• Sonuç bulunamadı

1.2. Konut

1.2.2. Konutu Etkileyen Boyutlar

1.2.2.1. Sosyal Boyut

Nüfus artışı ve bu nüfusun hareketliliği, ülkelerin coğrafi ve ekonomik kapasitelerine göre farklı ölçülerde katlanabildikleri veya katlanmakta güçlük çektikleri istatistiksel büyüklüklerdir. Bir miktar artış ve hareketliliğin, toplam üretim kapasitesi üzerinde olumlu etkileri varken, belirli eşik aşıldığında olumlu etkiler yerini hızla

50 A.k., s.147.

olumsuzluklara bırakır. Nüfus artışının ve hareketliliğin makul ölçüleri aşması, sosyal harcamaları, sosyal altyapı gereksinimlerini artırır; konut, güvenlik, sağlık ve eğitim gibi sosyal taleplerin karşılanmasını zora sokar.

Beklenenin üzerinde ortaya çıkan nüfus hareketliliği ve nüfusun aşırı biçimde kente yığılması, birçok sosyal ve ekonomik sorunu da beraberinde getirir. Artan nüfusun barınma gereksiniminin karşılanmasında temel unsurun konut olduğu dikkate alındığında konutla nüfus artışı arasındaki ilişkiyi sürdürülebilir kalkınma ekseninde ele almak gerekir. Hızlı nüfus artışına ve kentlere doğru yoğunlaşan göç hareketlerine yeterli konut üretimi ile yanıt verilememesi; teknik yeterlilikten uzak derme çatma konutlardan oluşan, fiziksel planlamanın geriden geldiği, altyapısı yetersiz, estetikten ve kimlikten yoksun çarpık kentler yaratmaktadır.51 Gelişmiş ülkelerde nüfusun dengeli artması, kırsaldan kente göçün sosyal etki yaratacak bir olgu olmaktan çıkması, teknik donanımın yeterliliği, önceden mevcut konut stokunun özenle korunması, sağlıklı nüfus politikaları ile konut arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Türkiye’de 1950’li yıllardan itibaren kentlerde özellikle de İstanbul’da başlayan plansız endüstriyel hareketlenme, ucuz iş gücü gereksinimini ortaya çıkarmış, artan emek talebi kırsaldan kente olan yoğun göçle karşılanmıştır.52 Bu plansız ve hızlı göç hareketi, sürdürülebilir konut üretimi önündeki en büyük engeli oluşturmuştur.

Endüstriyel devrimle birlikte, kente yapılan yoğun göçün barınma gereksinimini, konutun yapılacağı yerdeki bölgesel ve doğal kaynakların sağladığı koşullarla karşılamak olanaksızdı. Türkiye’de kente olan yoğun göç nedeniyle ortaya çıkan konut açığına devletin ve yerel yönetimlerin başta yeterli parasal kaynak olmaması nedeniyle duyarsız kalması, yeni gelişen ve başlangıçta güçlü bir mali alt yapısı olmayan sermayenin de konut sorununun çözümünü olduğu gibi emekçi kesime bırakmasının

51 Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Kentleşme Şûrası 2009, Komisyon Raporları, Cilt I, Ankara, 4 -7 Mayıs 2009, s.456.

52 A.k., s.311.

kendi işine gelmesi konutun kontrolsüz kalmasına neden olmuştur. Kırsaldan kente göçen yeni kentlilerin konut talebinin karşılanması yönünde ortaya koyduğu çözüm olan gecekondu; kentlerde ileriki yıllarda artan rant değerlerle sorunu daha da karmaşık hale getirmiş, konut sorunsalının başlangıcını oluşturmuştur.53

Nüfus artışı kadar, nüfusu oluşturan bireylerin tüketim biçimi ve kalıpları konut açısından önemlidir. Artan nüfusun nasıl yaşadığı, çevresel etkilerinin ne olduğu, nasıl bir konutta yaşama istekleri, konutu bir istek mi yoksa gereksinim mi olarak algıladıkları, sürdürülebilirlik açısından önemlidir. Gelişmiş ülkelerde tüketim kalıpları istekler üzerine kurgulanmıştır. Yoksul ülkelerde de artan nüfusun giderek sanayileşmiş ülkelerdeki insanların yaşadığı biçimde bir yaşam tarzını benimsiyor olması ve onlara öykünmeleri sorun alanını genişletmektedir.

