• Sonuç bulunamadı

Tasavvufa İntisabı ve Nefis Mücâhedesi

F. Tasavvufî Hayatı

1. Tasavvufa İntisabı ve Nefis Mücâhedesi

İbn Acîbe, daha önce zikrettiğimiz gibi zâhirî ilimlerin tahsilinde ibâdet ve hâlvete düşkün bir insandı. Kitaplarla meşgul olmak kendisini nafile ibâdetlerden alıkoymuyordu. Bir taraftan ilimle meşgul olurken diğer taraftan bir şeylerin eksikliğini hissediyordu. “Gece-gündüz yedi tane ilim meclisine devam ediyordum. Ama nefsimin hâlini unutup onu ihmal ettim” diyerek, daha o günlerden tasavvufa olan meylini belli ediyordu. Bir yönüyle “takva mücâhedesini” yaşıyordu. Kendisinin belirttiğine göre, şeyhi Sîdî Muhammed el-Bûzîdî (ö. 1239/1823) ile h. 1206 senesinde tanışıncaya kadar yaklaşık dört seneyi uzlet ve ibâdetle geçirmiştir.173 İbn Acîbe’nin uzleti sevdiği bu yıllar muhtemelen tedrise başlamadan önceki döneme denk gelen 1188-1191/1774-1777 yılları olmalıdır.174 Nitekim kendisi de tedrise başlama tarihi olarak 1190/1776 veya 1191/1777 yıllarını verir.175 İbn Acîbe’nin dört yıl süren uzlet hayatını, tarikata girerek kemalat elde ettiği döneme bir hazırlık olduğu düşünülebilir.

İbn Acîbe’nin uzlet hayatını tercih etmesinde ve ilimden amele yönelmesinde, İbn Atâullah el-İskenderî’nin (ö. 709/1309) el-Hikem adlı eserinin büyük bir etkisinin olduğu açıktır. Zira kendisi bir gün İbn Atâullah’ın Hikem’inin bir nüshasını görür ve ondan kendisine bir nüsha yazar. Sonrasında İbn Abbâd’ın (ö. 792/1390) Hikem üzerine yazdığı şerhini mütalaa etmeye başlar. Bu şerhi okuduktan sonra, elindeki kitapları bırakır.176 Böylece zâhirî ilimlerden uzaklaşıp kendini ibâdete, Allah’ı zikretmeye ve Rasulullah’a salât u selâm getirmeye verir.177

İbn Acîbe’nin ruh dünyasında hissettiği bu tasavvufi yönelişi, asrının aklî ve naklî ilimlerini öğrenip, bölgesinde ilmin reisi olarak kabul görecek bir noktaya eriştikten sonra tedrici bir şekilde gerçekleşmiştir. Nitekim o, dinî ilimleri nazarî

173 İbn Acîbe, Ezhâru’l-Bustân, s. 230.

174 Ay, Kur’ân’ın Tasavvufî Yorumu, s. 100; Azzûzî, İbn Acîbe’nin uzleti seçtiği dönemin h. 1188- 1190 yılları arasında olduğunu söylemektedir (bkz. Azzûzî, eş-Şeyh Ahmed b. Acîbe, c. I, s. 118). 175 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 44.

176 John Renard, Seven Doors to Islam: Spirituality and the Religious Life of Muslims, University of California Pres, Berkeley, 1996, s. 227.

olarak bilmenin, kişiye mârifeti kazanması için tek başına yeterli olmayacağına inandığı için, daima öğrendikleriyle amel etmenin gayreti içinde olmuştur. Ayrıca mârifeti elde etmek için tefekkür âlemine dalarak kendisini, kâinatı ve kâinatın yaratıcısını daha derinden anlamaya çalışmıştır. Onun mârifeti elde etmek için amelî tasavvufa yönelmesi, nihâyetinde yaşadığı dönemde Fas’ın en mühim mutasavvıflarından biri olmasını sağlamıştır.

