• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE TEORİK YAKLAŞIM

1.3. Dış Politika Analizi ve Millet Kavramının Objektif Öğeleri Arasındaki İlişki

1.3.2. Din-Milliyetçilik-Dış Politika Analizi

Din olgusu, millet ve milliyetçilik tanımlamalarındaki temel aktörlerdendir. Dinlerin ayrıştırıcı doğaları (kendinden olmayanı kafir saymaları), ayin biçimleri (homojenleştirmeye yönelik) ve kendileri için ölenleri kutsallaştırmaları (şehitlik) gibi özellikleri nedeniyle milliyetçiliğe içkin bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamanda millet ve kimlik tanımlamalarında da sıklıkla başvurulan bir olgu olduğu

190

Brenton Clark, “Iranian Foreign Policy Towards Tajikistan And Afghanistan During the Ahmedinejad Presidency: The Rising Salience Of Persian National Identity”, OAKA, Cilt 7, Sayı 13, 2012, s. 82-86.

191

Uzer, s. 24.

192

70

bilinmektedir. Bazı milletler, tamamen dine göre tanımlanırken; bazı milletlerin de tanımlanmalarında din önemli bir öge olmaktadır.

Öncelikle din olgusunu tanımlamak gerekmektedir. Din, ontolojik olarak “inanç” boyutuyla aşkın bir alana tekabül eden ve bununla ilgili ritüellerin oluşturduğu, insanın –iç dünyası da dâhil olmak üzere- bireysel ve toplumsal, kısacası yaşamın her alanını kurallar, yasaklar ve teşvikler ile donatıp, yaşamın sona ermesinden sonra değişen dünyada hayatta iken öğretiye uygun yaşama karşılığında ödül veya ceza ile karşılaşacağını vaaz eden sistematik öğretidir.193

Milliyetçilik ile din arasındaki ilişki, karmaşık ve girifttir. Bu konuda Carlton J. H. Hayes’in görüşleri yol gösterici olabilir. Hayes, milliyetçiliğin dağılan cemaat yapısının yerini alan bir din fonksiyonu gördüğünü belirtmektedir. Hayes, milliyetçiliği dine benzetmekte ve Batı Avrupa’da ortaya çıkıp mesafe kat eden milliyetçiliğin modern dünyanın dini olduğunu ifade etmektedir. Hayes’e göre bu dinin her yerde bir önderi bulunmaktadır: Bu ilah, Sam amca, Boğa John, Hans ve Ivan şeklinde belirmektedir. Ona göre milliyetçilikte, her din gibi, sadece iradeye değil, akla, hayale ve duygulara hitap edilmektedir.194

Benzer şekilde Schulze de milliyetçiliğin ve millet olgusunun dinsel tonlara sahip olduğunu iddia etmiştir. Schulze’ye göre millet kavramı, görünür fiziksel bir gerçekliğe sahip olmadığı için, bu olguya inanmak gerekir. Kısacası millet ona göre din gibi bir inançtır, bu yüzden de dini farklılıklara sahiptir. Schulze, milliyetçiliği de din unsuruyla açıklamakta, milliyetçiliğin endüstri çağının dünyevi inancı olduğunu belirtmektedir. Ona göre günümüz devletleri Tanrı tarafından değil, millet tarafından dayatılmıştır.195

Dolayısıyla millet, milliyetçilik ve ulus-devlet olguları, dinsel bir niteliğe sahiptir. Arap milliyetçiliğini inceleyen El Husri’ye göre, milli dinler, milli duyguyu güçlendirecek niteliklere sahip olmasına rağmen, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi evrensel dinler söz konusu olunca durum daha karmaşık bir hal almaktadır. Ona göre bunun temel nedeni, evrensel dinler, milliyetçilik karşıtı duyguların gelişmesine zemin hazırlayabilmektedirler. Ancak bu eğilimler, başka şeyler tarafından sınırlandırılabilirler.

193

Aksoy ve Çemrek, s. 664.

194

Carlton J. H. Hayes, Milliyetçilik: Bir Din, Çev. Murat Çiftkaya, İstanbul: İz Yayıncılık, 1995, s. 227-228.

195

71

Bunların başında, milli hisler gelmektedir. Husri’ye göre bu dinlerin daveti, kutsal kitapları ve ayinleri yoluyla belli bir dille temel bir ilişkisi vardır; bir din, sadece o dil vasıtasıyla ve ancak o dili konuşan milletin onun yayılmasında milli bir çıkarı olduğu müddetçe yayılabilir.196 Bu duruma örnek olarak İslamiyet’in Arap yarımadasından Mezopotamya ve Kuzey Afrika’ya doğru yayılması sürecinde bölge halklarının Araplaşması gösterilebilir. Bunun yanında Türklerin İslamiyet’i kabul ettikten sonra Arap alfabesine geçmeleri ve milli kimliklerini “din” olgusu üzerinden açıklamaları, Balkanlarda yayılma sürecinde Müslümanlaşan Balkanlıların Türkçe konuşmaları ve “Türkleşme” tabirini kullanmaları da, bu durumun örnekleri arasında sayılabilir.