Gelişmiş ülkelerde kentleşmenin demografik temellerini araştırmaya çalışanlar, nüfus artışının, köyler ve kentler arasındaki doğurganlık oranının makul düzeyde olduğu varsayımından hareketle kentleşmeye etkisinin olmadığı sonucuna ulaşırlar. Oysa gelişmekte olan ülkelerde 2. Dünya Savaşı sonrası sanılanın aksine kentlerdeki doğurganlık oranının köylerden az olmaması, tersine ölüm oranlarının da köylere oranla düşük bulunması kentlerdeki nüfus artışının kırsal kesimden daha fazla olduğunu, bunun da artan göçle birlikte kentleşmeyi olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir.54 Doğal kaynakların kişi başına düşen tüketim biçimi ve miktarı toplumlar arasında farklılık göstermektedir. Gelişmiş kuzey ülkelerindeki tüketim miktarı ve oranı, gelişmekte olan ülkelere göre enerjiden kaynak kullanımına kadar kıyaslanamayacak düzeydedir. Bu durumda nüfusun niceliğinden çok tüketimindeki nitelik ve üretimin toplumsal boyutunun irdelenmesi gündeme gelmiştir.

53 Ruşen Keleş, 100 Soruda Türkiye’de Kentleşme, Konut ve Gecekondu, a.g.k., s.376.

54 A.k., s.40.

Nüfusun tüketim alışkanlıklarından kaynaklanan yaşam ve tüketim şekli ekolojik açıdan önemlidir. Aşağıdaki çizelgede görüldüğü üzere 2014 yılı itibarıyla 17 ülke arasında ABD kişi başına 4.43 ton ile Çin’de kişi başına düşen emisyon miktarından yaklaşık 2,1 kat fazla, Hindistan’dan ise yaklaşık 9,42 kat fazla karbondioksit üretmektedir. Bu değerler aynı zamanda gelişmişlik düzeyine göre ülkelerin emisyon etkisinin çok daha fazla olduğunu göstermektedir.

Çizelge 2- 2014 yılı Fosil Yakıt, Çimento Üretimi ve Gaz Yanması Sonucu Karbondioksit Emisyonu Sıralamasında İlk 17 Ülke55

Ülke Toplam CO2 National Laboratory; Gregg Marland, Research Institute for Environment, Energy and Economics, Appalachian State University, https://cdiac.ess-dive.lbl.gov/trends/emis/tre_coun.html (E.T.:29.10.2019)

Cumhuriyeti

10 Kanada 146494 4.12 1,99

11 Brezilya 144.480 0.70

1,97 12 Güney

Afrika

133.562 2.47

1,82

13 Meksika 130.971 1.04 1,78

14 Endonezya 126.582 0.50 1,72

15 Birleşik Krallık

114.486 1.82

1,56

16 Avustralya 114.486 4.17 1,56

17 Türkiye 94.350 1.22 1,28

Toplam 7.348.892 100

Yerküre yoğun bir nüfus artışını sürdürülebilirlikte ilişkisi olan diğer unsurlar yönünden destekleyemeyeceği gibi konut ve barınma yönünden de sürekli bir biçimde destekleyemez. Hızlı nüfus artışı gelişmekte olan ülkeleri yoksullaştırırken, yoksullar arasında nüfus artışı da gelir düzeyi yüksek kişilere göre daha fazladır. Hızlı nüfus artışı ile yoksulluk birbirini destekler nitelikte bir sarmal gibidir. Yoksulluğun fazla nüfus artışına yol açtığı, nüfus artış hızının ise gelir dağılımındaki dengesizliği körüklediği görülmektedir. Gelecek kuşaklar için kaygı duyulan, yaşamlarını anlamlı kılacak doğal ve kültürel kaynakları koruma konusunda da insanlığın bir sorumluluğu vardır. Nüfus politikalarının gözden geçirilmesi ve kaynakların anlamsız nüfus artışlarına harcanmaması sorumluluğu da bugünkü uygarlığa aittir. 56

