• Sonuç bulunamadı

İbn Acîbe’ye göre, insanın varlıkta zâhir-bâtın yönü gibi iki yönü vardır: Bunlar insanın yaratılmadan önceki aslî/ruhî yönü ve dünyaya gönderildikten sonraki fer’i bedenî yönüdür. Buna göre insan, bu âlemdeki varlığından önce aslî bir vücuda sahipti. İbn Acîbe, bu aslî varlığı temsil eden vücudun ilk örneğinin Hz. Muhammed (s.a.v.) olduğunu düşünür. Bu görüşünü de “kabza-i Muhammedî hadisi”848 olarak bilinen hadise dayandırır.849 İbn Acîbe, hadisi her ne kadar zayıf görse de uzun olmasına rağmen aktarır ve ardından bu hadisi destekleyen diğer rivayetleri de

847 Bkz. İbn Acibe, el-Bahrü’l-Medîd, trc. Dilaver Selvi, c. I, s. 107. (Dilaver Selvi’nin İbn Acibe’yi tanıtım yazısı).

848 İlk yaratılışla ilgili Cabir b. Abdullah’tan gelen şu rivayettir. Cabir b. Abdullah (r.a) demiştir ki: “Resûlullah’a (s.a.v.) Allah Teâlâ’nın ilk yarattığı şeyin ne olduğunu sorduğumda şöyle buyurdu: “Ey Cabir, Allah’ın ilk yarattığı şey senin peygamberinin nurudur. Allah önce onu yarattı. Sonra ondan bütün hayırları yarattı. Ondan sonra her şeyi yarattı. Bu nuru yarattığında onu önünde kurbiyyet (özel yakınlık) makamında on iki sene durdurdu. Sonra o nuru dört parçaya ayırdı. Bir parçadan Arş’ı, bir parçadan Kursi’yi, bir parçadan Arş’ı taşıyan ve Kürsî’yi koruyan melekleri yarattı. Bu dördüncü parçayı muhabbet makamında on iki sene durdurdu. Sonra onu dört parçaya böldü. Onun bir parçasından Kâlem’i, bir parçasından Levh-i Mahfuz’u, bir parçasından cenneti yarattı. Sonra dördüncü parçayı korku makamında on iki sene durdurdu; sonra onu dört parçaya böldü. Onun bir parçasından melekleri, bir parçasından güneşi, bir parçasından ayı ve yıldızları yarattı. Sonra dördüncü parçayı recâ (ümit) makamında on iki sene durdurdu. Sonra onu dört parçaya ayırdı. Bir parçasından aklı, bir parçasından ilmi, bir parçasında hilmi, ismeti (günahlardan korunmayı) ve tevbeyi yarattı. Dördüncü parçayı hayâ makamında on iki sene durdurdu. Sonra Allah Teâlâ ona nazar etti, nur ter şeklinde eridi, ondan yüz yirmi dört bin damla aktı. Allah Teâlâ her bir damladan bir nebinin veya peygamberin ruhunu yarattı. Sonra peygamberlerin ruhları nefes almaya başladı. Allah onların nefeslerinden velilerin, saidlerin, şehitlerin ve kıyamete kadar gelecek olan itaatkar müminlerin nurunu yarattı…..” geniş bilgi için bkz. İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye/İlahi Fetihler, (trc. Dilaver Selvi), ss. 522-523.

849 Hadis kaynaklarında bu lafızda bir hadise rastlayamadık. Benzer ifadelerle bkz. Aclûnî, Keşfü’l- Hafâ, c. I, 311-312, no: 827. Aclûnî, bu hadisin, Abdurrazzâk’ın Musannef’inde rivayet edildiğini söylemekle yetinir, hadisin sıhhati hakkında herhangi bir değerlendirme yapmamaktadır. Yaptığımız incelemede, Abdurrazzâk’ın Musannef’inde böyle bir rivayetin olmadığını müşahede ettik. Elbânî ise Câbir’den rivayet edilen ve halk dilinde meşhur olan bu hadisin, bâtıl olduğu kanaatindedir. Bkz.Nâsıruddîn el-Elbânî,Silsiletü’l-Ehâdisi’s-Sahiha, Mektebetü’l-Meârif, Riyad ts, c. I, s. 820.

