• Sonuç bulunamadı

1.5. Kelâmî Ahlâk Problemine Giriş

1.5.2. Problemin Tarihsel Arka Planı

1.5.2.2. İslam’da Kader Anlayışının Tezahürü

İslam düşüncesinde ortaya çıkan fikirler, Kur’an’da bu konunun nasıl aktarılmış olduğuna bağlı olarak değişiklik arz etmektedir. Bu itibarla ilk önce yapmamız gereken Kur’an’da Tanrı-insan ilişkisi bağlamında ilâhî takdir ve irade hürriyeti içeren ayetlerin nasıl değerlendirildiğini gözden geçirmek olmalıdır.

Kuran’da Tanrı-insan ilişkisinin ahlâkî boyutunu ihtiva eden insan fiillerinin sorumluluğunda ilâhî takdirin etkisini içeren kader ile ilgili ayetler irdelendiğinde onlar şu şekilde sistematize edilebilir.

a. Özellikle insanın fiillerinde ilâhî takdirin söz konusu olduğuna vurgu yapan ayetler: “Yeryüzünde ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce o kitapta yazılı olmasın.”43 “(Allah) Dilediğini saptırır, Dilediğini de doğru yola eriştirir.”44 “Sizi de yaptıklarınızı da yaratan Allah’tır.”45 “Allah dileseydi yeryüzünde herkes iman ederdi. Öyleyse sen de inanmaları için onları zorlama. Allah’ın izni olmadan kimse iman edemez. Allah akıllarını kullanmayanları rezillikle azaba düçar eder. De ki: “göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın). Fakat inanmayan topluma delililer ve uyarılar fayda vermez.”46 “… (oku) attığında da sen atmadın, Allah attı...”47

Zikredilen ayetler fiiller de dâhil olmak üzere insan hayatının her aşamasının Allah tarafından bilindiği, belirlendiği ve takdir edildiği izlenimini ortaya çıkarmaktadır. Cebri anlayışı ifade eden bu ayetler özellikle hidayete erme ve delalete düşme eylemini de kapsayan her türlü fiilin Allah’ın tasarrufunda olduğu, insanların fiillerinde hiçbir etki ve yetkisinin bulunmadığı şeklinde anlaşılmış ve yorumlanmıştır.

Ayetlerin bu doğrultuda yorumlanması insanın ilâhî ilim, irade ve kudret karşısında bir fonksiyonunun olmaması, irade hürriyetinden yoksun olup, kendisi hakkında takdir

42 Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 45-46.

43 Hadid 57/22.

44 Nahl 16/93.

45 Saffat 37/96.

46 Yunus 10/99-101. Ayrıca bu konuya misal olan şu ayetlere de bkz. Al-i İmran 3/45, 154; En’am 6/2;

Fatır 35/11; Münafikun 63/11; vs.

47 Enfal 8/17.

edilmiş olan ne varsa akıbetinin de o olacağı şeklinde bir anlayışı beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla her şeyin önceden belirlenip şekillendiğini ve akabinde ise ilâhî iradenin kudreti ile takdir edildiğini ihtiva eden ayetler, Kur’an’ın muhtevasının sanki sadece cebri bir anlayıştan teşekkül ettiği fikrini düşündürmesine rağmen, insanın fiillerinde tamamen hür olduğuna ve hiçbir gücün onu sınırlamadığına delalet eden ayetlerin de çokça zikredildiği görülmektedir.

b. İnsanın fiillerinde hür olduğuna işaret eden ayetler: Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır.48 Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.49 Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder.50 Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik; ister şükreder, ister nankörlük eder.”51 Bundan hareketle insanın iradesini inkâr ederek Kuran’da mutlak manada insan davranışının cebrini savunduğunu iddia etmek, hem irade ve ihtiyar sahibi insanın sorumluluğuna işaret eden hem de devamlı olarak düşünmeyi ve aklını kullanmayı teşvik eden bu ayetleri göz ardı etmek demektir.

Bununla birlikte Kur’an-ı Kerim’de hem cebri hem de hür iradeyi kapsayan ayetler de söz konusudur. “Allah fasıklardan başkasını saptırmaz”52 “Allah (bile bile) zulüm işleyen toplumu hidayete erdirmez.”53 “... Zira Allah hakikati reddeden bir toplumu hidayete erdirmez.”54 “Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir.”55 Ayetler, insanın şuurlu bir varlık olarak, doğru ve yanlışı kendisinin seçip belirlediğine ve bunun neticesinde Allah’ın da insanın hareket ve fiillerine uygun olanı değerlendirdiğine işaret etmektedir.

