• Sonuç bulunamadı

1.2. Konut

1.2.2. Konutu Etkileyen Boyutlar

1.2.2.4. Teknolojik Boyut

Teknolojik gelişimler; sürdürülebilir kalkınma açısından en tartışmalı kavramlardan birisidir. Teknolojinin çevre korumada, kirlenmenin azaltılması veya

Sustainable Capitalism and the Pursuit of Well-Being, Routledge, 2014, s.98.

https://www.census.gov/const/C25Ann/sftotalmedavgsqft.pdf (E.T.:22.01.2020)

110 U.S.Census Bureau, “Average Population Per Household and Family: 1940 to present” Current Population Survey, March and Annual Social and Economic Supplement, 2011 and Earlier., (aktaran) Neil E. Harrison, a.g.k., s.98.

111 http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=24646 (E.T.: 29.10.2019)

112https://ec.europa.eu/eurostat/statistics-explained/index.php/Energy_consumption_in_households (E.T.:22.01.2020)

113A.k.

önlenmesi konusunda olumlu ve yapıcı bir rol oynayabileceği gibi sorunun çözümünü tamamen teknolojiye bırakmak olumsuz sonuçlara yol açabilir.

Konut sektörü her türlü gelişmeyi kolaylıkla kendine uyarlayan bir iş koludur.

Teknolojideki her gelişme otomotiv veya kimya sektörü gibi diğer sektörlerde ne kadar karşılığını bulmuşsa konut sektöründe de aynı şekilde bulmaktadır.

Endüstriyel ve teknolojik devrimden etkilenen sektörlerin başında konut sektörü gelmektedir. Her ne kadar teknolojik gelişimler önceki yüzyıllardan günümüze kadar gelen konutlardaki özeni, sanatı ve inceliği yeni yapılan konutlara yansıtamasa da;

teknolojiyle kazanılan hızlı yapım teknikleri114, kolay yapı ürünü temini, kalite, hava koşullarıyla baş edebilme konutta karşılığını bulmuştur.

Kimya, çimento veya nükleer santraller örneğinde olduğu gibi birçok teknolojik uygulama önlem alınmadığı takdirde doğayı kirletmektedir. Bununla birlikte kullanım amacına bağlı olarak birçok teknolojik uygulama da doğayı koruma ve geliştirme olanağı vermiştir. Teknolojiye bağlı bu ikilemler göz önüne alındığında, mevcut üretim ve tüketim biçimleri eleştirilmeden sorunun kaynağını doğrudan teknolojik gelişmelere yüklemek, yanlış sonuçlara yol açabilir.115

Enerji kaynaklarının korunması gelecek açısından önemlidir. Bugünkü hızıyla, bilinen fosil yakıt ve uranyum rezervlerini iki yüzyıl içinde tüketilecektir. Bu durum kapasite kullanım hızı ile rezerv miktarı oranlandığında kolayca görünmektedir.

Planlama yapılarak ve teknoloji kullanımının yardımıyla rahatımızdan önemli özverilerde bulunmaksızın korunabilme etkinliği artırabilecek bu kaynakların, savurganca kullanılması, gelecek kuşakları gereksinimlerini karşılayacakları bir yaşam biçimine ulaşma konusunda adil bir fırsattan yoksun kılabilir.116

114 Hikmet Hüseyin Çatal, Sırrı Öner, “Ahşap Çelik ve Kalıp Sistemlerinin Zaman ve Ekonomi Açısından İrdelenmesi”, 1. Yapı İşletmesi Kongresi, İzmir, 1996, s.194.

115 Ata Sezgin, “Sürdürülebilir Bir Barbarlığa Doğru mu? Özgürlükçü Bir Topluma Doğru mu?” Özgür Üniversite Forumu, C.19, S 7, 2002, s.38.

