• Sonuç bulunamadı

Tasavvufun Tanımı (Mâhiyeti)

Tasavvuf kelimesinin kökeni kadar, anlamında da farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Tarihi süreç içerisinde tasavvufu tanımlayan sûfîlerin yaptıkları bu

447 Abdulkâdir Îsâ, Hakâik ani’t-Tasavvuf, Mektebetü’l-İrfân, 5. baskı, Haleb 1993, s. 17; Abdulkadir İsa, Tasavvuftan hakikatler, çev. Hasan Arslan, Alagöz Matbaası, Ankara ts., s. 27.

448 İbn Lîyun Ebû Osman Sa’d (Saîd) b. Ahmed et-Tücîbî el-Endelûsî, âlim ve şair bir zattır. Birçok eseri vardır. el-İnâletü’l-İlmiyye adlı eseri, Ebû’l-Hasan Ali b. Abdullah eş-Şüşterî’nin sûfîlerin menkıbeleri ve tasavvufa dair er-Risâletü’l-İlmiyye fî Tariki’l-Fukarâi’l-Mütecerridîn mine’s- Sûfiyye adlı eserinin muhtasarıdır. Bkz. Süleyman Tülücü, DİA, İstanbul 1999, c. XX, s. 159-160. 449 Serrâc, el-Lüma‘, s. 42.

450 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, ss. 139-140. 451 İbn Acîbe, Tefsîru’l-Fâtiha, s. 45-46.

tarifler, tasavvuf ve sûfî terimlerinin lafzî tarifleri olmayıp kendi yaşantılarına göre ulaştıkları hâl ve makamlara uygun olan tanımlardır. Bu tarifler Zerruk’un (ö. 899/1234) tespitine göre iki bine ulaşmaktadır.452

İbn Acîbe, İkâzu’l-Himem fî Şerhi’l-Hikem adlı eserinin mukaddimesine tasavvuf büyüklerinin tasavvuf ve sûfî hakkında yaptıkları bazı tarifleri aktararak başlar. Tanımlardan bazıları şunlardır:

Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 297/909): “Tasavvuf, Hakk’ın seni nefsânî sıfatlarından öldürüp kendisi ile ihya etmesidir.”453 Yine Cüneyd’in başka bir tarifinde; “Tasavvuf, hiçbir şeye alaka duymaksızın Allah’la beraber olmandır.”454 der.

İbn Acîbe daha sonra tasavvufun diğer tanımlarını aktarır. Ancak bunların kime ait olduğunu belirtmez.455 Ebû Muhammed Cerîrî (ö. 311/923), Tasavvufu “Bütün yüksek ve güzel huylar ile süslenmek, her türlü kötü ve düşük ahlâktan uzaklaşmak”456 şeklinde tarif eder. Cüneyd’e ait bir diğer tarif de, “Tasavvuf, topluluk hâlinde zikretme, sema‘ ile elde edilen vecd ve ittibâ ederek amel etmektir”457 şeklindedir.458 Semnûn el-Muhib’e (ö. 297/909) tasavvufun ne olduğu sorulunca şöyle demiştir: “Tasavvuf, ne senin bir şeye sahip olman, ne de bir şeyin sana sahip olmasıdır.”459

Müellifimiz, İkâzu’l-Himem isimli eserinde sadece tasavvufun tanımına yer vermez. Ayrıca sûfînin tanımına da yine tasavuf büyüklerinin sözlerini naklederek başlar. Cüneyd-i Bağdâdî’nin “Sûfî, yer gibidir; ona her türlü kötü şeyler atılır, ondan ancak güzel şeyler ortaya çıkar” şeklindeki tarifini aktarır.460 Ebû Bekr eş-Şiblî (ö.

452 İbn Acîbe, Tefsîru’l-Fâtiha, s. 46. 453 Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, s. 585. 454 Kuşeyrî, a.g.e., s. 586.

455İbn Acîbe,Îkâzu’l-Himem, s. 12. İbn Acîb’nin kime ait olduğunu belirtmediği bu isimler tarafımızdan klasik kaynaklardan tesbit edilerek aktarıldı.

456 Sühreverdî, Avârifu’l-Maârif, s. 90; çev. Dilâver Selvi, Gerçek Tasavvuf, Semerkand Yay., İstanbul 1995, ss. 73-80.

457 Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, s. 587. 458 İbn Acîbe, Îkâzu’l-Himem, s. 12.

459 Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, s. 586.

334/945) ise sûfîyi, “Halktan kesilmiş sürekli Hakk’a bağlanmış kimse”461 olarak tanımlar.462 Abdülkadir Geylânî de sûfî ile mutasavvıfı mukayese eder. Ona göre, mutasavvıf mübtedî; sûfî ise müntehidir. Başka bir ifade ile mutasavvıf, vuslat yolunun başlangıcında; sûfî de vasıl olmuş kimsedir.463

İbn Acîbe, tasavvuf ve sûfî tariflerinin, Zerruk’un ifâdesiyle “Tasavvuf, had, resm ve tesfir yönleriyle iki bin civarına yaklaştığını ve bunların hepsinin ortak noktasının sıdku’t-teveccüh [samimiyet] ile Allah’a yönelmek olduğunu belirtir. Diğer tanımların ise bu aslın farklı yönleri”464 olduğunu vurgular.465 Buna göre sûfîlerin tasavvuf hakkında söyledikleri bütün sözleri, “sıdku’t-teveccüh”466 denilen esasın detaylarını beyan eder. Dolayısıyla tasavvufun tarifi konusundaki farklılığın sebebi sûfînin ilim, amel, hâl ve zevk olarak yaşadıkları ve “sıdku’t-teveccüh”ten ne anladığıyla bağlantılı olduğu söylenebilir.