Başka bir deyişle, insan hidayette olmayı veya delalete sürüklenmeyi hak edecek bir şeyler yapmaktadır. Bu konuda ölçü, insanın gösterdiği gayretin yönüdür. İnsan hangi yönde gayret gösterirse Allah da ona bu yönde kapılar açmaktadır. Burada Allah’ın

48 Bakara 2/286.

49 Şura 42/30.

50 Necm 53/38-39.

51 İnsan 76/3.

52 Bakara 2/26.

53 Bakara 2/258.

54 Bakara 2/264.

55 Ra’d 13/11.

fiilleri keyfilikten tamamen uzak olarak değerlendirilmelidir. Allah bu fiilleri adalet vasfı gereği yaratmaktadır.56

Bir kısmı kadere ve cebre, bir kısmı da insanda irade ve hürriyete delalet eden ayetlerin manalarında var sayılan çelişki, Kur’an’ın insan hürriyeti bağlamında ona tanıdığı seçme ve bir eylemde bulunma faaliyetini içeren ayetlerin kapalı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla kader meselesinde İslamiyetin doğuşundan bugüne kadar ortaya çıkan ihtilafların, her grup ya da şahsın kendi görüşlerini destekleyen ayetleri birbirinden bağımsız olarak değerlendirmesinin sonucudur diyebiliriz.

Vahyin ışığında problemlerin çözüm bulduğu Hz. Peygamber zamanında hem kaderi hem de cebri anlayışın izlerini görmek mümkündür. O dönemde yaşanan şu hadiseler buna işaret etmektedir. Uhud günü münafıklardan bir grubun “ O zaman bir karar yetkisine sahip miydik, eğer bir karar yetkimiz olsaydı burada öldürülmüş olmazdık…”57 ve “Bizimle kalmış olsalar ölmeyecekler ve öldürülmeyeceklerdi”58 gibi sözler apaçık şekilde kaderi inkar etmek anlamına gelmektedir. Aynı şekilde müşriklerden bir grubun da “Allah dileseydi, biz ondan başkasına ibadet etmezdik”59 ve

“Allah’ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız?”60 şeklindeki ifadeleri onun zamanında apaçık bir cebir düşüncesinin tezahürleri olarak görülebilir.61 Ancak bu ayetlerin siyak ve sibakı göz önüne alındığında cebre işaret etmediğini görmekteyiz.

Daha sonraki dönemlerde Ehl-i Sünnet mezhebinin kader konusunda benimsediği hayır ve şerrin Allah’ın kazası, kaderi, meşieti, iradesi, ilmi ve hikmetiyle meydana geldiğine dair görüşlerinin Hz. Peygamber zamanında meydana gelen şu hadiseye kaynaklık ettiği düşünülmektedir. -Ehl-i Sünnete göre hayır ve taat türünden fiiller Allah’ın emri ve rızasıyla meydana gelirken, şer ve masiyet türünden fiiller Allah’ın emir ve rızasıyla vuku bulmamaktadır.- Hz. Peygamber’in ve birçok insanın bulunduğu ortamda Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer arasında hayır ve şer meselesi konusunda seslerin yükselmesine kadar varan ihtilafın meydana geldiği, aslında buna benzer bir ihtilafın Cebrail ile Mikail arasında da zuhur ettiği Hz. Peygamber tarafından bildirilmektedir. Hz. Ebu Bekir hayır ve şer içeren bütün fiillerin Allah’tan olduğunu

56 Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 55. Ayrıca bkz. Necm 53/39-40; İnsan 76/3; Beled 90/10-20; Araf 7/175-176 vb.

57 Al-i İmran 3/154.

58 Al-i İmran 3/156.

59 Nahl 16/34.

60 Yasin 36/47.

61 Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdülkerim, Milel ve Nihal, (Çev. Mustafa Öz), Litera Yay., İstanbul 2008, s. 33.

söylerken, Hz. Ömer hayrın Allah’tan fakat şerrin kuldan meydana geldiğini beyan eder. Hz. Peygamber görüş ayrılığının ortadan kaldırılması hususunda İsrafil gibi hüküm vereceğine ve Hz. Ebu Bekir’in görüşünün doğru olduğuna hükmeder.62 Hz.