116 Joseph R. Des Jardins, a.g.k., s.175-176.

Teknoloji, ekonomi ve sosyal özlemler, refah söylemleriyle dolu olarak yanlış yönlendirilmektedir. Sosyal ilerleme vizyonu bizi artan malzeme isteğine götürmekte olup bu durum temel olarak savunulabilir değildir. Bugün iyi bir yaşam için geleceğin refahını sistematik olarak erozyona uğratıyoruz. İnsanlık paylaşılan ve sürdürülen refahı kaybetme tehlikesi içindedir.117

Herhangi bir üretim faaliyetinde kullanılacak teknolojiyi belirlerken, bilimsel parametreler yanında ekolojik ve etik parametrelerinde teknolojiye eklenmesi gerekir.

Teknoloji salt üretim odaklı ele alınmamalıdır.

Küresel ısınmanın ve buzulların erimesinin bir kanıtı olarak ortaya çıkması beklenen denizlerin ve okyanusların yıllar içerisinde milimetrik bazda yükseldiğinin güvenli bir biçimde ileri teknoloji kullanılarak ölçülmesi, çevreci tezlerin ve kuramların yalın biçimde ortaya konulmasına ve güçlenmesine yol açacaktır. Teknolojiye bağımlı olarak iletişimin güçlenmesi ve çevre kirliliği konusunda yapılan etkin ve hassas ölçümler gezegenle ilgili kaygı duyan ve bu yönde mücadele eden sivil toplum kuruluşlarının elini güçlendirecektir. Ayrıca ileri teknoloji sayesinde çevre konusunda ulusal ve uluslararası etkin veri toplama ve veri akışı uluslararası iş birliğini güçlendirecek, doğru stratejiler belirlenmesini sağlayacaktır. Bu bağlamda teknoloji oraya çıkardığı güvenilir verilerle gezegendeki tehlikeli gidişi ortaya koymakta, ekolojik kaygılara destek olmaktadır.

İnsan yaptığı etkinliklerde doğal güçleri ve olası riskleri her zaman dikkate almak durumundadır. Bu doğaya alabildiğine meydan okuma güdüsünün kontrolü yanında korunmasında da yardımcı olur. Teknoloji ile insan yaratıcılığı insanın karşısına ona güven verici olduğu kadar aynı zamanda rahatsız edici bir unsur olarak çıkmaktadır. Diğer yandan insanın para ve iktidara yönelmesi onun doğaya karşı

117 Tim Jackson, Prosperity Without Growth, Economics for a Finite Planet, Earthscan, 2009, s.2.

saygısını azaltmakta ve dünyanın yok olmasına neden olabilecek teknolojik gelişmelere daha çok güvenmesine yol açmaktadır”118

Teknolojideki gelişmelerin çevreye ilişkin sorunları çözmede yeterli olduğu kanısının yarattığı güven, çevre kirliliğine karşı duyarsız kalınmasına neden olabilir.

Aslında bugüne kadar gerçekleşen teknolojik gelişmelerle ve üretim artışıyla teknoloji kendisine olan güveni boşa çıkarmamıştır. Kirlenmenin doğanın kendisini yenileme kapasitesini aştığı noktadan geriye dönmede teknolojinin nasıl bir yararı olacaktır. Özellikle endüstri toplumlarında bugünkü kullanım şekliyle bilim ve teknoloji, doğanın sömürülmesi mekanizmalarını genişletilme dışında bir gelişme yaratmadığı görüşü savunulmaktadır.119

Sürdürülebilir refahın önündeki bir umut teknolojik verimliliği artırmaktır.

Konut teknolojileri açısından bakıldığında son yıllarda ortaya çıkan ısı yalıtımı ve bunun ısı verimliliğinde sağladığı olanakların yeni yatırım alanları yaratması şirketlerin de dikkatinden kaçmamış, böylece bu alandaki yapılan yeni yatırımların çevresel kaygılar etrafında şekillendirilebilmesi söz konusu olmuştur.

