• Sonuç bulunamadı

Yükümlülük, sorumluluğun temel şartıdır. Sorumluluk da ahlâkî fiillerin meydana gelmesinde ve adaletin gerçekleşmesinde önemli bir yere sahiptir.109 İnsanın meydana getirdiği bir fiil hakkında değer tespitinde bulunmanın yani o fiilin iyilik ve kötülüğünün bilinmesinin aklen mi yoksa dinen mi zorunlu olduğunun, akabinde ise sorumluluğun kime hangi yolla vuku’ bulduğunun ortaya konulması; kişinin meydana getirilen bu fiiller neticesinde cezayı mı yoksa mükâfatı mı hak ettiğinin tespit edilmesi ayrı bir önem arz etmektedir.

Kur’an’da insanın muhatap olduğu emir ve nehiyler, onda irade ve ihtiyarın var olduğuna işaret etmektedir. Nitekim bu emir ve nehiylere değer kazandıran, insana yüklenen sorumluluklardır. Ahlâkî sorumluluk, bilerek ve isteyerek yapılan amellerin hesabını vermekten, bunların mahiyetine göre mükâfat veya ceza görmekten ibarettir.

Ahlâkî sorumluluk ahlâkî müeyyide gücüdür. İslam’daki ahlâkî ve vicdani sorumluluk, aynı zamanda dini sorumluluktur.110 Naslarda insanın sorumlu olduğu açık ve kat’i şekilde ifade edilirken, akabinde bu sorumluluğu insana yükleyen Allah, acaba insanda bulunan hangi vasıflarla sorumluluğu ona yüklemektedir?

1.2.1. Nefis

Görünür âlemin mükellef ve sorumlu varlığı olarak insanı tanıyan Kur’an-ı Kerim,111 bu sebeple onun ahlâkî mahiyeti üzerine özel bir önem vermiştir. Buna göre Allah insanı en mükemmel biçimde yaratmış,112 ona kendi ruhundan üflemiştir.113 Bu sebeple insanlığın atası olan ve bütün insanlığı temsil eden Hz. Âdem karşısında

107 “Sonra onlara, “Vaktiyle Allah’ın dışında ilâhî nitelikler yüklediğiniz şeyler şimdi nerede?” denir.

“Bizi bırakıp kayboldular. Meğer vaktiyle gerçek bir varlığa tapmıyormuşuz” derler. İşte Allah inkârcıları böyle şaşkın ve çaresiz bırakır.” (Mü’min 40/73-74).

108 Draz, Kur’an Ahlakı, s.41

109 Draz, Kur’an Ahlakı, s. 31.

110 Erdem, Hüsameddin, Son Devir Osmanlı Düşüncesinde Ahlak, Sebat Ofset Matbaacılık, Konya 1996, s. 106-107.

111 “Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.” Ahzâb 33/72.

112 Tin 95/4.

113 Hicr 15/29.

Allah’ın emri gereğince melekler secdeye kapanmıştır.114 Ancak insanın bu üstün ruhi cephesinin yanında bir de ‘topraktan yaratılan’115 beşeri cephesi bulunmaktadır. İşte insandaki bu ikilik onun ahlâkî bakımdan çift kutuplu bir varlık olması sonucunu doğurmuştur. Allah nefse iyilik ve kötülüğün kaynakları olan kabiliyetleri birlikte vermiş, fakat bunlardan hangisini tercih edeceğini kendisine bırakmıştır. “Nefse ve ona kabiliyetler verene, yine ona hem kötülüğü hem de kötülükten sakınmayı ilham edene and olsun ki nefsini arındıran kimse kurtuluşa erer. Nefsini kirletip günahlara boğan ise hüsrana uğrar.”116

Kur’an-ı Kerim’in insanın mahiyeti hakkındaki bu dengeli yaklaşımı, onun ahlâkî hüküm ve tercihlerini de aynı şekilde değerlendirmesine yol açmıştır.117 İnsan düşünme ve ayırt etme gücünü kendisinde barındırmasına rağmen, nefis o kadar güçlüdür ki insan onu kontrol altına alıp eğitimden geçirmediğinde o, insanı kontrolü ve yönetimi altına alır. Bu şekilde insanı kontrol altına aldığında onun zapt edilmesi ve eğitimi zorlaşır. Böylece insanın iyiliğe kabiliyeti zayıflamış, bunun aksine kötülüğe olan meyli daha ağır basmaya başlamıştır.118

Bu itibarla insanı sahip olduğu vasıflar sebebiyle sorumlu tutan Allah mutlak güç ve adaletine binaen yaptıklarının hesabını elbette soracaktır. Nitekim Kur’an’da