nakleder.850 Bununla birlikte İbn Acîbe ‘Kabza-i Muhammediye’ dediği bu varlığı, kâinatın yaratılışından önce var olan ve tüm beşer ruhlarını temsil ettiğini ifâde eder. Dolayısıyla insanın yaratılış aşamalarındaki başlangıcı, (ruhi yönü) bedenî/beşeri yaratılıştan öncedir ve nihayeti de ondan (bedenden) sonra gelir. Bu durumda ruhlar, yaratılışta kâinatın var olmasından önce ve onun yok olmasından da sonradır.851

İbn Acîbe’nin düşüncesinde, insan ruh yönüyle Cenab-ı Hakk’ın ezelî samediyet vasfına benzemektedir. Çünkü insanın ruhunda da evvellik, âhirlik, zâhirlik ve bâtınlık vasfı vardır. İnsanın ruhu, bedene göre yaratılışta ilktir ve bedenin fâni olmasından sonra kalıcıdır. Ruh, insanın bedeniyle zâhir olmuş, ortaya çıkmıştır. Zira ruhun ortaya çıkması ancak bedenle olmaktadır. Aynı zamanda ruh, bedenin içinde gizli/bâtındır.852 Dolayısıyla insanda evvellik, âhirlik, zâhirlik ve bâtınlık özellikleri olduğu için, ruhu kâinattan öncedir ve kâinat yok olunca da insan ruhu kalacaktır.853

Öte yandan İbn Acîbe, ilâhî hikmet gereği, her bir varlığın yaratılışının birbirinden farklı şekil ve yapılarda olduğunu belirtir. Ona göre, kâinatta bazı varlıklar, melekler gibi, sadece nurdan yaratılmıştır. Bazı varlıklarda nur ve zulmet birlikte bulunur, fakat zulmet (karanlık) daha ağır basmaktadır. Bunlar, cansız varlıklar ve aklî melekesi olmayan hayvanlardır. Beşerin özelliği ise geçen iki nev’in özelliklerine sahip olmasıdır. İnsanın üstünlüğü ruh unsurunun maddi unsura galip gelmesiyledir. Başka bir ifâde ile insanda nurun zulmete daha baskın gelmesidir. İbn Acîbe, burada “nur” ile varlıklarda hayat ve zuhur sebebi olan gizli mânâyı (ilâhî tecellîyi), “zulmet”le de onların maddî yönünü kastetmektedir.854

Müellife göre, Allah insanı kâinatın geri kalanlarından üstün kılmış ve ona birçok özellik vermiştir. Kesif kalıbına faydalanması için ruhu yerleştirmiştir. İnsan bedenini ve ruhunu en güzel şekilde yaratmıştır. Ona yönetme/tahakkum özelliğini vererek, yeryüzünde Allah’ın hâlifesi görevini vermiştir. Bu görüşüne “Ben 850 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, ss. 496-498. 851 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, s. 562. 852 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, ss. 562-563. 853 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, s. 496. 854 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, s. 98.

yeryüzünde (benim emirlerimi uygulayacak) bir hâlife yaratacağım”855 meâlindeki âyeti delil göstermektedir.856

Allah’ın diğer hiçbir varlığa açmadığı ilim ve anlayışları insana açtığını belirten İbn Acîbe, bunun için ona “esma”nın hepsini öğrettiğini, sonra ona yedi ilâhî sıfat verdiğinden bahseder. Ancak İbn Acîbe’ye göre, insandaki bu sıfatlar ilâhî kudretle sarılmış olup zayıftır. Onlar, kudret, irade, ilim, hayat, işitme, görme ve konuşma sıfatlarıdır. Bunlarla insanda Cenâb-ı Hakkın Rabbanî semadiyetine benzer bir durum hâsıl olduğunu belirtmektedir.857 Diğer varlıklardan farklı olarak insanın sahip olduğu bu benzeme, onun Cenâb-ı Hakk’ın vasıflarına benzer vasıflara sahip olmasıdır. İbn Acîbe, bu vasıfları insana Allah Teâlâ’nın vermiş olduğunu ve onu bütün kâinatın bir nüshası yaptığını ifâde eder. İnsanın yaratılışıyla bütün varlıkları temsil ettiğini belirtir. Nitekim hadiste, “Allah Âdem’i kendi sûretinde (özel

tecellilerine mahal ve ayna olarak) yarattı.”858 Diğer bir rivayette, “Allah Âdem’i

Rahmân’ın sûretinde yarattı”859 buyrulmuştur. İbn Acîbe, söz konusu hadisi “Allah

