• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet Halk Partisi ve Türk Silahlı Kuvvetleri

BÖLÜM 3: TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ TİPOLOJİLERİNİ TEMSİL EDEN AKTÖRLER VE DIŞ POLİTİKA ALGILARI EDEN AKTÖRLER VE DIŞ POLİTİKA ALGILARI

3.1. Kemalist Milliyetçiliğin Aktörleri ve Dış Politika Algıları

3.1.1. Cumhuriyet Halk Partisi ve Türk Silahlı Kuvvetleri

Resmi-Kemalist milliyetçiliğin, Türkiye’nin iç ve dış politikalarının belirlenmesinde etkili olan en önemli aktörleri, Cumhuriyet Halk Partisi ile Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Her iki aktör de Kemalist milliyetçiliğin temsilcileri olmalarının yanında, bu milliyetçilik anlayışını şekillendirmeleri bakımından da önem arz etmektedirler. Burada ayrıca, Kemalist milliyetçiliğin doksanlı yılların ortalarından itibaren ulusalcılık biçimine nasıl dönüştüğüne de değinmek gerekmektedir.

Cumhuriyet Halk Partisi, 9 Eylül 1923’te Halk Fırkası adıyla kurulmuş, 1924 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası adını almış ve 1935 yılında yapılan değişiklikle Cumhuriyet Halk Partisi olarak isim değişikliğine gitmiştir.398 CHP, Mustafa Kemal Atatürk ve onun arkadaşları tarafından, Türkiye Cummhuriyeti’ne hayat veren sivil ve büyük çoğunluğu askeri elitler tarafından kurulan Cumhuriyet tarihinin ilk siyasal partisidir. CHP, Cumhuriyet devrimlerini gerçekleştirmesi ve “Türk” milli kimliğini erken Cumhuriyet döneminde inşa etmesi nedeniyle Resmi-Kemalist milliyetçiliğin en temel aktörü olarak görülmektedir. Zira, CHP, yeni ulus-devletin kurucu milliyetçilik algısını, Atatürk’ün görüşleri ve önerileri doğrultusunda oluşturmuştur. Böylece, Resmi-Kemalist milliyetçiliğin de kurucusudur. Zaten CHP’nin simgesi olan altı ok399 figüründeki oklardan birini milliyetçilik oluşturmaktadır.

CHP Genel Sekreteri Recep Peker’in 1931 yılında açıkladığı parti programını yorumlayan Taha Parla’ya göre CHP’nin milliyetçilik anlayışı, “şövenist olmayan,

398

Cumhuriyet Halk Partisi Resmi Sitesi, http://www.chp.org.tr/?page_id=67, (26.02.2015).

399

CHP’nin altı oku olan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine inşa edildiği temel ilkeler şunlardır: Halkçılık, Laiklik, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Devletçilik ve İnkılapçılık (Devrimcilik).

136

ölçülü, zenofobik olmayan, Türk milletinin milletler camiasında saygılı konumuna vurgu yapan, bağımsızlıkçı, yayılmacı ve irredentist niteliklerden arınmış”dır. Programa göre, CHP, millet olgusunu, dil, kültür ve ülkü birliği çerçevesinde değerlendirmektedir. Etnik kökeni farklı olan Çerkez, Laz, Kürt ve Pomak gibi Müslüman unsurları ortak tarihi, kültürü ve tabiyeti benimsedikleri ölçüde eşit yurttaşlar olarak kabul etmesine rağmen, bunların kendilerine ait kültürel ve yasal haklarına yer vermemiştir. Bununla birlikte, “Osmanlı İmparatorluğu’nun ümmet siyasetini gütmüyoruz” ve akabinde “saf bir milliyet fikriyle alıyoruz” gibi açıklamalar, CHP programının diğer tezat yönlerini oluşturmaktadır. Gayrimüslimler’e yaklaşım ise, “dil ve emel birliğinde ortaklık kaydı altında, Türk olarak kabul edilmeleri” şeklindedir.400