“Göklerde ve yerde olan herkes Rahman’ın huzuruna kul olarak geleceklerdir”119 ve

“Rabbine and olsun ki hepsine yaptıklarının hesabını soracağız”120 buyurmaktadır. Bu ayetlerde insanın ahirette Allah katındaki sorumluluğunun neticesi söz konusu edilmiştir. “O gün insan kendi nefsi üzerine şahittir.”121 “Oku şimdi kitabını! Bugün kendini yargılamak üzere kendi nefsin yeter”122 ayetlerinde ise ahlâkî sorumlulukta yargıyı hazırlamak ve kanıtlamak için Allah’ın insanları nefis muhakemesine sevk ettiğini görmekteyiz. Aynı şekilde Allah’a hesap verirken insandan sadece ‘gizli ve açık bütün amellerin bir hesabı’123 istenmekle kalınmayacak, aynı zamanda melekelerin nasıl kullanıldığının da hesabı sorulacaktır. Nitekim “Kulak, göz ve kalp (gibi) azaların hepsi

114 Bakara 2/34; A’raf 7/11; İsra 17/61.

115 Al-i İmran 3/59; Kehf 18/37.

116 Şems 91/7-10.

117 Çağrıcı, Mustafa, “Ahlak”, DİA, İstanbul 1989, I/2.

118 Yahya b. Adiy, Tehzibü’l-Ahlak, (Çev. Harun Kuşlu), (Edit. İlhan Kutluer), TYEB Yay., İstanbul 2013, s.14.

119 Meryem 19/23.

120 Hicr 15/92.

121 Kıyame 75/14.

122 İsra 17/14.

123 Bakara 2/284.

sorumlu olacaktır”124 ayeti buna işaret etmektedir. O halde herkes kendi alanında kendisine emanet edilen işle sorumludur. Bu da herkesin her şeyden aynı ölçülerde sorumlu olmadığını göstermektedir.125

Bahsedilen ayetler, insana sadece tavsiyelerde bulunmak, iyi veya kötüyü tercih etmekle yetinmeyen, bunlara ilaveten yapma veya yapmama hususunda ona emirler veren bir içgüdünün bulunduğuna işaret etmektedir. “Rabbinin huzurunda (hesap vermekten) korkan ve nefsine kötü arzuları susturana gelince, onun barınağı da cennetin ta kendisidir.”126 Kur’an, ahlâkı bazen İnsanın maddesel varlığının temelini oluşturan nefsin huylarına, bazen de varlık olarak insanın bizzat kendisine ait vasıflara işaret eder.127 Böylece bizim melekelerimize kumanda eden bu otorite akıldan başka bir şey olmasa gerektir.128

1.2.2. Akıl

Bilgi ve şuuruna ilaveten insan sorumluluğunun ön şartı veya dayanağı akıldır.

Bu ön şart olmadığı durumda insan, determinizmin tüm formlarının mantıksal olarak gerektirdiği gibi makine konumuna veya cebriyeciliğin tüm formlarının gerektirdiği gibi Allah’ın kölesi durumuna düşmektedir.129 Aklın emri dışında kabul edebileceğimiz başka bir davranış kuralından bahsetmek mümkün değildir. Öyleyse “Akıl” yegâne geçerli otoritedir. Çünkü gerek naklî gerekse aklî herhangi bir delilin işaret ettiği anlam tamamen akla bağlıdır. Akıl nazar-ı itibara alınmazsa ona bağlı olan bütün durumların da nazar-ı itibara alınmaması gerekir.130 Aynı zamanda bu ön şartın akabinde insanın sorumlu tutulması için hür ve iyiyi kötüden ayırt edebilecek güce sahip olması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle insanın sorumluluğunu gerektiren bazı şartlar vardır.

İslam Ahlâkçıları tarafından ileri sürülen şartlar şu şekilde belirlenmiştir:

124 İsra 17/36.

125 Draz, Kur’an Ahlakı, s. 113.

126 Naziat 79/40-41.

127 Yürük, İsmail, “Kelâmî ve Felsefi Ahlâka Kur’ani Yaklaşım”, 14. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi Bildiriler Kitabı, (Edit. Ahmet Vecdi Can v.dğr.), TDAV Yay., İstanbul 2016, s.

442-443.