56 Joseph R. Des Jardins, a.g.k., s.182.

Uzun erimde sürekli ve dengeli gelişme; durağan bir nüfus büyüklüğünü amaçlayan nüfus politikalarını ve ekonomik etkinliklerin toplumsal koşullarını sorgulamayı gerektirmektedir. Kısa erimde ise sürekli ve dengeli gelişme endüstri toplumlarındaki tüketim kalıplarını sorgulamayı ve bu kalıplardan uzaklaşmayı, etkin kaynak kullanımını, üretimin ekolojik koşullarını oluşturmayı gerekli kılmaktadır.57

Bugüne dek iklim değişikliğinin en büyük nedeninin gelişmiş batı ülkeleri olduğu açıkça bilinmektedir. 1950-2000 arasında ABD 212 gigaton karbondioksit emisyonu yaratırken, kalabalık Hindistan bu rakamın yüzde 10’undan daha az emisyon salımı yapmıştır. Dolayısıyla, gezegendeki en zengin insanların, çevresel alandan kendi paylarına düşenden daha fazlasını aldıkları bir gerçektir. Fakat bu yaşam biçimi, dünyanın geri kalanı tarafından da daha fazla istenen ve özenilen bir tarz haline gelmektedir.58

Serbest piyasa ekonomisinin gelişmiş–az gelişmiş, demokratik– anti demokratik ülke ayrımı yapmadan ulusları ve toplulukları tüketim yapmaya zorladığı, ihtiyaçlarına göre değil isteklerine göre bir toplum modeli oluşturmaya çalıştığı bilinmekte olup bu sürece kontrolsüz nüfus artışı da eklendiğinde çevresel bozulma kaçınılmaz hale gelmektedir.

Çevresel bozulmanın fonksiyonlarından olan nüfus büyüklüğünde; mal ve hizmetler için kişi başına düşen talep, bu ürün ve hizmetlere sağlanan mal ve servislerin yarattığı kaynak üretim ve tüketimi de nicel olarak önemlidir. Çevresel politikalar;

çevresel duyarlılığı harekete geçiren veya engelleyen, teşvik eden veya caydıran düzenlemelerle oluşmaktadır. Yoksulların yaşam kalitesini ekolojik duyarlılık içinde yükselteceğine ilişkin hangi politika ve teknolojilerin öncelik kazandığı halen belli olmayıp bu husus en öncelikli sorun alanıdır. Kuzeyin müsrif tüketimini göz ardı ederek

57 A.k., s.184.

58 Tim Jackson, “The Challenge of Sustainable Lifestyle, 2008 State Of The World, Worldwatch Institute, 2008, s.47.

az gelişmiş ülkelerdeki nüfus artışının çevre üzerindeki yıkımından söz etmek konuyu yanlış adreslemekten öteye geçmez.59

Günümüzde çevresel bozulmaya nüfus artışının etkisi; her insanın yer kürede yaşamsal etkinlikleri nedeniyle meydana gelen karbon ayak izi hesaplamalarıyla ortaya konulmuştur. Bilimsel metotlarla yapılan çalışmalarla bulunan karbon ayak izi değerinin toplam nüfusla çarpılması sonucunda ortaya çıkan ve çevre açısından negatif unsur taşıyan bu değer nüfus artışıyla ve artış hızıyla doğru orantılıdır. Ancak gelişmiş ülkelerdeki karbon ayak izinin çok daha yüksek değerler taşıması günümüzde nüfus fazlalığından ziyade nüfusun nasıl yaşadığı ve tükettiği, tüketimin niteliği sorularını da gündeme getirmektedir. Çevre açısından bundan daha endişe verici durum ise Batının sınırsız tüketim ve üretim anlayışına ve ekonomi yapısına gelişmekte olan ülkelerinde zorlanması, gelişmekte olan ülke yurttaşlarının batı tipi bir yaşam biçimine özendirilmesidir. Bu durum barınma ihtiyacına bakış açısında da ortaya çıkmaktadır.