Günümüzde CHP programında milliyetçilik ilkesine şu şekilde yer verilmektedir: CHP Atatürk milliyetçiliğini benimsemektedir: Türkiye Cumhuriyeti, din, dil, ırk ve etnik temel üzerinde değil, siyasi bilinç ve ideal beraberliği zemininde kurulmuştur. Milliyetçilik, ırk, köken, din, mezhep, bölgecilik, kavimcilik anlayışlarının, ulusal düzeyde aşılmasıdır. Türkiye hiçbir zaman ırk, kan ve kafatası esasına göre yönetilen bir devlet olmamıştır, olmayacaktır. Ülkenin sorunlarının çözümüne ırk temelinde değil yurttaş temelinde yaklaşmaktayız. Türkiye’nin bölünmesine ve parçalanmasına yönelik tüm düşünceleri CHP kesinlikle reddeder. CHP sosyal demokrat anlayışın gereği olarak iktisaden ve siyasi açıdan güçlü sınıfın bu güce sahip olmayan sınıflar üzerinde egemenlik kurmasını reddeder.

Bizim milliyetçiliğimiz;

Çoğulculuk anlayışını benimser, tüm etnik ve kültürel kimliklere saygılıdır. Hangi kökenden gelirse gelsin, hangi dili konuşursa konuşsun ve hangi inancı paylaşırsa paylaşsın, tüm yurttaşların hukuk önündeki eşitliğidir, bütün vatandaşların ülkenin sahibi olduğu anlayışıdır.

Tüm etnik ve inanç farklılıklarını kapsayan, bu farklılıkların Türkiye’nin ulusal bütünlüğü çerçevesinde bir zenginlik olduğunu benimseyen, bireysel haklara çağdaş anlayışla sahip çıkan, demokratik farklılaşma özgürlüğünü tanıyan, farklılık içinde bütünleşmeyi öngören, ulusal birliği korumayı hedefleyen bütünlük idealini tanımlayan kapsayıcı bir değerdir.

400

Taha Parla, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları Cilt 3: Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve

137

Devletin ırkı olmaz, devlet tüm etnik kimliklere eşit mesafede durur, kültürel çoğulcuğun güvencesini oluşturur görüşüne sahip çıkar. Farklı etnik kökenlere sahip yurttaşlarımızın karşılaştıkları sorunların ülke bütünlüğü içinde ve çağdaş bir yaklaşımla çözüme kavuşturulmasını benimser.

Bireysel Kültürel Haklara Saygı ilkesini savunur.

Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan, tüm yurttaşların birliğinin ve güvenliğinin, ülkenin bağımsızlığının ve egemenliğinin, Türkiye’nin toprakları ve halkı ile bütünlüğünün koşulsuz olarak korunmasını öngörür.401

Görüldüğü üzere CHP, Resmi-Kemalist milliyetçiliğin günümüzde daha çok sivil yönlerini ön plana çıkaran, farklı etnik, dini ve ırki kökenden gelen vatandaşları da kapsayan, anayasal vatandaşlığa dayalı bir kimlik anlayışı ortaya koyan ve ülke bütünlüğünü savunan teritoryal bir milliyetçilik tasavvuruna sahiptir. Yine de Atatürk (Kemalist) milliyetçiliğine atıf yapılmaktadır. Ancak, “Türkiye hiçbir zaman, ırk, kan ve kafatası esasına göre yönetilen bir devlet olmamıştır” sözü, özellikle otuzlu yıllardaki etno-seküler kimlik inşası döneminde gerçekleştirilen bazı uygulamalara yönelik eleştirilere de bir cevap verme mahiyetindedir. Yine de otuzlu yıllarda Kemalist milliyetçiliğin veçhesini daha çok etnik temele dayalı bir milliyetçilik anlayışının oluşturduğu bilinmektedir.

Her şeye rağmen CHP’de milliyetçilik önemli bir tartışma konusudur. Dönemin CHP İzmir milletvekili olan Birgül Ayman Güler’in “Türk ulusuyla Kürt milliyetini eş değerde gördüremezsiniz.”402 çıkışından sonra yükselen tepkiler ve aynı zamanda verilen destekler neticesinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ali Kırca’yla yaptığı ropörtajda, “milliyetçiliği yurtseverlik olarak gördüklerini, Atatürk milliyetçisi olduklarını, etnik, dini ve ırki kökenlerine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkese eşit mesafede yaklaştıklarını ve bütün etnik kimlikleri tanıdıklarını” belirterek403, CHP programında üzerinde durulan hususlar çerçevesinde açıklama yapmış, sivil bir milliyetçilik anlayışını savunmuştur.

