• Sonuç bulunamadı

Tasavvuf ve Sûfî Kelimesinin Etimolojisi

Sûfî yazarlar kaleme aldıkları eserlerde tasavvuf ve sûfî kelimelerinin hangi kökten türetildiğine dair bir tartışma ile başlamaktadır. Bu tartışma ilk dönem tasavvuf literatüründen bu yana devam etmektedir. Genellikle mutasavvıflar sûfî kelimesini, genel anlamı safvet, durgunluk, bulanık olmayan “safv” veya “safâ” köküyle, Peygamber mescidinde yaşayan “ehlu’s-suffa” ve zâhidane yaşayışları ile bilinen “benû sûfe” kabilesiyle irtibatlandırdıkları gibi bir çöl bitkisi olan “sufâne” ve ya ense saçı manasına gelen “sûfetü’l-kafâ” ve namaz kılanların ilk safı anlamındaki “saff-ı evvel” ve de “sûf” terimiyle de irtibatlandırmaktadır.433

Bununla beraber, köken olarak daha yaygın kabul görmüş ve dil bilgisi kaidelerine de uygun olan yün anlamına gelen “sûf” kelimesidir.434 Kabul gören bu görüşten hareketle, “sûf” kelimesinden türemiş olan Arapça tasavvefe kelimesi “yün elbise giymek” anlamına gelmektedir. Aynı kökten türeyen ve “yün elbise giyme alışkanlığı edinen” tasavvuf kelimesini elde etmek mümkündür. Ancak Kuşeyrî, bu görüşlerin tamamını tenkid eder. Zira ona göre bu ismin Arapça olduğunu gösteren

433 Bkz. es-Serrâc, Ebû Nasr et-Tûsî, el-Lüma’, thk. Abdülhalim Mahmud-Tâ Hâ Abdülbâki Surûr, Dârü'l-Kütübi'l-Hadise, Mısır 1960, ss. 46-47; Ebu’l-Kâsım Abdulkerimel-Kuşeyrî, er-Risâletü’l- Kuşeyriyye, haz. Enes Muhammed Adnan eş-Şerfavi, Darü’l-Minhac, Cidde 2017/1438,s. 584- 585; Şihâbuddîn Ebû Hafs Ömer b. Muhammed es-Sühreverdî, Avârifu’l-Maârif, Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye, Beyrut 1989, s. 97 vd. Gerçek Tasavvuf, çev. Dilâver Selvi, İstanbul, 1995, ss. 73-80; Ahmed Zerrûk, Kavâidu’t-Tasavvuf, thk. Osman el-Huveymidî ve Hasan es-Semâhî Suveydân, Dâru Vahyi’l-Kalem, Beyrut 2004, s. 25-26; Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarîkatlar, İFAV Yay., İstanbul 1994, ss. 51-54; Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarîkatlar Tarihi, Dergah Yay., İstanbul 1999, s. 27.

herhangi bir kıyas ya da bir iştikak mevcut değildir.435 Dolayısıyla tasavvuf ve sûfî kelimesinin iştikakıyla uğraşmanın yersiz ve gereksiz olduğunu vurgular. Kuşeyrî bu ismin hâlleri ve yolları meşhur bir topluluğa lakap olarak verildiği görüşünü tercih eder.436

Abdülkadir Geylânî de tasavvuf kelimesinin iştikakından çok sûfînin sıfatı üzerinde durur. Ona göre sûfî, kendisini Allah’ın temizlediği kul manasındadır. Mutasavvıf ise sûfî olmayı tekellüf eden, sûfî olmaya gayret gösteren, bu sebeple de sûfî taifesinin gömleğini giyen kimsedir. Tasavvuf, Hakk’a karşı sadakatli, halka karşı güzel ahlâklı olmaktır. Kıylu kâl ile uğraşmak değil, nefsi aç bırakmak, onun alaka duyduğu, kendisine hoş gelen şeylerden alıkoymaktır. Sûfî, vuslata erendir. Ağyarı kalbinden söküp atandır. Hakikatlere yapışan kişidir. Halk için rahmettir, kurtuluş kapısıdır, sevinç sebebidir.437

İbn Acîbe, tasavvufî görüşlerini, İkâzu’l-Himem fî Şerhi’l-Hikem adlı eserinin mukaddimesinde el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye fî Şerhi’l-Mebâhisi’l-Asliyye ve Tefsîru’l- Fâtihati’l-Kebîr adlı eserlerinde genişçe işlemektedir. Sûfîmiz, tasavvuf teriminin iştikâkı hususunda farklı bir tavra sahiptir. Ona göre tasavvuf kelimesinin etimolojisi hakkında sûfîler farklı görüşlere sahiptir. Ancak bunların içinde gerçeğe en uygun olan beş görüş vardır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