Enerji tasarruflu bir lambanın normal bir lambadan çok daha pahalı olması, üretici firmalara kârlılık getirirken tüketiciler üzerine de normalin üzerinde bir maliyet getirmektedir. Katı atık, yeşil enerji, toplu taşıma alanında da teknoloji firmalarından çevresel sorunlara katkı yaptıkları gibi bir beklentiyle çevre sorunlarına eğileceklerini beklemek iyimser bir yaklaşım olur. Bu konuda takınılacak en önemli tavır, bu şirketlerin çevreyle ilgili enerji verimliliği, katı atık bertarafı gibi benzer uygulamalarda yaptıkları işlerin çevreye yeni yükler getirmemesi (üretilen ürünlerin tekrar kullanılabilir, geri dönüştürülebilir olması) konusunun gözetilmesidir.

118 Wolfgang Fischer, “Natur und Zivilisation”, Ein lebensgefahrlicher Konflikt und Möglichkeiten des Überlebens (2001), (aktaran) Selim Kılıç, “Yeni Toplumsal ve Ekonomik Arayışlar Sürecinde Sürdürülebilir Kalkınma”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C.8, S.2, 2006, s.92.

119 Aykut Çoban, “Çevreciliğin İdeolojik Unsurlarının Eklemlenmesi”, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Vol.57, No.3, 2002, s.18.

Yenilenebilir enerji veya fosil yakıtlara alternatif enerji üretme konusunda teknolojik gelişmeler umut vericidir. Türkiye’de her bakanlık kendi alanına girdiği konularda yapılan çalışmalara duyarsız kalmamaktadır. Enerji Bakanlığı, Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, Ulaştırma Bakanlığı toplu taşıma ve demiryollarının etkinleştirilmesi ve özendirilmesi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ise konutlarda enerji verimliliği yönünde yeni, teknolojileri de gözeterek çalışmalar yapmaya devam etmektedir.

Enerjiyi verimli kılan veya çevre koruyucu teknolojilerin hiçbiri “0” emisyon yaratmamakta, yapılan her teknolojik üretimin çevrede bir izi kalmaktadır. Gelinen süreçte teknolojiye aşırı güven nedeniyle bu kullanımların tüketim psikolojisini perdelemesi, aşırı üretim ve tüketimde umursamaz bir tutum içine sürüklemesi, göz önüne alındığında sorunun çözümünü tamamen teknolojik gelişmelere terk etmenin iyimser bir yaklaşım olduğu, bunun da çevre açısından olumsuz sonuçlara yol açacağı söylenebilir.

1992’deki Rio Deklarasyonunun 9. İlkesinde; “Devletlerin, teknolojinin gelişmesini, transferini, adaptasyonunu ve yayılmasını yeni ve yenilik getirici teknolojileri de içerecek şekilde arttırarak ve bilimsel ve teknolojik bilgi değişimi yoluyla bilimsel anlayışı geliştirerek değişken kapasite inşasını güçlendirmek için iş birliği yapmalıdırlar” denilerek ülkeler arasında teknolojik iş birliğinin önemsendiği vurgulanmaktadır.

Son yıllarda teknoloji kullanımının konut ve çevre üzerinde sağladığı en olumlu yenilik bina izolasyonlarında sağlanan başarıdır. Mantolama olarak adlandırılan ve binayı temelden çatıya kadar çepeçevre saran ısı yalıtımlı bir malzemenin bina dış yüzeyine uygulanması sonucunda enerji kullanımda %50’ye varan bir tasarruf elde edilmiştir. Binanın dış cephe izolasyonu nedeniyle yazın da ferah olması sağlanmış, az klima kullanımı sonucu önemli oranda elektrik enerjisi tasarrufu elde edilmiştir. Bu

durumun ülke bazında uygulandığı ve bütün bina ve konutların yönetmelikle 2017 yılına kadar ısıl yalıtımlarının yapılması zorunlu kılındığı düşünüldüğünde ortaya çıkacak enerji tasarrufu sürdürülebilirlik adına önemli bir adım olarak nitelenebilir.