401

Cumhuriyet Halk Partisi Resmi Sitesi, “Çağdaş Türkiye İçin Değişim: Cumhuriyet Halk Partisi Programı”, s. 13-14, http://www.chp.org.tr/wp-content/uploads/chpprogram.pdf, (26.02.2015).

402

“CHP’li Birgül Ayman Güler: Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eşdeğer gördüremezsiniz”, T24,

http://t24.com.tr/haber/chpli-vekil-birgul-ayman-guler-turk-ulusuyla-kurt-milliyetini-esit-es-degerde-gorduremezsiniz,222215, (26.02.2015).

403

138

Görüldüğü üzere, CHP içerisinde hala erken Cumhuriyet döneminde olduğu gibi milliyetçiliğin etnisist-kültürel ve sivil-yasal damarı arasında gitgeller yaşanmakta, Partinin yasal metinlerine yansımasa da, Parti temsilcileri arasında bu konuda farklı görüşler dile getirilmektedir.

Resmi-Kemalist milliyetçiliğin bir diğer aktörü, Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. TSK, erken Cumhuriyet döneminde Türk milli kimliğinin inşasındaki katkıları, Türk milliyetçiliğini yeniden üretme işlevi, sivil siyaset üzerindeki vesayeti ve Türk dış politikasını belirleme kudreti ile bunları Kemalist milliyetçiliğin akideleri çerçevesinde şekillendirmesi bakımından önemli bir aktör olarak değerlendirilebilinir.

Tanıl Bora’ya göre TSK, milli kimliğin inşa edildiği erken Cumhuriyet döneminde etnisist-özcü bir anlayışla milliyetçiliğin üretimine önemli katkılarda bulunmuştur. Özellikle, ordu-millet mottosu üzerinden milliyetçiliğe içkin bir kurum olarak lanse edilen TSK, askeri okullara öğrenci alımında getirmiş olduğu “Türk ırkından olma” şartıyla ve kuruluş tarihini M. Ö. 3’ncü yüzyıla kadar götürülebilmesi404 gibi özellikleri nedeniyle, daha çok Kemalist milliyetçiliğin etnisist veçhesini benimsemiştir. Bu kanıyı destekler biçimde 1934 yılında basılan Askerin Ders Kitabı’ndaki milli kimliğe ilişkin şu tespitlere bakılması yeterlidir:

Asker sen kimsin?

SEN TÜRKSÜN! Yeryüzünün en ulu milletindensin; Sana anlatacağımız (tarih) denilen yazılar ortada yokken senin milletin doğdu; kanı temiz, yüreği yılmaz; gözü pek yeryüzüne geldi. On binlerce yıl öyle yaşadın; yine öyle yaşayacaksın; senin dedelerinin, ninelerinin çok önce kurduğu yurtlar şenlikte yeryüzünün cenneti oldular. Bil ki; başka milletlerin görgüde, yapkıda ilk örneği, desteği, öğütçüsü senin milletin BÜYÜK TÜRK MİLLETİdir.

SEN TÜRKSÜN! On ikibin yıl evvelinde yeryüzünün başka milletleri mağaralarda, taş kovuklarında yaban adamları gibi yaşarken senin dedelerin ORTA ASYA denilen anayurdunun göbeğinde kurduklarda şehirlerde yaşarlar, altın başlı kargısı, gümüş bezeli terkisi ile ağızlar sulandırır, gözler kamaştırırdı. Yeryüzüne

şenliği, medeniyeti senin ataların verdi, atı dağdan indirip kuzu gibi yapan, üstüne

404

139

binip dağları aşan ve taş kovuklarına sinmiş başka milletleri şaşkın şaşkın kendisine baktıran senin milletin BÜYÜK TÜRK MİLLETİdir

