• Sonuç bulunamadı

Siyasi Anlamda Kimlik Tanımının Hakim Olduğu Dönem

BÖLÜM 2: TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ: TARİHSEL ARKA PLANI VE TİPOLOJİLER

2.2. Türk Milliyetçiliği Tipolojileri

2.2.1. Resmi-Pozitivist (Kemalist) Milliyetçilik Tablo 3 Tablo 3

2.2.1.1. Siyasi Anlamda Kimlik Tanımının Hakim Olduğu Dönem

1920’li-30’lu yıllar arasında uygulanan politikalardaki farklılaşma birkaç nedenle açıklanabilir. Öncelikle, 1920’li yıllar boyunca Kemalist elitler, I. Dünya Savaşı’nın toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini çözmekle uğraştılar. Bu dönemin son yıllarına doğru rejim, laik temeller üzerine inşa edildikten sonra, Kemalizm, ideolojik temellere yöneldi. Bu ideolojik temeller içersinde ehemmiyetle üzerinde durulanı, milliyetçilik olmuştur. Bunun yanında, 1920’li yıllarda çok partili sisteme geçiş ve demokrasi denemeleri mevcutken, 1930’lu yıllar tek parti yönetiminin otoritesini bütün toplum üzerine sirayet ettirdiği, tam anlamıyla otoriterleştiği yıllardır.329 Bu otoriterleşmenin göstergelerinden biri de, Ziya Gökalp çizgisindeki Türk Ocaklarının 1931 yılında kapatılıp, Halkevlerine dönüştürülmesidir. Bu sebeplerden dolayı Resmi-Kemalist milliyetçilik, erken Cumhuriyet döneminde farklı ulus tahayyüllerine yönelmiştir. Kemalist milliyetçiliğin siyasi veçhesi, daha çok Atatürk’ün millet kavramına yönelik yaklaşımları ile birlikte 1924 Anayasası’nda görülmektedir. Ancak Resmi milliyetçiliğin etnik boyutu da, yine Atatürk’ün söylemleri ile Anayasa ve yasaların uygulanma biçimlerinde görülebilir.

Atatürk’ün benimsediği millet kavramı iki yönlü olarak ifade edilebilir. Atatürk’ün millet kavramı, hem etnik, hem de siyasi bir içeriğe sahiptir. Siyasi anlamda milleti, “devleti oluşturan insan topluluğu” anlamında kullanan Atatürk’e göre “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti” denir.330 Ayrıca Atatürk, söz ettiği devletlerin soyuna ve diğer özelliklerine bakmaksızın, o devleti oluşturan insan topluluğunu millet olarak kabul etmiştir. Örneğin Afgan, Alman, Amerikan, Arnavut,

328

Yıldız, s. 124-126.

329

Soner Çağaptay, Türkiye’de İslam, Laiklik ve Milliyetçilik: Türk Kimdir ?, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006, s. 71-72.

330

111

Avusturya, Fransız, İtalyan, İran, Yunan, Japon, Macar ve Mısır milleti gibi331, devlet ve millet ismini aynı manada kullanmıştır.

Ancak Atatürk, hem millet kavramına yönelik yapmış olduğu tanımda, hem de Türk milletinde bulunan özelliklerle ilgili oluşturduğu tasnifte daha çok etnisist unsurlara yer vermiştir. Atatürk’e göre millet, “dil, kültür ve mefkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasi ve içtimai heyettir”. Aynı zamanda Atatürk, Türk milletinde bulunan nitelikleri şöyle sıralamıştır: Siyasi varlıkta birlik, dil, yurt, ırk ve menşe birliği ile tarihi ve ahlaki karabet.332 Atatürk’ün buradaki, millet ve Türk milleti tanımlarında bariz bir şekilde etnisist unsurlar göze çarpmaktadır.

1924 Anayasası’nın 88. Maddesindeki, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur” biçiminde açıklanan hüküm çerçevesinde Resmi milliyetçiliğin Fransız tipi sivil-siyasi bir milliyetçilik olduğu yorumları yapılmaktadır. Ancak, uygulamada vatandaşlık itibariyle tanımlanan Türklük ile etnik kökenden kaynaklanan Türklük arasına önemli bir mesafe konmuştur. Çünkü Yıldız’a göre, “Cumhuriyetçi tanım hiçbir zaman hukuki veçheyi Türk olmak için yeterli görmemiş” ve vatandaşlık itibariyle Türklük ile milliyet itibariyle Türklük çoğu zaman örtüşmemiştir. Bu nedenle ki, “Türk vatandaşlığı kurumu şemsiye bir ulusal kimlik için sağlam bir zemin oluşturamamıştır.”333

1924 Anayasası’nda Türk kavramının tanımlanması aşamasında yaşanan tartışmalar, vatandaşlık itibariyle Türklük ile milliyet itibariyle Türklük arasındaki farklılığın başlangıcını oluşturmaktadır. Meclis’te yaşanan tartışmalar sırasında Hamdullah Suphi Tanrıöver’e göre gayrımüslimlerin Türklük çatısı altında tanımlanmamaları gerekmektedir. Tanrıöver’in şu sözleri, vatandaşlık ile milliyet arasındaki sınırları göstermesi bakımından önemlidir:

Diyoruz ki: Devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin tebaası tamamiyle Türk’tür. Bir taraftan da hükümet mücadele ediyor, ecnebiler tarafından tesisi edilmiş olan müesatta çalışan rumu, ermeniyi çıkarmaya çalışıyor. Biz bunları rumdur, ermenidir diye çıkarmak istediğimiz vakit hayır meclisinizden çıkan kanun

331

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri: 1919-1938, Cilt II, Baskı 4, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1989, s. 255, 267, 276, 281, 309, 311, 315, 319.

