• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: MİKROFİNANS

1.2. Mikrofinansın Ortaya Çıkışı ve Gelişimi

1.2.1. İlk Mikrofinans Benzeri Kuruluşlar

kendi aralarında dayanışma sistemleri kurmuşlardır. Uzun süre farklı isimler ve yapılar altında düşük gelir grubundakilere hizmet edilirken, 1950-1970’li yıllar arasında bu işin devlet tarafından yapılması gerektiği düşüncesi ağırlık kazanmıştır. Tarım kesimine yönelik sübvansiyonlu krediler sunulmuştur. Daha sonraları ise mikrokredi kavramı gelişmiş ve mikrofinansa evrilmiştir. Tüm bu süreçler aşağıda dönemlere ayrılarak anlatılmaktadır.

1.2.1. İlk Mikrofinans Benzeri Kuruluşlar

İnsanlığın her döneminde yoksullukla mücadele farklı kurumlar ve yöntemler kullanılarak yapılmaya çalışılmıştır. Mikrofinans da bunun için kullanılan yöntemlerden biridir. Günümüzde mikrofinansın tarihi Muhammed Yunus ve onun Bangledeş’te kurduğu Grameen Bank ile özdeşleşmektedir. Fakat bunun çok öncesinde mikrofinans ile benzer kavramlara sahip küçük, informel tasarruf ve kredi grupları dünyanın birçok bölgesinde faaliyet göstermiştir. Avrupa’da 15. yy.’de Katolik Kilisesi’nin izni ile tefecilere alternatif olarak rehin dükkanları (pawnshop) kurulmuş ve birçok ülkeye yayılmıştır. 1700’lü yıllardan 1840’lara kadar İrlanda Kredi Fonu (Irish Loan Fund) sistemi, teminatı olmayan yoksul çiftçilere küçük krediler sağlamıştır (Helms, 2006, s. 2).

Hailey (2009, s. 2)’e göre 19. yy.’de ortaya çıkan kredi birlikleri ve kooperatifler ile mikrofinans birçok ortak kavrama sahiptir. Guinnane (2001), 18. yy. sonlarında ortaya çıkan

Sparkassen4 (tasarruf bankaları)’lerin kentlerdeki yoksul ve çalışan sınıfın tasarruflarına faiz geliri sağlamak için kurulduğunu belirtmektedir. Diğer yandan bunlardan bağımsız olarak, 1850’li yıllarda kentsel ve kırsal bölgelerde faaliyet göstermeye başlayan kredi birliklerinin ise yardımlaşma grupları gibi oldukları ve formel kaynaklardan finansman sağlayamayacak üyelerine kredi verdikleri ifade edilmektedir (Guinnane, 2001, s. 18). İkinci olarak bahsedilen kredi birlikleri günümüzdeki mikrofinans ile oldukça benzerlik göstermektedir.

4 Modern anlamda ilk İslami banka olarak çoğunlukla kabul edilen Mit Ghamr Tasarruf Bankası’nın kurucusu Ahmed En-Neccar doktorasını Almanya’dan almıştır ve bu bankayı kurarken Sparkassen’den etkilendiği tahmin edilmektedir (Çizakça, 2011, s. 135).

13

Robinson (2001, s. xxxvii) ise dünyadaki en eski ticari MFK’nın 1896 yılında Endonezya'da faaliyete başlayan Badan Kredit Desas olduğunu belirtmektedir.

1900’lü yılların başlarında Latin Amerika’nın kırsal kesimlerinde Avrupa’daki kredi birliklerinden de esinlenilerek farklı çeşitlerde tasarruf ve kredi yöntemleri geliştirilmiştir. Tarım sektöründeki tasarrufların toplanması ve kredi yoluyla yatırımların artırılması amaçlanmıştır. Fakat bir süre sonra bu kurumlar etkin olmayan hâle gelmiş, bazen de istismar edilmiştir (Helms, 2006, s. 2).