Nazarî ve amelî manada tasavvufa ilgi duymasında, hiç şüphesiz hocalarından Muhammed b. el-Hasan el-Cenevî’nin büyük katkısı vardır. Nitekim daha önce geçtiği üzere İbn Atâullah el-İskenderî’nin (ö. 709/1309) Hikem’i ve Ahmed Zerrûk’un (ö. 899/1493) Usûlu’t-Tarîka178 ve en-Nasîhatü’l-Kâfiye isimli eserlerini, el-Cenevî’den okumuş ve böylece tasavvufî kavram ve uygulamalara âşinâ olmuştur. Zira ed-Derkâvî’nin müridi olan Şerîf Bûziyyân el-Muaskerî,179 İbn Acîbe’nin Şeyh ed-Derkâvî ile tanışmadan önce de çok ibâdet ettiğini, sâlih amel sahibi ve birçok kerâmeti olduğunu, ayrıca sûfîlerin kitaplarına ve hâllerine ciddi derecede vukûfunun bulunduğunu açıklar.180 Dolayısıyla bu sözler, İbn Acîbe’nin tasavvufa vukûfiyetinin Şeyh ed-Derkâvî ile tanışmadan önce de olduğunu gösterir.

İbn Acîbe’nin tasavvufa intisabı, dönemin etkin mutasavvıflarından ve Şâziliyye tarikatının Derkâviyye kolunun kurucusu kabul edilen, hicri ikinci bin yılında Şâziliyye tarikatının müceddidi olarak görülen Mevlây el-Arabî el-Hasenî ed- Derkâvî ve onun icâzet verdiği müridlerinden Muhammed el-Bûzîdî ile 46 veya 47 yaşlarındayken, 1208/1793’te181 tanışması ile gerçekleşir. Bu tanışma müellifin zâhirî ilimleri aldığı hocalarını ziyaret maksadıyla Fas’a üçüncü kez gidip oradan dönerken Benî Zervâl kabilesinin yaşadığı kasabaya uğraması ve orada Mevlây el- Arabî ve Muhammed el-Bûzîdî ile görüşme imkânı bulmasıyla gerçekleşir. Önce şeyhlerinden Sidî Muhammed el-Bûzîdî ile görüşür. Şeyhi kendisiyle karşılaşır karşılaşmaz ona “Allah seni Cüneyd gibi yapsın ve yüz on dört derviş sana tabi

178 Şeyh Zerrûk’un kısaca “Usûl” ismi verilen bu eseri, Şâziliyye esaslarını dört sayfada özetleyen bir risâledir, (Bkz. Mustafa Salim Güven, Ebû’l-Hasan Şâzilî ve Şâziliyye, MÜSBE, (Basılmamış doktora tezi) İstanbul 1999, s. 9).

179 Michon, The Autobiography, s. 12.

180 Azzûzî, eş-Şeyh Ahmed b. Acîbe, c. I, s. 124.

181 Michon, The Autobiography, s. 8. Mustafa Kara ise İbn Acîbe’nin ed-Derkâvî ve el-Bûzîdî ile tanışma tarihi olarak 1209/1794 yılını verir, (Bkz. Kara, “İbn Acîbe”, DİA, c. XIX, s. 294).

olsun!” ya da; “İnşallah Cüneyd gibi olursun” şeklinde dua eder. Sonra da İbn Acîbe’yi, Mevlây el-Arabî’yle görüştürür. O da müellifimize “Allah seni Geylânî gibi kılsın!” diye dua eder. Her iki mürşidinin duasını alan İbn Acîbe, onların dua ve nazarlarından çok büyük bir bereket gördüğünü ifâde eder.182

İbn Acîbe, Mevlây el-Arabî ve Muhammed el-Bûzîdî ile maneviyat yolunda başlayan ilk hukukunu kendisi şöyle anlatmaktadır:

