• Sonuç bulunamadı

Dış Politikada Statükocu ve Batıcı Milliyetçilik

BÖLÜM 3: TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ TİPOLOJİLERİNİ TEMSİL EDEN AKTÖRLER VE DIŞ POLİTİKA ALGILARI EDEN AKTÖRLER VE DIŞ POLİTİKA ALGILARI

3.1. Kemalist Milliyetçiliğin Aktörleri ve Dış Politika Algıları

3.1.2. Dış Politikada Statükocu ve Batıcı Milliyetçilik

Türk dış politikası üzerine inceleme yapan akademisyenlerin hemen hemen tamamının üzerinde mutabık kaldığı Türk dış politikasına hakim olan ilkeler vardır. Bu ilkeler, 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından günümüze kadar izlenen Türk dış politikasının tanımlanmasına yardımcı olmaktadır. Bunların hiç değişmeden günümüze kadar varlıklarını devam ettirdiklerini söylemek mümkün değilse de, Cumhuriyet tarihinin büyük bölümünde, bu ilkeler çerçevesinde, karar vericiler tarafından Türk dış politikasının yürütüldüğü bilinmektedir. Bu ilkeler, erken

421

T.C. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, “MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu”,

http://www.mgk.gov.tr/index.php/kurumsal/mevzuat/mgk-ve-mgk-gensek-kanunu, (01.03.2015).

422

“Vatan dersinde okulu mu kırdın?”, Milliyet, http://www.milliyet.com.tr/-vatan-dersinde-okulu-mu-kirdin-/siyaset/detay/2019032/default.htm, (25.02.2015).

423

“Tırnağı Bile Olamazsın”, Yeni Şafak, http://www.yenisafak.com.tr/gundem/tirnagi-bile-olamazsin-2088170, (25.02.2015).

146

Cumhuriyet döneminde özellikle Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşleri ve söylemleri etrafında formüle edilmiştir. Dolayısıyla Resmi milliyetçilik, yeni devletin kurucu ideolojisi olarak dış politikanın da temel belirleyicisidir. Bu yüzden Türk dış politikasının genel niteliklerini ve ilkelerini, resmi (Kemalist) milliyetçiliğin dış politika algısı olarak nitelendirmek ve bu ilkeleri resmi milliyetçiliğin inşa etmeye çalıştığı kimlik ile açıklamak gerekmektedir.

Türk dış politikası üzerine çalışan akademisyenler, bazı farklı nirengi noktalarına temas etseler de, Türk dış politikasının genel nitelikleri ve ilkeleri konusunda benzer görüşler dile getirmektedirler. Baskın Oran’a göre Türk dış politikasının üzerine inşa edildiği temel değerler, Statükoculuk ve Batıcılık’tır.424 Ramazan Gözen ise Türk dış politikasının oluşumunda üç temel ilkenin yer aldığını belirtmektedir. Bunlar; Batılılaşma, Misak-ı Milli’nin Kutsiyeti ve Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ilkeleridir.425 Kemal Karpat’a göre Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren Türk dış politikası, iki ana eksen tarafından şekillendirilmiştir. Birinci olarak, ülkenin bağımsızlığının korunması ve Sovyetlerin ideolojik ve bölgesel yayılması karşısında güvenliğin sağlanmasıdır. İkinci olarak, ülkenin modernist, laik ve ulusal rejiminin muhafaza edilmesidir. Bu nitelikler, Karpat’a göre dış politikadaki pratik ve stratejik tereddütler ile Türkiye’ye özgü tarihsel koşulların neticesidir.426 Oral Sander ise Atatürk’ün dış politika konusundaki hedeflerini üç temel eksen etrafında tanımlamaktadır. Bu hedefler, (i) “On dokuzuncu yüzyıl Avrupa modeline uygun bir ulus-devlet kurma mücadelesi ile buna koşut olarak uluslararası sistemin yeni üyesine rahat ve yararlı bir uluslararası durum yaratma çabası”; (ii) “Türk politikasının her alanında ‘Yurtta Barış ve Dünyada Barış’ ilkesinin uygulanması ve bu ilkeye sürekli bir bağlılık gösterilmesi” ile (iii) “Türk halkını ‘çağdaş uygarlık’ seviyesine yükseltmeye çalışmaktır.”427 Ali Balcı ise Atatürk döneminde Türk dış politikasına hakim olan temel ilkenin Batıcılık olduğunu, bu niteliğin dışında bağımsızlık temelinde revizyonizm,