SEN TÜRKSÜN! Yeryüzünün her zaman var ve var olacak en yüce milletinin eğilmez, bükülmez aslan yürekli oğlusun!... Senin kolunu bükecek, başını eğdirecek başka bir millet yoktur. İlk önce bunu böyle bil ve milletinin anlatacağımız alnı açık tarihini belleyerek başını dik, yüreğini pek tut! Türk yurdunun, Türk benliğinin düşmanlarına kıl kadar boyun eğme!405

TSK, bu metinle Bora’ya göre, “milli özgüveni tesis etmeye, yekpare bir milli kültür inşa etmeye ve romantik bir milliyetçilik anlayışı çizmeye gayret etmiştir.”406 Bunların yanında özellikle medeniyete yapılan katkı ve Orta Asya’ya yönelik romantik yaklaşım aracılığıyla yukarıdaki metin ile Türk Tarih Tezi arasında bağlantı kurulabilir. TSK’nın bu metinle ortaya koyduğu milliyetçilik tasavvuru, İslamiyet sonrası döneme değinmemesi, Orta Asya eksenli olması ve medeniyete vurgu yapması nedeniyle, Kemalist milliyetçiliğin otuzlu yıllardaki etno-seküler anlayışını yansıtmaktadır.

Bunun yanında TSK, belirli aralıklarla gerçekleştirdiği askeri müdahaleler neticesinde Türk siyaseti üzerinde tahakkümünü kuran, böylece iç ve dış politikanın belirlenmesinde söz sahibi olan bir aktör olarak ortaya çıkmaktadır. 1960 müdahalesiyle başlayan, 1971 muhtırası, 1980 darbesi, 28 Şubat Post-modern ve 2007 e-muhtırasıyla devam eden ve kurumsallaşan darbe kültürüyle TSK, hem Kemalist milliyetçiliğin tesisine çalışmakta, hem de onu yeniden şekillendirmektedir.

TSK’nın jakoben ve elitist bir tavırla Türk siyasetini şekillendirmeye çalışması, toplumla arasına mesafe girmesine neden olmuştur. Bunun birkaç nedeni bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi, devletin resmi ideolojisi olan Kemalizimin koruyuculuğunu üstlenmesidir. Erken Cumhuriyet döneminde inşa edilen bir ideoloji olan Kemalizm, İslami yaşam tarzını ötekileştirip, laik ve Batılı modern bir ulus kurma projesi olarak Ordu tarafından benimsenmiştir. Kemalizm de, ilerici ve pozitivist tahayyüllerini gelecek kuşaklara aktarma konusunda Orduya güvenmiştir.

Ordu, aynı zamanda darbelerin getirmiş olduğu kurumlarla Kemalist milliyetçiliğin tahakkümünü devam ettirmektedir. Bora’ya göre 27 Mayıs 1960 Darbesi’yle Ordu,

405

Serdar Şen, Silahlı Kuvvetler ve Modernizm, İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1996, s. 66.

406

140

“Demokrat Parti iktidarına tepki olarak, ABD’ye artan bağımlılığı eleştirerek, anti-emperyalist ve milli bağımsızlıkçılık öğelerini içeren; Atatürkçülüğün ve dolayısıyla onu temsil eden Kemalist milliyetçiliğin biraz daha sol versiyonunu bu dönemde tesis etmiştir.”407 Zaten, Ordu, 1960 darbesinde laik, bürokratik devlet partisi olan CHP’nin desteğini almıştı.408 CHP, aynı süreçte siyasal çizgisini “ortanın solu” olarak yeniden kurgulamış, CHP-TSK-Kemalist milliyetçilik arasındaki simbiyotik ilişkiyi ortaya koymuştur.

