• Sonuç bulunamadı

Sözlükte “h-y-r” kökünden gelen ve ifti’al vezninde olan ihtiyar kelimesi, failin gayretini ifade etme anlamında, kendisi için hayır olarak gördüğü şeyi almak, en iyi olanı tercih etmek manalarına gelmektedir. Aynı zamanda o tercih edilen şeyi tahsis etmek, onu diğerlerinden öne almak demektir ve bu anlamıyla ihtiyar, iradeden daha özel bir anlama sahiptir. Kelâmcıların geleneğinde ihtiyarın ism-i faili olan muhtar kelimesi, insanın zorlanmaksızın yapmış olduğu tüm fiiller için kullanılan bir kavramdır. Onların ‘o, şu konuda muhtardır’ sözünden kastettikleri mana, ‘o insan için bir ihtiyar vardır’ anlamında değildir. Çünkü ihtiyar o insanın iyi gördüğü şeyi almasıdır. Bu nedenle muhtar kelimesi hem fail hem mef’ul için kullanılabilmektedir.318

İhtiyar konusu irade konusunun altında zikredilir. Burada ihtiyarın iki meşhur tanımını görmekteyiz: Birincisi failin isterse yapma isterse yapmama gibi bir tercihte bulunma durumunda olması demektir. Yapmama halinde ona ait olan meşiet söz konusu olmadığı için fiil de meydana gelmez. Bu, kelâmcılar ve hukukçular tarafından kabul

315 Mustafa Sabri, Mevkıfü’l-Beşer, s. 58.

316 Mustafa Sabri, Mevkıfü’l-Beşer, s. 57-58; Şık v.dğr., Kelam I, s. 202.

317 Mustafa Sabri, Mevkıfü’l-Beşer, s.58.

318 Ragıb el-İsfehânî, el-Müfredat, I/214.

edilen bir manadır. İkincisi ise kudrete bağlı olarak bir fiili yapmanın ya da terk etmenin sahih oluşudur. Birinci manada ittifak varken bu manada ihtilaf meydana gelmiştir.319

İstemek ve dilemek manasında mastar olan ve ayrıca isim olarak kullanılan meşiet de Allah’ın iradesinin hür, sınırsız ve karşı konulmaz olduğunu ifade etmektedir.

Kuran-ı Kerim’de bu üç kavram hem Allah’a hem de insana nispet edilerek kullanılmaktadır. Allah’ın iradesi sınırsız ve mutlak olup mümkün olan her şeye taalluk ederken; O’nun iradesini sınırlayacak ve cebr altına alacak hiçbir güç de bulunmamaktadır. Bu tasnife göre bazı kelâmcılar Allah’ın iradesine her şeyi kuşatan anlamında külli, insanın iradesine ise bu külli iradeye benzer bir şekilde sınırlı manada cüz’i demişlerdir. Başka bir tasnife göre ise Allah tarafından insana verilen irade niteliğine külli, bu iradenin her bir olaya taallukuna ise cüz’i adı verilmektedir.320

Kadı Abdulcebbar irade ile ihtiyar arasında bir ayrım yapmaksızın ihtiyarın irade olduğunu ve onun iki zıdda uygun olan bir kudretle meydana geldiğini iddia etmektedir.321 Ancak o, Allah’ın bizim için bir şeyi irade etmesi veya zorunlu kılması ile yani zorlama altında istenilen davranışı seçmenin ihtiyar olarak kabul edilmediğini söyler. Nitekim zorlama anında farklı davranışlarda bulunma ve bunu seçme imkânı varsa bunun da ihtiyar olarak kabul edilmesi gerekir. O’na göre tercih edilen aynı zamanda irade edilendir. Zorlamanın karşıtı olan ve iradenin bir aşaması olarak telakki edilen ihtiyar, bir eylemi diğer eylemlere tercih etmektir.322

İnsanların kuvvet gerektiren isteğe bağlı hareketleri ile titreme hareketi gibi zorunlu olarak meydana gelen hareketlerinin var olduğunu biliyoruz. Bundan hareketle insanın bazı fiillerinde irade ve kudretinin bulunduğunu, bazısında ise bulunmadığını söyleyebiliriz.323 İnsanın sorumlu olmasını gerektiren şey, fiillerin meydana gelme esnasında kullanılan, fiilin meydana gelmesinden önce tercihe dayalı bir cüz’i iradeden kaynaklanmaktadır. Cüz’i irade hareketin sebebidir. Dolayısıyla insanda bütün mümkün olan fiilleri tercih etme niteliğini bünyesinde bulunduran külli iradenin, belli bir fiile yönelmesi veya o eylemin kazanılmasını sağlayan, kimi zaman ihtiyar kimi zaman ise kesb olarak adlandırılan cüz’i irademiz ile kazandığımız ihtiyari fiillerimiz vardır ki, sorumluluğun oluştuğu saha tam olarak da bunu kapsamaktadır.324

319 Tehanevî, Keşşaf, I/419.

320 Topaloğlu, Bekir - Çelebi, İlyas, Kelam Terimleri Sözlüğü, s. 158.

321 Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usüli’l-Hamse, II/160.

