• Sonuç bulunamadı

Araştırmamız, sûfî büyüklerinden İbn Acîbe hakkında olduğundan, onun yaşadığı h. XIII. yüzyıldaki dinî ve tasavvufî hayata göz gezdirmemiz önem arzeder. Bu dönem tarikatların yeşerdiği ve yayıldığı bir dönem olmasıyla dikkat çeker. Özellikle Fas’ın kuzeybatısında Şâzilî tasavvufunun en yaygın olduğu yerdi. Zira Ebû’l-Hasan eş-Şâzilî’nin (ö. 656/1258) şeyhi Abdüsselam b. Meşîş (ö. 625/1227) bu topraklarda medfundu.

İbn Acîbe’den önceki iki asırda Tıtvân halkı tasavvufa pek meyilli değildi. Bu bölgeler sınır boyları olduğu için yöre sakinleri cihatla meşgul olarak bilinirdi. Düşmanı bekleyen ve sınırları gözeten mücahitler için ribatlar inşa edilmişti. Dolayısıyla insanlar daha çok cihatla uğraştıkları için tasavvuf Tıtvân sakinlerine ulaşamamıştı. Tasavvufun ve tarikatlerin Tıtvân sakinlerine ulaşması özellikle zâviye ve ribatların tesisiyle olmuştur. Hicri XI. yüzyılın başlarında Ebû’l-Mehâsin Yusuf el-Fâsî (ö. 1013/1604) zaviyesi tamamlandı.48 Yapılan bu zaviyelerin dini, siyasi, ahlâki, sosyokültürel ve hatta iktisadi etkiler icra ettiği bilinen bir gerçektir. Çünkü o dönemde “zaviye” demek mektep, mescit, yetimhane, dâru’laceze, yardımlaşma, şefkat merkezi demekti. Herkesin dini, siyasi ve toplumsal müracaat noktası zaviyeydi.49 Nâsırîyye zâviyesi, Şâzilîyye Tarikatı’nın bir şubesi olarak tasavvuf tarihinde ortaya çıktı. Tıtvân’da da bir şubesi bulunmaktaydı. Ancak hem Fasîyye zaviyesi hem de Nâsıriyye zâviyesi bir takım siyasî, içtimaî ve kültürel sebeplerden dolayı varlığını sürdüremedi.50

Hz. Hasan’ın soyundan gelen şeriflere saygı konusu, tarikat ve zâviyelerin çoğalmasına paralel olarak Alevîler döneminde derin boyutlar kazanmıştır. Halkın büyük saygı gösterdiği şeriflere devlet de vergi muafiyetleri ve bazı imtiyazlar tanımaktaydı. Bu yıllarda ayrıca ulemâ ve evliyâ türbelerine saygı da büyük ölçüde artmıştı. İçlerinde bazı selefî meşrepliler görülmekle beraber, sultanlar halkın da

48 Azzûzî, eş-Şeyh Ahmed b. Acîbe c. I, s. 74.

49 Şehbenderzâde Ahmed Hilmi Filibeli, Senusiler ve Sultan Abdülhamid, haz. İsmail Cömert, Ses Yay., İstanbul,1992, s. 20.

teveccühünü göz önüne alarak genelde bu türbelerin inşâ ve onarımına katkıda bulunurdu.51

Bu dönemdeki tarikatları, yönetimle ilişkileri bakımından mutedil tarafsızlar ve siyâsî bir tavır sahibi olanlar şeklinde iki gruba ayırmak mümkündür. İlk grup, genelde devlete karşı başkaldırmayanlardır. Ancak bunlardan bazılarının sömürgecilere karşı tavır almış oldukları görülür. İkinci grup ise devlete karşı, şartların veya temel ilkelerin çerçevelediği bir muhalefet içerisindeydi. İlk gruba giren Nâsıriyye, Fas’ta en yaygın ve en zengin mülke sahip olan tarikatlardan biriydi. Şeyh Ahmed et-Ticânî tarafından kurulan ve Halvetîliğin bir kolu olan Ticâniyye tarikatı ise mutedil bir yol tutmakla beraber sömürgeciliğe karşı mücadeleci tavrıyla tanındı. Fâsiyye tarikatı da devletle iyi ilişkiler içinde faaliyetlerini sürdürdü. İkinci grup tarikatlar ise siyâsî alanda etkin rol aldılar. Bunlardan bazıları, yönetimin yanında sömürgecilere karşı da mücadeleye girişirken bazıları sömürgecilerle anlaşma yoluna giderek faaliyetlerini sürdürmüştür. Temâyül ve tesirleri farklı olmakla birlikte dönemin iç siyâsî olaylarına etki eden başta İbn Acîbe’nin de intisab ettiği Derkâviyye tarikatı olmak üzere diğer önemli tarikatlar ise Reysûniyye, Vezzâniyye, Şerkâviyye, Kettâniyye ve Fâdıliyye’dir. Bu tarikatların bazen yönetimle araları iyi gitmiş, bazen de kendilerinden veya yönetimden kaynaklı sebeplerle araları bozulmuştur.52 Meselâ yönetim, ülkede önemli, sosyal, siyasî ve dinî etkinliği olan tarikatlardan Ticâniyye ve Nâsıriyye tarikatlarıyla uyum içinde olmasına karşın, Derkâviyye ile başlangıçta çok iyi olan irtibatını, tarikatın hızla gelişerek Fas sarayında yaygınlık kazanmasıyla tavır değiştirmiştir.53

