı tasavvurlarıyla doğrudan ilişkilidir. Onların yaklaşımlarında Tanrı; dilediği ve istediği şekilde mülkünde tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Her şey Allah’ın ilmi, iradesi ve kudreti etrafında şekillenir. Bununla birlikte kulların kudretinin taalluk ettiği şeyler sadece Allah’ın kudretinin gölgesinde ve onun izin verdiği ölçüde gerçekleşen fiillerdir.

İnsanın müstakil kudretiyle fiilin meydana gelmesi onun her fiilinde bilgi sahibi olmasına bağlıdır. Hâlbuki o böyle bir yetiye sahip değildir. O halde bir kuvvetten sadır olan bu fiiller sadece Allah’a nispet edilebilir. Bununla birlikte o, meydana getirdiği fiillerinde kullarının yararını gözetmek zorunda değildir. O, dilediğini yapma ya da yapmama, yaparsa dilediği şekilde yapma salahiyetine sahiptir. Allah’a hiçbir şekilde gereklilik veya zorunluluk izafe edilemez.489 Allah ilmiyle âlim, iradesiyle müriddir.

Bunlar Allah’ın zatı ile kaim ezeli sıfatlarıdır. Allah mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir.490

486 Bağdâdî, Usuli’d-Din, s. 138.

487 Bakıllânî, Temhid, s. 339.

488 Nesefî, Tevhidin Esasları, s. 106.

489 Cüveynî, Kitabü’l-İrşad, s. 159-161, 224; Kalaycı, Mehmet, “Eş’ârîlik”, İslam Mezhepleri Tarihi El Kitabı, (Edit. Hasan Onat-Sönmez Kutlu), Grafiker Yay., Ankara 2013,, s. 411.

490 Eş’arî, el-İbane an Usuli’d-Diyane, s. 67.

Eş’ârî’ye göre Allah, kulların niteliklerinin kendisinin seviyesine ulaşması asla mümkün olmayan bir yaratıcıdır ve o dilediğini yapandır. Niteliklerinin ezeli olması, güçlü, bilgili ve her şeyden haberdar olması konusunda onun benzeri bir şey yoktur.

O’nun bilgisi bütün varlıkları kuşatır. “Allah bir şeyi dilediği zaman sadece ona “ol”

der o da hemen oluverir.”491 Allah’ın yeryüzünde dilediği şeyden başka hiçbir şey gerçekleşmez. Allah’ın istemesinden başka yeryüzünde bir iyilik ve kötülük bulunmaz ve olaylar Allah’ın isteğiyle meydana gelir. Allah bir şey yaratmadan, kimsenin bir şey yapmaya gücü yetmez. İnsanlar da Allah’tan bağımsız olmayıp onun bilgisinin dışına çıkamazlar. O’ndan başka yaratıcı olmayıp, “Sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı”492 ayetinde belirtildiği üzere insanın fiilleri de Allah’ın onları yaratmasından başka bir şey değildir. Dolayısıyla yaratılmış olan insanın kendi fiillerini yapmaya ya da yaratmaya gücü yetmez. Allah müminlere kendisine itaat etmelerini uygun bulup, onlara lütufta bulunmuş, hidayet vermiştir. Buna mukabil inkârcıları şaşkın hale getirmiş, onlara hidayet vermemiş ve onları iman ile ödüllendirmemiştir. İnsanların durumu Tıpkı Allah’ın: “Allah kimi doğru yola iletirse doğru yolu bulan onlardır. Kimi de saptırırsa işte onlar hüsrana uğrayanlardır”493 ayetinde buyurduğu gibidir. Eğer onlara hidayet verseydi hidayete ermiş olacaklardı. Allah inkârcıları kurtarabilir ve onlara mü’min olana kadar lütfedebilir. Hayır ve şer Allah’ın kazası ve kaderiyledir. Biz Allah’ın kazasına ve kaderine; iyiliğine ve kötülüğüne; acısına ve tatlısına inanırız. İnsanlara Allah’ın istediğinden başka kendisine zarar ve fayda vermeye kimsenin gücü yetmez.