Osmanlı Devleti’nde 15. yy.’den son dönemlerine kadar (20. yy.’nin ilk çeyreği) faaliyet gösteren para vakıfları mikrokrediye benzer hizmet sunan kuruluşlar olarak gösterilerilebilir. Çizakça (2003, s. 12) mikrofinans kurumlarının ilk defa Osmanlı’da geliştirildiğini ve yüzyıllar boyunca yaygın bir şekilde uygulandığını ileri sürmektedir.

Para vakıfları, şahıs(ların) belirli bir amacın gerçekleşmesi için paralarını vakfettikleri hayır kuruluşlarıdır. Aynı zamanda vakfedilen paranın hangi şekillerde değerlendirileceği de vakfiyelerde belirtilmiştir. Para vakıflarının mikrofinansa benzerlik taşıyıp taşımadığını anlamak için iki hususa bakılması gerekmektedir. Birincisi, vakfedilen paraların nasıl değerlendirildiğidir. Döndüren (2008a, s. 123) vakıf parasının genellikle “mudârebe (emek-sermaye ortaklığı), müşâreke ((emek-sermaye ortaklığı), murabaha (malı peşin fiyatla satın alıp yıllık belli kârla alıcıya devretme), bidâa (vakıf parayı Allah rızası için meccanen işletip kârın ve anaparanın tamamını vakfa verme) veya karz-ı hasen (ödünç verme)” yöntemlerinden birisiyle veya birkaçı ile işletildiğini belirtmektedir. En çok kullanılan yöntem ise murabahadır (Döndüren, 2008b, s. 4). Burada bağış yerine bir ortaklık ya da borç verme söz konusudur ve bu noktada mikrofinans ile benzerlik göstermektedir. Fakat bağış yerine karşı tarafa sorumluluk yükleyen bir sözleşme özelliği taşıması tek başına mikrofinansa benzer demek için yeterli değildir. İkinci olarak bu finansmanın varlıklı, teminat sahibi kimseler tarafından mı yoksa düşük gelir grubundaki, yoksul, teminatı bulunmayan kişiler tarafından mı kullanıldığı önem taşımaktadır. Çalışmalarda, Osmanlı para vakıflarının toplumun çok geniş bir kesimine hizmet verdiği görülmektedir. Para vakıfları genellikle girişimcileri, kervan ve gemilerle uzak ülkelere giden ve kârlı ticaret yapan büyük tüccarları (Çizakça,

14

2006, s. 25; Döndüren, 2008b, s. 4) finanse etmekle birlikte, yoksul kesimlere (Döndüren, 1990), muhtaç olanlara faizsiz olarak ödünç verilmesi şartıyla vakfedilmiş nakitten oluşan para vakıfları da bulunmaktadır (Kurt, 2010). Aynı zamanda Üsküdar para vakıflarından kredi alanlar arasında kadınlar azımsanmayacak sayıdadır (Kaya, 2007, s. 172) ve günümüz mikrofinans uygulamalarında en önemli hedef kitleyi de kadınlar oluşturmaktadır. Tüm bu bilgiler ışığında finansman kullananlar açısından bakıldığında para vakıflarının bazıları tam anlamıyla mikrofinansman değil, yoksullara yönelik mikrokredi hizmeti sunmuşlardır. Çünkü vakıflar tarafından kredi temin edenlere tasarruf gibi diğer finansal hizmetler sağlanmamaktadır. Aynı zamanda, kredi kullandırılması sonucunda elde edilen gelir vakfın hayır işlerine harcanmaktadır (Kaya, 2003, s. 189). Yoksullar başta olmak üzere çok çeşitli alanlara5 vakıf paraları ve elde edilen gelirler sarf edilmektedir. Vakıf paralarının bu amaçlarla sarf edilmesi yoksulluğun giderilmesinde önemli bir fonksiyon icra etmekle birlikte burada kredi verme yerine bağış söz konusudur.