Mevlây Muhammed, zâviyeleri denetim altına alıp İbn Acîbe’nin de şeyhi olan Mevlây el-Arabî ed-Derkâvî gibi tarikat önderlerini etkisiz hâle getirmeye çalıştı.54 Ancak gerek Mevlây Muhammed ve gerekse de Mevlây Süleyman’ın, sûfîlerin etkisini azaltmaya yönelik bu tavır ve uygulamaları, pek başarılı olamadı. Muhammed b. Abdullah’ın, fıkha ve sünnetin sınıflandırılmasına yönelik ilmî alâkası ile Süleyman’ın, sûfî cemaatlere yönelik saldırıları, yalnızca bazı merasimlerin

51 Harekât, “Fas (Kültür ve Medeniyet)”, DİA, c. XII, s. 197. 52 Harekât, a. y.

53 Ceran, Fas Tarihi, s. 816.

icrâsındaki sapkınlıkların bastırılmasında etkili olabildi ancak sûfî hayat tarzına kaynaklık eden zihniyet ve algıyı değiştiremedi.55

Mevlây Muhammed b. Abdullah döneminde Vehhâbîliğin Fas’ta nisbeten etkili olmaya başladığı görülür. Mevlây Süleyman’ın, bu mezhebi benimsemediği hâlde tasavvuf çevrelerindeki bazı âdet ve uygulamalara getirdiği sınırlamalarda Vehhâbîliğin izlerini görmek mümkündür.56 Ancak yine de sûfîlere yaklaşımında Mevlây Muhammed’e nispetle daha ılımlı olan Mevlây Süleyman, bu yaklaşımından dolayı tarikat erbâbının takdirini kazandı.57

Mevlây Süleyman’ın, kabilelere karşı şehir halkını, sûfîlere karşı ulemâyı desteklediği görülür. Ancak bazı tarikatlarla da arası iyidi. Meselâ ülkede önemli, sosyal, siyasî ve dinî etkinliği olan tarikatlardan Ticâniyye ve Nâsıriyye tarikatlarıyla uyum içinde idi. Vehhâbîliği benimsememesine rağmen Vehhâbîler’in etkisinde kalarak 1227/1812’den itibaren velîler için yapılan merasimlere ve türbe ziyaretlerine karşı açık bir şekilde tavır aldı.58 İbn Acîbe’nin, tasavvufî düşünce ve faaliyetlerinden dolayı hapsedilmesi, sürgüne gönderilmesi ve bir süreliğine tekkelerinin kapatılması, dönemin siyâsî otoritesinin bu tasavvuf karşıtı tavrının bir neticesi olması mümkündür.

II. Hayatı

İbn Acîbe tasavvuf tarihinin önemli şahsiyetlerinden biridir. Onun tasavvufî görüşlerinin tam olarak anlaşılabilmesi için hayatının önemli parametrelerini oluşturan yetişme tarzı, tahsili ve ders aldığı hocalarının da araştırılıp incelenmesi gerekmektedir. Bu nedenle bu bölümde öncelikle İbn Acîbe’nin hayatındaki dönüm noktalarını teşkil eden doğumu, yetişme merhaleleri ile tasavvufa intisabı, irşâd faaliyetleri ve mücadeleleri ele alınacak, daha sonra da tarikatı, şeyhleri, tarikat silsilesi ve vefatını içeren hayat sürüveni hakkında kısaca bilgi verilecektir.

55 Jamil M. Abun-Nasır, A History of the Maghrib, 2. baskı, Cambridge University Press, Cambridge, 1975, s. 234.

56 Harekât, “Fas (Kültür ve Medeniyet)”, DİA, c. XII, s. 197.

57 Magali Morsy, “Kuzey Afrika’da Tasavvufun Rolü”, çev. Kadir Özköse, Tasavvuf, Sayı 2, 1999, s. 153.

Bir tarikatın şeyhi ve aynı zamanda pek çok eser vermiş, büyük bir itibar ve etkiye sahip olan İbn Acîbe’nin hayatını tanıtmak için bizi şanslı kılan öncelikle el- Fehrese isimli oto-biyografisinin mevcut olmasıdır. Gerek el-Fehrese ve gerekse ikincil kaynaklardan yola çıkarak İbn Acîbe’nin nasıl bir kültür havzasında yetiştiğini ve ilmi portresini verilen bilgiler çerçevesinde ortaya çıkarmaya çalışacağız.