Bizim hakiki manada eylemlerimiz Allah’a aittir.”494

Eş’ârî, âlemde var olan her şeyin Allah’ın ilim, irade, kudret ve yaratmasıyla meydana geldiğini söyleyerek, her şeyden önce onun mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunabileceğini; sınırsız irade ve mutlak kudretiyle, onun mülkünde onun irade ve kudreti dışında herhangi bir şeyin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını söyler. Ona göre onun dilemediği hiçbir şeyin var olması da söz konusu olamaz. Allah’ın dilemediği ya da dileyemediği bir şeyin onun hükümranlığı altında bulunması söz konusu olsaydı, bu durumda Allah’ın acziyet ve güçsüzlükle nitelenmesi gerekirdi.495

Mu’tezile’nin iddia ettiği gibi Allah, kulları için sadece iyi olanı yapmak zorunda değildir. Onun yarattığı şeyler içerisinde itaat, onun yasaklamadığı iyi ve doğru

491 Yasin 36/81.

492 Saffat 37/96.

493 A’raf 4/178.

494 Eş’ârî, el-İbane an Usuli’d-Diyane, s. 15,19-20.

495 Eş’ârî, Lüma, s. 65.

şeyler, küfür ve isyan gibi kötü ve yanlış fiiller bulunmaktadır. Ancak zıt niteliklere sahip bu fiillerin başlı başına objektif bir değeri yoktur.496 Her şeyin Allah’ın yaratmasıyla var olduğunu söyleyen Eş’ârî, olayların Allah’ın dilemesiyle olduğunu ve o bir şeyi yaratmadan önce insanın gücünün bulunmadığını savunur. Dolayısıyla bu fiillerin hepsi Allah’ın iradesinin tezahüdür. Ancak az önce de ifade edildiği üzere bunların içerisinde sadece iyi ve güzel fiiller değil, kötü ve çirkin kabul edilen fiiller de bulunmaktadır. Allah’ın, sefeh kapsamına giren insanın fiillerini irade etmesi ve neticesinde yaratması, onun için asla sefehlik olamaz. Hem ahlâkî değerlerin hem de insan fiillerinin Allah’ın irade ve kudretiyle belirlenip takdir edilmiş olması onun fiilleri hakkında bir adaletsizlik/uyumsuzluk bulunduğu düşüncesini hatıra getirmez.497

Bakıllânî’ya göre, iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin herhangi bir şeyi yaratması Allah’ın iradesi, meşieti, ihtiyarı, rızası ve muhabbeti ile gerçekleşir. Allah’ın iradesi, meşieti, ihtiyarı ile onun rızası ve muhabbeti arasında hiçbir fark yoktur. Bütün bunların hepsi emre bağlıdır. Allah’ın bunları var etmesi kötü ve çirkin olarak değerlendirilemez.498

Eş’ârîlerin her şeye gücü yeten ve fiillerinde dilediği şekilde tasarruf yetkisinde olan Tanrı algıları onların kulların fiilleri konusundaki yaklaşımlarının da zeminini oluşturmaktadır. Buna göre Allah’ın her şeyin yaratıcısı olması ve yaratma (halk), fiil, icad ve ihdas gibi kavramlar arasında bir fark bulunmaması, insanların fiillerinin failinin de Allah olduğunun kabul edilmesiyle mümkün olmaktadır. Ancak bu, insanın fiillerinde mecbur olduğu sonucunu doğurmaz. Bilakis o, taat ve masiyetten dilediğini meydana getirme salahiyetine sahiptir, yani müktesibdir. Kulların fiilleri kesb yönüyle insana ait iken, yaratma yönüyle Allah’a ait olmaktadır. Ancak insana ait sıfatlar Allah hakkında zikredilemez. Çünkü Allah’ın vasıfları ile mahlûkatın özellikleri birbirinden farklıdır. Bu itibarla Allah’a müktesib denilemeyeceği gibi, kula da yaratıcı denilemez.499 Bu durumu ispata götüren akli ve nakli500 deliller mevcuttur.501

Bağdâdî kulların fiillerinin Allah’ın yaratmasıyla meydana geldiğini ifade ederken, kulun fiile etkisinin Allah tarafından onun irade ve kudretine binaen yaratılmış kesb gücüyle olduğunu söyler. Ancak Allah’ın kudretiyle yaratılan bu fiil, ne hakikatte

496 Eş’ârî, Lüma, s. 96.

497 Eş’ârî, el-İbane an Usuli’d-Diyane, s. 19; Lüma, s. 101; Turhan, Kelam ve Felsefe Açısından İnsan Fiilleri, s. 105-106.

