• Sonuç bulunamadı

Büyük bir mutasavvıf olmanın yanı sıra velud bir müellif olan İbn Acîbe’nin tahsil hayatı da dikkate değerdir. İlim öğrenmeye küçük yaşlarda başladı. İlk terbiye ve derslerini ailesinden alan İbn Acîbe’nin daha çocukken ibâdete düşkün olduğu gibi ilme de oldukça meraklı olduğu bilinir. Zira kendisi bu durumu el-Fehrese isimli eserinde “Allah Teâlâ, ben daha çocukken kalbime ilim sevgisini attı. O sırada, Kur'ân'dan ilk silke’yi yani altmış hizbi hatmetmeden önce, el-Kurtubiyye'yi102 okudum. Kitabın ismini dahi bilmiyordum. Ancak onun namazın hükümlerinden bahsettiğini gördüm.” şeklinde ifâde etmektedir. O, küçük yaşta, bir taraftan ilim öğrenirken diğer taraftan da koyun otlatırdı. Koyun otlatırken de Kur'ân okumakla meşgul olurdu.103

Müellifin hayatını anlattığı eserin diğer bir yerinde de ilme meraklı olduğunu bu yüzden hiçbir gününü boş geçirmediğini hatta tatil günlerinde bile okuma ve yazmayla meşgul olduğunu anlatır. Çarşıya gideceği zamanlar, ilimce ve yaşça kendinden büyük birini arar, onunla gitmeye çalışırdı ve çarşıya varana kadar onunla hep ilmî müzakerelerde bulunurdu. Aynı şekilde çarşıdan ayrılınca da yine ilim sahibi birisiyle eve dönmeye çalışırdı.104

İbn Acîbe, küçük yaşta doğduğu köy olan Hamis’te öğrenime başlar. O, küçük yaşta Kur’ân’ı ezberler. Kur’ân kırâatını başta dedesi el-Mehdî olmak üzere, Ahmed et-Tâlib, Abdurrahman el-Kattâmî es-Sanhâcî, el-Arabî ez-Zevâdî ve Muhammed Eşmel’den istifâde eder.105 Ayrıca nahivle alakalı Mukaddimetu’l-

102 Eser, Malikî fakihlerinden ve muhaddis Ebü'l-Abbas Ahmed b. Ömer b. İbrahim el-Ensârî el- Kurtûbî'ye ait olup, İslâm'ın beş şartını işlemektedir.

103 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 26. 104 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 27. 105 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 27.

Ecrûmiyye106, Elfiyye, İbn Âşir,107 Harrâz ve Hırzu’l-Emânî’yi, kırâat dersleri aldığı yıllarda okur.108

Kısa zamanda elde ettiği ilmi birikimle ve zekâsıyla temayüz eden İbn Acîbe, 18-19 yaşlarında Dâru’ş-Şâvî isimli bir köyde hocası Muhammed Eşmel’den kırâat dersleri aldığı esnada Fas’ın meşhur fâkihlerinden Muhammed es-Sûsî es-Semlâlî ile karşılaşır. Bu zat kendisindeki zekânın ve ilim aşkının farkına varıp kendisini Kasr-ı Kebir şehrindeki medresesine davet eder. Bunun üzerine Kur’ân-ı Kerim hıfzından sonra ilim öğrenmek için Kasr-ı Kebir şehrine gider. Orada tahsiline iki yıl daha devam eder.109 İbn Acîbe buradaki günlerini nasıl değerlendirdiğini şöyle anlatır:

“Kendimi ilme öyle verdim ki, nefsimi ihmal ettim ve onu unuttum. Kendisinden ders aldığım fakih bana, ‘İlim delisi’ diyordu. Gece-gündüz yedi ilim meclisine devam ediyordum. Gecenin üçte biri geçince, teheccüd namazı için kalkıyorduk. Abdest alıp büyük camiye gidiyorduk. Her birimiz bir direğin arkasına geçerek teheccüd namazını kılıyor ve fecir yaklaşana kadar orada ibadetle meşgul oluyorduk; sonra ilim okumak için medreseye dönüyorduk. Bütün vaktimiz, ilim müzakeresi yaparak, üstadımızdan ders alarak ve ibadetle geçiyordu. Bu şekilde orada iki sene kaldım, sonra humma hastalığına yakalandığım için beldeme döndüm.”110