Teâlâ, Âdem’i yarattı ve ona Rahmân’ın sıfatlarına benzer sıfatlar verdi. Bunlar, Cenâb-ı Hakk’ın manevî yönünü tanıtan sıfatlardır” şeklinde yorumlar.860 Diğer bir yerde, bu hadisi “Onu (insanı) kendi suretinde yarattı demektir. Gerçi Cenab-ı Hakk’ın sıfatları çok yüce olup kulun vasıflarına benzemez, fakat aralarında bir benzerlik ve örneklik yönü de mevcuttur” şeklinde açıklar.861

Yine müellifimize göre, insanda Allah’ın doksan dokuz isminin (Esmâ-i Hüsnâ’nın) tecellileri vardır; hepsi onun içinde gizlidir. Allah Teâlâ onları, gayb ilmindeki takdirine göre insanın zâhirinde ortaya çıkarmıştır. Söz gelimi bazı insanlarda Allah’ın el-Kerim ism-i şerifinin tecellisi gözükürken, bazı insanlarda er-

855 Bakara, 2/30.

856 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, s. 99. 857 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, s. 99.

858 Hadis için bkz. Buhârî, İsti'zân, 1; Müslim, Cennet, 28; Ahmed, Müsned, 2/244, 251. 859 Süleyman b. Ahmed et-Taberânî, el-Mucemu'l- Kebîr, Beyrut ts, no: 13579.

860 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, s. 99. 861 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, s. 563.

Rahîm, bazılarında el-Müntakim isimleri tecelli eder. Bazen bir insanda birçok isim de tecelli edebilir.862

İnsanda cesed ve ruhun varlığı zaruridir. Buna göre, insanın alçalması ve yükselmesi ve de kâmil olması için bedenin ve ruhun olması gereklidir. İnsanın hakikati, onun ruhî yönüdür. Ruh Ceberût ve gayb âlemine ait latîf nurânî bir varlıktır.863 Sonra varlıkların kendisiyle hayat bulduğu ve ayakta durduğu bu ezelî sır vücudu kesif/yoğun olan varlıklara kondu ve onlarda ortaya çıktı. Başka bir ifâde ile insanların bedeni bu sırrın konulduğu yerlerdendir.864 Böylece ruh bedene intikalle madde âlemine ait kesif/katı beşeriyet özellikleriyle perdelenir oldu.865

Ruh aslı itibariyle ezelî Zât’a bağlıdır. Onu asıl kaynağına ulaşmaktan engelleyen ve alıkoyan, içine konduğu ve yerleştiği bu bedendir. Beden kesif/somut, ruh ise latîf/soyuttur. İbn Acîbe’ye göre, kimin bedeninin yoğunluğu, ruhunun letafetine, diğer bir ifâde ile beşerî yönü ruhânî yönüne baskın gelirse, o sürekli beden kafesinin içinde mahpus ve mahsur kalır. Ruhunun letafeti, bedeninin kesafetine baskın gelen, başka bir ifâdeyle ruhâniyeti beşeriyetine galip gelen kimsenin ruhu kudsî huzura ulaşır ve aslına döner. İbn Acîbe, bu konuyla ilgili İbn Atâullah İskenderî’nin “Varlıklara takılıp kalan ve kendisine gayb meydanları açılmayan kişi, kendisini saran varlıklarla hapsedilmiş ve kendi zâtının heykelinde (bedeninde) mahsur kalmıştır” şeklindeki sözünü aktarır. Ardından bu hikmeti şu şekilde açıklar: “Ona gayb meydanları açılınca, kendisini hiçbir şekil ve varlık hapsetmez; bilakis o müşâhede fezasına yükselir, ruhu kendisine ibadet edilen yüce Melik’e ulaşır. Bu durumu ancak manevî zevk sahipleri anlar, kitap sayfalarında kalanlar anlamaz.”866

Dolayısıyla ruhun, melekût veya ceberût âlemi olan aslî mahalline doğuşu ve yükselişi, içine yerleştiği bu süflî mahalden (bedenden) başlamaktadır. Ruhun melekût âlemine yükselişi, içinde bulunduğu bedenden ilişiğini kestiği ve ondan uzaklaştığı ölçüde gerçekleşir. Ondan uzak kaldığı ölçüde kendisinden ayrılır ve aslî 862 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, s. 100. 863 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, ss. 106-107. 864 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, s. 107. 865 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, s. 99. 866 İbn Acîbe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye, ss. 107-108.

mahalline yükselir. Bedene bağlı olduğu ölçüde ise onda yerleşir ve beden içinde hapsedilir.867