435 Kuşeyrî’ye göre, bu ismin “sûf” tan geldiğini düşünenler vardır. Bunlara göre bir kimse kamis giydiği zaman “tekammesa” denildiği gibi yün (sûf) giydiği zaman da “tesavvefe” denir. Bu, bir izah şeklidir. Fakat sûfîler özellikle yün giyinmiş değillerdir, sûf onlara mahsus da değildir. Sûfîyye, Rasulullah’ın (s.a.v.) mescidinin suffasına nisbet edilmiştir, kanaatinde olanlar vardır; fakat suffa kelimesinin nisbeti sûfî şeklinde değildir (suffîdir). Sûfî kelimesinin safâ kökünden geldiğini ileri sürenler de olmuştur. Fakat sûfî kelimesinin safâ kökünden türetildiğini söylemek lügat kaideleri içinde uzak bir ihtimaldir. (Safânın nisbesi safavîdir). Sûfî kelimesi saff kökünden türetilmiştir, diyenler olmuştur. Bunlara göre sûfîler, ilk safta bulunurlar. Bu mana doğrudur. Ancak lisan kaideleri, bu kelimenin saff köküne nisbet edilmesini icap ettirmemektedir. (zira saffın nisbesi, saffîdir) Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, ss. 584-585; Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, çev. Dilaver Selvi, Semerkand Yay., 2. baskı, İstanbul 2005, s. 527.

436 Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, s. 585. Ebû Nasr Serrâc, el-Lüma‘ isimli eserinde sûfilere sûfî denilmesini, bâtınî bir vasıf yerine, zâhirî bir vasıf olan güzel hâlleri ve davranışlarıyla peygamberlerin ve velilerin yolundan gitmelerine bağlamıştır. Bkz. Serrâc, el-Lüma‘, s. 47. Keşfü’l-Mahcûb isimli eserin sahibi Hücvirîde evliyânın muhakkik olanlarına ve velâyette kemâl derecesine ulaşanlara sûfî deneceğini, bunun herhangi bir dil kaidesine göre türetilemeyeceğini, çünkü sûfinin çok geniş ve çok yüksek bir mânâsının olduğunu, bunun ibâreyle değil, ulaşmakla anlaşılabileceğini hatırlatmıştır. Bkz. Ebü'l-Hasan Data Gencbahş Ali b. Osman b. Ali Hücvirî, Keşfü’l-Mahcûb, thk. İs'ad Abdülhadi Kındil, Dârü'n-Nehdati'l-Arabiyye, I-II (tek cilt halinde), Beyrut 1980, ss. 129–230.

437Dilaver Gürer, Abdülkadir Geylânî Hayatı, Eserleri, Görüşleri, 5. Baskı, İnsan Yay., İstanbul 2011, ss. 185-187.

1. Yün anlamına gelen “sûf”tan türemiştir. Zira sûfî, Allah’la beraberlik hususunda etrafa saçılmış yün gibidir, tedbir almadan hayat sürer.

2. Sûfînin yumuşaklığı, sadeliği ve hoşluğu göz önünde bulundurularak söz konusu “ense saçı” manasına gelen “sûfetü’l-kafâ”dan,

3. Tasavvufun özü iyi sıfatlarla bezenmek ve kötü sıfatları terk etmekten ibaret olduğundan “Sıfat” kelimesinden,

4. Duru ve temizlik anlamına gelen “safâ” kökünden türemiştir.

5. Medine mescidinde yapılan “Suffe”ye nisbetle bu isim verilmiştir. Zira sûfî, “Rablerine, cemâlini dileyerek sabah akşam duâ edenlerle beraber sen de sabret”438 meâlindeki âyette Allah’ın suffe ehli için ortaya koyduğu nitelikler hususunda onlara tabidir.439

İbn Acîbe, bu görüşlerin her birinin nisbetinin kıyasî olduğunu belirtir. Ona göre “sûf” kökünden olan türetme dil açısından en uygunu ve nisbet bakımından da en açık olanıdır. Çünkü “sûf” görünen nesne hakkında zâhirî açıklama kabilinden bir hükümdür ve sûfînin “sûf”, dışında bir şeye nisbet edilmesi ise örtülü ve bâtınî bir açıklamadır. Bu nedenle zâhirle hükmetmek daha uygundur.440 Nitekim bu ismin “sûf”tan geldiğini düşünenlere göre, bir kimse kamis (gömlek) giydiği zaman “tekammesa” dendiği gibi yün (sûf) giydiği zaman da “tesavvefe” dendiğini söyler.441

Ancak müellif, her ne kadar “sûf” kelimesini dil açısından en uygun ve nispet bakımından da en açık olduğunu belirtse de, bunun dış görünüşe bakarak zâhirle hükmetmek için açıklama kabilinden bir hüküm olduğunu ifâde eder. O, bu görüşler içinde, çoğu sûfî müelliflerin aksine, tasavvufun “safâ”dan türetildiğini söyleyenlerin görüşünü tercih eder. İbn Acîbe bunun sebebini şöyle îzâh eder: “Çünkü tasavvufun ana konusu, kalbi tasfiye etmektir. Yani kalbi her türlü kötü vasıflardan temizleyip

438 Kehf, 18/28.

439 İbn Acîbe, Îkâzu’l-Himem fî Şerhi’l-Hikem, haz. Ali Ebu’l-Hayr, Dâru’l-Hayr, Beyrut 2005, s. 15; benzer görüşler için bkz. Ahmed Zerrûk, Kavâidu’t-Tasavvuf, ss. 25-26.

