• Sonuç bulunamadı

D. Mârifeti Elde Etme Yöntemi

1. Mârifet-Akıl ilişkisi

Sûfî müellifler, akıl ötesi, gayb âlemi, metafizik alanında aklın hüküm veremeyeceği, şayet hüküm verirse bunun bir anlamı ve değeri olmayacağı, çünkü o alanın aklın bilme ve hüküm verme sınırının ötesinde olduğu kanaatini taşırlar. Söz konusu alanda akıl ve mantıktan çok keşf ve ilhama dayanılması gerektiğini savunurlar.562

İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, adlı eserinde latîf sırları idrakte aciz olan aklın vasıflarından bahseder. İnsanların, aklın genel ve özel vasıfları hakkında, mahallinin nerede olduğu ve hakikatinin ne olduğu konusunda hayrete düştüklerini ifâde eder.563 Müellifimiz aklı, yararlıyla zararlının kendisi sayesinde ayırt edildiği nur ya da “nefsin kendisiyle zorunlu ve teorik ilimleri öğrendiği ruhânî nur” şeklinde tanımlar.564 Ancak İbn Acîbe, aklın işlevini, kalp ile beyin arasında taksim eder.565 Mahallinin kalp olduğunu, ışığının dimağa ulaştığını vurgular ve bunun delili olarak insanın beynine vurulduğu zaman aklın gittiğini örnek verir.566

Öte yandan İbn Acîbe, aklın işlevinin neler olduğunu açıklar. Ona göre, akıl zamanın mazi, müstakbel ve hâl kısımları ile kayıtlıdır. Akıl olmadığı takdirde zaman bir bütündür, cüzü ve kısımları yoktur. Buna delil olarak aklı olmayan ve aklını kaybeden kimselerin zaman anlayışlarının olmadığı gösterilir. Dolayısıyla söz

561 İbn Acîbe, el-Bahru’l-Medîd, c. I, s. 192. Benzer ifâdeler için bkz. a.g.e., c. I, s. 410. 562 Süleyman Uludağ, Tasavvuf ve Tenkit, Dergah Yay., İstanbul 2014, s. 190.

563 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 107. 564 İbn Acîbe, Mirâcu’t-Teşevvuf, s. 48.

565 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, ss. 107-108. 566 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 108.

konusu kimseler için zaman eşit seviyededir.567 Aklın sınırını aşıp Mevlâ’sına yönelen sâlik için mazi ve müstakbelden sıyrılması ve içinde bulunduğu hâlin gereklerini yerine getirmesi önemlidir.568 Müşâhede ehli olan kimse, zaman ve mekâna bağlı olmayan, her şeyi var eden Hakk’ı müşâhedede istiğrak hâlinde olduğu için zaman, mekân, dünya ve ahiretten soyutlanır.569

Aklın metafizik alanda sınırlı olduğunu ısrarla vurgulayan İbn Acîbe, onun görünür âlemin ötesine nüfuz edemeyeceğini ifâde eder. Zira akıl kâinatı yaratanı müşâhedede kusurludur. Bu çerçevede aklın sınırı duyu organları ile bilinen ve idrak edilen alandır. Dolayısıyla akıl, kâinatı ve içindekileri delil getirerek kâinatı yaratanı müşâhedeye güç yetiremez. Akıl ancak his dairesinde kalarak istidlal ile mükevveni bilebilir. Zira mânâların sırları akıl dairesinin dışındadır.570

Müellife göre aklın, sırlar sahasını bilmesi ve bu alanı idrak etmesi mümkün değildir. “Nazarî meselelerde (akıl) red ve kabul arasında telef olup gider.” Bundan dolayı akıl şeriata bağlı olmalıdır. “Şayet şerîat nuruyla desteklenmez ve Hz. Peygamber’e (s.a.v.) ittiba etmez ise sapar ve saptırır.”571 Yine başka bir yerde, İbn Acîbe aklın sünnete tabi olmasını ve ona biat etmesini öğütler. Eğer akıl tabii mecrasında kullanılmazsa, bu ümmet içinde dalalette olan yetmiş iki fırkadan Mutezile, Kaderiyye, Cehmiyye ve benzerleri gibi, ayrıca önceki filozoflardan tabiatçılar ve benzerleri gibi dalâlette olacağını vurgular.572 Zira söz konusu fırkaların dalâlette olmalarının sebebi İbn Acîbe’nin ifâdesi ile “İlahî vahye uymamaları ve onu küçümsemeleridir.”573 Şu hâlde akıl, kendisi gibi sonradan yaratılan varlıklar alanında işlev görmelidir. Dolayısıyla aklın bir sınırı vardır ve bunu aşmaması gerekir.

567 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 108.

568 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 108. Ayrıca eşyanın hakikatlerini bilmede aklın verisi olan nazarî delillerin kusurlu olması hakkında geniş bilgi için bkz. Betül Gürer, Molla Fenari’nin Varlık ve Bilgi Anlayışı, İnsan Yay., İstanbul 2016, ss. 375-379.

569 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 108. 570 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 94. 571 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 95. 572 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, ss. 95-96. 573 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 96.