27 Mayıs darbesiyle oluşturulan Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Ordunun Türk siyaseti üzerindeki vesayetinin en önemli aracı haline gelmiştir. Bu tarz yapılanma, ilk defa ABD’de gerçekleştirilmiş, daha sonra diğer NATO üyesi ülkeler onu izlemiştir. 1961 Anayasası’nda, Kurulun görevi, “Milli Güvenlik ile ilgili kararların alınmasında ve koordinasyon sağlanmasında yardımcılık etmek üzere gerekli temel görüşleri Bakanlar Kurulu’na tavsiye etmek” olarak belirlenmiştir. 1962 yılında yapılan yasal değişikliklerle Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği oluşturulmuştur. Bu sayede, Kurul, daha işlevsel kılınmaya çalışılmıştır. 1971 Muhtırası’ndan sonra MGK’nın işlevi ve temsili ağırlığı artmış, 1961 Anayasası’nda “MGK Hükümete yardımcılık eder” ibaresinin yerine “tavsiye eder” ibaresi getirilmiştir.409

12 Eylül’ün askeri vesayet sistemine ilişkin kritik düzenlemelerinin başında, 1983 yılında çıkarılan 2945 sayılı Milli Güvenlik Kurulu Kanunu gelmektedir. Bu kanunla birlikte milli güvenlik kavramı, “Devletin anayasal düzeninin, milli varlığının ve bütünlüğünün milletlerarası alanda siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik dahil bütün menfaatlerinin ve ahdi hukukunun her türlü iç ve dış tehdide karşı korunması ve kollanması” olarak tanımlanmış, milli hedeflerin tayini ve milli güvenliğin sağlanması hükümete değil, MGK vasıtasıyla askeri elitlere bırakılmıştır.410

MGK ile ilgili düzenlemelerde en öne çıkan diğer olgu, 1971 Muhtırası sonrasında “tavsiye eder” ibaresinin yerine, “bildirir” kelimesinin eklenmesidir. Böylece militarize edilmiş bir siyasal anlayış ortaya çıkarılmıştır. Aynı zamanda ilgili Kanunun 4. Maddesi,

407

Bora, “Ordu ve Milliyetçilik”, s. 172.

408

Ümit Cizre, Muktedirlerin Siyaseti: Merkez Sağ-Ordu-İslamcılık, İstanbul: İletişim Yayınları, 2014, s. 63.

409

Ali Bayramoğlu, “Asker ve Siyaset”, Der. Ahmet İnsel ve Ali Bayramoğlu, Bir Zümre, Bir Parti Türkiye’de

Ordu, İstanbul: Birikim Yayınları, 2009, s. 77-80.

410

Zeynep Şarlak, “Atatürkçülükten Milli Güvenlik Rejimine: 1990’lar Türkiyes’ne Bir Bakış”, Der. Ahmet İnsel ve Ali Bayramoğlu, Bir Zümre, Bir Parti Türkiye’de Ordu, İstanbul: Birikim Yayınları, 2009, s. 287.

141

Kemalist milliyetçilik anlayışı ile Ordu arasındaki organik bağı göstermesi bakımından ayrı bir önem arz etmektedir. Bu maddede MGK’ya “anayasal düzeni koruyucu, milli birlik ve bütünlüğü sağlayıcı, Türk milletini Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkilapları doğrultusunda ve milli ülkü ve değerler etrafında birleştirerek milli hedeflere yönlendirici gerekli tedbirleri belirleme” görevini vermiştir.411 Böylece Ordu tarafından Atatürk motifli milliyetçilik algısı yeniden dolaşıma sokulmuştur.

Doksanlı yıllarda militarize edilmiş siyasetin meşruiyet zemininde, dönemin önemli sorunları olan, siyasal İslamın yükselişi, PKK terörü, Soğuk Savaşın bitmesinden sonra Kafkasya, Balkanlar ve Ortadoğu’da yaşanan etnik çatışmalar ve bunların oluşturduğu güvenlik krizleri bulunmaktadır. Bu süreçte, Türkiye, 28 Şubat post-modern darbesini yaşamıştır. Bu darbe, MGK toplantısında bir muhtıra şeklinde sunulmuştur. Amacı REFAHYOL hükümetinin düşürülmesi ve devlet kademelerinden Refah Partisiyle ilişkisi olanların uzaklaştırılmasıydı. Bu çerçevede darbe, İslami temelde birleşmiş olan toplumsal ve iktisadi aktörleri hedef almıştır. Bu darbeyi diğerlerinden ayıran çeşitli farklar bulunmakla birlikte, özellikle medya kanalıyla RP’nin savunduğu İslamcılık algısı zayıflatılmaya çalışılmış, İmam Hatip Okullarına yönelik çeşitli düzenlemeler yapılmış, MÜSİAD gibi kuruluşların kapatılmak istenmesiyle İslami sermayeye son verilmek istenmiş ve çeşitli komplolarla (andıçlar vs) siyasal İslam bitirilmeye çalışılmıştır.412