Peygamber’in huzurunda cereyan eden bu hadise kader meselesi hakkında farklı anlayış ve görüşlerin o zamanda da mevcut olduğuna ve insanların özellikle ilk Müslümanların bile bu konuyu çekinmeden irdelediklerine işaret etmektedir.

Buna karşın “Kader hakkında konuşmayın, zira kader Allah’ın sırrıdır. Allah’ın sırrını açıklamaya kalkmayın”63 ve “Kader hakkında fazla konuşmayın, çünkü sizden evvelkilerin çoğu ondan kaybetmiştir”64 gibi hadisler de kaza ve kader konusunu irdelenmesi hususunda bir yasak getirmektedir. Hatta Hz. Peygamber sonrası dönemde kaderi inkâr edenlere karşı sergilenen tavırda Abdullah b. Ömer’den rivayet edilen “Her ümmetin Mecusîleri vardır. Ümmetimin Mecusîleri, kaderi inkâr edenlerdir. Onlar hastalandığında ziyaretlerine gitmeyin ve öldüklerinde cenazelerine iştirak etmeyin!”65 ve “Her ümmetin Mecusîleri vardır. Ümmetimin Mecusîleri, kaderi yalanlayanlardır.

Onlar öldüğünde cenazelerine iştirak etmeyin ve hastalandıklarında ziyaretlerine gitmeyin!”66 rivayetlerinin daha sonraki dönemlerde son derece etkili olduğunu söyleyebiliriz.

Sahabe Döneminde de kader konusunda zaman zaman tartışmaların meydana geldiği bildirilmektedir. Bu devirde yapılan tartışmalardan birkaç örnek vererek, konuyu aydınlatmak faydalı olacaktır. Abdullah b. Abbas’tan rivayet edildiği üzere, Şam tarafını ziyarete giden Halife Ömer, Şam’da veba salgını olduğunu haber alınca, şehre girmekten vazgeçerek, buradan uzaklaşılması gerektiğini bildirir. Bunun üzerine Şam tarafında bulunan ordunun komutanı Ebu Ubeyde, kaderin varlığını ve buna teslim olunması gerektiğini gerekçe göstererek Hz. Ömer’in uzaklaşma önerisini eleştirir.

Hatta Hz. Ömer’e, “Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorar. Onun bu itirazına Halife: “Evet Allah'ın kaderinden Allah’ın kaderine kaçıyorum” karşılığını verir ve şöyle devam eder: “Şayet senin develerin olsa, iki yamacı olan bir vadiye inseler -yahut indirsen- o yamaçlardan biri verimli, diğeri otsuz olsa; sen develeri ister verimli isterse

62 Salimî, Ebu Şekur, Kitabu’t-Temhid fi Beyani’t-Tevhid, TDV Yay., Ankara 2017, s. 130.

63 Müttakî el-Hindî, Ali b. Hüsâmiddîn, Kenzü’l-Ummâl fî Süneni’l-Akvâl ve’l-Ef‘âl, (Tsh. Bekrî Hayyânî-Saffet es-Sekkâ), I-XVI, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1985, I, hn: 132.

64 Tirmizî, Ebu İsa Muhammed b. İsa, Süneni Tirmizi Tercümesi, “Kader” bahsi, (Ter. Osman Zeki Mollamehmetoğlu), Yunus Emye Yay., İstanbul 1981, C. IV, s. 13, hn: 2216.

65 Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş‘as, Sünenü Ebî Dâvud, (Tah. Şu‘ayb el-Arnaût v.dğr.), I-VII, Dâru’r-Risâleti’l-Âlemiyye, Dımaşk 2009, Sünne 17 (hn: 4691).

66 Müslim, Ebü’l-Hüseyin Müslim b. el-Haccâc, Sahîhu Müslim, (Nşr. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), I-V, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, Kahire 1991, Zikir, hn: 50 (2706).

verimsiz arazide otlatsan her iki durumu da Allah’ın kaderi ile yapmış değil misin?”

diyerek yaptığımız her şeyin bir tedbir olduğunu, tedbirin de Allah’ın takdirini değiştirmeyeceğini ifade etmektedir.67 Görülüyor ki, Hz. Ömer’in kader anlayışı ile Ebu Ubeyde’nin kader anlayışı farklılık arz etmektedir. Ebu Ubeyde’ye göre, her şey Allah tarafından ezelde tespit edilip, programlandığı için kaderden kaçmak mümkün değildir.