“Bu iki zatı ilk ziyaretimde, yanlarında üç gün kaldım. Bu zaman zarfında beraberce ilmî konulara ve tevhidin sırlarına dair müzâkerelerde bulunduk. Mevlây el-Arabî bana, et-Tucîbî183 ile Şerhu’r-Râiyye184 adlı eseri verdi. Birinci eseri mütalaa ediyor, ikincinin yeni nüshalarını yazıyorduk. Geri dönmek istediğim zaman, Mevlây el-Arabî’ye: ‘Ben sizin ashabınızdanım’ dedim. O da bana, ‘Başımız üzerinde yerin var!’ dedi. Ancak kendisinden vird telkini talep etmemiştim. Çünkü Fas’ta iken Sîdî Ali el-Cemel’in talebelerine vird dersi vermediğini, onları sohbet ve nazarı ile terbiye ettiğini duymuştum.”185

İbn Acîbe, bu düşüncesinden ötürü bir zaman vird vazifesi almamış ve sohbetleriyle yetinmiştir. Bu görüşmelerden sonra memleketi Tıtvân’a döndüğünde hem kendisi hem de diğer insanlar İbn Acîbe’de manevî bir değişimin farkına varmışlardır. Bu arada Şeyh Muhammed el-Bûzîdî, ondaki kabiliyetlerin farkında olduğundan kendisine çeşitli mektuplar göndererek “Manevi ilimlerin anahtarlarına ve ince anlayış hazinelerine sahip olmak istiyorsan bizim sohbetimize gelmen gerekir” diyerek kendisini ziyarete gelmesini tavsiye eder. Tıtvân’dan ziyaretine gelen dervişlere de: “Allah’a and olsun ki, onun ihtiyaç duyduğu şey bizim yanımızda, bizim yanımıza gelsin!” diyerek haber gönderir. Ancak İbn Acîbe

182 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 45.

183 Bahsi geçen eser, İbnü'l-Bennâ, Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Yusuf et-Tücîbî es- Serakustî'ye ait el-Mebâhisü'l-Asliyye isimli eserdir. İbn Acîbe, daha sonra bu eseri, şeyhi Muhammed Bûzîdî el-Hasenî'nin emriyle şerh etmiş ve bu şerhine el-Fütuhâtü'l-İlahiyye fî Şerhi'l- Mebâhisi'l-Asliyye ismini vermiştir.

184 Eser, Tâcüddin Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. el-Bekrî eş-Şerîşî’ye ait 140 beyitten oluşan bir kasidedir. İsmi Envârü's-Serâir veya Serâirü'l-Envâr olup eş-Şerişiyye ve Kaside-i Râiyye diye de bilinir. (Bkz. İsmail Paşa b. Muhammed Emin Bağdâdî, İzâhü'l-Meknûnfi’z-Zeyli alâ Keşfi’z- Zünûn, (Keşfi’z-Zünûn’la birlikte) I-VII, Beyrut, 2008, c. I, ss. 115-116 (no: 1514); a. mlf., Hediyyetü'l-Ârifin Esmâü’l-Müellifin ve Âsârü’l-Musannifîn min Keşfi’z-Zünûn, (Keşfi’z-Zünûn’la birlikte) I-VII, Beyrut, 2008, c. I, s.86. (no: 646). Bu kaside, Yusuf el-Fâsî tarafından şerh edilmiştir.

kendisini ziyaret etmeye bir türlü gidemeyince Muhammed el-Bûzîdî, İbn Acîbe’ye gider ve ona vird telkîn eder. Böylece müellifimizin tarikata intisabı tamamlanmış olur.

İbn Acîbe vird vazifesini aldıktan sonra mürşidine: “İşte önünüzdeyim, size teslim oldum, beni istediğiniz gibi terbiye edin” diyerek tam teslîmiyetini gösterir. Bu sözü üzerine Muhammed el-Bûzîdî, orada olanlara “Sîdî Ahmed [İbn Acîbe] zühd, vera‘, tevekkül, sabır, hilim, rızâ, teslîmiyet, şefkat, rahmet, cömertlik ve kerem ile muttasıftır” diyerek sûfîmize övgüde bulunur. İbn Acîbe sayılan on iki makamı kasdederek: “Efendim! Bu saydıklarınız, bütün makamlarıyla tasavvuftur” dediğinde Şeyh Bûzîdî: “Bunlar zâhirî tasavvuftur, inşallah yakında bunların bâtınını da öğreneceksin” şeklinde karşılık verir.186

Sûfîmiz daha sonra şeyhini bazen Gumâra’da, bazen de Benî Zervâl kabilesinin yaşadığı kasabada sık sık ziyaret eder. Şeyhine son derece hürmetkâr olan İbn Acîbe ona hizmette kusur etmez, iradesini tam manasıyla ona teslim eder. Öyle ki mürşidi nefis terbiyesi adına neyi emretti ise canı pahasına hepsini yerine getirir.