424

Baskın Oran, “TDP’nin Teorik Çerçevesi”,Ed. Baskın Oran, Türk Dış Politikası Cilt 1: 1919-1980, İstanbul:

İletişim Yayınları, 2011, s. 46.

425

Ramazan Gözen, İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türk Dış Politikası, Ankara: Palme Yayıncılık, 2009, s. 46.

426

Kemal Karpat, Türk Dış Politikası Tarihi, İstanbul: Timaş Yayınları, 2012, s. 161.

427

147

dengecilik, statükoculuk ve fırsatçılık gibi ilkelerin de etkili rol oynadığını belirtmiştir.428

Türk dış politikasının yukarıda çeşitli biçimlerde tanımlanmaya çalışılan genel ilkelerini ve niteliklerini, Resmi-Kemalist miliyetçiliğin dış politika algısı biçiminde ifade edilecek olursa, bunlardan ikisi ön plana çıkmaktadır. Bu nitelikler, Statükoculuk ve Batıcılıktır.

3.1.2.1. Statükoculuk

Resmi-Kemalist milliyetçiliğin dış politika algısının en ayırıcı vasfını Statükoculuk oluşturmaktadır. Statükoculuk, mevcut sınırları ve dengeleri sürdürme bağlamında ifade edilebilir. Mevcut sınırları sürdürmekten kastedilen husus, sınırlardan memnun olmak, bu sınırların değişmesini istememek ve dışarıdaki soydaş ve dindaşlara yönelik ayrılıkçı politikalar izlememektir. Mevcut dengeleri sürdürmek ise, Batı dünyası ve onun karşısındakiler ile Batılı güçler arasında denge kurma politikası şeklinde izah edilebilir. Türkiye varlığını bu denge politikasını sürdürmeye ve statükoyu korumaya borçludur.429 Statükoyu koruma politikası ise Misak-ı Milli ile belirlenen sınırların adeta kutsallaştırılması sayesinde meşrulaştırılmıştır. Misak-ı Milli ile belirlenen sınırların Türk dış politikasının oluşumunda iki temel işlevi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, belirlenen bu sınırlar hiçbir surette değiştirilemez ve bu sınırlara gelecek olan iç ve dış tehditlere karşı her şekilde mücadele edilebilir. İkinci olarak, Türk dış politikasının temel egemenlik sınırını belirlemektedir. Bu sınırlar dışında Türk dış politikasının karar vericileri, sorumluluk ve yükümlülük altına girmekten kaçınmaktadır. Böylece, mevcut sınırları koruma isteği, dış politikanın statükocu olması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Bu yüzden, Türk dış politikası, bölgesindeki statükonun herhangi bir şekilde değişmesini hiçbir zaman arzu etmemektedir. Türkiye’yi ilgilendiren bir bölgede yaşanabilecek statüko değişiminin Türk dış politikasına sorumluluk yükleyebileceği ve nihayetinde Türkiye’nin kendi sınırlarının tehlikeye gireceğini düşünerek, sınır ve ya siyasal rejim değişikliklerine karşı gelinmiştir.430

428

Ali Balcı, Türkiye Dış Politikası İlkeler, Uygulamalar, Aktörler, İstanbul: Etkileşim Yayınevi, 2013, s. 27-29.

429

Oran, “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Nitelikleri”, s. 46-49.