Hz. Ömer’e göre ise, ezelde tespit ve takdir edilenler insanın tercihi istikametinde şekillenirken meydana gelen her durum Allah’ın kaderidir ve Allah’ın kaderinde değişikliğin olması söz konusu değildir. Dolayısıyla veba hastalığı olan yere girenin, bu hastalığa yakalanması da Allah’ın kaderi, bu hastalığın olduğu yere girmeyerek ondan kaçanın kurtulması da Allah’ın kaderidir. Nitekim Ebu Ubeyde ve Yezid b. Ebi Süfyan gibi, birçok ileri gelen Sahabenin veba hastalığından öldüğü bilinmektedir. Vebadan kaçan Hz. Ömer ise yaşamını sürdürmeye devam etmiştir. Bu da herkesin kendi seçtiği kaderi yaşadığına işaret etmektedir.68

Aynı zamanda Müslümanlardan bir grup tarafından muhasara edilen Halife Osman, hilafetten ayrılmasını isteyenlere karşı, “Allah’ın bana giydirdiğini çıkarmam”

yani hilafetten ayrılmam diyerek direnmiş69 ve kaderi gerekçe göstererek, muhasaracıların tekliflerini reddetmişti. Ancak, aynı gerekçe ile isyancıların halifeyi taşa tutmalarından sonra, Hz. Osman onların kaderi gerekçe göstermelerini kabul etmemişti.70

Hz. Ali döneminde kader hakkında daha açık ve net soruların sorulduğu görülmektedir. Sıffin’den dönerken kader ve kaza konusunda soru soran adam ile Hz.

Ali arasında şu konuşma geçer:

-“Şam seferimizden bize haber ver, Allah’ın kaza ve kaderi ile mi oldu?”

-“Taneyi yaratan, insanları var eden Allah’a yemin ederim ki Allah’ın kaza ve kaderi olmaksızın hiçbir vadiye inmedik ve hiçbir tepeye çıkmadık.”

-“Bu nasıl olur? Kaza ve kader mi bizi sürdü, seferimiz bu yüzden mi meydana geldi?”

-“Sen zorlayıcı bir kaza ve yerine getirilmesi zorunlu bir kaderle mi her şeyin meydana geldiğini sanıyorsun? Şayet öyle olsaydı; sevap, ceza, va’d ve vaid olmazdı.

Aynı zamanda peygamberler göndermek de abes olurdu.”

67 Müslim, Sahîh, Selâm, hn: 98 (2219).

68 Akbulut, Ahmet, “Allah’ın Takdiri-Kulun Tedbiri”, AÜİFD, ss. 129-156, XXXIII/134, Ankara 1992

69 Akbulut, Ahmet, Sahabe Dönemi iktidar Kavgası, Pozitif Matbacılık, Ankara 2001, s. 158.

70 Akbulut, Ahmet, “Allah’ın Takdiri-Kulun Tedbiri”, XXXIII/134-135.

-“O halde bize bu işlere sevk eden kaza ve kader hangi anlama gelmektedir.”

-“ O, Allah’ın emri ve iradesidir” diyerek İsra suresinin 23. ayetini okumuştur.71

Aynı şekilde Hz. Ali döneminde rivayet edilen başka bir hadise de şu şekilde tezahür etmiştir: Hz. Ali, kader meselesinin açıklanmasına dair sorulan sorulara “geniş bir deniz, ona dalmayınız”, “Allah’ın sırrıdır, ifşa etmeyiniz” gibi kaderin konuşulması ve tartışılmasının doğru olmadığına dair ifadeler kullanmıştır. Ancak onun, kaderin açıklamasını “Allah’ın meşieti” olarak tarif edip, kaderin inanç esaslarından olduğunu söylemesi dikkate şayandır.72

Hakikat şudur ki, gerek Hz. Peygamberin gerekse özellikle bilinen sahabelerin de içinde olduğu ashaptan birçok kimsenin, insan hürriyeti ve sorumluluğunun önemli bir kısmını teşkil eden ve aynı zamanda Allah’ın ilim, irade, kudret, adalet gibi vasıflarının etkinliğini ihtiva eden kader konusunda çokça konuştuğu ortaya çıkmaktadır. Onların kader ile ilgili görüşleri tahlil edildiğinde insanın fiillerinde hür veya mecbur olduğuna işaret eden muhtelif görüşlerin var olduğunu, bu fikir ayrılıklarının tartışmayı da beraberinde getirdiğini söylemek mümkündür.

