• Sonuç bulunamadı

Tasavuvufta ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn gibi yakînin, yani açık ve kesin bilgilerin bile çeşitli mertebeleri ve dereceleri vardır. Bunlardan birini, nihâî bir mertebe ve derece olarak görmek onun ilerisinde ve üstündeki manevi ve ilâhî hakikatleri görmeye mâni olan bir perde kabul edilir. Perde denilen hicabın zulmanî (karanlık) olanları bulunduğu gibi nurânî (aydınlık) olanları da vardır.657

İbn Acîbe, insanın manevî gelişimini engelleyen birtakım vehimlerden ve perdelerden bahseder. Ona göre, kalpleri örtüp saran ve ruhları aslına ulaşmaktan perdeleyen bu engeller yüzünden kalp ve ruh, bezlerle sarılıp örtülmüş ve üzerine mühür vurulmuş bir muska gibi kapalı kalmıştır. Öyle ki, üzerine sarılan bu örtüler açılmadan ve mühür kaldırılmadan içindeki şeyler ortaya çıkmaz.658 İnsanın manevî yükselişini engelleyen şeyler, nefsin ilk yaratılışında hamuruna konan ve tabiatına yerleşen şehvetler ve alışkanlıklar misal olarak verilebilir.659

Yine müellif, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî adlı risâlesinde Şüşterî’nin, “aklın insanı engellediğini ve mahkûm ettiğini”, ifâde ettiği beyitte geçen evhamdan maksadın, aklın kâinatın varlığını, onun tesirinin ve etkisinin olduğunu ayrıca kâinatın kendi başına varlığını sürdürdüğünü, zannetmesi olarak yorumlar. Bunun sebebini de insanın zulmetle kalıp öncesinde ve sonrasında Hakk’ı müşâhede edemediğinden dolayı olduğunu ifâde etmektedir.660 İbn Acîbe, Hakk’ın rızka kefil olmasına rağmen rızkın gecikmesinden korkma, onun için çok çalışma ve stok yapmanın insanda tevekkül nurlarının kaybolmasına sebep olduğunu vurgular. Dolayısıyla bu gibi örnekler, insanı hakikati müşâhede etmekten engelleyen karanlıklar ve vehimlerdir, der.661

657 Süleyman Uludağ, Tasavvuf ve Tenkit, Dergah Yay., İstanbul, 2014 s.197. 658 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, ss.161-162.

659 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, s. 162. 660 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 72. 661 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 72.

Ayrıca İbn Acîbe, bunun dışında nurların bizzat kendilerinin de hakikatlere/mârifetlere engel olmaya ve örtmeye sebep olduğunu vurgular ve bu nurları akıl nuru ve ruhlar, sırlar nuru olarak ikiye ayırır.662

Müellifimize göre akıl nuruyla perdelenme şu şekilde olmaktadır. Meseleleri tahkik etme, araştırma ve yazma, zâhirî ilimleri tahsil ederek sadece bunlara dayanma, aklî nurlarla olan perdelenmelerin bir türüdür. Bu durum zâhir âlimlerin perdesi ve hicabıdır. Ulema bununla kemâlata ulaştıklarını zannetmektedirler, oysa söz konusu âlimler sûfîlere kıyasla başlangıcın da başlangıcındadırlar.663 İbn Acîbe’ye göre, Hakk’ı tanıma konusunda, delil getirme, aklî ve naklî delilleri tahkik etme ve bunlarla yetinip kalmaları, ulema için en kötü perdedir.664

Diğer bir perdelenme çeşidi de hissî ve aklî nur sebebiyle değil de, ruh ve sır nurları sebebiyle olmasıdır. Ya da sır ve ruhun tecrübeleri neticesinde ortaya çıkan nurlar sebebiyledir. Burada İbn Acîbe, bu nurlara takılıp kalma tehlikesinden sâliki uyarmaktadır. O, söz konusu nurların “taatın hâlavetinin nurları, münacatın lezzetini tatmak, kerâmetin zuhuru ve makamlardan lezzetlenme” gibi sâliki yolundan alıkoyan şeyler olduğunu belirtir.665

Müellife göre bu tür nurlarla perdelenme, âbid, zâhid ve salihlerde görülen bir durumdur. Söz konusu kimseler, bu nurlarda takılıp kalır ve ona itimat ederler. Böylece bulundukları makamların üstündeki makamları göremezler ve bulundukları makamlarla vasıl olduklarını zannederler. Oysa burada daha vasıl olma durumu yoktur. İçinde bulundukları makamlarda kaldıkça onlar için keşf de yoktur. Dolayısıyla bu kimseler, Allah’tan hicap olma bakımından insanların en şiddetlisidir. Onları bu perdelenme durumundan ancak yetkin bir şeyhin beraberliği veya kuvvetli bir nur çıkartır.666 Mârifete engel olma bakımından diğer ilimler, hâller ve varidatlar

662 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 73. 663 İbn Acîbe, Îkâzu’l-Himem, s. 266.