430

148

Statükocu dış politika anlayışının Kemalist milliyetçiliğin inşa etmeye çalıştığı kimlik algısı tarafından şekillendirildiği söylenebilir. Atatürk’ün ünlü vecizesi olan ve ilk defa CHP Genel Başkanı olarak 20 Nisan 1931 yılında seçim dolayısıyla ifade etmiş olduğu “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözü431, statükocu dış politikanın Atatürk tarafından benimsenmesi ve böylece Kemalist milliyetçiliğin dış politika anlayışını oluşturması bakımından önem arz etmektedir. Atatürk’ün bu ifadesinin Resmi-Kemalist milliyetçilikle olan ilgisi, Atatürk’ün erken Cumhuriyet döneminin, hem iç, hem de dış politika bağlamında en etkili karar vericisi olması ve Kemalist milliyetçiliğin birçok açıdan Atatürk’ün söylem ve davranışlarıyla şekillenmesinden kaynaklanmaktadır. Bunun yanı sıra daha önceki kısımlarda Resmi-Kemalist milliyetçiliğin genel yapısıyla ilgili olarak teritoryal bir milliyetçilik algısı olduğu ve bunun da inşa edilmeye çalışılan Batılı-seküler kimliğin köklendirme ve süreklendirme ihtiyacını karşılayan Türk Tarih Tezine atıf yapılarak gerçekleştirildiği ifade edilmişti. Kemalist milliyetçiliğin teritoryal niteliği ve Türk Tarih Tezinde Anadolu’nun tarihin en eski devirlerinden beri Türk yurdu olduğu vurgusunun yapılması, yukarıda da ifade edildiği gibi, özellikle yeni devletin milli sınırlarını (yani Misak-ı Milli ile belirlenen sınırları) kutsallaştırdığı ve bu sınırları korumaya yönelik bir dış politika anlayışı geliştirdiği anlaşılmaktadır.

Aynı zamanda Atatürk’ün etnisite ve dinsel yakınlık bağlamında uluslararası bir birlik anlayışını savunmadığı bilinmektedir.432 Cumhuriyet Türkiye’si ile kurulan ulus devlet, Pantürkizm ve Panislamizm gibi her türlü uluslararası kardeşlik hayallerini

431

“Cumhuriyet Halk Partisinin mustakar umumi siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kafidir zannederim: Yurtta Sulh, Cihanda Sulh için çalışıyoruz”, Mehmet Gönlübol, “Atatürk’ün Dış Politikası, Amaçlar ve İlkeler”, Ed. Turhan Feyzioğlu, Atatürk Yolu, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Araştırmaları Vakfı, 1981, s. 269.

432

Atatürk’ün şu sözlerine bakılması, yukarıda anlatılmak istenen durumu izahında faydalı olabilir: “Çeşitli milletleri, ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu çeşitli unsurlardan oluşan kitleleri eşit haklar ve şartlar altında bulundurarak güçlü bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasi görüştür. Fakat aldatıcıdır. Hatta, hiçbir sınır tanımayarak, dünyadaki bütün Türkleri bile bir devlet halinde birleştirmek, varılması imkansız bir hedeftir. Bu, yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylara meydan koyduğu bir gerçektir. Panislamizm ve Panturanizm siyasetinin başarıya ulaştığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte tesadüf edilmemektedir. Irk ayrılığı gözetmeksizin, bütün insanlığı içine alan tek bir dünya devleti kurma hırslarının sonuçları da tarihe yazılmıştır. İstilacı olma hevesleri konumuzun dışındadır. İnsanlara her türlü şahsi duygu ve bağlılıklarını unutturup, onları tam bir kardeşlik ve eşitlik içinde birleştirerek, insancı bir devlet kurma teorisinin de kendine göre şartları vardır. Bizim kendisinde açıklık ve uygulama alanı gördüğümüz siyasi ilke, milli siyasettir. Dünyanın bugünkü genel şartları, yüzyılların dimağlarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük bir yanılgı olamaz. Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir. Milletimizin, güçlü, mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle milli bir siyaset izlemesi, bu siyasetin iç teşkilatımıza tam olarak uyması ve ona dayanması gerekir. Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim anlam ve öz şudur: milli sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak…Genellikle milleti uzun emeller peşinde koşarak zarara sokmamak….Medeni dünyadan, medeni, insani ve karşılıklı dostluk beklemektir.”, Bakınız: Kemal Atatürk, Nutuk: 1919-1927, Haz. Zeynep Korkmaz, Ankara: Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 1991, s. 289-299.