128 Draz, Kur’ân Ahlâkı, s. 35; Yürük, “Kelami ve Felsefi Ahlâka Kur’ani Yaklaşım”, s. 443.

129 Macid Fahri, İslam Ahlâk Teorileri, s. 44.

130 Yürük, İsmail, Şemsü’d-Dîn Muhammed b. Eşref el-Hüseynî es-Semerkandî’nin Belli Başlı Kelami Görüşleri (Allah ve İman Anlayışı), (Basılmamış Doktora Tezi), AÜSBE, Erzurum 1987, s. 25; Yürük,

“Kelami Ve Felsefi Ahlâka Kur’ani Yaklaşım”, s.444.

a. İnsanın akıllı olması, fiillerinin mahiyetini, genişliğini, neticelerini, ahlâkî kıymetini idrak etmesi, hayrı şerden ayırması,

b. İnsanın iradeli olması,

c. Güç yetirilemeyecek şeyin yapılmasının istenmemesi,

d. Niyet. Ahlâkî bir niyet fiil hükmündedir. O da sorumluluğu gerektirir.

e. Failin fiil esnasında hür olması, f. İnsanın hayır ve şerri bilmesi, g. Ahlâkî bir kanunun var olması.131

Teklifi akli kılmanın koşullarını, başka bir ifadeyle teklifin ahlâkî temelini Kadı Abdülcebbar ise şu şekilde açıklamaktadır: “Öncelikle yükümlünün iyiye ve kötüye yönelme ve onları gerçekleştirmede özgür olması gerekir. İyiyi veya kötüyü gerçekleştirme imkânına sahip olmayan birisini teklife tabi tutmak doğru olmadığı gibi ahlâkî de değildir. Kötü eylemi yapmaya yönelen bir insana kötü eylemi yapmaktan alıkonulacağı bildirilirse bu teklif geçerli olmayacaktır. Çünkü böyle bir durumda kişiyi kötü fiilden alıkoyan şey kişinin kendi irade ve ihtiyarı değil, zorlama (cebr) nedeniyle tercihidir. Böyle bir fiil de ahlâkî bir fiil kategorisinde olmayıp, bundan dolayı ahlâkî anlamda yükümlü olması da beklenemez.”132

Ancak tek başına bir varlık olmayıp insanla var olan aklın gücü ve imkânı sınırlıdır. Akıl sayesinde insan hatalı inançlardan kurtulup doğru inanca ulaşabilir ve aklını kullanarak doğaya egemenliğini arttırabilir, doğanın olanaklarından daha çok yararlanabilir, maddi ve manevi mutluluğa erişebilir.133 Kur’an hem vicdana hem akla yer verir; yalnız imanla değil, akıl ile de gerçeğe ulaşılmasını ister. O, sadece akılla ulaşılamayacak gayb alanında aklı sınırlar ve insanı bu konuda kaçınılmaz hatalara düşmekten, Allah’a yakışmayan sıfatları yüklemekten men eder.134 Nitekim Kur’an-ı Kerim, ahlâkî doğrunun bilinmesinde aklı esas almasına rağmen, insanın zaman zaman arzularına uyarak içine düşebileceği görecelik durumunu ortadan kaldırmak için ilâhî epistomolojik kaynak hüviyetindedir.135 Dolayısıyla aklın hem kendisinin ne olduğunu bilmesi hem de aklın anlam alanının dışında kalan ezeli ve ilâhî hakikatleri, gayb âlemi

131 Erdem, Son Devir Osmanlı Düşüncesinde Ahlak, s. 108.

132 Kadı Abdulcebbar, el-Muğni fi Ebvabi’t-Tevhid ve’l-Adl, (Tah. Tevfik Muhammed Ali en-Neccar- Abdulhalim en-Neccar, (Edit. İbrahim Medkur- Taha Hüseyin), yayın evi yok, Kahire trs., XI/399-400;

Süt, Abdunnasır, Mu’tezile ve Ahlak “Kadı Abdulcebbar Örneği”, İz Yay., İstanbul 2016, s. 86-87.