Kellas’a göre birçok yerde kiliseler ve cemaatler, milliyetçiliğin ardındaki temel gücü oluşturan kurumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazı yerlerde milliyetçiliğin doğduğu yerler, bu dini kurumlar olurken; bazı yerlerde de, milliyetçilik, birbirlerine zıt farklı dini kurumlar üzerinden cereyan etmektedir. Milliyetçiliğin dini kurumlar içerisinde doğmasına, Ermeni ve Gürcü Kiliseleri ile Pakistan ve Pencap’taki Müslüman Cemaatleri örnek verilebilir. Milliyetçiliğin farklı dinler arasındaki çatışmalar sonucu ortaya çıkmasına ise, Sri Lanka’daki Hinduların karşısındaki Budistler; Kuzey İrlanda’daki Protestanların karşısındaki Katolikler; Polonya, Çekoslovakya (ayrılmadan önce) ve Macaristan’daki Rus komünizmi ve Ortodoksluğu karşısında yer alan Katolik kilisesi örnek teşkil edebilir.197

Din ile milliyetçilik arasındaki ilişki konusunda yapılan tartışmaların başında, milliyetçiliğin seküler bir hareket olarak ortaya çıkması konusu gelmektedir. Milliyetçilik, Avrupa’da seküler bir hareket olarak doğmuş, Kilisenin üstünlüğüne karşı milletin üstünlüğünü savunmuştur. Daha sonraki süreçte milliyetçilik, dini kurum ve kavramları kullanmaya başlamış ve birbirleriyle bütünleşmiştir. Koçer’e göre, hangi din olursa olsun toplumsal kimliğin oluşumunda dinin önemli bir payı vardır. Ona göre bu durumun ibadetle pek ilgisi yoktur. Örneğin ABD’de de kiliseye gitme oranı, Avrupa’ya nazaran daha fazla olması ya da Avrupa’da ateist nüfus oranın yüksek olmasına karşın, Avrupa, Avrupalı olmayan herkes için Hıristiyan bir kıtadır. Günümüzde her ne kadar

196

Satı El-Husri, Âra ve Ahadis fi’l-Vatanniye ve’l-Kavmiyye, Merkezu Dirasati’l Vahdeti’l-Arabbiye, Beyrut, 1985, s. 27’den aktaran Faruk Bozgöz, “Arap Milliyetçiliği”, Doğu Batı Dergisi Milliyetçilik Cilt II, Sayı 39, (Kasım-Aralık-Ocak 2006-2007), s. 102.

197

72

çok fazla dindar olmasalar da, Avrupalılar için Hıristiyanlık, İslamiyet karşısında kuşanılan bir zırh niteliğini korumaktadır.198

Dış politikada din olgusu, karar verme sürecinde ve karar vericilerin davranışlarını etkileme hususlarında önemli işlevler üstlenmektedir. Çolakoğlu’na göre din faktörü, dış politikada karar verme ve karar vericilerin davranışlarını etkileme noktasında iki şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilkine göre, din, ideoloji gibi, dış politikanın yapım sürecinde birinci derecede belirleyici olmaktadır. İkinci ve daha çok kabul gören görüşte ise, dinin, özellikle de İslam ülkelerinde dış politika alanında meşrulaştırma aracı olarak kullanıldığı belirtilmektedir.199

Aynı zamanda devletlerin dış politikaya ilişkin karar alma sürecinde yer alan bireylerin, özellikle de liderlerin inançlarının, karar verme sürecinin farklı aşamalarında etkili olduğu bilinmektedir.200

Pakistan dış politikasını analiz eden Çolakoğlu’na göre, din (İslamiyet), bu ülkede dış politikayı meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Pakistan’da milliyet unsurunun da İslamiyet ile açıklanması, İslamabad’ın dini kimliğini daha fazla ve açık bir şekilde kullanmasına yol açmıştır. İslam, ülke içersinde milli birliği sağlamak için başvurulan bir araç olmanın yanı sıra, dışarıda, Hindistan, SSCB ve ABD’ye karşı Müslüman ülkelerden destek almak için kullanılmıştır. Pakistan’ın 1956 ve 1973 Anayasalarında yer alan bir ibareye göre de, Müslüman ülkelerle işbirliğinin arttırılması ve İslam Birliği’nin kurulması gibi maddelerin bulunması, din faktörünün dış politikaya etkisini anlatması bakımından önem arz etmektedir.201