149

sonlandırmıştır.433 Bu çerçevede Atatürk, Osmanlı’nın son dönemlerine damga vuran Panislamist ve Pantürkist dış politika anlayışlarını şu şekilde eleştirmiştir:

Efendiler! Bu noktada mütalaamı ikmal için derim ki; büyük hayaller peşinden koşan, yapmayacağımız şeyleri yapar gibi görünen sahtekar insanlardan değiliz…Biz Panislamizm yapmadık. Belki “yapıyoruz, yapacağız” dedik. Düşmanlarımız da “yaptırmamak için bir an evvel öldürelim!” dediler. Panturanizm yapmadık. “Yaparız, yapıyoruz dedik, yapacağız dedik” ve yine “öldürelim” dediler! Bütün dava bundan ibarettir…Biz böyle yapmadığımız ya da yapamadığımız mefhumlar üzerinde koşarak düşmanlarımızın adedini ve tazyikatı tezyid etmekten ise haddi tabiiye, haddi meşrua rücu edelim. Haddimizi bilelim.434

Dış politikada “maceracılık” olarak görülen Panislamist ve Pantürkist politikalara set çeken Kemalist milliyetçiliğin statükocu dış politika yaklaşımının oluşumunda konjonktüründe önemli etkisi bulunmaktadır. Sevr Antlaşması, bölünme, toprak kaybı, işgal, Kurtuluş Savaşı, Arap toplumlarının isyanları ve son olarak Kürt aşiretlerinin isyanları, Cumhuriyet’in ilk kuşağının zihin yapısında435 ve dolayısıyla iç ve dış politikada karar verme sürecinde ve karar vericilerin davranışlarında derin tesirler bırakmıştır. Aynı zamanda Türk dış politikasının karar vericilerini erken Cumhuriyet döneminde bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü koruma konusunda, en çok tehdit hissettikleri İtalyan revizyonizmine436 karşı statükocu bir dış politika anlayışı izlemeleri de, bu minvalde değerlendirilebilir.

Atatürk tarafından sınırları çizilen yeni devletin dış politika anlayışı, Akarslan’a göre Türkiye’ye birçok açıdan önemli kazanımlar elde etmesine vesile olmuştur. Türkiye’nin yürütmüş olduğu barışçıl, gerçekçi ve kararlı dış politika anlayışı, olumlu bir imajın oluşmasında ve yeni devletin uluslararası sistem içersinde kendisine yer bulmasında yardımcı olmuştur.

Aynı zamanda, Lozan Barış görüşmelerinden başarılı bir netice alınmasında, barışçıl dış politika anlayışının payı büyüktür.437 Lozan Barış görüşmelerinin başarılı ya da

433

Yıldız, s. 100.

434

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, s. 216.

435

Kösebalaban, s. 120.

436

Nevin Yurdsever Ateş, “Cumhuriyet Dönemi Türk Dış Politikası ve Hükümet Programları”, Ed. İdris Bal, 21.

Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayınevi, 2004, s. 32.

437

Mediha Akarslan, Milli Mücadele Dönemi Türk Dış Politikası ve Atatürk, İstanbul: Arıon Yayınevi, 1995, s. 128.

150

başarısız bir şekilde sonuçlandığına ilişkin görüşler, genellikle öznel hükümler taşımakla birlikte, görüşmelerin nihai bir sonuca ulaşmasında Resmi-Kemalist milliyetçiliğinin dış politika algısının etkisinin olduğu söylenebilir. Statükocu dış politika anlayışı, II. Dünya Savaşı dönemi boyunca titizlikle uygulanmaya çalışılmış, savaşan taraflar arasında denge politikası takip edilerek, Türkiye’nin savaş dışı durumu korunabilmiştir.438 Bundan sonraki süreçte de Türk dış politikası statükocu niteliğini muhafaza etmiştir. Karpat’a göre, Soğuk Savaş boyunca Türk dış politikasının tamamlayıcı gayeleri olan Sovyetlere karşı güvenliğin tesisi ve kültür, ekonomi ve siyasal sistemin modernizasyonunu gerçekleşmesi için iç barışı ve ülkede uyumu sağlamanın yanı sıra, istikrarlı ve kararlı bir dış politika meydana getirilmiştir. Türk dış politikası, nadiren meydana gelen siyasal kargaşalar (1960-1971-1980), Türkiye’yi NATO’dan çıkartıp Sovyet yörüngesine sokmak isteyen Marksistler ve Muhafazakarların Arap ülkeleriyle daha yakın ilişkiler kurulmasıyla alakalı ortaya çıkan bazı talepleri dışında, pek bir şeyden etkilenmeden ve yapısını değiştirmeden, Soğuk Savaşın bitimine kadar varlığını devam ettirmiştir.439