1.2.2. 1950-1970: Devlet Destekli ve Başarısızlıkla Sonuçlanan Girişimler

1950’li yıllarda, az gelişmiş ülkelerdeki geri kalmışlık ve yoksulluğun sebeplerine yönelik teoriler oluşturmayı ve bunlar için çözüm önerileri sunmayı amaçlayan kalkınma iktisadı, ekonominin bir alt dalı olarak ortaya çıkmıştır (Ghosh, 2001, s. 1). Sömürgeleşme bu geri kalmışlığın sebeplerinden biri olarak görülmüş ve sömürgeleşme sonrasında devleti kalkınma süreçlerinde merkeze alan bir anlayış kabul edilmiştir. Neo-klasik iktisadın yerini yeniden Keynesyen paradigma almıştır (Aydın, 1999). Fakat bu sefer biraz farklı olarak

5 “Akar iştirasına, cami tamirine, cami hademesine, cild yapımına, çeşme vakfına, musluk alımına, dervişlere,

evladına, evrada, fukaraya, fukaraya aşure, tekke ve dergâh fukarasına, güllâb iştirasına, gül suyu ve 'ûd (yakıldığı zaman güzel koku çıkaran ağaç, odun) iştirasına, kandil yağına, kütübhane inşâsına, hâfız-ı kütübe (kütübhaneciye), hasır, keçe iştirasına, Kur'an, hatim için, ilim öğrenme ve öğretmeye, vaize, imama, hatibe, müezzine, kayyıma, teravih namazı kıldırmaya, (ipek kumaş dokuyan) kemhacı esnafına ta'âm, kendine ve ceddine, (kuyulardaki) kova tamirine, köprü, çeşme, iskele tamirine, kuyu tamirine, mahalle halkına, makbere (mezar ve mezarlık) ve tekke tamirine, medreseye, mekteb hocasına, mekteb tamirine, mevlide, mevlid şekeri iştirasına, mum, yağ iştirasına, müderrise, mütevelliye, namazgâha, postnişîne, seccadeciye, şadırvana, sebil tamirine, sakaya, sucuya, suyolcuya, su tulumu tamirine, suyolu tamirine, sıbyana Kur'an öğretilmesi için, sıbyan talimine, sıbyana aşure, talebeye, ta‘âma(yemek ikramına), tekke tamirine, tekke şeyhine, türbedara, türbeye, vakfa zam için, zaviyeye, zikir ve tevhid hizmetlerine harç ve sarf olunmak üzere insanların ihtiyaç duyduğu bu alanlarda kullanılması için paralar vakfedilmiştir”. (Kurt, 2010, s. 25)

15

devletin sömürgeleşme sonrasında bir kimlik oluşturma, “bağımsız”lık motivasyonu da eklenmiştir. Bu nedenle, 1950-1970 yılları arasında devletin öncülüğünde kalkınmanın sağlanması için kırsal kesimdeki çiftçilere yönelik sübvansiyonlu krediler verilmiştir. Amaç tarım sektörünü desteklemek ve yoksulluğu azaltmaktır. Çiftçilerin yeni teknolojilere ulaşabilmesi için yeterli sermayeye sahip olmadıkları ve bunun için sübvansiyonlu krediye ihtiyaçları olduğu varsayımı genel kabul görmüştür. Bunun için düşük faizli krediler kırsal kesimdekilere sunulmuştur. Fakat bu kredilerin birçoğu geri ödenmemiş, büyük kayıplar oluşmuş ve kırsal kesimdeki ailelere ulaşmakta genellikle başarılı olamamışlardır (Burritt, 2003, s. 9; Robinson, 2001, s. 53). Yolsuzluklar nedeniyle genellikle krediler fakir çiftçiler yerine daha yüksek gelirli insanların ellerine geçmiştir. Büyük çoğunluk bundan istifade edememiştir (Khan, 1994, s. 12; Robinson, 2001, s. 72; Seibel ve Parhusip, 2003, s. 11). Tam tersine bu girişimler yardım edilmek istenen kesim üzerinde olumsuz etkiye neden olmuştur (Gonzalez-Vega, 1998, s. 14).