Benzer bir durumla Türk dış politikasında da karşılaşılmaktadır. Türkiye’nin İslam Konferansı Örgütü’nde fiili üyeliğinin temel sebebi, petrol krizinden etkilenmemeye çalışmak ve Kıbrıs krizi nedeniyle içinde bulunduğu Batı bloğundan yeterli destek görememesi sebebiyle Ortadoğu’daki Müslüman ülkelere yanaşmaktır.202 Dolayısıyla bu süreçte vurgulanan din unsuru, dış politikayı meşrulaştırmak için kullanılmış bir araçtır.

Din faktörü, birçok ülke dış politikasının yapım sürecinde kendisini göstermektedir. Soğuk Savaş bittikten sonra Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde din önemli bir faktör

198

Gökhan Koçer, “Dış Politikada Din”, http://www.sde.org.tr/tr/haberler/288/karabagli-drami.aspx, (18.04.2014).

199

Selçuk Çolakoğlu, “Dış Politika Yapım Sürecinde Din Faktörünün Etkisi: Pakistan Örneği”, İ. Ü. Siyasal Bilgiler

Fakültesi Dergisi, No: 36, (Mart 2007), s. 61-62.

200

Sönmezoğlu, s. 665.

201

Çolakoğlu, s. 81.

202

73

olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaşın yaşandığı topluluklara bakmak bile bunun için yeterlidir: Müslüman Boşnaklar, Ortodoks Sırplar ve Katolik Hırvatlar. Özellikle yayılmacı ve saldırgan Sırp milliyetçiliği ve dış politikasının belirlenmesinde dinin etkisini görmek mümkündür. Sırp milliyetçiliğinin tarihsel gelişiminde kilisenin önemi büyüktür. Sırpların, Müslüman Boşnaklara saldırırken, Sırp karar vericilerinin kararlarını etkileyen düşünce, etnisite bakımından Sırp oldukları, ama asıl sorunun Boşnakların Müslüman olmasından kaynaklandığıdır. Sırp milliyetçiliğinin taşıdığı dinsel nosyonlar (Kosova’nın Sırplar açısından dinsel önemi, tarihsel olarak İslamiyet’in yayılmaması için kendilerini feda ettiklerini düşünmeleri ve Ortodoksluğun merkezine kendilerini yerleştirmeleri) sebebiyle, Yugoslavya’nın parçalanmasında önemli etkileri bulunmaktadır.203 Tarihsel olarak incelendiğinde, Balkan ülkelerinin Osmanlı Devletinden ayrılmalarına neden olan Balkan milliyetçiliğinin de temelinde, Ortodoks Kilisesi bulunmaktadır. Panslavizm, Ortodoks mezhebini, bu süreçte ideolojisinin bir unsuru gibi kullanıp, bölgenin Osmanlı Devletinden ayrılmasını sağlamıştır.204

Şii İslam anlayışına sahip olan İran’ın dış politikasında din önemli bir faktördür. İran nüfusunun % 89'u Şii’dir ve Şiilik, İran milli kimliğinin en tanımlayıcı unsurudur. Özellikle İran’ın Şii kimliği, onu bölgedeki Arap toplumlarından farklı kılmaktadır. İran kendi dış politikasında Şii kimliğini yayılmacı amaçlar için kullanmaktadır. Bu çerçevede Şii azınlıkların yaşadığı Bahreyn, Lübnan, Suudi Arabistan, Afganistan, Irak ve Pakistan gibi ülkelere yönelik İran dış politikasının temel belirleyicisi, Şiilik'tir.205

Son dönemlerde Suriye krizinde İran’ın takındığı tutumun temelinde de, yine din unsuru bulunmaktadır. Zira Suriye iç savaşı, mezhepsel bir nitelik arz ettiği için, İran, Sünni gruplar karşısında Nusayri olan Beşar Esed’ın yanında yer almaktadır.

İran’da din faktörü, ideolojik yönelimin temelinde yer edinmektedir. Yani ideoloji, Şii anlayışına dayalı bir yapı arz etmektedir. Bu durum, Humeyni’nin İslam Devriminden sonra, bölgede rejim ihracı düşüncesini de beraberinde getirmiştir. İran’ın, Şii inancına dayalı İslami rejimi bölge ülkelerine ihraç etme düşüncesi bulunmakla birlikte, bu durum konjonktüre göre değişmektedir. En son Ahmedinejad döneminde, Afganistan’da

203

Uzgel, s. 120-142.