498 Bakıllânî, Ebu Bekr Muhammed b. Tayyib, el-İnsaf, (Tah. Muhammed Zahid Kevseri), Mektebetü'l-Ezheriyye Litturas, Kahire 2000, s. 43.

499 Bakıllânî, , el-İnsaf, s. 44; Kalaycı, “Eş’ârîlik”, s. 411-412.

500 A’raf 7/117; Saffat 37/96; Ahkaf 46/14 vs.

501 Bakıllânî, Temhid, s. 342-347.

insana ait olmakta ne de var olmasında iki kudret arasında bir ortaklık bulunmaktadır.502 Dolayısıyla kulun kesb kudretiyle müktesib olması fiilde fail olmasını sağlayamamıştır.

Eş’ârî, kelâmî öğretilerinin tamamında insanın meydana getirdiği fiillerinde kesinlikle fail ve yaratıcı ayrımı yapmaktadır. Ancak Allah insanın fiillerinin hem yaratıcısı hem de gerçek failidir. Fiilin oluşum sürecinde bir faile ihtiyaç duyulduğu halde bir müktesibe ihtiyaç duyulmaz. Fiilin meydana gelmesi esnasında müktesibin bir etkisi olmadığı için o, bir iş yapma konusunda zorunlu değildir. Ancak bu görüş bir takım problemleri beraberinde getirmektedir. Fiilin meydana gelişi esnasında etkin bir role sahip olmayan insanın ahlâkî olarak da yaptıklarından sorumlu olmaması gerekir.503 Aynı şekilde müktesib olmak fiilin meydana gelmesi esnasında zorunlu olmadığından ve insanın fiillerinin hakikat manasında yaratıcısı da faili de Allah olduğundan, sorumluluğun ve aynı şekilde failin vasıflandırıldığı sıfatların Allah için kullanılmasını gerekli kılmaktadır. Bu da Allah’ı adil gibi güzel isimlerin yanında zalim, yalancı gibi niteliklerle de vasıflandırmayı zorunlu kılar. Ancak Eş’ârî sırf bu ikilemden kurtulmak için ahlâkî sorumluluğu her şeyin hakiki failine değil, kesbeden, kazanan, elde eden manasında insana yüklemeyi uygun bulmuştur. Nitekim kesb; bir şeyi olduğu şekliyle meydana getiren faile delalet ederken, bu durum bir taraftan kesbin failinin aynı zamanda müktesib olmadığını çağrıştırdığı gibi, diğer taraftan gerçekte müktesibi olan kimsenin hakikatte o fiili yaratan fail olmadığına işaret etmektedir. Allah hadis bir kudretle kadir olamayacağına göre, bunun akabinde gerçek anlamda kesbin yaratıcısı olsa da Allah’ın, insanın meydana getirdiği bir fiilin müktesibi olarak nitelendirilmesi muhaldir.504

Razi, Eş’ârî gibi insanın kudretinin, gücünün yettiği şeylere hiçbir tesirinin olmadığını; hem kudretin hem de gücünün yettiği şeylerin Allah’ın kudreti ile meydana geldiğini kabul etmektedir. Kulun gücünün yettiği şeyler ise taat ve masiyet türünden olabilmektedir. Razi, fiillerin ve var olan her şeyin yaratıcısının Allah olduğuna dair akli ve nakli deliller getirdikten sonra, fiillerin meydana gelme esnasında mutlak hürriyetinin bulunmadığını, sadece insanın fiili meydana getirirken o fiili yapan olması yönünden kazanma fonksiyonuna sahip olduğunu söyler.505 Çünkü kulların fiilleri bir taraftan icad yönüyle Allah’ın yaratmasıyken diğer taraftan insanların kesbi olmaktadır.