Binalarda Enerji Performansı Yönetmenliğinde120, binaların mimarî detaylarına ilişkin uygulamaların enerji verimliliğinin artırılması bakımından ne suretle değerlendirileceği;

binaların dış kabuğunun ve mekanik tesisatın yalıtılmasının nasıl yapılacağı; buralarda enerji verimliliğini artırıcı cihazların kullanılması, elektrik ve aydınlatma sistemlerinin verimli kullanılması, düzenlenmiştir. Bu Yönetmelikle, söz konusu sistemlerin uygulanmasından sonra, mevcut ve yeni yapılacak olan binaların yıllık olarak tüketeceği enerji miktarına göre sınıflandırmasını temin etmek üzere, “Enerji Kimlik Belgesi”

düzenlemesi zorunluluğu getirilmiştir. Belirtilen Yönetmelik’teki uygulamaların yapılması sonucunda binada büyük oranda enerji tasarrufu sağlanacağı, konutta enerji kullanımının genel olarak fosil yakıtlara dayalı olduğu düşünüldüğünde de az enerji kullanımı sonucunda, sera gazları salınımının da önemli ölçüde azalacağı hesaplanmaktadır.

Teknolojideki hızlı değişim bina kalitesini, yapım hızını ve malzemesini doğrudan etkilemekte, artan konut talebini karşılamakta kolaylık sağlamaktadır. Yapımı yıllarca sürebilecek konut projeleri kalıp teknolojisindeki gelişmeler, kule vinç kullanımı, yaklaşık 50 kata kadar beton pompalayabilen beton pompaları sayesinde kısa sürede bitirilmektedir. Kimya endüstrisindeki gelişmeler ve katkı malzemelerinin kullanımı kışın ve çok soğuk şartlarda da beton dökülmesini ve projenin devam etmesini elverişli kılmaktadır. Beton ve çimento endüstrisindeki gelişmeler olağanüstü malzeme talebine yanıt verecek niteliğe ulaşmıştır. Ancak teknolojideki bu gelişmeler sürdürülebilir konut projelerine yeterince yansımamakta, konutta kullanılan yapı malzemelerinin yarattığı çevre kirliliğini önleyememektedir. Konut teknolojisini,

120 05.12.2008 tarihli ve 27075 Sayılı RG

çevresel stratejilerle ve sürdürülebilirliği sağlayan ilkelerle bütünleştirmeden, teknolojik yenilikleri çevresel açıdan sorgulamadan konut yapımında kullanmak; sorunları büyütmekten ve yeni sorun alanları yaratmadan öteye geçmeyecektir.

İKİNCİ BÖLÜM

SÜRDÜRÜLEBİLİR KONUT ÜRETİM SÜRECİNDE ULUSLARARASI BOYUT

Sürdürülebilir kalkınma kavramının Brundtland yazanağıyla birden ortaya çıkmadığı, kavramın çevre ile ilgili yapılan uluslararası toplantılarda içerik olarak belirli bir süreçte gündeme geldiği, sürdürülebilir kalkınma kavramında vurgulanan kaynakların kullanımında gelecek kaygısı taşınması ve çevre ile ilgili kaygıların ekonomik kararlarda yer alması ile ilgili ilkelerin, bildirimlerde yer aldığı, kavramla ilgili öğelerin 70’li yıllardan itibaren küresel ölçekte devam eden gelişmelerde yerine oturmaya başladığı görülebilir.