Milli Güvenlik Politikası düzenli aralıklarla çıkan bir metne dönüşmüştür. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) incelendiğinde, bu dönemde özellikle RP’ye karşı sergilenen tavrı, Kemalist milliyetçilikle izah etmek mümkündür. 31 Ekim 1997 tarihinde MGK tarafından değiştirilen MGSB’nin özet metnindeki ilk dört madde413 incelendiğinde, Kürt milliyetçiliği ve siyasal İslam öncelikli tehdit olarak görülmekteydi. Ayrıca, Türkçülüğün “ırkçılığa dönüştürülmesi” ve “ülkücü mafya” gibi tabirlerle MHP’nin temsil ettiği Türkçü milliyetçilikte tehdit olarak ifade ediliyordu. 411 Bayramoğlu, s. 88. 412 Şarlak, s. 291-292. 413

Özet metnin ilk dört maddesi şöyledir:

1. Bölücü ve irticai faaliyetler, eşit ve birinci derecede önceliklidir. 2. Siyasal İslam Türkiye için tehdit unsuru olmaya devam etmektedir.

3. Türk milliyetçiliği bazı kesimlerce ırkçılığa dönüştürülmek istenmektedir. Ülkücü mafya bundan yararlanmak istemektedir. Bu da bir tehdit unsuru oluşturmaktadır.

4. Aşırı sol yine tehdit unsuru olmaya devam etmektedir. Ancak bir yumuşama içinde olduğu görülmektedir. (Bayramoğlu, s. 90).

142

Böylece Kemalist milliyetçiliği benimseyen Ordu, diğer milliyetçilik tipolojileriyle arasına set çekiyordu.

Bununla birlikte TSK, PKK terör örgütünün doksanlı yıllarda artan eylemleri karşısında yaşanılan düşük yoğunluklu savaş sırasında milliyetçilik sembollerini dikkatli ve özenli bir şekilde kullanıyordu. Bu davranış biçimi, kontrol-dışı milliyetçi hareketlerle sorunun daha çetrefilli bir hale dönüşmesini önlüyordu ve soruna “milli savaş” düşüncesinden daha çok, “devlet hakimiyeti” çerçevesinde yaklaşıyordu.414 Bora’nın da belirttiği gibi, Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri olan PKK terörü karşısında radikal milliyetçi tepkilere ve bunun yansımasının davranış biçimlerine TSK izin vermiyordu. Böylece soruna etnik bir yaklaşım sergilemiyordu.

İlhan Uzgel’e göre, özellikle iç ve dış tehditlerin belirlenmesi sürecinde söz sahibi olan TSK, bu tehditlerle mücadele etme noktasında üstlendiği görev nedeniyle, dış politikanın oluşması sürecinde etkili bir aktör konumuna gelmektedir. Bu konuma ise, hem kurumsal düzenlemeler (MGK ve MGK Genel Sekreterliği gibi), hem de fiili (darbeler, basın ve brifingler) yollarla gelmiştir. Ayrıca Soğuk Savaş’ın bitmesine müteakiben yaşanan bazı gelişmeler, Ordunun dış politikadaki rolünü daha da pekiştirmiştir. Bu gelişmeler, PKK terörü, İsrail’le ilişkiler, Kuzey Irak politikası, Kıbrıs ve Ege sorunlarıdır. Mevcut sorunlarda kendisini tek yetkili aktör olarak konumlandıran Ordu, bu sorunlara yönelik hareket biçimini belirlemeye çalışmıştır.415

Bunun yanında Uzgel, çeşitli ülkelerde askeri elitlerin dış politikanın belirlenmesi sürecinde, daha çok güvenlik konularında danışmanlık hizmeti veren aktörler olarak kabul edildiğini belirtmektedir. Ancak, Türkiye’de Ordu kendisini tek yetkili aktör olarak görmekteydi. TSK tarafından inşa edilen dış politika algısı ise, tamamen militarizasyona dayalı güvenlikleştirme politikaları şeklinde tezahür etmiştir. Çünkü askeri mantıkla dünyayı güvenlik politikaları ekseninde gören TSK için dost\düşman algıları keskin sınırlarla ayrılmaktadır.416 Özellikle Resmi-Kemalist milliyetçiliğin dış politikadaki güvenlikleştirmeye dayalı statükocu politikalarını şekillendiren TSK, dış

414

Bora, “Ordu ve Milliyetçilik”, s. 175.