Kasr-ı Kebir’deki ilim tahsili onu tatmin etmedi. Bilakis ilme ve hikmete olan iştiyakı, âlimlerin arasında bulunma arzusu, onu 20 yaşındayken Tıtvân’a getirdi. Oraya yerleşti ve bütün gayretiyle ilim tahsiline yöneldi. Tıtvân’nın tanınmış âlimlerinden fıkıh, tefsir, hadis, lügat, sarf, nahiv, mantık gibi birçok ilim meclisine devam etti. Muhammed Cenevî Tıtvân’a gelince onun derslerine katıldı. Hadis ve fıkıh bilgisini ilerletti. Cenevî’nin aracılığıyla tasavvufla tanıştı.111 Hocaları, büyük kabiliyeti ve kapasitesini bildikleri için ilim adına bildikleri her şeyi ona öğretmeye

106 İbn Acîbe, bu eser üzerine el-Fütûhâtü’l-Kuddûsiyye fî Şerhi’l-Mukaddimeti’l-Ecrûmiyye, adıyla bir şerh yazar. Bu esere ileride değinilecektir.

107 Michon, The Autobiography, s. 51; İbn Acîbe burada İbn Âşir’in el-Mürşidu’l-Muîn isimli ahlâka dair manzum eserini kastetmiş olmalıdır. (Bkz. Ay, Kur’ân’ın Tasavvufî Yorumu, s. 98. Dipnot 49’dan naklen)

108 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 27.

109 Ay, Kur’ân’ın Tasavvufî Yorumu, s. 98. 110 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 30.

çalıştılar. İleride hangi hocadan ders ve ilim aldığını, hocalarını tanıtırken açıklamaya çalışacağız.

İbn Acîbe’nin gayret ve çalışmaları meyvelerini vermeye başladı. O, 29 yaşına henüz ulaşmıştı ki yıldızı parlamış, ismi her tarafta duyulur olmuştu. Bunun üzerine Tıtvân mescitlerinde ve medreselerinde ders vermeye başladı. Bu durum onun ilim öğrenme arzusunu kesmemiş, aksine daha çok artırmıştı. Çünkü onun için ilmin sonu ve sınırı yoktu. Müellifimiz müderrislik yaptığı esnada Teshîlü’l-Medhal

li Tenmiyeti’l-A’mâli bi’n-Niyyeti’s-Sâliha isimli ilk eserini yazar.112 Ders vermeye

başladıktan sonrası için “Zâhir ilmi öğreniyor ve öğretiyor idim. Muallim olarak öne çıktıktan sonra bile ilim öğrenmeyi asla terk etmedim. Bizden altta olanlara öğretiyor, üstümüzde olanlardan öğreniyorduk.”113 şeklindeki ifâdeleri aktarır.

İbn Acîbe, bitmek tükenmek bilmeyen öğrenme arzusu sayesinde, 1200/1786 yılında hocalarından Muhammed el-Cenevî’nin vefatından sonra, kırk yaşında Tıtvân’dan Fas’a ilim tahsili için gider114 ve orada yaklaşık sekiz yıl kalır.115 Fas ulemasının derslerine katılır ve onlardan ilim öğrenir. Muhtelif dallardaki ilmî birikimini artırır. Mesela zamanın muhaddisi Tavûdî b. Sûde’den hadis ilmini öğrendiği gibi diğer ilimleri de zamanın meşhur âlimlerinden öğrenir. Daha sonra telif ve tedris çalışmalarını sürdürmek için tekrar Tıtvân’a döner.116

İbn Acîbe, tahsil ettiği ilimleri “Aklî ilimlerden mantık, sünni kelamı ve astronomiden (ilm-i hey’et) önemli bir miktar; dinî ilimlerden, Kur’an ilimleri, özellikle tefsir, bütün branşlarıyla fıkıh, usul-ü fıkıh, usulü’d-din, hadis, siyer, megâzî, tarih, şemail” şeklinde aktarır. Bu ilimlerden başka “dil bilimlerinden lügat, sarf, nahiv ve beyanı” da öğrenme fırsatı bulmuştur. Ancak Tasavvuf onun için esas ilimdir. Diğer ilimler ise tasavvuf için bir araçtır.117 Müellif, bütün bunların yanında zamanının kültürüne ve diğer ilimlerine de vakıftır. Bu durum eserlerine de yansımış, onun engin kültürüne ayna olmuştur.