Buna karşın statükocu dış politika anlayışının saf bir şekilde Cumhuriyet tarihi boyunca uygulandığını söylemek imkansızdır. Statükonun bozulduğu olaylara bakılacak olursa, bu durum rahatlıkla anlaşılabilir. Öncelikle, Oran’a göre Türk Kurtuluş Savaşı, revizyonist bir hareket olarak değerlendirilmektedir. Bu dönemde Türk dış politikasının revizyonist bir karaktere sahip olduğu bilinmektedir. Ancak Oran’a göre, tam bağımsızlık hedefinde hareket eden Ankara hükümetinin revizyonizmi, sınırlı, akılcı ve istediğini aldıktan sonra durmasını bilen bir revizyonizm idi.440 Milli Mücadele dönemi haricinde Cumhuriyet tarihi boyunca statükocu anlayışın dışına çıkıldığı birkaç dış politika hadisesi bulunmaktadır. Bu hadiseler, Montreux Boğazlar Sözleşmesi vasıtasıyla Boğazlar üzerinde kurulan egemenlik, Hatay’ın ilhakı, Küçük Ağrı Dağı’nın alınması ve Kıbrıs Barış Harekatı olarak sıralanabilir. Ancak burada sıralanan olaylarda, Türk dış politikasına yön verenlerin hukuksal çerçevede konjonktüre göre hareket ettikleri ve böylece statükoyu değiştirdikleri görülmektedir. Bu da, Kemalist milliyetçiliğin daha önce değinilmiş olunan ve Balcı’nın da ifade ettiği üzere Atatürk

438

Mustafa Aydın, “Savaş Kaosunda Türkiye: Göreli Özerklik-2 (1939-1945)”, Ed. Baskın Oran, Türk Dış

Politikası Cilt 1: 1919-1980, İstanbul: İletişim Yayınları, 2011, s. 398.

439

Karpat, s. 162.

440

Baskın Oran, “Kurtuluş Yılları: 1919-1923”, Ed. Baskın Oran, Türk Dış Politikası Cilt 1: 1919-1980, İstanbul:

151

döneminde Türk dış politikasının özelliklerinden biri olan pragmatizmle açıklanabilir. Bu nitelik özellikle, Misak-ı Milli hedefi çerçevesinde Anavatan dışında kalan bölgelerin alınmasına yönelik bir politikadır.441 Ancak burada temel saik, uluslararası hukukun ve konjonktürün aynı anda bu fırsatları oluşturmasının gerekliliğidir. Burada sayılan hadiselerde, bu şartların sağlandığı görülmektedir. Bu şartların oluşmadığı durumlarda, bu tür politikalar izlemekten sakınmıştır. Örneğin, II. Dünya Savaşında Alman Büyükelçisi Franz Von Papen, Türkiye’nin İngiltere ile ilişkilerini bozması karşılığında Savaşın sonunda Güney Azerbaycan’ı (İran Azerbaycan’ı) Türkiye’ye teklif etmiştir. Ancak İsmet İnönü, teklifi reddetmiştir.442 Bu örnekte her ne kadar konjonktür imkan sağladıysa da, uluslararası hukuka aykırı bir eylem olacağı için, Türkiye, mevcut statükoyu korumak istemiştir.

