• Sonuç bulunamadı

B. Serahsî’ye Göre İstihsân ve Maslahat

3. Serahsî’ye Göre İstihsân-Maslahat İlişkisi

İstihsânla maslahat arasındaki ilişkinin varlığını genel olarak tespit edebilmek için ilk önce şu soruyu sormamız gerekmektedir: ‘‘Neden kıyâs hükmü terk edilerek istihsâna yönelmeye ihtiyâç duyulmuştur?’’ İstihsânın mahiyetini ortaya koyan çeşitli tanımlarına bakıldığında bunların ‘‘Kıyâsın veya delilin terk edilmesi’’ ifadesinde birleştikleri görülür. Kıyâsın terk edilmesini gerektiren durumları konu eden İslam hukukçularının araştırmalarına dayanarak kıyâs hükmünden vazgeçmeyi gerektiren durumlar arasında kıyâsın katılığı,922 şer‘î amaçlarla uyumsuzluğu923 ve daha önemli maslahatın ortadan kaldırılması veya zarara yol açması924 gibi gerekçelerin yer aldığı söylenebilir. Söz konusu kıyâsın terk edilmesini gerektiren durumlar özetlenecek olursa kıyâs hükmünden vazgeçmeyi gerektiren esas gerekçesini kıyâsın insanların maslahatına aykırı oluşunun teşkil ettiği söylenebilir. Muhtemelen bu nedenle kıyâs-istihsân ilişkisini araştıran bazı İslam hukukçuları ‘‘nass sebebiyle kıyâs-istihsân’’ hâriç, tüm istihsân çeşitlerinin aslında maslahata dayandığını ifade etmektedirler.925

Serahsî’ye göre istihsân-maslahat ilişkisinin varlığının tespiti için aynı soruyu sorgulamamız gerekmektedir. Yani neden kıyâstan vazgeçme ihtiyâcı duyulmuştur?

‘‘Nass sebebiyle kıyâsın terk edilmesi’’ şeklindeki istihsân çeşidi hâriç tutulup Serahsî’nin anlayışında kıyâstan vazgeçmeyi gerektiren durumlara baktığımızda bunların istisnâ‘ örneğinde olduğu gibi icmâ‘a kaynak teşkil eden örf ve maslahatı da

921 Serahsî, Temhîd, II/204.

922 Şâtıbî, el-İ‘tisâm, II/639; Muhammed Ebû Zehra (ö. 1394/1974), Mâlik: Hayâtuh, ‘Asruh-Ârâuh ve Fıkhuh, Dâru’l-Fikri’l-‘Arabî, Kâhira 1371/1952, s. 378; Mustafa Zerkâ, el-Medhal, I/57; Vehbe Zuhaylî, Usûlu’l-Fıkhi’l-İslâmî, Dâru’l-Fikr, Dimeşk 1429/2008, II/59.

923 Raysûnî, s. 71.

924 Şâtıbî, el-Muvâfekât, V/194.

925 Ebû Zehra, Mâlik, s. 393; Mustafa Zerkâ, el-Medhal, I/52-53; Vehbe Zuhaylî, el-Usûl, II/59; Halîfe Bâ Bekr, s. 44.

kapsar mâhiyette olan zarûret/hâcet hâlleriyle ilgili olduğunu görmekteyiz.926 Serahsî’ye göre örf-maslahat ilişkisi ileride ele alınacağı için927 burada örf ile ilgili konuyu ele alırken açıklamayı uygun görmekteyiz. Serahsî’nin anlayışında istihsân-maslahat ilişkisinin varlığını ortaya koyan esas kanıtlarını örf, zarûret ve hâcetin göz önüne alınması, kıyâsın aşırı derece kötü olması ve celî kıyâsa hafî kıyâsın tercih edilmesinde iki ‘illetin te’sîr gücünün dikkate alınması hususlarının oluşturduğu söylenebilir. Şimdi bunları detaylı olarak açıklamaya çalışalım:

a. Kıyâsın Terk Edilmesinde Zarûret ve Hâcetin Dikkate Alınması

Kıyâs delilinin terk edilmesinde Serahsî’nin zarûret ve hâcetin göz önünde bulundurulmasının gerekli olduğunu ifade etmesi onun anlayışında istihsân ile maslahat arasında sıkı bir bağ olduğunun bir kanıtı olarak gösterilebilir. Serahsî’nin anlayışında zarûret, ihtiyacın duyulduğu yerde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla zarûretin esasını insanların ihtiyâcı teşkil eder ve zarûret hâcete bağlıdır, aksi değildir. Serahsî’nin zarûret ile istihsân meselesiyle ilgili yaptığı açıklamalarına bakıldığında ‘‘Zarûretin söz konusu olduğu yerde kıyâs deliline göre hükmedildiği zaman zorluk anlamı ortaya çıkmaktadır’’ şeklindeki ifadesi, bu iddianın dayanağı olarak gösterilebilir. Zira zorluktan kurtarılmanın insanların önemli bir ihtiyacını oluşturduğu açıktır. Akıl sahibi bir insan kendisini zorluk ve zarara sürüklemez. Serahsî de, insanın kendisine yarar sağlama ve zararı uzaklaştırma gayreti içerisinde bulunmasını onun akıl sahibi olduğunun göstergesi olarak kabul etmektedir.928 Ayrıca insanların ihtiyaçlarının karşılanmasıyla zarûretin ortadan kalkması,929 zarûretin hâcete bağlı olduğunun göstergesi olarak zikredilebilir. Hâcet müessesesinin ise insanların maslahatlarıyla