Ayrıca birçok sefer sübvanse krediler tasarrufları baskılamış ve sürdürülebilir finansal kurumların gelişmesini olumsuz etkilemiştir (Robinson, 1998, s. 58). Paxton (1996, s. 9)’un 206 kuruluş ile yaptığı anket çalışmasına katılan işletmelerden sadece %7’si 1960 yılından önce, %48’i ise 1980-1989 yılları arasında kurulmuştur. 1960-1970 yılları arasındaki düşük geri ödeme oranları, rüşvet ve yüksek sübvansiyonlu kredilerin müşteriler arasında “hibe zihniyeti” oluşturması, bu dönemde faaliyet gösteren kurumların ortadan kalkmasına neden olmuştur (Paxton, 1996, s. 9). Geçmişteki sübvansiyonlu kredi programlarında tasarruf ve sigorta hizmetleri göz ardı edilmiş, büyük kredilerin “verilmesi ve affedilmesi” politikası uygulanmıştır (Zeller, 2003, s. 6).

1.2.3. 1970’li Yıllar: Mikrokredinin Ortaya Çıkışı

1950-1970 yılları arasında devlet kurumları öncülüğünde sürdürülen tarım kesimine yönelik düşük faizli krediler hedeflenen etkiyi doğur(a)mamış ve sürdürülebilir olamamıştır. Bunların yerine 1970’li yılların başlarından itibaren, toplumda sosyal değişimi sağlamayı amaçlayan sivil toplum kuruluşları (STK) üzerinden mikrokredi hareketleri oluşmuştur

16

(Littlefield ve Rosenberg, 2004, s. 38). Genellikle ilk hedef olarak kadınlar seçilmiştir. Mikrokredi kavramı bu dönemde ortaya çıkmıştır.

Sosyal sermayenin ön plana çıktığı gruba dayalı finansman yöntemi ile düşük gelirli insanlara mikrokredi sağlanmıştır. Bu dönemde ortaya çıkan mikrokredi kuruluşlarına en bilinen örnek Bangladeş’te Muhammed Yunus tarafından kurulan Grameen Bank’tır. Latin Amerika’da kurulan ve daha sonra ABD ve Afrika’ya kadar yayılan ACCION International ve Hindistandaki Self- Employed Women’s Association Bank diğer örneklerdir. Bu kurumlar hala faaliyetlerine başarılı bir şekilde devam etmekte ve birçok kuruluş tarafından örnek alınıp, taklit edilmektedir (Helms, 2006, s. 4). Diğer yandan sürdürülebilir şekilde, kârlı ve önemli ölçekte mikrofinans hizmeti sağlayan dünyadaki lisanslı ilk özel banka olan Bank Dagang Bali de 1970 yılında Endonezya’da açılmıştır. Bu kuruluş, ekonomik olarak aktif yoksul kesime küçük krediler ve gönüllü tasarruf ürünleri sağlamaktadır (Robinson, 2001, s. xxxvii).

1.2.4. 1980-1990: Mikrokredi Kuruluşlarının Kendilerini Kanıtlamaları

1980’li yıllar milkrofinans için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bangladeş’te Grameen Bank, Endonezya’da Bank Rakayat Indonesia (BRI), ABD’de ve Latin Amerika’da ACCION International ve Bolivya’da BancoSol milyonlarca kişiye mikrofinans hizmetinin sunulabileceğini ve çok düşük geri ödenmeme oranları ile faaliyet gösterebileceğini ortaya koymuştur (Robinson, 2001, s. 54). Bu dönemde mikrofinansta piyasa odaklı ve girişimci geliştirmeye yönelik bir yaklaşım benimsenmiştir (Dusuki, 2008, s. 52). Mikrokredi ile ilgili metodoloji oluşmuş ve yoksulların kredi imkânını kullanamayacakları yaygın görüşünün yanlışlığı ortaya çıkmıştır.