Emeviler döneminde ise siyasi iktidar, meşruiyetini sağlamak ve halka yaptıkları zulümleri örtbas edebilmek amacıyla “yaptığımız işler Allah’ın kaderiyledir” diyerek yaptıkları tüm icraatları kadere bağlıyorlardı.73 Bu nedenle onlar meydana gelen olaylarda “Allah’ın takdirinin ve ezelde insanların alınlarına yazdığı yazının öyle olduğunu”, “kendilerinin ise sadece Allah’ın takdirini yerine getirdiklerini” ileri sürmüşlerdir. Emeviler böylece halka yapmış oldukları zulüm ve baskı politikalarına kılıf bulmuşlardı. Kendilerinin benimsediği bu görüşleri halka da dikte ettirmeye çalışıyorlar, bu zulümlere karşı tavır koymaları bir yana, bu konuda düşünmelerine ve tartışmalarına bile müsaade etmiyorlardı. Emevilere göre halk kayıtsız şartsız itaat etmesi gereken bir sürüden ibaretti.74

Emeviler zamanında siyasi iktidarın uygulamalarının bir gerekçesi şeklinde ve her türlü fiilin meydana gelmesini insanı dışlayarak sırf Allah’a bağlama anlamında cebri görüşe tepki olarak, “insanın fiillerinde irade ve ihtiyarın olduğu, her insanın kendi kaderini kendisinin tayin ettiği” fikrine dayanan kaderi görüşün ortaya çıktığı

71 İbnü’l-Murtaza, Ahmed b. Yahya, Kitabu Tabakatü’l-Mu’tezile, (Tah. Susanna Divald Wilzer), Daru Mektebeti’l-Hayat, Beyrut 1961, s. 9-10.

72 Salimî, Kitabu’t-Temhid, s. 131.

73 Akbulut, Ahmet, Sahabe Devri Siyasi Hadiselerin Kelami Problemlere Etkileri, Birleşik Yay., İstanbul 1992, s. 284.

74 Akbulut, Sahabe Dönemi iktidar Kavgası, s. 250.

görülmektedir. Bu anlayış ilk başta da sırf Emevi siyasetinin bir sonucu olarak, Allah’ın fiillere müdahalesini dışlama şeklinde tezahür etmiştir. Her ne kadar irade hürriyeti ve sorumluluk düşüncesi hakkında zaman zaman farklı fikirler zikredilse de İslam’da kader konusunda ilk defa kesin bir şekilde söz söyleyen Mabed b. Halid el-Cüheni (ö.

83/702)’dir.75

Mabed el-Cüheni hakkında elimizde yeteri kadar bilgi bulunmamaktadır. Ancak onun ilk defa Basra’da değil Medine’de ortaya çıktığı, hayatının büyük bir kısmını burada geçirdiği ve ömrünün sonlarına doğru da Basra’ya gittiği rivayet edilir. O, Hz.

Osman ve Emevi iktidarına karşı olan ve fiillerin insanın iradî hareketlerinden kaynaklandığı görüşünü benimseyen Ebu Zerr el-Gıfari (ö. 652)’nin öğrencisi olmuştur.

Bununla birlikte Mabed el-Cüheni’nin hocası ile birlikte hadis mülahazalarında bulunduğu ve onunla beraber Şam’a seyahat ettiklerinde şüphe yoktur. Ebu Zerr, Emevi ve Muaviye iktidarının beytü’l-malın Allah’ın malı olduğu hakkındaki görüşlerini

“beytü’l-mal, Müslümanların malıdır” diyerek inkâr etmektedir. Yönetim hakkındaki bu tutumu nedeniyle o, Hz Osman tarafından sürgün edilip tekrar Hicaz’a geri döndüğünde Mabed el-Cüheni de Medine’ye dönmüştür. Mabed el-Cüheni Medine’de büyük etki bırakmış ve tabiinden birçok âlim onun mezhebine girmiştir. Taşköprüzade (ö.