Dış politikada “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” anlayışının uygulanması, Gözen’e göre bir ideal olup, uygulamada tamamen karar vericilerin nitelikleriyle şekillenebilmektedir. Örneğin, İnönü, II. Dünya Savaşı sürecinde “aktif tarafsızlık politikası” izleyerek, Türkiye’yi savaş dışında tutmuştur. Bu politikaya rağmen, savaş sonrasında yapılan düzenlemelerde Türkiye çok fazla söz sahibi olamamıştır. Bu örnekten hareketle Turgut Özal, 1991 Körfez Savaşı sırasında “aktif katılım politikası” izlemiş, savaş sonrası yeniden dizayn edilecek olan Irak’tan pay alacağını düşünmüştü.443 Her iki durumda da liderlerin izlemiş oldukları politikaların “doğru” ya da “yanlış” şeklinde değerlendirilmesinden ziyade, dış politikada “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin, karar vericiler tarafından yorumlanmasında farklılıklar bulunabileceğini belirtmek gerekmektedir. Benzer şekilde, Mustafa Aydın’a göre, statükoculuk kavramının, Cumhuriyetin kurulduğu dönemden günümüze kadar geçen sürede anlamının değiştiğini belirtmektedir. Ona göre 1920’li yıllarda statükoculuk, “mevcut düzenin korunması” anlamında kullanılırken; 2000’li yıllarda, “hareketsizlik”, “hiçbir şey yapmama” ve “taraf olmama” anlamlarında yorumlanarak, “pasif olma durumu” şeklinde tanımlanmıştır.444 441 Balcı, s. 30. 442 Kösebalaban, s. 145. 443

Gözen, İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türk Dış Politikası, s. 49-50.

444

Mustafa Aydın, “Rüzgara Karşı Durmak: Türk Dış Politikası Kırılmadan Esneyebilir mi?”, Foreign Affairs, No: 34, (Ekim-Kasım 2005), s. 48-58.

152

Statükoculuk ilkesi genel olarak değerlendirelecek olursa; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi olan Kemalizmin dış politikadaki yansıması olması, kendisini bütün “pan” hareketlerin karşısında konumlandırması, Türkiye’nin varlığını ancak bu politika ile sürdürülebileceğine olan inanç ve teritoryal milliyetçiliğin Kemalist milliyetçilik üzerindeki etkisine bağlı olarak Anadolu topraklarını adeta kutsallaştırması nedeniyle, milliyetçilikle yakından ilgisi bulunmaktadır. Statükoculuk ilkesi, yayılmacı olmayan ve daha çok savunmacı niteliği hasebiyle sivil bir milliyetçilik anlayışına kapı aralamaktadır.

3.1.2.2. Batıcılık

Resmi milliyetçiliğin dış politika anlayışının ikinci temel özelliği, Batıcılıktır. Batıcılık, Atatürk’ün ünlü vecizesi olan “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” şeklinde özetlenebilir. Gözen’e göre Batılılaşma politikası, iki temel esasa dayanmaktadır. Bunlar, Türk toplumunun modernleşme isteği ve uluslararası sistemin güç dengesini oluşturan Batılı ülkelerle ilişkileri geliştirme zorunluluğudur.445 Bu ilişkiler, hem devletler arasındaki ilişkiler olabileceği gibi, hem de Batılı değer, sistem ve kurumların tesisi için mecburiyet olarak görülmektedir. Dış politika açısından Resmi milliyetçiliğin Batıcı yönelimi de, burada ifade edilen modernleşme isteği ve zorunluluk neticesinde gerçekleşmiştir.

Batıcılığın dış politika da zorunlu bir şekilde uygulanması, aslında bu ilkenin, Kemalist milliyetçiliğin dış politika anlayışının ayırıcı bir vasfı olmaktan çıkması anlamına gelmektedir. Nitekim, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılından günümüze uluslararası sistemde Batılı devletlerin hegemonik üstünlüğü bulunmaktadır. İslam Dünyasının geri kalması, buna karşın Batı dünyasının ilerlemesi nedeniyle, askeri, sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan Batılı kurum ve değerler sisteminin, Osmanlı’da ve sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyetinde tatbik edilmeye çalışılması, bu zorunluluğun neticesidir. Aynı zamanda Türkiye’nin genel çıkarları ile Batıcılık ilkesinin bir sonucu olarak bazı özel çıkarlar ortaya çıkmıştır. Bunların başında, Türk dış politikasının temel hedefi olan milli güvenliğin sağlanması konusu gelmektedir446.