Bu dönemdeki iki gelişme dikkat çekicidir. Birincisi, iyi yönetilen bir program ile yoksul insanların kendilerine sağlanan kredileri, konvansiyonel banka müşterilerinden daha düzgün bir şekilde geri ödediğinin kanıtlanmasıdır. İkinci olarak, MFK’ların maliyetlerini karşılayabilecekleri faiz oranlarından kredi sağlaması durumunda da yoksul insanların talepte bulundukları ve geri ödeyebildikleridir (Helms, 2006, s. 4). Bu durum, 1950-1970 yılları arasında uygulanan sübvansiyonlu kredilerin arkasında yatan varsayımın doğru

17

olmadığını ortaya koymuştur. Fakat yine de bu dönemde çoğu MFK, müşterilerinden zorunlu tasarruf uygulamasıyla kaynak sağlamakla birlikte donörlere (bağışçılara) bağımlı olarak faaliyetlerini sürdürmüştür. 1983 yılında Endonezya’daki BRI öncülüğünde başlayan MFK’ların ticari müesseselere dönüşmesi tecrübesi diğer örneklerden dikkat çekici bir şekilde farklılaşmıştır. Kurulan BRI mikrobankacılık bölümü ülke genelinde, herhangi bir sübvansiyon almadan, 1987 yılında bu yana faaliyet göstermektedir (Robinson, 2001, s. xxxvii).

1.2.5. 1990’lar: Mikrofinans Kavramının Yayılması ve Paradigma Değişimi

1990’lı yıllarda mikrofinansa yönelik uluslararası ilgi daha da artmıştır. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) MFK’lara olan desteğini arttırmış ve mikrofinansın daha fazla tanınması, yayılması gerçekleşmiştir (Feroz ve Goud, 2009, s. 4). Birçok ülkede hem kırsal hem de kentsel kesimde mikrogirişimlere ve yoksul hanehalkına hizmet sunan MFK’lar faaliyet göstermeye başlamıştır (Helms, 2006, s. 4).

Bu dönemde, yoksullukla mücadelede sadece kredinin değil tasarruf gibi diğer hizmetlerin de sunulması gerektiği anlaşılmıştır. Bu nedenle mikrokredi kavramı ile birlikte mikrofinans kavramı da kullanılmaya başlanmıştır (Helms, 2006, s. 4). Örneğin, UNICEF (1997, s. 3)’in çalışmasında mikrofinansın aslında sunulan hizmetleri (kredi, tasarruf ve kapasite geliştirme) daha iyi kapsadığı fakat genel kabul gören mikrokredi kavramının yaptıkları çalışmada kullanıldığı belirtilmiştir. “Mikrokredi ile temel sosyal servislerin kombinasyonu” ifadesi kullanılarak bunun insanların yoksulluktan kurtarılmasında etkili olduğu da ifade edilmiştir (UNICEF, 1997, s. 18).

1990’lı yıllarda mikrofinansta önemli bir paradigma değişimi yaşanmıştır. Geleneksel olarak MFK’lar donörlerin bağışlarına bağımlıydılar ve kredilere uyguladıkları faizler maliyetlerini karşılayamayacak oranlardaydı. Bu durum sürdürülebilirlik tartışmalarını ortaya çıkarmıştır. Tartışmada iki yaklaşım bulunmaktadır. Birincisi faiz oranları düşük tutularak ve bağışlara