İbn Acîbe’ye göre, akıl bazen nefsin riyazeti ve tezhibiyle bazı mânâları idrak edebilir ve Hakk’ın kudretini keşfetmeye güç yetirebilir. Ancak diğer yandan, gerçek ubûdiyeti başaramadığı gibi, “tevhid-i has” makamında fenâ hâlini yaşayamaz ve varlık kirinden de tamamen kurtulamaz.574 Buna göre aklın idrak etme gücü ile seyr u sülûk mertebelerini aşma arasında bir ilişki vardır. İbn Acîbe’ye göre “İş, ismi tarif etmek değil, ismin kendisi olmaktır.” Bu dereceye vasıl olmak için de akılla yetinmemek gerekir.575 Dolayısıyla İbn Acîbe’nin eleştirdiği ve reddettiği akıl, metafizik konuları bilme ve değerlendirme hakkını ve yetkisini kendisinde gören nazarî/teorik akıldır.

Öte yandan İbn Acîbe’ye göre, akıl insanı iman derecesine ulaştırabilir, ancak Allah’ın zâtını ve sıfatını idrake ulaştıramaz. Müellif, el-Bahru’l-Medîd adlı tefsirinde “Göklerde ve yerde neler var, iyi bakın!”576 meâlindeki âyeti, işâri olarak şu şekilde açıklar: “Allah, nazar ve ibret ehline, göklerde ve yerde olan sırlara ve nurlara bakmalarını emreder. Onlara, Zâtına ait sırları ve ilâhî sıfatların nurlarını müşâhede etmeyi, maddî şeylerin dış yüzünde kalmamalarını emreder. Ayrıca, eşyanın ince perdesinin gerisindeki mânâya [eşyanın hakikatine ve içindeki sırlara] bakmayı, zâhirî madde ve şekilde kalmamalarını emreder.” Bu durumda fenâ ve bekâ makamlarına ulaşmış mânâ ehli kimseler, eşyanın iç yüzüne dalar, onu fikrinde eritip yok ederek, mânâya döner [içinde saklı olan hakikati görür], mânâ ile mânâya ulaşır. Dolayısıyla bunlar müşâhede ehli ve eşyanın perde gerisindeki hakikatini gören kimselerdir. Oysa eşyanın zâhirinde/maddesinde kalan kişi onun içindeki sırra ulaşamaz. Ancak bu kimse aklını kullanmakla yetinir ve hakikatin böyle olduğuna iman ve tasdikle kalır. Bu da bir yönden tefekkür etme ve ibret alma yolu sayılmaktadır.577

Bütün bunlara rağmen, aklı mârifete vesile olması açısından önemli gören İbn Acîbe, aklın önemine dair geniş açıklamalarda bulunur. O, manevî yolda sülûk eden mürid için aklın sınırlı olduğunu, ancak bunun müride has bir durum olduğunu belirtir. Zira manevî yolda “müridin, öncelikle aklını, amelini ve anlayışını bırakması

574 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 97. 575 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 97. 576 Yunus, 10/101.

gerekir.” Dolayısıyla sülûk edenlerin haricindeki kimselerin, akla, şerîatın ritüellerine ve onun hükümlerine ittiba etmesi gerekir. Bu konuda İbn Acîbe, işleri özenle yapmak, aklî ve naklî burhandan deliller çıkarmak, Allah’ı tanımak ve O’na ibadet için aklı önemli görmektedir.578

İbn Acîbe, aklın önemi ve değeri sadedinde birçok açıklama yapar. Eşyanın duyusal alanıyla, istidlâlî delil getirme ve şerîatın zâhirî yönüyle ilgili aklı kullanma hususunda birçok hadis zikreder. İki örnek verelim:

“Kişinin aslı aklıdır. Aklı olmayanın dini de yoktur.”579

“Dinin esası akıldır, insanların efendisi de en akıllı olandır.”580

İbn Acîbe’nin söz konusu hadisleri ve bunlara benzer diğer hadisleri rivayet etmesi, başka bir ifâde ile eserlerinde aklı övücü hadislere yer vermesi, aklın değerli olduğunu göstermesi açısından önemli birer delildir.581

İbn Acîbe, akla önem vermesi ile ilgili son olarak: “Şayet kişi, vicdan ve zevk yolunun müridi ise akılla yetinmesi ve onunla kalması (mürid için) noksanlık ve hızlan olur. Eğer kişi, iman makamını delil ve burhan yöntemiyle tashih etmek isterse aklı kullanması kemaldir, onunla idrak edilecek delilleri kullanmak ise vaciptir. Eğer şerîat nurları, Kitap ve Sünnet ile aklı destekler ise en mükemmel olur” der.582 Dolayısıyla aklı aşan bir alan olan metafizikte kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramayan akıl, his âlemi alanıyla, delil getirme ve şerîat âlemiyle ilgili işler için vazgeçilmez bir araçtır. Ayrıca o, ilâhî hitabı anlama ve algılama için önemli bir vasıtadır.

578 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, s. 101.

579 İbn Hacer el-Askalânî, Ahmed b. Ali, el-Metâlibu’l Âliye, thk. Ömer İmân Ebû Bekir, Dâru’l- Âsime, Riyâd 2000, Bâbu’l Akl, c. XII, s. 95, (No: 2770). İbn Hacer el-Askalânî, hadisin sıhhati konusunda herhangi bir açıklama yapmamıştır. (a.y.)

580 Hadis kaynaklarında bu lafızda bir hadise rastlayamadık. 581 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, ss. 101-102. 582 İbn Acîbe, Şerhu Nûniyyeti’ş-Şüşterî, ss. 103-104.