204

Ali Engin Oba, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, Ankara: İmge Kitapevi, 1995, s. 23.

205

Ertan Efegil (c), “İran’ın Dış Politika Yapım Sürecini Etkileyen Unsurlar”, Ortadoğu Analiz, Cilt 4, Sayı 48, (Aralık 2012), s. 57-58.

74

Taliban ve Irak’ta Saddam Hüseyin gibi iki önemli rakibin gitmesiyle birlikte “devrim (rejim) ihracı” söylemi yeniden gündeme gelmişti.206

Kısaca özetlemek gerekirse, İran dış politikasında din faktörünün etkisi, kendisini ideoloji olarak da göstermektedir. Bu ideoloji, Şii anlayışına dayalı İslami bir rejimdir.

Çok etnili, dinli ve mezhepli bir topluma sahip olan Lübnan’ın dış politika formülasyonunda din, hem önemli, hem de farklı bir işleve sahiptir. Diğer ülkelerden farkı, Lübnan’ı oluşturan grupların dış politikada kendi dinsel ya da mezhepsel özellikleri çerçevesinde hareket etmesidir. Lübnan’da bulunan üç büyük gruptan Maruniler (Hıristiyanlar) Fransa’yla, Şiiler İran’la ve Sünniler de bölgedeki Arap devletleriyle doğrudan ilişki kurmaktadır.207

Böylece Lübnan’ın içinde yer alan farklı gruplar, uluslararası alanda kendi dinsel ve mezhepsel kimlikleri çerçevesinde hareket etmektedirler.

Dış politika analizi-milliyetçilik-din ilişkisi bakımından örnek teşkil edebilecek önemli ülkelerden birisi de, İsrail’dir. Siyonizm, İsrail kimliğinin temel parçasıdır. Siyonizm, Yahudi inancında İsrailoğullarına vaat edilen topraklar üzerinde bir devlet kurma ve dünyayı yönetme anlayışına dayalı bir ideolojidir. Yahudi düşünürleri için İsrail’in güvenliği, refahı ve tarihsel misyonunu yerine getirmesi, dünya Yahudilerine bağlıdır. Bu açıdan Siyonizm hem iç hem de dış politikada etkili bir düşüncedir.208 İsrail örneğinden bakacak olursak; İsrail dış politikasında karar verme sürecinde Siyonizm hem bir ideoloji hem de milli kimliği dinsel faktör olarak (burada din ve etnisite aynı anlama gelmektedir) dış politikanın yapım sürecinde birinci derecede etkili olmaktadır. Benzer bir kanıya, James Chiriyankandath’ın İsrail ve Hindistan dış politikalarını karşılaştırdığı ”Religious nationalism and foreign policy: India and Israel compared” (Dini milliyetçilik ve dış politika: Hindistan ve İsral’in Karşılaştırılması) isimli çalışmasında karşılaşmak mümkündür. Chiriyankandath’a göre hem İsrail hem de Hindistan, bağımsız bir devlet olarak dinsel kimlikleri çerçevesinde kurulduklarını, bu yüzden de politikalarına dinsel kimliklerini yansıttıklarını belirtmiştir. Bunun dışında her iki ülkenin de uluslararası konumlarını korumak için dinsel milliyetçiliklerini devam

206

Yetim ve Kalaycı, s. 149.

207

Ertan Efegil (d), “Suriye ve Lübnan’ın Dış Politikalarını Etkileyen Faktörler”, Ortadoğu Analiz, Cilt 5, Sayı 50, (Şubat 2013), s. 100.

208

75

ettirmek zorunda olduklarının altını çizerek, bu ülkelerde karar verme sürecinde dinsel milliyetçiliğin etkili olduğunu ifade etmiştir.209

Şunu da belirtmek gerekir ki, İsrail’deki Yahudiler homojen bir topluluk niteliği göstermemektedir. Özellikle, laik ve sol görüşleriyle tanınan ve Avrupa’dan gelen “Aşkenazi” Yahudileriyle, dini ve milli değerlere daha çok önem veren ve Doğu ülkelerinden göç etmiş olan “Sefardi” Yahudileri, hem iç hem de dış politika konusunda farklı görüşlere sahiptir. Seküler Siyonistler, daha çok İşçi Partisini, daha katı ve dini Siyonistler ise, Likud Partisini desteklemektedir.210 Doksanlı yıllarda iktidarda daha çok söz sahibi olan İşçi Partisi, Arap-İsrail barışında etkili olmuş, ikibinli yılların başından itibaren iktidarda daha çok söz sahibi olan Likud Partisi döneminde ise, Filistin’e yönelik saldırgan bir politikanın izlenmesi, bu farklılığı göstermesi bakımından önem arz etmektedir.