• Sonuç bulunamadı

Mezhepler tarihçileri İslam toplumunda tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkan farklı dini anlayışları belli gruplara ayırmış olsalar da bunlar içerisinde görüşleri sistematize edilmiş çok az fırka bulunmaktadır. Bunlara İmamiyye Şiası, Mu’tezile ve Ehl-i sünneti örnek verebiliriz. Bunlar içerisinde kaza ve kaderi kulların fiilleri bağlamında inanç esası olarak değerlendiren Şia İmamiyyesi ve Ehl-i sünnet’tir. Şia İmamiyyesinin kader inancı Ca’fer es-Sadık’ın “cebir de yoktur, tefviz de” sözü doğrultusunda ve onların adalet prebsibi altında şekillenmiştir.856 Çünkü onlara göre Allah insanları iyiyi olduğu kadar kötüyü de işleyebileceği bir güçte yaratmıştır. Ancak o, onların ne yapacaklarını önceden bilir. Kul fiillerinde tam bir irade hürriyetine sahiptir.857

Bununla birlikte İmamiyye Şiasında kaza ve kaderin Allah’ın bir sırrı olarak değerlendirildiği bu nedenle konu hakkında tartışmanın yasaklandığı görülmektedir. Bu tutum ise Hz. Ali’nin “Kader Allah’ın sırlarından bir sır, onun koruduğu şeyler arasında korunmuş bir şey olup, Allah’ın perdesi içerisinde ortaya çıkarılmış, mahlûkattan gizlenmiş ve Allah’ın mührü ile mühürlenmiştir. Allah’ın ilmi içerisinde olan şeylerin arasında kaderin diğerlerine göre daha üstün bir konumu vardır. Allah kullarını onun bilgisinden muaf tutmuş ve onu onların idrak ve akıl sınırlarının ötesine yükseltmiştir.

İnsanlar onun ilâhî hakikatine, benzersiz gücüne ve nurani azametine yahutta birliğinin yüceliğine erişemezler. Çünkü kader ilmi Allah’a mahsus köpüren bir denizdir.

Yıldızsız bir gece gibi karanlıktır. Tek, misli olmayan ve ebedi olan Allah’ın dışında onun ilmini araştırmak hiç kimseye yaraşmaz. Onun bilgisini arayan kişi Allah’ın emrine karşı gelmiş, onun yüceliğini reddetmiş ve onun sırrı ile perdesini yoklamış olur”858 şeklindeki sözünden kaynaklanmaktadır.

Usulü’d-din anlayışlarını sistemleştirerek kaza ve kader problemini adalet prensibi altında inceleyen Mu’tezile, inanılması gereken hususları beş esasta toplayarak

855 İrfan Abdulhamid, İslam’da İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, s. 294.

856 Şeyh Saduk, el-İ’tikadat, (Tah. İsam Abdüsseyyid), Şebeketü’l-Fikr, Yrs. 2000, s. 34.

857 Fığlalı, Ethem Ruhi, İmamiyye Şiası, Selçuk Yay., İstanbul 1984, s. 218; Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, İİFV Yay., İzmir 2004, s. 159.

858 Küleyni, Ebu Ca’fer Muhammed b. Yakub b. İshak, el-Usul mine’l-Kâfi, Darü’l-Üsve, Yrs. trs., I/391;

Fığlalı, İmamiyye Şiası, s. 218-219.

onlar için birinci derecede önemli olan esaslardan adaleti, kaza ve kaderi inkâr ederek açıklama yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla diğer imani esaslar Kur’ani bağlamda belirlenmiştir. Kur’an’ın iki ayeti topluca inanılması gereken hususları ortaya koymaktadır. Bunlar: “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır”859 ve

“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden…”860 mealindeki ayetlerdir.

Kur’an’da inanılması gereken hususlar içerisinde kaza ve kader konusu yer almamaktadır. Ancak Hz. Ömer’den rivayet edilen Cibril hadisinde Resulullah: “İman;

Allah’a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve hayır ve şerriyle kadere inanmandır”861 diyerek kadere imanı da iman esasları arasında saymıştır. Dini hükümlerde tek yetkili Allah’tır. Peygamber bile dinen, bir şeyi haram ya da helal kılmaya yetkili değildir. Bununla birlikte bir hüküm subutu kat’i ve manaya delaleti kat’i mütevatir sünnetle sabit olmuşsa onun dinden olduğuna ve inanılması gereken bir hükmü barındırdığına itibar edilir.862 Bu nedenle Ehl-i Sünnet kelâmcıları kadere imanı inanılması gereken altı esas arasında zikretmiştir. Kader olacak şeylerin zaman ve mekânını, bütün tasilatıyla bilip ezelde takdir ve sınırlamasından ibaret olduğundan Allah Teâla’nın zatı sıfatlarından ilim ve iradesine; kaza ise irade ve takdir buyurduğu şeylerin zamanı gelince yaratmasını ifade ettiğinden fiili sıfatlarından tekvine racidir. Bu itibarla kadere iman Allah’ın tevhid ve sıfatlarına bağlı olarak meydana gelmesi sebebiyle Allah’a iman statüsünde değerlendirilmektedir.863