İbn Acîbe, daha önce, devlet büyükleri dâhil herkes tarafından büyük bir âlim olarak kabul edilen, müderrislik yapan, maddî durumu yerinde olan, sevilen hatta insanların sorunlarına çözüm bulan saygın ve itibarlı bir konumda iken, Şeyh el- Bûzîdî’ye intisap ettikten sonra mürşidinin emriyle eski âdetlerini/alışkanlıklarını terk etmiş, giyim kuşamını değiştirip derviş kıyafetlerini giyerek önceki şöhretinden uzaklaşmaya çalışmış, tedrîsi bırakmış, mal ve mülklerini, hatta zâhirî ilimlerle ilgili kitaplarını dahi satarak şeyhinin evinin inşaatına ve şeyhinin evlilik masraflarına harcamıştır.187

Şeyhine intisabından hemen sonra kalın ve sert elbiseler giymeye başlayan İbn Acîbe, boynuna büyük bir tespih asma gibi farklı uygulamalarla halkın gözündeki konumunu kaybetmek için çok çaba sarf eder. Mesela şeyhi Muhammed el-Bûzîdî’den vird vazifesi alınca kaba bir elbise giyer. Tıtvân’a bu elbiseyle yanındaki dervişlerle zikrederek girer. İnsanlar onların bu hâline hayretle bakarlar.

186 İbn Acîbe, el-Fehrese, ss. 45-46. 187 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 47.

İbn Acîbe utancından terlemeye başlar. Nefsi bu hâline içeriden bütün gücüyle haykırıp isyan etmektedir. Zira bu durum âdetleri/alışkanlıkları terk etme açısından nefsin gördüğü ilk uygulamadır. Daha sonra İbn Acîbe, nefsini terbiye etmek için bu kaba elbiseyi günlerce giyer. Ayrıca bir de boynuna kalın bir tespih takıp eve gelince, ev halkı İbn Acîbe’yi bu tavrından vazgeçirmek için çok uğraşır, ancak ondaki kararlılığı görünce bırakırlar. Onun bu hâline bütün Tıtvân halkı çok üzülür.188

Bütün bunlara rağmen insanların kendisini terk etmediğini belirten müellifimiz onların elinden kurtulmak için bir müddet sonra da şeyhinden yamalı elbise giyme konusunda izin istemiş, izni alınca da artık yamalı elbiseler giymeye başlamıştır. İbn Acîbe’yi bu şekilde görenler, ondan uzaklaşmaya başlamışlar ve insanların kendisinden uzaklaşmaları onu çok memnun etmiştir.189

Şöhret afetinden kurtulduktan sonra Şeyh el-Bûzîdî İbn Acîbe’ye bir mektup yazarak bütün malını mülkünü tasadduk edip sadece ailesinin ve etrafındaki dervişlerin muhtaç olduğu birkaç günlük yiyecek bırakmasını tavsiye eder, o da harfiyen bu tavsiyeyi yerine getirir. Bir başka mektubunda da müridlerine hizmet etmesini, sabun satın alarak onların çamaşırlarını yıkamasını ve evinde onlara yemek yedirmesini tavsiye eder. İbn Acîbe, bu tavsiyeleri yerine getirme hususunda da hiç kusur etmez. Nihâyet Şeyh Bûzîdî İbn Acîbe’den çarşılarda ve cami önlerinde halktan bir şeyler dilenmesini ister. Bir zamanlar müreffeh bir hayat yaşayan meşhur ilim ve makam sahibi olan İbn Acîbe’ye dilencilik yapmak ölümden daha ağır gelir. Bunu el-Fehrese’sinde şöyle anlatmaktadır:

Gördüm ki dünyada bana dilenmekten daha zor ve acı veren bir şey olmadı.[…] Dilenmek için çarşıya gider, oralarda dolaşır ve utancımdan dilenemeden gelirdim. Dilencilik yapan dervişlere gıbta ile bakardım. Kaç kez, dilenmektense ölmeyi arzu ettim. Nihayet bir cuma günü bunu yerine getireceğime dair kendi kendime yemin ettim. İmam selam verdikten sonra dışarı çıkıp cami önündeki yaşlı dilenci kadınlar, körler ve dervişler arasında elimi açıp dilencilik yapmaya başladım. Beni bu hâlde gören insanlar utançlarından yüzlerini kapatarak yanımdam geçiyorlardı. Birkaç kez onlarla oturarak dilendim. [….] Zamanla

188 İbn Acîbe, el-Fehrese, ss. 53-54. 189 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 54.

Tıtvân’daki bütün camileri dilenmek için dolaştım. Daha sonra çarşı pazarlarda dilendim.190

İbn Acîbe, Tıtvân’da kaldığı süre boyunca her gün ikindi namazından sonra dilenciliği bir vird olarak yaptığını nakletmektedir.191

Müellif, dilencilik yapmak suretiyle nefsini tezkiye konusunda başarılı olunca şeyhi onu sokakları üç-dört kez süpürmekle ve çöpleri omuzuna alarak taşımakla görevlendirir. Bu emri de samimiyetle yerine getirir. Öyle ki, bazı kış günlerinde çöp torbasından sızan pis sular İbn Acîbe’nin sırtını kirlettiği hâlde bundan rahatsızlık duymaz. Yine şeyhinin emriyle saygın insanlar için zül sayılan merkebe binerek çarşıyı baştan sona beş kez dolanmaktan çekinmemiştir. Şeyhinin başka bir emri de keşkül taşıyarak dolaşmasıdır. Bu emrin kendisi için en kolay olduğunu söyler. İbn Acîbe, nefsini terbiye hususunda bazen şeyhinin emretmediği işleri bile yapmıştır. O Mevlây el-Arabî’nin sakalık yaptığını duyduğunda onun hâline uymak için sokaklarda bir ara sakalık da yapmıştır. İbn Acîbe, bütün bu zor amelleri nefsini öldürmek maksadıyla yaptığını belirtir. Bu sebeple de dünya malı peşinde koşuyor zannetsinler diye özellikle kendisini tenkid edenlerin önünde yahut kendisine çok hürmet eden insanların gözünden düşmek, onlar nezdinde sıradan bir insan görüntüsü vermek için yaptığını söyler.192

Dolayısıyla İbn Acîbe, kendisinden yaklaşık yedi asır önce yaşamış olan Gazzâlî’nin manevî seyrini gerçekleştirmek için takip ettiği halvet yönteminin tam tersi bir tarz izlemek suretiyle toplum içerisinde yaşayarak (celvet) seyr u sülûkunu gerçekleştirmiştir. Böylece kalben ve zihnen halktan ayrı kalarak kendini Allah ile birlikte hissetmekle yaşanabileceğini, başka bir deyişle, toplum içinde yaşamanın kalben ve ruhen Hak ile birlikte olmaya engel teşkil etmediğini göstermiştir.

Hulâsa İbn Acîbe’nin başarıyla tamamladığı bu nefis mücâhedesi, seyr u sülûk yolculuğu ve mürşidine yaptığı hizmetin ancak samimi ve ihlâslı insanların yapabileceği bir vazife olduğu açıktır. O, bu ihlâsı ve gayreti sebebiyle çok kısa

190 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 54. 191 İbn Acîbe, el-Fehrese, s. 54. 192 İbn Acîbe, el-Fehrese ss. 53-55.

zamanda nefis terbiyesinin neticelerini elde etmiş, mârifet nurları kalbinde parlamaya başlamış, büyük bir manevî fethe ve ilahi yardıma nail olmuştur.