Daha lüks konutların Türkiye’de ve dünyada artan biçimde talep görmesi, yoksulların barınma ihtiyacı için gerekli olan kaynakları tüketmektedir. Zengin nüfusun lüks konut talebinin boyutlarının ekolojik sınırların içine çekilmesi yönünde düzenlemeler yapılması, halkın bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bu eğilimin çevre üzerinde baskı yapması kaçınılmazdır.

Sürdürülebilir kalkınmanın en önemli ilkesinin bugünkü ve gelecekteki kuşakların temel gereksinimlerin karşılanması olduğuna göre yaşamsal öneme sahip gereksinimleri karşılamakla ilgili olan yoksulluk olgusunun toplumsal, sosyal ve fiziksel bir çerçevede incelenmesi gerekir. Yoksulluğun yarattığı sonuçların çevre ve konuta olan etkileri son 40- 50 yıllık süreçteki gelişimi de gözetilerek birçok yönden ele alınmış, Türkiye’de konut boyutunda ortaya çıkan sonuçlar tartışılmıştır.

59 Stephen Viederman, “Sustainable Development: What is it and How Do We Get There?”, Current History, 92:573, 1993, s.184.

Yoksullukla konut arasındaki ilişkiyi ortaya koymak için yoksulluk kavramı üzerinde durmak gerekir. Yoksulluğun herkesçe kabul gören bir tanımı yoktur. Ancak yoksulluğun serbest ekonomik sistemden kaynaklı gelir dağılımındaki dengesizliklerin ve sınıfsal farklılaşmaların bir sonucu olduğu kanısı yaygındır. Türkçe Bilim Terimleri Sözcüğünde Yoksulluk; “Bireyin geçimini sağlayabilmek için gerekli olan kaynaklardan yoksun olması; gereksinimlerini en az düzeyde bile karşılamaya yeterli geliri olmaması, olağan yaşam düzeyinin altında yaşaması durumu” olarak tanımlanmıştır. 2009 yılında Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca gerçekleştirilen Kentleşme Şûrası’nın çalışma raporlarında ise mutlak yoksullukla göreli yoksulluğu birbirinde ayırmakta, mutlak yoksulluğu; “hane halkı ya da bireylerin yaşamını sürdürebilecek asgari refah düzeyini yakalayamaması” olarak tanımlarken, göreli yoksulluğu, “bireylerin toplumun ortalama refah düzeyinin belli bir oranının altında olması” olarak belirtmektedir. Bu çalışmada yapılan bir gözlemde kentleşmesi büyük ölçüde kırsal alanlardan kentlere olan göçlerle gerçekleşen ülkelerde, kentsel yoksul ve gecekondu kavramlarının geniş ölçüde özdeşleşmekte olmasıdır.60

Yoksulluk tüm ülkelerde farklı nitelik ve boyutlarıyla ortaya çıkan bir sorundur.

Yoksulluk Türkiye’de de önemli sorun kaynaklarından birisidir. Çevre sorunlarıyla mücadelede izlenecek yol, yoksullukla mücadelede izlenecek yolla paralel gelişecektir.61

Gelişmekte olan ülkelerin yoksulluğu, insanları yaşadıkları çevreyi göremeyecek hale getirmektedir. Günlük yaşamı sürdürebilme savaşı ile çevre kaygıları arasındaki

60 Bkz. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Kentleşme Şûrası 2009, Komisyon Raporları, Cilt II, Ankara, 4 - 7 Mayıs 2009, s.324-325, Ruşen Keleş, 100 Soruda Türkiye’de Kentleşme, Konut ve Gecekondu, a.g.k., s.138-139.