1970’li yıllardan itibaren başlayan yıllar kuzey güney farkı gözetmeksizin bütün ülkelerin ortak bir sorunla yüzleşmesine neden oldu. Bu ortak sorun çevrenin kirlenmesi, kaynakların hızla tükenmesi ve ekolojik dengelerin bozulmasıydı.121 Çevrenin bozulması ve sorun olarak ortaya çıkması hükümetleri, uluslararası örgütleri sorunu çözmede yeni ortak arayışlara sürüklemiştir.122 Sürdürülebilirlik kavramı Brundtland yazanağında ilk kullanımından sonra uluslararası ölçekte çevreyle ilgili yapılan birçok toplantıya ismini vermiş ve etkisini göstermiş, her konuda çevreyle ilgili bir pencere açılmasına neden olmuştur. Çevreyle ilgili uluslararası yapılan büyük katılımlı zirvelerde kavramın benimsenmiş olduğu, kavramın doğrudan adının verildiği küresel ölçekli toplantılar yapıldığı, çevreyle ilgili yapılan eleştiri ve çözüm önerilerinin tartışıldığı toplantıların büyük bölümünün kavram üzerinden yürütüldüğü görülmektedir.

121Ruşen Keleş, İnsan Çevre Toplum, a.g.k., s.9.

122 A.k., s.9

Çevre, uluslararası yapıda bir ögedir. Günümüzde çevre yerel, bölgesel ve ülkesel olmaktan çıkmış, küresel bir nitelik kazanmıştır. Çevre sorunlarının sınır tanımaz bir niteliğe bürünmesi, bu konuda ortak bir çaba harcamak üzere ulusların bir araya gelmesini zorunlu kılmıştır. Sanayi devrimi öncesi bölgesel olan çevresel zararlar, gelişen ekonomi ve devasa endüstri bölgeleri yüzünden tüm dünyayı ilgilendirir hale gelmiştir. İnsan faaliyetlerine bağlı dizginlenemez emisyon artışı, ozon tabakasında meydana gelen tahribat, birçok bilim topluluğu tarafından ortaya konulan sera gazı emisyon artışının neden olduğu küresel ısınma ve iklim değişikliği, çevresel sorunları uluslararası bir niteliğe büründürmüştür.

Çevreyle ilgili devletler arasında alınacak önlemler ve iş birliğinin önemli bir bölümü uluslararası örgütler tarafından yerine getirilmektedir.123 Çevreyle ilgili küresel aktörlerden BM, AB, OECD ve Dünya Bankası, bünyelerinde oluşturdukları birimlerle çevre sorunları ile ilgilenmekte, öte yandan STK’lar, küresel ölçekli sivil örgütlenmeler ve yerel yapılanmalar devletler arası işbirliği ve eşgüdüm sağlamada, önemli rol oynamaktadır.124

Konutlar yapımından insanlara barınak olarak hizmet ürettiği süreç içerisinde çevreyle etkileşim içindedir. Konut yapıldıktan sonra da içinde barındırdığı insanların faaliyetleri nedeniyle (konutta enerji kullanımı, konutun onarımı için kullanılan malzeme) canlı bir organizma gibi doğa ile ilişki halindedir. Konut yapımında doğal kaynakların kullanılmaması günümüz yapım koşulları içinde mümkün görünmemektedir. Ancak kaynakların etkin kullanımı olanaklıdır. Kaynakların kullanımı ile yapı malzemelerinin imalatı sırasında ve konut yapıldıktan sonra ısınma ve soğutma esnasında meydana gelen sera gazı emisyonları ekolojik dengeleri doğrudan

123 Uğur Yıldırım, Şerif Öner, “Sürdürülebilir Kalkınma Yaklaşımının Türkiye’ye Yansımaları: GAP’ta Sürdürülebilir Kalkınma ve Yerel Gündem 21”, Çağdaş Yerel Yönetimler, C.4, S.12, 2003, s.8.

124 A.k., s.8.

ilgilendirir. Bu durumda çevreyle uyumlu çevreye duyarlı konutları aramak, kaynak tüketimini bilinçli olarak yönetmek, sürdürülebilir kalkınmanın amaçları içindedir.