Ayrıca sûfîmiz, tasavvuf tariflerini, -avâm, havâs ve havâssu’l-havâs şeklinde söyleyenin makamına göre- üç gruba ayırır. İlk makama uygun olarak tasavvufu “Razı olduğu yönden ve razı olduğu şeylerle Allah’a sıdku’t-teveccüh [samimiyet] ile yönelmek”; ikinci aşama için “Topluluk hâlinde zikretme, sema‘ ile elde edilen vecd ve ittibâ ederek amel etmek”; üçüncüsü ve son makam için ise “Hakk’ın seni senden öldürüp kendisi ile ihya etmesidir” şeklinde tanımlar.467

İbn Acîbe’nin bu tanımları manevi seyrin önemli aşamalarını belirtir. Buna göre baştakiler/avâm için samimiyetle Allah’a yönelme; ortadakiler/havâs için zikir halkalarında toplanarak vecd hâlini elde etme ve şerîat ilkelerine tam ittibâ etme; vasıl olanlar/havâssu’l-havâs için ise kendi varlığından fâni olarak Allah’la bekâ bulma uygun olmaktadır.

461 Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, s. 588. 462 İbn Acîbe, Îkâzu’l-Himem, s. 13.

463 Abdulkadir Geylâni, Risaleler, haz. Dilaver Gürer, İnsan Yay., İstanbul 2007, s. 209. 464 Ahmed Zerrûk, Kavâidu’t-Tasavvuf, s. 22.

465 İbn Acîbe, Îkâzu’l-Himem, s. 13.

466 İbn Acîbe’nin bu ifâdede referans kaynağı Şeyh Ahmed Zerruk’tur. Zerruk’un Kavâidü’t-Tasavvuf adlı eserinden uzunca pasajları hiçbir değişiklik yapmadan aktarır. Bkz. Ahmed Zerrûk, Kavâidu’t- Tasavvuf, s. 22.

Diğer yandan İbn Acîbe, tasavvufu bir ilim olarak İslâmî ilimlerin zirve noktası, zübdesi ve özü olarak kabul eder.468 Ona göre, “Padişahlar padişahı olan Allah’a giden yol, tasavvuf ilmi ile bilinir. Zira tasavvuf, benliğini rezaletten temiz tutup çeşitli faziletlerle süslemek; Hakk’ın şuhûduyla mahlûkattan kopmak (fenâ) ve sonra varlıklara geri dönmektir.” Ayrıca müellif “tasavvufun, başını ilim, ortasını amel, sonunu da Allah’ın birçok nimetlerini karşılıksız hibe etmesi” olarak görmektedir.469

İbn Acîbe’nin görüşüne göre tasavvuf ilminin aslı, iç âlemi (kalbi) bütün kötü ve düşük huylardan temizleyip onu her türlü güzel ahlâk ile süslemektir. Dolayısıyla kalp, kötü ahlâk ve sıfatlardan temizlenip faziletli ahlâkla süslenince, üzerinde nurlar parlar ve ilâhî sırlar gözükür. Böylece irfan ilmine ait hakikatler ve rabbânî sırlar ortaya çıkar. Neticede kişi müşâhedeye dayalı bir mârifeti elde eder ve ihsan makamına ulaşır. Bu durum tasavvuf ilminin özü ve semeresidir.470

Müellife göre, Kelâm ilmi iman makamının, Fıkıh, islâm makamının, Tasavvuf da şuhûd ve apaçık görme makamı olan ihsan makamının açıklamasıdır. O, “Cibril Hadisi”nin471 bu makamların tamamının açıklamasını içerdiğini belirtir.472 Bu durumda müşâhedeye dayalı bilgi olan mârifetin sebebi olması bakımından tasavvufun Allah’a yaklaşılan en üstün ilim olduğu ortaya çıkmış olur.

Diğer yandan, tasavvuf ilminin konuşmayla değil, ancak yaşayarak gönülde tadılan manevî zevkler yoluyla oluştuğunu belirten İbn Acîbe, bunun da sadece manevî zevk sahibi kimselerden alınabileceğini vurgular.473 Bir başka ifâde ile bu ilim, nefisle mücâhede ederek, bu yoldaki zorluklara katlanarak ve peşinden müşâhedeye ulaşarak elde edilir. Nitekim Cüneyd-i Bağdâdî’nin “Biz tasavvufu kil-u kâl ile, tartışma ve çekişmeyle elde etmedik; biz onu açlık çekerek, geceleri uykusuz

468 İbn Acîbe, Tefsîru’l-Fâtiha s. 45. 469 İbn Acîbe, Mi’râcu’t-Teşevvuf, s. 7. 470 İbn Acîbe, el-Fehrese, ss. 44-45.

471 Hadis için bakınız: Buhârî, “İman”, 37; Müslim, “İman” 1; Ebû Davud, “Sünnet”, 16; Tirmizî, “İman”, 4.

472 Bkz İbn Acîbe, Mi’râcu’t-Teşevvuf, ss. 5-6. 473 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, s. 86.

kalıp ibadetle geçirerek ve çokça salih amel yaparak elde ettik” sözü bu gerçeği ifâde etmektedir.474