440 Bkz İbn Acîbe, Mirâcu’t-Teşevvüf ilâ Hakâiki’t-Tasavvuf, haz. Mahmud Beyrûtî, Mektebetü Dâru’l-Beyrûtî, Dimaşk 2004, s. 7.

güzel ahlâkla süslemektir.”442 İbn Acîbe’nin bu ifâdeleri konumuz açısından son derece önemlidir. Buna göre, “sûf” kelimesi zâhir için uygun olduğu gibi, “safâ” kelimesi de bâtın için uygun olmaktadır. Dolayısıyla İbn Acîbe’nin zâhirî kısım olan “sûf” ile değil, içi (kalbi) temizlemekle ilgili “safâ” kelimesini tercih ettiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle sûfî kelimesinin “sûf”dan değil “safâ”dan türediğini savunur. Nitekim bu görüşünü Ebû’l-Feth el-Bustî’nin (ö. 401/1011) şu nazmıyla destekler:

İnsanlar, sûfî kelimesi hakkında ihtilaf ettiler.

Kimileri bilmeden onun sûftan (yünden) türemiş olduğunu zannettiler. Bense bu ismi, sâfî (temiz) olan delikanlıdan başkasına verecek değilim. (O genç) temizlenmeyi istedi, temizlendi ve sonra sûfî olarak isimlendirildi.443

Sûfî isminin ne zaman ortaya çıktığı konusunda birçok görüş ileri sürülmüştür.444 İbn Acîbe, bu ismin sahabe ve tâbiîn döneminden sonra ortaya çıktığını belirtmektedir. Ona göre İslâm’ın ilk dönemlerinde bu isme ihtiyaç yoktu. Zira kullanılan sahabî sıfatı onlar için en değerli vasıftı. Yine ikinci nesilden olan kimselere tâbiîn denilmesi de onlar için ayırıcı bir özellik olduğundan başka bir isimle anılmamışlardır. İbn Acîbe, sahabe ve tâbiîni basîret üzere hareket eden ve Rablerine tam bir yakînle iman ederek dinlerini yaşayan kimseler olarak ifâde eder.445

Öte yandan müellif, tasavvuf ve sûfî kelimesini sahabe ve tâbiîn devrinde kullanılmıyordu diyerek redetmenin geçerli bir görüş olmadığını belirtir. Zira İslâm literatüründe bulunan birçok kavram ve kelime sahabe ve tabiîn döneminden sonra ortaya çıkmış ve bunlar red edilmemiştir.446 Sözgelimi nahiv, fıkıh, mantık gibi

442 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, s. 95.

443 İbn Acîbe, Îkâzu’l-Himem, s. 15; bkz. Ahmed Zerrûk, Kavâidu’t-Tasavvuf, ss. 25-26. 444 Serrâc, Lüma‘, ss. 42-43; Mehmet Ali Aynî, İslâm Tasavvuf Tarihi, ss. 35-36. 445 İbn Acîbe, Tefsîru’l-Fâtiha, s. 45.

terimler bunlara örnek verilebilir.447 Ayrıca sûfî kelimesinin ilk devirlerde kullanılmadığını söylemenin de doğru olmadığını ifâde eder. Nitekim İbn Lîyûn et- Tücîbî448 (ö. 750/1349), sûfî kelimesinin ilk dönemlerde kullanıldığını kaydeder. Bu konuda, Hasan-ı Basrî’nin (ö. 110/728) “Kâbe’yi tavaf ederken bir sûfîyle karşılaştım, kendisine bir şey verdim, kabul etmedi.”449 sözünü delil gösterir. Hasan-ı Basrî’nin, tâbiîn büyüklerinden bir zât olup pek çok sahabeyi görmüş olduğunu, dolayısıyla onun bu sözünün, sûfî kelimesinin o zamanda kullanıldığına bir delil olabileceğini belirtir.450

İbn Acîbe’nin kanaatine göre, İslâm’ın ikinci ve sonraki asırlarında insanların dünyaya ve onun meşgalelerine kapılmasıyla kalplere şehvet ve gaflet hâkim oldu. Allah’ın kalplerini iman nuruyla dirilttiği bir grup insan, dünya ve onun ziynetlerinden yüz çevirdiler. Allah’a yönelip rızâsını talep ederek Hz. Peygamber’in ve sahabilerin yolunda ilerlemeye devam ettiler. Dolayısıyla takvalı olarak ibadetlerine devam eden bu gruba “sûfî” ismi verildi.451

Bu anlatılanlardan anlaşılan, sûfî ve tasavvuf etimolojisi üzerindeki tartışmaların bir sonuca ulaşmadığıdır. İbn Acîbe bu tartışmalarda sûfî ve tasavvuf kelimesinin iştikakına değil muhtevasına önem verenlerdendir. Kanaatimizce sûfî kelimesinin iştikakı hakkında ileri sürülen görüşlerden “sûfî” isminin “sûf”tan geldiğini söyleyen görüşün, dil kaidelerine ve tarihi gerçeklere göre daha isabetli olduğudur.