Bu bağlamda emisyonların azaltılması veya doğal kaynakların sınırlı ve akılcı kullanılmasının sağlanması gereği geri dönüşümü sağlayan ilke ve kararların sürdürülebilir kalkınma ile ilintili uluslararası toplantılarda izlenmesi, sürdürülebilir konut politikalarının yapı taşlarını izlemekle aynı anlama gelmektedir.

Yetmişlerden bu yana uzun bir süre geçmesine karşın, çevrenin korunması hem ulusal hem de uluslararası alanda güncelliğini korumayı sürdürmektedir. Bunun nedeni devletlerin ekonomi ve üretim adına yaptıkları etkinliklerin küresel olarak adlandırılan daha büyük ölçekli yaşamsal sorunları ortaya çıkarmasıdır.125 Bu sorunlar ülkeler arasında güçlü küresel iş birliklerine ve ortaklaşa gerçekleştirilen büyük organizasyonlara neden olmuş, çevreyi koruma adına birçok anlaşma ve ortaklığın önemini kabullenen küresel iş birliğine yol açmıştır.126

Konut ekseninde tartışacağımız sürdürülebilirlik kavramının uluslararası niteliğe bürünmesinin tarihsel geçmişi, sürecin konutla yakın bağını da ortaya koymaktadır.

Sürdürülebilirlik kavramının ilk olarak nerede kullanıldığını saptamak zor olmakla birlikte; 1713 yılında Saksonya’da sürdürülebilir ormancılıktan bahsedilmektedir. Yeni ağaçların yetişebilmesi için ormanda belirlenen ağaçların belli bir süre sonunda kesilmesi sürdürülebilirlik olarak ifade edilmiştir. Ormancılıkta ortaya çıkan bu düşünce, 18 yy. sonunda Almanya’da ki bütün ormanlara da uygulanabilmesi için yasal hale getirilmiştir. Sürdürülebilirlik kavramı en yüksek faydayı sağlama düşüncesi ile birlikte 20. Yüzyılın başlarında balıkçılığın korunmasında da kullanılmaya başlanılmıştır.127

125 Sevim Budak, a.g.k., s. 386.

126 A.k., s. 386.

127 Selim Kılıç, “Yeni Toplumsal ve Ekonomik Arayışlar Sürecinde Sürdürülebilir Kalkınma”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C.8, S.2, 2006, s.85.

Kavramın ilk kullanıldığı alanların ormancılık ve balıkçılık olduğu düşünüldüğünde; doğal kaynaklar açısından geri dönüşümün olduğu, ekolojik devamlılığın sağlandığı alanlarda kullanıldığı, bu bağlamda kavramın öteden beri çevre ile ilintili olduğu ortaya çıkmaktadır. Burada tez konusu olan konut ele alındığında konutun taşıyıcı sisteminde ve diğer gereksinimlerinde kullanılan geri dönüştürülebilir veya yenilenebilir malzemelerden biri olan ahşap malzemenin de; ormancılık bağlamında izini bulmaktayız. Ahşap ve buna bağlı ürünler, taşıyıcı sistemle birlikte konutların en çok gereksinim duyduğu organik malzemedir. Tamamen beton veya çelik yapılan bir konutta bile hiç ahşap kullanılmaması (çatı, beton kalıbı, mobilya, mutfak, kapı, pencere vb.) düşünülemez.