61 Elvan Gevrek, Kübra Dilek Azman, “Yoksulluk, Çevre ve Sürdürülebilirlik Etkileşimi.”, Civilacademy, 5(3), 2007, s.51.

seçmelerde, çoğunlukla açlıkla savaşım öncelik almakta, iyi bir çevrenin yoksullara sağlayacağı olanaklar ister istemez göz ardı edilmektedir.62

Yoksul insanların çevreye verdikleri zarar bilinçsizlikten değil, çaresizlikten ve yaşamak içindir. Yoksul ve aç insanlar hayatta kalabilmek için gelecek yılın mısır tohumunu yemekte, ince ve zayıf toprağı aşırı kullanmakta, kırılgan otlakları aşırı tüketmekte ve kaybolmakta olan orman stoklarını yakacak için kesmektedirler. Bunlar kısa dönem için bireyin gereksinimleri açısından rasyonel görünmektedir. Ancak uzun erim açısından bakıldığında etkileri korkutucu olmaktadır. Ormansızlaşma, çölleşme ve toprak erozyonu sonucu artan oranda açlık ve yoksulluk; çevresel bozulmanın kendi döngüsü içinde gerçekleştiği korkutucu sonuçlarıdır. Yoksulluk temel çevresel bozulmaların neden ve sonuçlarından birisidir.63

Çevrenin yoksullar üzerindeki etkileri kaçınılmaz ve korkutucudur. Bunlardan en önemlisi sağlık problemleridir. Yoksullar temiz olmayan ve enfeksiyon ve parazit hastalıklar taşıyan suları kullanmak zorunda kalmaları örneğinde olduğu gibi kirlilik karşısında en savunmasız gruptur.

Özellikle kadınlar ve çocuklar ucuza temin edilen biyolojik yakıtların ev içinde yakılması sonucu oluşan dumandan etkilenirler. Örnek olarak Gambia, Hindistan, Kenya ve Nepal’de kırsal kesimde mutfakta oluşan dumandaki partikül miktarının Dünya Sağlık Örgütünde belirlenen oranların 4 ila 5 katı oranında olduğu belirlenmiştir.64

Çevresel bozulmalar yoksulların kişi başına düşen geliri üzerinde de baskı oluşturmaktadır. Rutin ev işlerinden olan konuta yakıt sağlama doğal kaynaklardaki azalma nedeniyle yoksullar için daha fazla zaman kaybına yol açmaktadır. Öyle ki

62 Ruşen Keleş, İnsan Çevre Toplum, a.g.k., s.15.

63 Shridath S.Ramphal, “The Environment and Sustainable Development”, Royal Society for the Encouragement of Arts, Manufactures and Commerce, Journal, 135:5376, 1987, s.881.

64 Stephen Mink, Poverty and Environment, The WorldBank, (aktaran) İsmail Serageldin, “Making Development Sustainable”, Finance and Development, 30:4, 1993- December, s.8.

kırsal kesimlerdeki yaşam hayatla güreş yapma gibidir. Nepal’in dağ köylerinde yapılan bir çalışmada yoğun ormansızlaştırma nedeniyle yakıt toplanmasına ayrılan zamanın toplam işgücünün dörtte birine eşit olduğu, bu zaman kaybının da tarımsal çalışmaları olumsuz yönde etkileyerek kişi başına geliri, tüketimi ve beslenme kalitesini düşürdüğü tespit edilmiştir.65

Yoksullar geçim seviyesinin kenarında mücadele verirler, günlük yaşam mücadelesi verdiklerinden toprağın ve kaynakların korunması gibi kendilerine birkaç yılda geri dönecek uzun süreçli doğal yatırımları planlayamazlar. Bu tür kısa süreli bakış açıları doğal bir bakış açısı değil, bir zorunluluktan kaynaklanma olup; politik, kurumsal ve sosyal başarısızlıkların bir sonucudur. Yoksulların kullandığı doğal kaynaklar onları yönetmedeki araçların eksikliğiyle birlikte büyük bir riskle karşı karşıyadır. Krizlerle başa çıkmak için birikimlerin kullanılması, depolanmış malların elden çıkarılması, kredi alınması gibi seçenekleri kullanamayan yoksul kesimlerin elinde kalan tek seçenek konut yapımı da olmak üzere görece ucuz ya da bedelsiz sağlanabilen her türlü doğal kaynağın plansızca tüketilmesi olacaktır.66