332

Atatürk, s. 259-263.

333

112

mucibince bunlar Türk’tür derlerse ne cevap vereceksiniz? Tabiiyet kelimesi zihinlerde mevcut ve kalplerde mevcut bulunan bu emeli izah etmeye kifayet etmez. Lafzen bir tefsir bulabiliriz. Maddeye tefsir ile geçilebilir, fakat bir hakikat vardır. Onlar Türk olamazlar.334

Türklüğün hukuki ve etnisist tanımları arasındaki gerginlik, Gayrimüslimler ile Türk olmayan Müslümanlara yönelik uygulanan politikalarda farklılaşmalar meydana getirmiştir. Resmi milliyetçiliğin uygulanması sürecinde, 1930’lu yıllarda, Türklüğün etnisist tanımının hukuki tanıma oranla daha baskın olmasının, Gayrimüslimler nezdindeki nedenleri, Rıfat Bali’ye göre şu şekilde sıralanabilir: Din unsuru, azınlıklara güven duymama, kan bedeli ve iktisadi bağımsızlık kavgasıdır.335 Bu nedenlerden dolayı, etnisist ile hukuki Türklük anlayışları arasındaki gerilimden en çok Gayrimüslimler zarar görmüştür. Bununla birlikte söz konusu Türk olmayan Müslümanlar olunca, bu gerilim muğlaklaşmakta, Gayrimüslimlerde olduğu gibi keskin bir ayrım görülmemektedir. Hatta, din nazarında erken Cumhuriyet döneminde bir tek tipleştirmeden bahsedilebilir. Copeaux’un da ifade ettiği gibi, ‘Türk’ ve ‘Müslüman’ kavramlarının zihinlerdeki uyumu, 1922 yılındaki nüfus mübadelesinde kendisini göstermekte336 ve mübadele kriterinin din ekseninde yapılmasına örnek teşkil etmektedir.337

Müslüman olupta Türk kökenli olmayan Çerkesler, Lazlar, Boşnaklar ve diğer grupların Türklük kavramına dahil edilmeleri daha kolay olmuşken, Kürtlerin Türklüğü kabulünün, Türkler açısından sıkıntı olmasa da Kürtler açısından çeşitli sorunlar doğurduğu ve bunun gerçekleşmediği görülmektedir. Kürtlerin diğer gruplardan farkları, Türklerden sonra en kalabalık nüfusa sahip olmaları, dillerini muhafaza etmeleri ve belli bir bölgede yoğunlaşmış olmalarıdır. Bu yüzden Kürtlerin Türklük çatısı altında erimesi zorlaşmıştır. Yeğen’in de belirttiği üzere “kural olarak Türklük

334

Mesut Yeğen, Mustakbel Türk’ten Sözde Vatandaşa Cumhuriyet ve Kürtler, İstanbul: İletişim Yayınları, 2006, s. 97.

335

Rıfat Bali, Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945): Cumhuriyet Döneminde Türkiye Yahudileri, İstanbul:

İletişim Yayınları, 2005, s. 497 vd.

336

Copeaux, s. 47.

337

Mübadele anlaşmasında “Türk” ibaresi yerine “Müslüman” ibaresinin kullanılması, Ortodoks Karaman Türklerinin Yunanistan’a gönderilmeleri ve Türkiye’ye gelmek isteyen Hıristiyan Gagavuz Türklerine izin verilmemesi, Cumhuriyet rejiminin Anadolu’yu önce din açısından homojenize etmeye çalıştığını ve Osmanlı’nın genetik özelliklerinin devam ettiğini göstermesi bakımından önem arz etmektedir.

113

dairesinin içersinde görülmelerine rağmen, bu dairenin dışında düşünüldükleri zamanlarda olmuştur.”338

Yeğen’e göre, Müslüman olup Türk olmayanların Türklüğe dahil edilmelerini sağlayan bir ilke vardı. Bu ilke, devlete sadakat ilkesiydi. Türklüğün, kimi istisnalarla birlikte, Müslümanlara açık oluşunun en önemli sebebi, Müslümanların devlete olan sadakati ya da Müslüman olmayanların sadakatsizliğiyle ölçülüyordu. Yani, Türklüğe dahil olmak için din kıstasından ziyade sadakat daha fazla önemliydi.339 Bu açıdan bakılacak olursa, erken Cumhuriyet döneminde Gayrimüslim gruplardan biri olan Yahudilerin Türklüğe daha fazla yaklaştıkları, Müslüman olan Kürtlerin çıkardıkları isyanlar neticesinde Türklük dairesinden daha fazla uzaklaştıkları söylenebilir. Benzer bir şekilde Tanıl Bora’ya göre de, 1930’lu ve 40’lı yıllardaki ırk merkezli politikalara maruz kalan azınlıklar, Gayrimüslimlerdir. Türk olarak kabul edilen, ama Türk kökenli olmayan Müslümanlar’a ise “Türklüğün vecibelerini yerine getirdikleri ölçüde, sözle ve fiille dokunulmamıştır.”340