968/1561), Medine’nin seçkin âlimlerinden ve selefi salihinden çok azı müstesna Mabed el-Cüheni’nin görüşlerine tabi olduğunu beyan etmektedir. Buna rağmen Hasan Basri (ö. 110/728), selefin kader konusunda çok tartışmadıklarını ve onların tek bir anlayış üzerinde olduklarını söyler.76

Mabed el-Cüheni Basra’da Ata b. Yesar (ö. 103/701) ile birlikte Hasan Basri’ye gitmişler ve Emevi halifelerinden ve özellikle onların hacılara yapmış olduğu zulümlerden şikâyet ederek ona: “Ey Ebu Said, Emevilerin yöneticileri kendi üstlerindeki idarecilerden korkuyorlar ancak kendi tebalarına zulmediyorlar;

Müslümanların kanını döküyorlar ve mallarını alıyorlar sonra da ‘bizim fiillerimiz Allah’ın takdiri üzerine meydana geliyor’ diyorlar” dediğinde Hasan Basri “Allah’ın düşmanları yalan söylüyor”77 cevabını vermiştir. Hasan Basri’nin kader hakkındaki bu sözlerinin halifeye kadar ulaşması üzerine Abdülmelik b. Mervan (ö. 65/685), “bu

75 Taşköprüzade, Ahmed b. Mustafa, Miftahü’s-Saade ve Misbahu’s-Siyade, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 1985, II/144.

76 Ali Sami en-Neşşar, Neş’etü’l-Fikri’l-Felsefi fi’l-İslam, Daru’l-Maarif, Kahire 1968, I/317-318.

77 İbn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim, el-Mearif, (Tah. Servet Ukkaşe), Darü’l-Mearif, Kahire trs., s. 441; Taşköprüzade, Ahmed b. Mustafa, Miftahü’s-Saade ve Misbahu’s-Siyade, II/ 146;

Ali Sami en-Neşşar, Neş’etü’l-Fikri’l-Felsefi fi’l-İslam, I/138; Hüsni Zeyne, el-Akl inde’l-Mu’tezile, Daru’l-Afakı’l-Cedide, Beyrut 1978, s. 17.

konuda senden önce herhangi bir kimseyle münakaşa etmiş veya söz söylemiş kimseyi işitmedik” diyerek onun kader konusunu nasıl izah ettiğini ve bu görüşlerini neye dayandırdığını açıklamasını istemiştir.78 Hasan Basri kader konusunda görüş beyan ettikten sonra kaderi anlayışı terk etmesine rağmen yine de Abdülmelik b. Mervan’a mektup yazmıştır.79 Hasan Basri’nin kader konusunda Emevi halifelerinden Abdülmelik b. Mervan’a mektup göndermesi, Ata b. Yesar ve Mabed el-Cüheni gibi şahısların Emevi iktidarının halka özellikle hacılara karşı cevr ve baskılarını gündeme getirmeleri kader probleminin Müslümanlar tarafından devamlı olarak tartışıldığı intibaını uyandırmaktadır.

“Kader yoktur, iş yeniden olucudur” diyerek Emevi iktidarına sistemli ve tutarlı ilk eleştiri, Mabed el-Cüheni tarafından gerçekleştirilmiştir. Şam’da Emevi iktidarının kendi müsrifliğini örtbas etmek amacıyla Müslümanlara dikte ettirmeye çalıştıkları anlayışa karşı Ebu Zerr’in göstermiş olduğu tepki Müslüman toplumun bir yandan mutlak cebr anlayışını savunmalarına ve ilâhî takdirin insanın fiillerini meydana getirme hususunda tek yetkili olduğunu vurgulayan anlayışı benimsemelerine yol açmıştır.80 Emeviler devrindeki bu tutum yavaş yavaş mutlak bir cebriyye seviyesine yükselerek, halkın ahlâkî bağlamda gevşemesine ve Emevi iktidarının savunulmasında bir araç haline dönüşmesine sebep olmuştur.81