133 Izutsu, Kur’an’da Allah-İnsan, s. 331.

134 Izutsu, Kur’an’da Allah-İnsan, s. 330.

135 Süt, Mu’tezile ve Ahlak, s. 91.

ve ahiret halleri gibi hususları tek başına idrak etmesi mümkün değildir. Nitekim müşahede alanının dışında kalan hususlarda aklın yapabileceği bir şey yoktur. Bu bilgiye ancak vahyin bilgisiyle ulaşılır. Daha açık şekilde belirtmek gerekirse temyiz gücüne sahip olan akıl, tek başına kavrayabileceği hususlarda peygamber gelmeden önce de idrakle yükümlü iken, peygamber geldikten sonra O’nun bildirdiklerinden de sorumlu olmaktadır. Aklın kendi alanı dışında kalan bu hususlardan sorumlu olması düşünülemez. Nitekim “Allah herkesi ancak gücünün yettiği ile sorumlu kılar”136 ayeti buna işaret etmektedir. Fakat onlar müşahede alanını değerlendirmekle sorumludurlar ve Allah Teâlâ sonuna kadar insanın bunu anlaması hususunda deliller ortaya koyacağını “Kur’an’ın gerçek olduğu kendileri için apaçık belli oluncaya kadar onlara çevrelerinde ve kendilerinde bulunan kanıtlarımızı hep göstereceğiz. Rabbinin her şeye tanıklık etmesi (onlar için) yeterli değil midir?”137 ayetiyle ifade etmektedir.

Dünyada maddi mevcudiyeti bulunan yer, gök, deniz, bitki, hayvan canlı ve cansız her şey hakkında akıl yürütme ile pozitif bilgiye sahip olunabilir. Aynı zamanda kendi varlığından ve dünyada görünen ve hissedilebilen varlıklardan hareketle ‘Allah’ın varlığı’ da aklın istidlaliyle bilinebilir.138 Akıl bunu anlayabilecek ve kavrayabilecek bir şekilde yaratılmıştır.139 Hatta aklın en büyük amacı, diğer ifadeyle en yüce gayesi;

Allah'ı bilmek ve tanımaktır. Allah’ı bilmek ve tanımak da aklı başında olan kimseler üzerine zorunlu olan ilk şey ve buluğa ermiş kimseler üzerine farz olan birinci görevdir.140

Mahlûkata bakıp akıl yürüterek müşahede âleminde meydana gelen gerek tabii gerekse suni olayları anlamak insanın özelliklerinden biridir. O bu faaliyeti ya zorunlu ya da istidlali olarak kavrar. Aklın kavrama alanı sadece müşahede alanı olmayıp, ona dayanarak metafizik alanla ilgili birtakım akıl yürütmelerde de bulunabilir.141

Ontolojik bir alan olan gayb, her ne kadar duyular ve akıl ile algılanamayıp, deney ve gözlem alanı olmadığı halde vahyin, dolayısıyla nübüvvetin yardımıyla aklın anlayabileceği bir duruma getirilebilir.142 Din, akıl dışı gerçekliklerin olmadığını, buna

136 Bakara 2/286.

137 Fussilet 41/53.

138 Altıntaş, Ramazan, İslam Düşüncesinde İşlevsel Akıl, Pınar Yay., İstanbul 2003, s. 99-101; Yüksel, Emrullah, Sistematik Kelam, İz Yay., İstanbul 2005, s. 127-128.

139 Kâf 50/6-8.

140 Okşar, Yusuf, Şemsü'd-Din Muhammed B. Eşref Es-Semerkandî'nin İlmü'l-Âfâk Ve’l-Enfüs Adlı Eserinin Tahkiki, Tercümesi ve Değerlendirmesi, (Basılmamış Doktora Tezi), ÇÜSBE, Adana 2016, s.

1(Tercüme).

141 Özervarlı, Sait, Kelamda Yenilik Arayışları, İSAM Yay., İstanbul 1998, s. 71.

142 Özervarlı, Kelamda Yenilik Arayışları, s. 71.

karşın akıl üstü gerçekliklerin her zaman mevcut olduğunu kabul ederken bunlara daima pozitivist bir bakış açısıyla yaklaşılmasını da uygun görmez. Gayb âlemi ile ilgili bu konuları aklın bütün ayrıntılarıyla açıklaması mümkün değildir.143 Doğruluğunu ancak akıl ile ispat edebildiğimiz vahyin bilgisiyle, aklın verileri birbirine muhalif değildir.

Ama akıl, istek ve arzuların etkisinde kalarak yanlış hükümler verebilir. Bu, akıl ile vahyin çeliştiğini göstermez.144 Şayet öyle olsaydı Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde

“düşünmez misiniz”, “akl etmez misiniz” diyerek aklı kullanmayı öğütlemezdi.

Dolayısıyla akıl ile vahiy birbirini destekleyen iki vasıtadır.145 Bu bilgilerden hareketle akıl, filozofların iddia ettiği gibi kadim bir varlık olmadığına göre kazanacağı bilgiler de sınırlı olacaktır. Dolayısıyla akıl var olan her şeyin bilgisini elde edemeyebilir, ama var olan ya da olmayan her türlü varlığın bilgisini anlamlandırma yetisini her zaman kendisinde bulundurabilir.