502 Bağdâdî, Usulü’d-Din, s. 137.

503 Eş’ârî, Lüma, s. 88; Genç, Hafzullah, “Eş’ârî ve Cüveynî’de Kader ve İstitaat Kavramları”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), HÜSBE, Çorum 2016, s. 66.

504 Eş’ârî, Lüma, s. 88-89,

505 Razi, Kelam’a Giriş (el-Muhassal), s. 189-195.

Bu durumda her iki failin isimlendirilmesi de fiili meydana getirme konusundaki etkisine göre şekillenmektedir. Buna göre Allah’a müktesib denilemeyeceği gibi, kula da yaratıcı denilemez. Sonuçta her bir fiilin meydana gelmesinde beşeri kudret ve irade bulunmakla beraber, insanın fiilleri Allah’ın yaratması ve icadı ile olmaktadır.506

Cürcânî de Eş’ârî geleneğe bağlı kalarak insanın kendi fiillerinin faili olamayacağını söyler ve bu konuda şöyle bir delil getirir: “İnsanın kendi fiilinin faili olması durumunda, iki kudretin etki ettiği makdur ya birdir veya değildir. Birinci durumda her iki kudretin bir makduru meydana getirme hususunda birbirine tesiri söz konusu olur. Hadis olan kudret, kadime tesir edemeyeceğine göre, kadim olan hadisi etkileyecektir. Dolayısıyla Allah’ın kudreti kulun kudretini ortaya çıkarmakta, bu da fiili gerektirmektedir. İki kudretin meydana getirdiği makdurun bir olmaması durumunda ise, fiilin aslının kulun kudretiyle, sıfatının ise Allah’ın kudretiyle meydana gelmesi mümkün olduğu gibi, bunun tam tersi de olabilir. Kulun fiilleri mümkündür.

Her mümkünün Allah’ın kudretinde olması dolayısıyla kulun fiilleri de Allah’ın makdurudur. Allah’ın makduru olan hiçbir şey kulun kudretiyle gerçekleşmez. Aynı zamanda eğer insan kendi fiillerini ihtiyarıyla ve kendi başına meydana getirseydi; bu durumda onların bütün ayrıntılarını da bilmesi gerekirdi. Bu ise mümkün görünmemektedir.”507

İnsanın iyi-kötü, günah-sevap, taat-isyan, küfür-iman gibi zihni tasavvurlarının ahlâkî bir konu olarak incelenmesi, ontolojik bir gerçeklik olarak varlık sahasına geçilmesiyle mümkün olmaktadır. Ancak eylem olarak zahiri âlemde varlık sahasına geçen her iş, ancak teklif ile mükellef olan yaratılmışlara yöneliktir. Her ne kadar kesb kudretini kendisinde bulundurması sebebiyle insanın kendi fiillerini meydana getirdiği ifade edilse de, fiiller, iki kudretin birden etkin olmasıyla değil, her şeye gücü yeten Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşmektedir. Neticede fail olarak insanın kendisi değil de Allah’ın kabul edilmesi, bu fiillerin ahlâka konu olmasını engeller.

Eş’ârî âlimlere göre, nakli delillere dayanarak fiillerin hakiki failinin ve yaratıcısının Allah, fiilin vuku’ bulmasını sağlayan müktesibin insan olarak ifade edilmesi, her ne kadar Allah’ın rububiyetinin korunmasını amaçlasa da hakikatte fiili meydana getiren yegâne gücün Allah olmasından hareketle fiilin ortaya çıkmasından kaynaklanan müeyyidelere layık olanın da o olması sonucunu gerektirmektedir.

506 Taftazanî, Saduddin Mesud b. Ömer, Kelam İlmi ve İslam Akaidi (Şerhü’l-Akaid), (Ter. Süleyman Uludağ), Dergah Yay., İstanbul 1999, s. 198.

507 Cürcânî, Şerhu’l-Mevakıf, III/244-246.

Dolayısıyla her türlü eksiklikten münezzeh olan Allah acziyete maruz kalmakla birlikte, insanın âlemdeki varlığının odak noktasını teşkil eden sorumluluk kavramının boşlukta kalmasına neden olmaktadır.