112 Azzûzî, eş-Şeyh Ahmed b. Acîbe, c. I, s. 124. 113 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 76.

114 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 32.

115 Azzûzî, eş-Şeyh Ahmed b. Acîbe, c. I, s. 124. 116 İbn Acîbe, el-Fehrese, ss. 101.

Bunun yanında hayatının her anını ilim tahsiliyle doldurma arzu ve iştiyakını sık sık vurgulayan İbn Acîbe, bunu ibâdet ve uzletle süslemiştir. İlim halkalarında otururken dahi Allah’ı zikretmekle meşgul olduğundan çoğu zaman hocanın ne dediğinden bile haberinin olmadığını söyleyen118 müellifimiz, zâhirî ilimleri tahsil ederken de ibâdet ve hâlvete düşkün bir insandı. Başka bir ifâde ile kitaplarla meşgul olmak kendisini nafile ibâdetlerden alıkoymuyordu. Bu hâlini kendisi şöyle ifâde eder:

“Allah'a hamd olsun, bütün ilim hayatım ibadetle birlikte iç içe devam ediyordu; ilim tahsilimiz sırasında gece namazını hemen hemen hiç terk etmedik. Geceyi üçe bölüyorduk: Bir kısmında uyuyorduk, bir kısmını teheccüd namazına ayırıyorduk, diğer kısmında ise ilim mütalaa ediyorduk. Bana yalnızlık sevdirilmişti, ilim ve ibadete ayırdığım vakitte ancak yalnızlıkta huzur ve sukûn buluyordum. Allah'a hamd olsun, bütün ilim meclislerinde abdestli bulunurdum.”119

İbn Acîbe, hayatını anlattığı el-Fehrese isimli eserin diğer bir yerinde der ki: “Kuşluk namazında Kur'an'dan on beş hizip okuyordum. Gece namazında da bu kadar Kur'ân okuyordum. […] Bir zaman Hz. Peygamber'e (s.a.v.) salavât okumakla meşgul oldum, öyle ki Delâilü'l-Hayrat kitabını ezberden okuyacak hâle geldim.” Ardından şu ifâdeleri aktarır: “Allah Resûlüne (s.a.v.) salavât okumanın içinde kaybolduğumda üzerimde pek çok nur parladı; bende pek çok harika hâl zuhur etti. […] Çok defa ayda on dört kere Kur'ân'ı hatmediyordum. Zikrettiğim ibadet ve mücâhede hâliyle birlikte zâhirî ilim öğrenmeye oturdum.” İbn Acîbe, hayatının on beş veya on altı senesini bu şekilde devam ettirir.120

İbn Acîbe’nin hayatında dikkat çeken bir husus da dört yıl süren uzlet hayatıdır. Bu yıllar muhtemelen tedrise başlamadan önceki döneme denk gelen 1188- 1191/1774-1777 yıllarıdır.121 Uzleti sevmesinde İbn Atâullah el-İskenderî’nin (ö.

118 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 43. 119 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 32. 120 İbn Acîbe, el-Fehrese, ss. 43-44.

121 Hasan Azzûzî, İbn Acîbe’nin uzleti seçtiği dönemin h. 1188-1190 yılları arasında olduğunu söylemektedir. (Bkz. eş-Şeyh Ahmed b. Acîbe, c. I, s.118)

709/1309) el-Hikem adlı eserinin büyük etkisi olduğu açıktır. Zira kendisi bu durumu şöyle anlatmaktadır:

“İlimden amele yönelmemizin sebebi şu olaydır: Bir gün İbn Atâullah’ın Hikem’inin bir nüshasını gördüm. Ondan kendime bir nüsha yazdım ve sonra İbn Abbâd’ın122 [Hikem] şerhini mütalaa ettim. Bu şerhi okuduktan sonra zâhirî ilimlerden uzaklaşıp kendimi ibâdete, Allah’ı zikretmeye ve Rasulullah’a salât u selâm getirmeye verdim. Daha sonra da bana halvet sevdirildi, dünyadan ve dünya ehlinden o kadar soğumuştum ki karşılaştığım her insandan kaçmak istiyordum.”123