Buna karşılık Mabed el-Cüheni Emevilerin halka zulmetmesinin kendilerinin yaptığı bir eylem olduğunu ve böyle bir şeyi Allah’ın emretmediğini söylemekteydi.82 Mabed el-Cüheni ile ilgili başka bir rivayette onun şöyle dediği nakledilir: “Günahınızı haksız yere Allah’a isnat etmeyin, eğer böyle yaparsanız azabınız katlanır, ancak bundan dolayı tövbe edin.”83 O, bu düşüncesiyle bir kısım beşeri fiillerin hür irade ile olduğuna inanmıştır; çünkü o, Emevilerin zulümlerinin Allah tarafından takdir edilmediği fikrini savunmaktaydı.84

Kaynaklarımız sorumluluk doğuran fiillerle ilgili olarak ilâhî kaderi inkâr edip insan iradesini öne çıkaran ikinci şahsın Gaylan ed-Dimeşki (ö. 120/738) olduğunu

78 el-Basri, Hasan b. Hüseyin, “Hasan Basri'nin Kader Hakkında Halife Abdülmelik b. Mervan'a Mektubu”, (Çev. Lütfi Doğan-Yaşar Kutluay), AÜİFD, 3/3, s. 75, ss.75-84, Ankara 1954.

79 Taşköprüzade, Miftahü’s-Saade, II/146; Hüsni Zeyne, el-Akl inde’l-Mu’tezile, s. 17.

80 Ali Sami en-Neşşar, Neş’etü’l-Fikri’l-Felsefi fi’l-İslam, I/138.

81 Fazlur Rahman, İslam, (Çev. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın), Selçuk Yay., İstanbul 1992, s. 121.

82 Akbulut, Sahabe Devri Siyasi Hadiselerin Kelami Problemlere Etkileri, s. 284.

83 İbnü’l-Murtaza, Kitabu Tabakatü’l-Mu’tezile, s. 137.

84 Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 102.

söyler.85 Emevi idaresinde bir süre kâtiplik yapan Gaylan, Ömer b. Abdülaziz (ö.

101/720)’in yönetimi sırasında bir süre kaderi inkâr eden görüşlerle ilgilenmiş, halifenin kendisini uyarması üzerine bundan vazgeçer gibi görünse de halifenin ölümünden sonra tekrar eski düşüncelerine geri dönmüştür.86 İbnü’l-Murtaza (ö. 840/1437) tarafından Mu’tezilenin dördüncü tabakasında zikredilen Gaylan b. Mervan olarak da bilinen Gaylan ed-Dimeşki kaderi inkar edenlerin Şam’daki önde gelen ismidir. O, Mabed ile birlikte kaderi düşüncelerini Üsvariyye mezhebinin kurucusu olan Ebu Yunus’tan almıştır.87 Ayrıca Kader konusundaki düşüncelerini nasrani bir şahıstan aldığı da rivayet edilen Mabed el-Cüheni ve onun en önemli öğrencilerinden olan Gaylan ed-Dimeşki’nin önderliğinde88 ortaya konan ve kötü fiillerin ilâhî kaderle değil, insanın hür iradesiyle meydana geldiği esasına dayanan kaderi hareketi ilk defa başlatanın bu iki

101/720)’in yönetimi sırasında bir süre kaderi inkâr eden görüşlerle ilgilenmiş, halifenin kendisini uyarması üzerine bundan vazgeçer gibi görünse de halifenin ölümünden sonra tekrar eski düşüncelerine geri dönmüştür.86 İbnü’l-Murtaza (ö. 840/1437) tarafından Mu’tezilenin dördüncü tabakasında zikredilen Gaylan b. Mervan olarak da bilinen Gaylan ed-Dimeşki kaderi inkar edenlerin Şam’daki önde gelen ismidir. O, Mabed ile birlikte kaderi düşüncelerini Üsvariyye mezhebinin kurucusu olan Ebu Yunus’tan almıştır.87 Ayrıca Kader konusundaki düşüncelerini nasrani bir şahıstan aldığı da rivayet edilen Mabed el-Cüheni ve onun en önemli öğrencilerinden olan Gaylan ed-Dimeşki’nin önderliğinde88 ortaya konan ve kötü fiillerin ilâhî kaderle değil, insanın hür iradesiyle meydana geldiği esasına dayanan kaderi hareketi ilk defa başlatanın bu iki