Sürdürülebilir kelimesinin orman kaynakları yönetimi disiplininde kullanılagelen bir ilkedir. Kullanılan kaynakları sürekli olarak niteliklerini ve işlevlerini hiç kaybetmeyecek şekilde yönetmek olarak anlamlandırılan kavram daha sonra, ormancılıktan esinlenme biçiminde bütün sektörlere yaygınlaştırılmıştır.128

Çevreyle ilgili gelişen uluslararası süreç içerisinde tamamen sivil bir insiyatif hareketi olan Roma Kulübünün desteği ile Meadows ve arkadaşları tarafından hazırlanan ve artan nüfusun etkileri, kirlilik ve doğal kaynakların tüketimini konu alıp çevresel açıdan karamsar bir tablo çizen Büyümenin Limitleri (The Limits to Growth)129 isimli çalışma (1972) çevresel açıdan bir dönüm noktası olmuştur. İlk defa sürdürülebilirlik hedefleri orman yönetimi gibi izole edilmiş bir durumdan çıkarak küresel bir uygulama sürecine geçmiş, çalışmanın önerdiği “Sıfır Büyüme”

düşüncesiyle kaynak sorununun gelecek kuşaklar için ne kadar önemli olduğuna dikkat çekilmek istenmiştir. Raporda çevre ile ilgili abartılı varsayımlar bulunmakla birlikte kamuoyunun dikkatini çevreye çekme bakımından çevre tarihinin çok önemli kilometre

128 Ekolojik ve İktisadi Açıdan Dünya’nın Fiziki Tükenişi Çevre Ekonomisi ve Sürdürülebilir Kalkınma [Panel] İktisat Dergisi, C.6/7, S 390/391, 1999, s.175.

129 Bkz. Donella H. Meadows, v.d., The Limits To Growth, A Report for The Club of Rome's Project On The Predicament of Mankind, A Potomac Associates Book, 1972

taşlarından birisi olmuştur. Çalışmanın yarattığı küresel etkiyle raporun hazırlatıcısı konumundaki Roma Kulübünce dünyanın en önemli liderleriyle görüşme fırsatı yakalanmıştır. Yine bazı Roma Kulübü üyelerinin girişimiyle günümüzde halen her yıl Davos’ta toplanan ve ekonomik konuların ağırlıkla tartışıldığı Dünya Ekonomik Formu oluşturulmuş, kurucu üyelerin görüşlerinin ön plana aldığı çevre konuları bu toplantılarda öncelikli olmaktan çıkmış, forum; piyasa ekonomisinin sorunlarının ve çözüm önerilerinin dile getirildiği bir toplantı ve tartışma formatına dönüşmüştür.

Dünyada büyük yankı uyandıran Büyümenin Limitleri isimli bu çalışma 30 milyon adet satmış, 30 dile çevrilmiş ve şimdiye kadar en çok satılan çevre kitabı olmuştur.130

Büyümenin limitleri adlı çalışmada konutla ilgili doğrudan bir çalışma bulunmamakla birlikte konutu ilgilendiren enerji, kaynak kullanımı, nüfus artışı ekseninde genel görünüm ve çözüm önerileri belirtilmektedir. Buradaki temel yaklaşım ise insanlığın büyüme eksenli düşünceden kontrollü küresel dengeli sisteme dönüşümü düşüncesidir. Küresel ölçekte, gelecekle ilgili durumları ve öngörüleri belirlemeye yönelik bir çalışma olması niteliğiyle de sürdürülebilir kalkınmanın temel kavramlarıyla örtüşmektedir.

Gelinen süreçte kavram çevre ile ilgili yapılan uluslararası veya ulusal düzeyde yapılan tüm toplantıların adeta ana gündem maddesi olmuş, ekolojinin, ekonomi ve diğer konulardaki etkilerini belirleyen ve üzerine en çok vurgu yapılan kavram haline geldiği gibi her 10 yılda bir yapılan küresel ölçekli toplantıların (Rio, Rio + 10, Rio + 20) tanımlanmasında ve ana ekseninde yer almıştır. Yapılan bu çalışmalarda; insanların temel gereksinmelerinden biri olan yerleşim ve barınmanın fiziksel, ekonomik ve sosyal karşılığı olan konutun ele alınması da kaçınılmaz olmuştur.

130 Leslie Paul Thiele, a.g.k., s.19.

2.1. Stockholm Konferansı (United Nations Conference on the Human