664 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, ss. 73-74. 665 İbn Acîbe, Îkâzu’l-Himem, s. 265.

da buna kıyas edilmelidir. Şu hâlde “Kim bu nurlara takılıp kalırsa, basîreti Hakk’ın zâtını şuhûda geçemez. O kimse aslî nuru görmekten perdelenir.”667

İbn Meşiş, varidat ve hâllere takılıp kalmanın (vukufun) ve onlara itimat etmenin tehlikesi üzerinde durmuş ve öğrencisi Şeyh Ebû’l-Hasan eş-Şâzilî’ye, himmeti düşüren, ucba ve kibre çağıran, kemalat iddiasında bulunmaya sevk eden durumları haber vermiştir. İbn Meşiş, rızâ ve teslim makamının durumuyla ilgili: “Allah’tan, o ikisinin (Rızâ ve teslim makamının) sevgisinin/tatlılığının beni meşgul etmesinden korkuyorum” der. Nitekim bu hakikati İskenderî, bir hikmetinde, “Nurlarını yayan ve sırlarını teslim eden vâridlerin bâki kalmasını isteme. Çünkü Allah her şeye karşı sana yeter. Fakat hiçbir şey seni O’ndan müstağni kılamaz” şeklinde vurgulamıştır.668 Dolayısıyla söz konusu nurların, vasıl olanlar haricinde kul veya mübtedî mürid için perde olmaları mümkündür.669

Buna göre söz konusu bu perdeler yolun başındakiler/mübtediler için yahut vasıl olan müntehiler için mârifete engeldir. Şayet perdelenme/hicap devam ederse temizlik de devam etmelidir. Dolayısıyla mârifetin gerçekleşmesi için sâliklerin murâkabeye devam etme zaruriyeti ortaya çıkar. Nitekim İbn Acîbe, murâkabenin her hayrın aslı olduğunu murâkabenin artması ölçüsünde müşâhedenin gerçekleşeceğini belirtir. Ona göre havâs ehli, kalpleri, zihne düşen fikirler (havatır) ve gaflet hâlleri karşısında başıboş bırakmaktan; havâssu’l- havâs ehli ise sırrı, Allah’tan başkasına itimat etmekten korumalıdır.670 Ayrıca İbn Acîbe, müşâhedenin devamlılığı için mücâhedenin gerekliliğini vurgular.671 Böylece nefsin perdelerinden ister zulmanî ve isterse de nuranî olsun, temizlenmesi mümkün olur.

Öte yandan İbn Acîbe, mârifete perde olan dört engelden bahseder. Bunlar, beden, nefis şeytan ve insanlardır. Bunlar kendilerine bağlanıp kalan kimseler için bir engel ve perdedir. Onlara takılmayan kimse için, bu engeller, mârifeti elde etmede yardımcı ve Hakk’a ulaşmada merdiven görevi yapmaktadır. Söz konusu bu engeller ârifleri Allah’a sevk eder, ilâhî huzura yöneltir, onlarla mücâhedeleri sayesinde velî

667 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 74. 668 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 75. 669 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 75. 670 İbn Acîbe, Mirâcu’t-Teşevvuf, s. 16. 671 İbn Acîbe, Mirâcu’t-Teşevvuf, ss. 24-25.

olurlar ve manevî seyirleri gerçekleşir. Çünkü nefisler olmasaydı, Hakk’a gidenlerin seyri gerçekleşmezdi.672

İbn Acîbe, ilâhî varlığın mârifeti konusunda aklın sınırlı olduğunu düşünür. Ona göre, akıl Hakk’ı mârifetten ancak şunu anlar: “Her sanat, onu yapan birine muhtaçtır. Bu kâinat da bir yaratıcıya muhtaçtır. O yaratıcı yüce Allah’tır.”673 Bu bağlamda, akıl, yaratılan varlıklara bakarak elde ettiği bilgiyle onları yaratan Zât’ın tek, ezelî, ebedî, kudret ve hayat sahibi ve diğer bilinen sıfatlara sahip olduğu sonucuna varır. Şöyle ki zâhirî eserler üzerinden delil getirme yoluyla başka bir ifâde ile aklî mantıkla daima sebebi müsebbibe bağlar. İbn Acîbe, bu istidlal neviyle alakalı akla fazla değer vermez. Zikrettiğimiz delil getirme konusunda, aklın maddi alanı aşamamasından, bir başka deyişle aklın kâinatın his perdesini yarıp geçemediği için mükevvini/Hakk’ı müşâhede etmesi ve mânâların sırlarını idrak etmesi mümkün değildir. Çünkü Hakk’ı müşâhedesi ruh ve sırrın idrakiyle mümkün olmaktadır.674 Şu hâlde aklî bilgi hatadan güvende, vehim ve kuruntulardan selamette değildir. İrfanî bilgi, hakikati itibariyle aklın idrakinin çok ötesindedir.