Zenginliğin konut ekseninde en önemli belirtisi gereksinimlerden çok istemleri karşılar nitelikte gösterişli ve lüks konutlar ise; yoksulluğun en belirgin belirtisi alt yapıdan yoksun, yoksulların yaşamak zorunda kaldığı derme çatma yapılar ve şehirlerin çeperlerinde oluşan gecekondulardır. Gelişmekte olan ülkelerin neredeyse tamamında görülen bu sorunun temelinde yoksulluk nedeniyle yeterli konuta gereken finansın sağlanamaması, bu sorunu çözme işlevinin temel gereksinimlerini sağlamaya odaklanan yoksulların üzerine bırakılmasıdır. Sorunun gecekondu olarak çözülmesi ucuz iş koluna ihtiyaç duyan sermaye kesiminin ve bu alana ödenek ayırmayarak maliyeti düşürmeye

65 A.k., s.8.

66 A.k., s.8.

çalışan, böylelikle endüstriyel gücü desteklemeye daha fazla odaklanan merkezi yönetimlerinde süreç içerisinde işine gelmiştir.

Gecekonduda yaşayanların birçoğunun kırsal kesimden gelen ve mesleği olmayan kitlelerden oluştuğu kabul görmektedir. Yapılan çalışmalar, burada barınanların, kırsal kökenli, kıt kanaat geçinen, yoksul kişiler olduklarını ortaya koymuştur.67

Yoksulluk birçok büyük şehrin ve zengin metropollerin hemen yanında yayılan gecekondulara neden olmaktadır. Gecekondu alanları artan nüfusun ve kırsaldan kente yoğun göç akımının etkisiyle artan barınma talebini karşılamak üzere sürekli artmıştır.

Gecekondulaşmanın getirdiği, eşitsiz artan bir gelişim deseni ve kötü çevresel alanların artması ve sosyal bozulma, yönetimler tarafından bir süre sonra görmezden gelinemez noktaya taşınmıştır.

Kalkınma; önceden olmadığı kadar yaşamsal anlamda daha fazla insanı destekleme olanağı sağlamıştır. Fakat bu herkese aynı desteği verdiği anlamına gelmemektedir. Kalkınma; geleceğimizi destekleyen ve yaşamın temeli olan dünyamızdaki yaşam çeşitliliğinde aşınmaya yol açmaya devam etmekte, gelir dağılımı arasındaki uçurum yoksulluk olgusunu desteklemektedir.68 Yoksulluğun temelinde yer alan gelir dağılımındaki eşitsizlik, sermaye kesiminin daha fazla kâr yapma istemiyle talep ettiği ucuz iş gücü, kitleleri birçok gereksinimden yoksun bıraktığı gibi, temel insan haklarından olan yeterli konut ve barınma koşullarını da etkilemektedir. Bunun sonucunda gecekondulaşma teknik bir sorun olmanın ötesinde içinde barındırdığı sosyal ve ekonomik olgularla sürdürülebilir kalkınmanın önünde bir sorun yumağı olarak durmaktadır.

67 Ruşen Keleş, Kentleşme Politikası, İmge Kitabevi, Ankara, 2017, s.528.

68 Martin Holdgate, "The Prince Philip Lecture: How can development be sustainable?”, RSA Journal, 143:5464, 1995, s.17.

Gecekondu kentsel ve fiziksel bir olgu olarak görülmekle birlikte temelinde sosyolojik ve ekonomik temeller taşıyan bir yapıdır. Gecekondular; yoksul kesimlerin barınma gereksinimini çözmeye yönelik çevrelerinde buldukları yapı malzemeleriyle meydana getirdikleri, yapımı esnasında sadece ihtiyaç duyulan malzemelerin azami ölçüde kullanıldığı, önünde az da olsa bir yeşil alan bulunan mekânlardır. Bunların yapımı esnasında yapı estetiğinden veya ustalıktan bahsetmek olanaklı değildir. Bu kavramlarla birlikte yapım sermayesinin yoksunluğu, tecrübe ve bilinç eksikliği bir araya geldiğinde gecekondu barınma mekânı olarak günlük sakinlerinin rahat barınma koşullarını gerçekleştirmesine de sınırlı olanak taşır.