Kelâm ekolleri kaza ve kader meselesinin temelini hayır veya şer, iyi ya da kötü her şeyin yaratıcısının Allah olduğu esasına dayandırmışlardır. Mu’tezile’nin tevhid ve adalet anlayışı çerçevesinde hayır veya şer her türlü fiilin yaratıcısının insanın kendisi olduğunu benimsemesi, onun kader hakkındaki görüşüne yansımış ve kaderin yaratma anlamındaki varlığını inkâr etmiştir. Gerek Eş’ar’i gerekse Mâturîdî kelâmcıları iyi veya kötü fiilin meydana gelme aşamalarında farklı anlayışları kabul etseler bile fiilin yaratılma bakımından Allah’a aidiyeti hususunda ortak bir tavır benimsemişlerdir. Buna

859 Nisâ 4/136.

860 Bakara 2/177.

861 Müslim, Sahîh, Îmân 1 (8).

862 Topaloğlu, Bekir, Kelam İlmi, Damla Yay., İstanbul 1985, s. 67.

863 İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlmi Kelam, Matbaay-ı Amire İstanbul 1340-1343h., s. 200-201.

rağmen kader, iyilik ve kötülüğün yaratılması, Allah’ın iradesi karşısında insanın iradesinin konumu, Allah’n önceden bilmesi ve zorlukları yazması, Levh-i Mahfuz’un insanın fiillerine etkisi, insanın ahiretteki durumunu belirleyen Allah’ın dalalete düşürmesi ve kalplerin mühürlenmesi gibi durumları içermesi bakımından ahlâkî bir önem arz etmektedir.864 Nitekim bir fiilin ahlâka konu olabilmesi, o fiilde kişinin ne derece etkin olduğuna ve fiillerini hiçbir gücün etkisi altında kalmadan özgürce meydana getirdiğine bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bu anlamda kader kavramıyla sadece Kur’an’da bahsedilen tabiat kanunlarının düzenli işleyişinin kastedildiğini söyleyemeyiz.

Allah’ın tabiat ve insan için belirlediği kurallar vardır. İnsanın dünyaya geldiği zaman ve sosyal çevre Allah Teâla tarafından takdir edilmiştir. Bu alanları Kur’an’da sünnetullah, fıtratullah ve sıbgatullah olarak açıklamak mümkündür. Bunlardan sünnetullah, âlemdeki düzenin varlığı, korunması ve devam ettirilmesi için Allah’ın koyduğu evrensel yasaları ifade etmektedir. Fıtratullah insanın yaratılışı ile ilgili kanunlar, varoluş kanunları olarak bilinmektedir. Sıbgatullah ise belirlenmiş ve takdir edilmiş alanların dışındaki sorumlulukarı ifade etmekte ve ahlâkî yasalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlar Allah’ın koymuş olduğu sınırlardır ve herhangi bir değişmenin olması söz konusu değildir.865 Nitekim Allah “Bu Allah’ın öteden beri uygulanıp gelen kanunudur, Allah’ın kanununda bir değişiklik bulamazsın”866 buyurmaktadır.

Âlemdeki her şeyin bir düzen ve ölçüyle meydana geldiğine işaret eden ayetler, kaderin aynı zamanda bir inanç esası olarak kabul edilmesi gerektiği fikrini çağrıştırmamaktadır. Nitekim Kadir-i Mutlak Allah, merhametli yaratmasıyla her şeyi ölçer, biçer ve herşeye kabiliyetler alanı açar, davranış kanunlarını koyar. Bu takdir ediş, bir taraftan tabiatın düzenli olmasını temin ederken, diğer taraftan Allah’ın zatı ile insanın mahiyeti arasındaki farkı ortaya koyar. Tabiattaki işleyen bu kanunlar, başka hiçkimse tarafından değil, Allah’ın yaratmasıyla vuku bulmaktadır.867 Bu itibarla kader kavramı Kur’an’da geçtiği orijinal şekliyle ele alındığı takdirde “bir bütün olarak kadere” iman ile bu kâinattaki her şeyin bir kanuna ve sınıra tabi olduğuna, her şeyi idare edenin Allah olduğuna inanmak anlamında kullanılmasında hiçbir sakınca olmasa

864 Aydın, Ömer, İslam İnanç Esasları, İşaret Yay., İstanbul 2012, s. 218-230.

865 Karagöz, Nail, “İnsanın Fiilleri”, Kelam III, (Edit. İsmail Şık-Nail Karagöz), Gece Kitaplığı Yay., Ankara 2017, s. 251.

866 Feth 48/23.

867 Fazlur rahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 43.