415

İlhan Uzgel, “Ordu Dış Politikanın Neresinde?”, Der. Ahmet İnsel ve Ali Bayramoğlu, Bir Zümre, Bir Parti

Türkiye’de Ordu, İstanbul: Birikim Yayınları, 2009, s. 312-313.

416

143

politika-milliyetçilik ilişkisi bakımından Kemalist milliyetçiliğin en önemli temsilcisi olarak telakki edilebilir.

Kemalist milliyetçiliğin aktörlerinin yanı sıra, geçirmiş olduğu dönüşüme de değinmek gerekmektedir. Tanıl Bora, doksanlı yıllarda Türk milliyetçiliğini beş farklı tipolojiye ayırarak incelemiştir. Bu beş farklı tipolojiden Kemalist milliyetçiliği oluşturan iki çeşit milliyetçilikten bahsedilebilir. Bunlar, Resmi-Atatürk milliyetçiliği ile Kemalist ulusçuluktur. Atatürk milliyetçiliğinin, erken Cumhuriyet dönemi uygulamalarına atıfla açıklanmasına rağmen, doksanlı yıllarda özellikle “Atatürk” motifinin hayatın bütün alanlarında dolaşıma giren bir banal milliyetçilik şekline dönüştüğü görülmektedir. Kemalist ulusçuluk ise, yükselen siyasal İslam ve Kürt milliyetçiliğine tepki olarak, “sol” içerikli, laik bir formata sahip olan, Atatürk milliyetçiliğini tahkim eden ve Atatürk sembolü üzerinden beslenen, doksanların sosyal demokratları tarafından benimsenen bir milliyetçilik anlayışıdır.417

Bu ayrımlara karşın, ikibinli yılların başından itibaren bu milliyetçilik anlayışlarının “ulusalcılık” olarak isimlendirilmeye çalışıldığı, en azından literatürde sıklıkla kullanıldığı gözlemlenmektedir. Doğan Gürpınar’a göre ulusalcılık, küreselleşme süreciyle beraber ulus-devletin çözülmeye başlaması ve refah devleti uygulamalarının zayıflamasıyla ortaya çıkan, birbirlerinden farklı milliyetçilik algılarının senteziyle oluşmuş bir ideolojidir. Gürpınar, Kemalizmin son bulduğunu ya da “dönüşemediğini” iddia ederek, Kemalizmden ve milliyetçilikten daha farklı bir yapıda ortaya çıkan ulusalcılığı, daha çok zenofobik sağ milliyetçilik ve anti-emperyalist sol milliyetçiliğin karma bir yapısı şeklinde okumak gerektiğinden bahsetmektedir. Ona göre ulusalcılık, katı bir ideolojidir, etnik Türklük ve bu çerçevede “güvenilir” vatandaş metaforu üzerinden Kürtlere, kripto-Ermenilere, İslamcılara, farklı etnik gruplara ve Gayrimüslimlere karşı bir teyakkuz hali içerisindedir.418

Aslında ulusalcılık, Kemalizmin kendisini dönüştürememesi nedeniyle eklektik bir şekilde, Atatürkçülük, Kemalizm ve milliyetçilik üzerinden türeyen bir düşünce biçimi olarak değerlendirilebilinir. Nitekim Gürpınar, demir perdenin çöküşüyle birlikte uluslararası sistemin yeni dinamiklerini anlayamaması ve entellektüel bir çaresizlik

417

Bora, Milliyetçiliğin Kara Baharı, s. 101-109.

418

144

içersine düşmesi sonucu Kemalizmin sonunu ilan etmiştir. Yine de, Kemalizmin ölü