322 Kadı Abdulcebbar, el-Muğni, C. VI/II, s. 56; Süt, Mu’tezile ve Ahlak, s. 150.

323 Sırrı-i Giridî, Nakdu’l-Kelam fi Akaidi’l-İslam, Trabzon 1300-1301h, s. 210.

324 Sadu’ş-Şeria, et-Tavdih, I/305; Yüksel, Sistematik Kelam, s. 88.

İnsanın bu dünyadaki varlığını anlamlı ve amaçlı gören Mâtürîdî, açıkça insanın gerçek anlamda fiile sahip olduğunu ifade eder. Hatta o; haber, akıl ve zaruri bilgiye dayanarak fiilin insana yüklenmesinin zorunlu olduğunu vurgular. Mâturîdî, bilgi kaynaklarından hareketle fiilin insana ait olmasının gerekliliğini şu şekilde açıklamaktadır: “Haber bilgisine dayalı olarak yani naslarda insana yöneltilen emir ve yasaklardan hareketle insanın, fiilin gerçek sahibi olduğu bilinebilir. Çünkü onun kendisine ait bir fiili yoksa emir ve nehiyler anlamsız olacaktır. Dolayısıyla naslarda insana yüklenen sorumlulukların karşılığında, onun ceza veya mükâfatın muhatabı olması, irade ve eylem özgürlüğünü zorunlu kılmaktadır. Başka bir ifadeyle dinin insana yüklediği sorumluluklar, onun fiilin sahibi ve eyleminde özgür olduğunun kanıtıdır.

Nitekim Kur’an’da “Dilediğini yapınız”,325 “Hayrı işleyiniz”,326 “Yaptıklarına karşılık olarak…”327 ve “Kim zerre miktarınca hayır işlerse…”328 buyrulmuştur. Bu ve benzeri ayetlerde insan ameli meydana getirme konusunda “fonksiyoner/fail” olarak isimlendirilmiş ve onun emir, nehiy, va’d ve va’îd konularındaki işlerine de fiil adı verilmiştir.329

İkinci delil olan aklî bilgi hakkında Mâtürîdî, fiilin gerçek anlamda kişinin kendisine ait olmadığı takdirde, onu emirler ve yasaklarla teklife muhatap kılmanın ve bunlar nedeniyle yaptırım uygulamanın adalet ilkesi gereği ve aklen imkânsız bir durum olacağını vurgular. Dolayısıyla hakikatte fiiller Allah’a ait olsaydı fiillerden doğan sıfatların da Allah’a ait olması gerekecekti. Bu ise hem aklen hem de naklen imkânsız bir durumdur. Bu itibarla insan; fiillerinde hür, fail ve kasib olarak nitelendirilir.330

İnsana ait fiilin sebeplerinden her biri ve aynı şekilde fiili meydana getirme kudreti/istitaat, bir şeyin hem kendisine hem de zıddına elverişli olmasıyla iki zıt fiili tercihe yönelik bir kudretin var olduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Şayet fiilin oluşmasında elverişli olan güç, fiili meydana getirmeye kabiliyetli olmasaydı, buna dayalı olarak meydana gelecek nesne veya olaylar, irade ve ihtiyarla değil, tabii olarak meydana gelecekti. Mâtürîdî’ye göre insandan birtakım fiillerin sadır olması, onda iradenin/ihtiyarın (temyiz gücü) olduğuna delildir. Aslında insan aklıyla güzel ve çirkini ayırt edebilecek şekilde donatılmıştır. İnsanın böyle bir donanıma sahip olmasındaki

325 Fussilet 41/40.

326 Hac 22/77.

327 Secde 32/17.

328 Zilzal 99/7.

329 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 287-289; Ünverdi, Veysi, “Maturidi’de İnsan Sorumluluğu”, Usul İslam Araştırmaları Dergisi, sayı: 20, s. 57, ss. 47-80, İstanbul 2013.

330 Mâturîdî, Kitabü’t-Tevhid, s. 287-289; Ünverdi, “Maturidi’de İnsan Sorumluluğu”, s. 57.

neden, kendisine sunulan nimetler ve yeteneklerle denenmesinde gizlidir. Buradan hareketle denenen insanın iyi ve kötü arasında bir tercihte bulunarak iyi fiillere yönelmesi ve kötü fiillerden de kaçınması gerekmektedir.331