445

Gözen, İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türk Dış Politikası, s. 46.

446

153

Kurtuluş Savaşı döneminde Türk dış politikasının temel ilkesi Batıcılık olmuş, “Batı’ya karşı Batı” ve “Batı’ya karşı Sovyetler” gibi politikalar uygulanarak, yine Batılı ülkelerle kurulan koalisyonlar ve denge politikalarıyla milli güvenlik sorunu aşılmaya çalışılmış, Batı’ya karşı savaşta bile Batıcılık politikasından vazgeçilmemiştir447. Benzer şekilde Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da, Batı’ya yönelik dış politika algısı, denge ilkesiyle oluşturulmuş, statükocu devletler safında yer alan Türkiye, revizyonist devletlerle de ilişkilerini geliştirerek ve bunların arasındaki çıkar çatışmalarından yararlanarak, güvenlik sorununu çözmeye gayret etmiştir448. II. Dünya Savaşı’ndan önce İngiltere ve Fransa’yla imzaladığı ittifak anlaşmasıyla Almanya, İtalya ve Japonya’ya karşı, savaştan sonra da Sovyet tehdidine karşı ABD ile işbirliği yapması ve NATO’ya katılarak Batı güvenlik şemsiyesi altında yer alması, güvenliğini ve bağımsızlığını Batıcılıkla özdeşleştirme zorunluluğunun sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun yanında, Türkiye’yi ilgilendiren birçok sorunun muhatabı da, sorunu yaşadığı ülkeden ziyade, Batılı güçler olmaktadır. Örnek olarak, Kıbrıs, Ermeni, Ege ve Irak sorunlarında Türkiye’nin muhatabı Batılı güçlerdir449. Bu sorunlara, günümüzde Arap Baharı ve Suriye Krizi de eklenebilir. Bu tarz sorunlarda Türkiye, sorunların çözümünde ve yönetiminde Batılı güçler ile muhatap kalmaktadır.

Batıcılık ilkesinin, “zorunluluk” nedeniyle Resmi-Kemalist milliyetçiliğin dış politika anlayışının bir vasfı olamayacağı gibi, modernleşme ve kimlik meselesi bağlamında değerlendirildiği zaman, Resmi milliyetçilik anlayışıyla özdeşleşebileceği görülmektedir. Daha önce değinildiği gibi, Resmi milliyetçilik, Batılı-seküler bir kimlik tasarımını tahayyül etmektedir. Dolayısıyla, İslam-Osmanlı geçmişinin izlerini içeride silmeye çalışmış, modernleşmeyi, Batılılaşma şeklinde hayata geçirmeyi istemiştir. Bu yüzden Çalış’a göre, Cumhuriyetin ötekisi, jeopolitik ya da dış politika açısından da Osmanlı olmuştur. Batı dünyasıyla bütünleşme isteği, Osmanlı’nın öteki olarak konumlandırılmasıyla tamamen özdeşleşmektedir.450 Dış politika vasıtasıyla içeride inşa edilen kimliğin dışarıdaki kodlarının oluşturulması, hem dostlar, hem de ötekiler bağlamında geçerlidir. Doğal olarak, Atatürk, Batı’ya karşı savaştığı dönemde bile

447

Oran, “Kurtuluş Yılları: 1919-1923”, s. 107-109.

448

Oran, “Savaş Kaosunda Türkiye: Göreli Özerklik-2 (1939-1945)”, s. 253-254.

449

Gözen, İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türk Dış Politikası, s. 47-48.

450

Şaban H. Çalış, “Ulus, Devlet ve Kimlik Labiretinde Türk Dış Politikası”, Ed. Şaban H. Çalış, İhsan D. Dağı ve Ramazan Gözen, Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, İstanbul: Liberte