926 Bkz. Serahsî, Temhîd, II/203.

927 Örf ile maslahat arasındaki ilişkiyi ileride ele alacağımız için burada sadece örfü zikretmekle yetinmeyi uygun gördük. Bkz. Tez metni, s. 182-187.

928 Serahsî, Temhîd, I/123; II/341.

929 Bkz. Serahsî, Temhîd, II/254; Serahsî, el-Mebsût, II/121; V/129.

bağlantısı kanıtlanmaya ihtiyaç duyulmayacak kadar açıktır. Ayrıca Serahsî’nin anlayışında istihsân-hâcet-maslahat ilişkisinin varlığını tespit etmek mümkündür. Söz konusu bu ilişkinin varlığının, Şeybânî’nin ‘‘Rehnin güvenilir (âdil)kişinin elinde bulunması, rehin alanın elinde bulunması gibidir’’ şeklindeki görüşü930 bağlamında Serahsî’nin yaptığı yorumlarında bulunduğu görülmektedir. Güvenilir kişinin, rehin verenin temsilcisi olduğu düşüncesinden hareketle güvenilir kişinin rehni ele almasıyla rehin akdinin gerçekleşmediğini ileri süren İbn Ebî Leylâ (ö. 83/702)’ya karşı Serahsî, Hanefîler’in aksi görüşte olduklarını, yani bu durumda rehin akdinin gerçekleştiği görüşünü benimsediklerini ifade etmektedir.931 Serahsî, Hanefîler’in benimsedikleri görüşün insanların ihtiyaç ve maslahatına dayanan istihsân deliliyle temellendirildiğini şu şekilde ifade etmektedir: ‘‘مهب قفرأ هنوكل و هيلا سانلا ةجاحل انم ناسحتسا عون اذه ناك و / Bu, halkın duyduğu ihtiyaçtan dolayı, onlara kolaylık olsun diye istihsan yoluyla verdiğimiz bir hükümdür.’’932 İnsanların ihtiyaç ve kolaylığı sağlamaya dayanan bu istihsân delilinin maslahat yönünü açıklayan Serahsî’nin mantığına baktığımızda, istihsân yoluyla verilen hükümde rehin verenin maslahatının gözetilmesinin söz konusu olduğunu görmekteyiz. Çünkü Serahsî bu meseledeki istihsân hükmünü açıklarken, rehin verenin malı konusunda rehin alandan güvensizlik duyabileceğini ve dolayısıyla bu durumda tarafların kalbinin tatmin olmasının yolunun, malı güvenilir bir kimseye vermek olduğunu ifade etmektedir.933 Görüldüğü gibi bu meselede istihsâna dayanarak verilen hükümle, rehin verenin güvenlik problemi çözülmüş olmaktadır. Dolayısıyla bu istihsânî hüküm rehin verenin lehinde yani onun maslahatını gözetici olduğu söylenebilir.

930 Şeybânî, el-Asl, III/138.

931 Bkz. Serahsî, el-Mebsût, XXI/77-78.

932 Serahsî, el-Mebsût, XXI/78.

933 Serahsî, el-Mebsût, XXI/78.

b. Kıyâsın Aşırı Derece Kötü Sonuçlara Götürmesi

Kıyâsın katılığı konusunda İbn Ruşd’a nispet edilen934 ifadelere benzer bir ifadenin Serahsî’nin anlayışında da var olduğu görülmektedir. Nitekim Serahsî, kıyâsın bazen zorluk yaratabileceğini ifade etmekle birlikte935 kıyâsın katılığından bahsetmektedir. Üçbin dirhemlik terekeden miras olarak biner dirhem alan üç vâristen birisinin, babalarının birinin lehine, malının üçte birisini vasıyet ettiği konusunda ikrarda bulunması buna örnektir. Serahsî’nin ifade ettiğine göre bu meselenin kıyâsa ve istihsâna dayalı olmak üzere iki çözümü bulunmaktadır. Kıyâsa göre hükmedilirse lehinde vasiyet edilen kimseye, ikrarda bulunanın miras olarak aldığı malının yarısının verilmesi gerekmektedir.936 İstihsâna göre ise lehinde vasıyet edilen kimse, sadece ikrarda bulunan vârisin payından üçte birini alabilmektedir.937 Serahsî, bu meselenin kıyâsa dayalı anlaşılması zor olan hesaplamaları ve ilgili açıklamaları yaptıktan sonra vasiyetin malın yarısı üzerinde uygulanmasına yol açan kıyâsı aşırı derecede kötü bulmaktadır. Kıyâsın bu kötülüğünü ifade etmek için Serahsî şu sözleri kullanmaktadır:

‘‘حيبق شحاف اذه يف سايقلا نأ و’’.938 Kıyâsın aşırı derecedeki kötülüğe yol açması sebebiyle Serahsî’ye göre söz konusu kıyâsı terk etmek kıyâsa göre hükmetmekten daha güzeldir.939 Bu meselede görüldüğü gibi Serahsî, ‘‘Kıyâsın katılığı’’ denilebilecek

‘‘Kıyâsın aşırı derece kötülüğü’’ şeklindeki ifadeyi kullanmaktadır. Kıyâsın kötülüğünün, vasiyetin malın yarısı üzerinde uygulanmasına yol açmasından kaynaklandığı görülmektedir. Serahsî’nin bu bağlamda yaptığı açıklamaları dikkatlice ele alınacak olursa, kıyâsın kötülüğünü terk etmek – ki, bu istihsânla amel etmek demektir – kıyâsa göre hükmetmenin daha güzel olmasının sadece kıyâsın, vasıyetin

934 Bkz. Şâtıbî, el-İ‘tisâm, II/639.

935 Serahsî, Temhîd, II/203.

936 Serahsî’nin kıyâsa dayalı payların hisaplanması ile ilgili yaptığı açıklamaların anlaşılması gayet zor görülmektedir. Detaylı bilgi için bkz. Serahsî, el-Mebsût, XXVIII/37-38.

937 Serahsî, el-Mebsût, XXVIII/37-38.

938 Serahsî, el-Mebsût, XXVIII/38.

939 Serahsî, el-Mebsût, XXVIII/38.

malın yarısında uygulanmasına yol açmasından kaynaklanmadığı ortaya çıkacaktır. Zira istihsânla amel etmenin temelinde ölen babasının vasiyet etmesini kabul etmeyen diğer iki vârisin maslahatlarının gözetildiği görülmektedir. Serahsî’nin ifade ettiğine göre ikrarda bulunan birisinin ikrarı sadece onun için bağlayıcıdır, yoksa başkaları için bağlayıcı değildir. Ayrıca bu istihsânda, vasıyeti inkar eden diğer vârislerin maslahatının gözetilmesi düşüncesinin varlığını tüm (üç) varislerden belli pay geri alınmadan vasıyetin malın yarısında uygulanmasının mümkün olmayacağı kanıtlanmaktadır. Yani vasıyeti inkar eden vârislerden belli miktar alınmadan ikrarda bulunan vâris, lehinde ikrarda bulunulan kimseye kendi payından ne kadar para verirse versin bu malın yarısını oluşturmayacağı açıktır. Dolayısıyla bu meselede istihsâna göre hükmetmek – yani sadece ikrarda bulunan vârisin, lehinde ikrarda bulunulan kimseye kendi miras payından üçte birini vermesi – söz konusu vasiyeti inkar eden diğer vârislerin maslahatına uymaktadır. Çünkü bu durumda onlar aldığı miras payından malı geri verme zararından kurtulmuş olacaklardır. Bu açıdan baktığımızda ise bu meselede aşırı derece kötü olan kıyâsın, terk edilmesi anlamına gelen istihsânın maslahat düşüncesiyle sıkı bir bağ içerisinde bulunduğunu söyleyebiliriz.

c. Celî Kıyâsın Terk Edilmesinde Hafî Kıyâsın ‘İlletinin Te’sîr Gücünün Dikkate Alınması

Serahsî’nin, ‘illetinin te’sîr gücüne göre kıyâs delilini celî ve hafî olmak üzere iki kısma ayırdığını940 daha önce açıklamıştık.941 Serahsî’nin kıyâsı bu kritere göre iki kısma ayırması942 onun anlayışında istihsân-maslahat ilişkisinin varlığının diğer bir kanıtını oluşturmaktadır. Nitekim ‘‘İllet-Maslahat Bağlamında Kıyâs-Maslahat İlişkisi’’

adlı alt başlıkta vardığımız sonuçlara göre Serahsî’nin anlayışında ‘illet olabilecek vasıf

940 Serahsî, el-Mebsût, X/145; Temhîd, II/303.

941 Bkz. Tez metni, s. 176.

942 Serahsî, el-Mebsût, X/145; Temhîd, II/303.

te’sîr etme niteliğini, barındırdığı gizli hikmet sayesinde kazanmaktadır. Yani ‘illet gizli hikmeti içerdiğinde müessir olmaktadır.943 Bu ise ‘illet ile maslahat arasındaki sıkı bağın varlığını göstermektedir. Gizli hikmetle bağlantısı sebebiyle te’sir gücü kuvvetlenen kıyâs ‘‘Hafî kıyâs’’ veya ‘‘Müstahsen kıyâs’’ olarak adlandırılmaktadır.944 Bu açıdan baktığımızda iki kıyâsı birbirinden ayıran faktörün maslahat olduğu anlaşılmaktadır.