Gecekondularda belirginleşen bir mimari ve yapım stilinden de söz edilemez.

Genel olarak kırsaldan kente göçen ve alt gelir grubuna dahil kişiler tarafından gerçekleştirilen gecekondu yapımında teknik ve mimari açıdan bir destek alınması finansal maliyet ortaya çıkardığından bunun karşılanması olanaklı değildir. Merkezi idarenin ve yerel yönetimlerin de başta finansal ve teknik koşullar olmak üzere birçok nedenle konut yapımına destek vermemesi, yeterli arsa üretmemesi gecekondu sorununu büyütmüştür. Gecekondular; bir zorunluluğun, bir umutsuzluğun, kimi zamanda bir umudun yerleşme düzenine yansımış biçimi haline gelmiştir.69

Gecekondu sorunu; benzer ekonomik ve sosyolojik özellikler taşıyan Pakistan, Venezuela, Filipinler, Jamaika gibi az gelişmiş veya gelişmiş ülkelerde de vardır.

Buralarda da kentlere göçen kitleler, kamuya ait arsalara ya da özel kişilere ait arsalara, buldukları geleneksel yapı gereçlerinden, en ucuz iş gücünü temin edecek biçimde yakınlarından ve tanıdıklarından yararlanarak, yardımlaşma ile çok sayıda gecekondu yapmışlardır. Bu olguyu inceleyen kimi gözlemciler, gecekondu yapanların devlete ait

69 Osman Şimşek, “Sosyo Kültürel Açıdan Gecekondu ve Konut Kooperatifleri”, Yerel Gündem, Cilt:2, Sayı:12, 2000, s.39.

bir yük olan arsa ve teknik yardım yükünden kurtararak devletin yükünü hafiflettiği, bunun da devletlerin veya yerel yönetimlerin işine geldiği görüşünü ileri sürmüşlerdir.70 Kooperatifler örgütlenme yapıları itibariyle sivil toplum kuruluşları veya hükümet dışı yapılanmalara (non-governmental organizations) benzerlik gösterirler.

Sürdürülebilir kalkınma kavramının önemli boyutlarından olan örgütlü toplumun güçlendirilmesi, demokratik süreçlere katılımı düşüncesinin konuta yansıdığı alanlardan biri yapı kooperatifçiliğidir. Rio Zirvesinin Gündem 21 başlıklı eylem planının 3.

Bölümü STK’ların güçlendirilmesi amacıyla alınan bir dizi karar ve eylemi içermektedir.

Kooperatiflerin kâr amacı gütmemesi, onları diğer ticari ortaklıklardan ayrılan en temel özelliktir. Anaparadaki payı ne olursa olsun kooperatifçilikte her üyenin denetim ve yönetimde eşit oy ve söz hakkı bulunması, demokratik katılımı ve eşitliği temsil etmektedir.71

Kooperatifçilik, belli gruplar arasında ekonomik bir dayanışma olarak endüstri devrimiyle birlikte başlamış, bu dönemde yaşanan sosyal gelişmeler, ekonomik problemler kooperatifçiliğin gelişmesine neden olmuştur.72 Uluslararası boyutta gelişen kooperatifçiliğin Türkiye’ye yansımalarından en önemlisi konut kooperatifçiliğidir.

Sürdürülebilir kalkınmanın önemsediği katılımcı politikaları destekler nitelikteki konut kooperatifçiliği ile ilgili gelişmeler çalışmamızın ilerleyen bölümünde ele alınacaktır.