18

bağımlı kalınarak daha fazla yoksul insana ulaşılmasıdır. Bangladeş’teki Grameen Bank6 ve onun benzeri MFK’lar bu yolu benimsemişlerdir (Robinson, 2001, s. 20). Diğeri ise, genellikle “ticari yaklaşım” olarak ifade edilen, kurumların sürdürülebilirliğini önceleyen yaklaşımdır. Bu yaklaşımda, mikrofinans hizmetini sunan kurum, maliyetlerini olabildiğince en düşük seviyede tutmayı amaçlamakta ve kanunların da izin vermesi durumunda, toplam maliyetlerini karşılayacak oranda faiz ve komisyon uygulamaktadır (Schmidt ve Zeitinger, 1998, s. 28). Literatürde “mikrofinansın ticarileştirilmesi” olarak tanımlanan bu yaklaşımın önemli savunucusu Robinson, mikrofinansın ticarileşmesini “devrim” olarak nitelendirmektedir. Bu kavramı, mikrofinans hizmetlerinin (küçük tasarruflar ve krediler) ekonomik olarak aktif yoksullara sürdürülebilir finansal kurumlar vasıtasıyla geniş çaplı ve kârlı bir şekilde sunulması olarak tanımlamaktadır (Robinson, 2001, s. 10). Schmidt ve Zeitinger (1998, s. 28) de MFK’ların en azından orta vadede maliyetlerini karşılabilmesi ve faaliyetlerine devam edebilmesi için ticari yaklaşımın olması gerektiğini, aksi hâlde kurumların müşterilerine daha fazla hizmet sunamayacaklarını belirtmektedir.

Sahada çalışan önemli sayıda kişi mikrofinansın ticarileşmesini yoksullara daha iyi finansal hizmetler sunulması için gerekli bir adım olarak görmektedir. Fakat tam tersi görüşü savunanlar, mikrofinansa kâr odaklı olarak yaklaşılmasının kurumların en yoksullara yardım etmeye olan bağlılıklarını azaltacağını ve bu kesimin geri planda bırakılıp daha az yoksul kesime hizmet sunulacağını belirtmektedir (Christen ve Drake, 2002, s. 2).

1990’lı yıllarda yoğunlaşan bu paradigma değişimi ile birlikte, aynı yöntemle devam eden birçok kuruluş bulunmaktadır. Yoksul kesimin tasarruflarını çeken, ticari finansa dâhil olmuş, elde ettiği fonları düşük gelir grubundakilere tüm maliyetlerini karşılayabilecek ve kendi kendini ikame edebileceği bir faiz oranınında finansman sağlayan sürdürülebilir finansal aracı kurumlar oluşturulmuştur (Robinson, 2001, s. xxxii). Endonezya’daki BRI

6 1995 yılında Grameen Bank donörlerden bağış almama, kendi fonları ile faaliyetlerini sürdürme kararı almıştır: http://www.grameen.com/index.php?option=com_easyfaq&task=cat&catid=80&Itemid=200, Erişim Tarihi: 01.06.2016

19

mikrobankacılık sistemi ve Bolivya'daki BancoSol kârlı bir şekilde faaliyet gösterebilen MFK’lara verilebilecek en başarılı örneklerdir (Robinson, 2001, s. 8).

1.2.6. 2000’ler: Mikrofinansa Yönelik Uluslararası Takdir, Sermaye Piyasalarına

Açılma ve Eleştiriler

Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 2005 “Mikrokredi” yılı olarak belirlenmiş ve 2015 yılında kadar gerçekleştirilmesi planlanan sekiz başlığı içeren “Milenyum Kalkınma Hedefleri” açıklanmıştır. Bu girişimlerle tüm dünyada mikrofinans daha da bilinmiş ve mikrofinansın yoksulluğun giderilmesinde önemli bir araç olduğu tescil edilmiştir7. Bundan bir yıl sonra 2006 yılında mikrofinansın kurucusu sayılan Muhammed Yunus ve Grameen Bank “mikrokredi yoluyla aşağıdan başlayacak sosyal ve ekonomik gelişimin oluşumu için

gösterdiği çabalar” nedeniyle Nobel ödülüne layık görülmüştür (NobelPrize.org, 2016).

2000 sonrasında ve günümüzde mikrofinans sektöründe oldukça önemli yenilikler yaşanmaktadır. Mikrofinansın yoksulluğun azaltılmasında önemli bir araç olduğu konusunda uluslararası kuruluşlar tarafından yapılan değerlendirmeler, bu alana yönelik ilgiyi daha da artırmıştır. Bu ilgi sadece müşteri ya da bağışçılar tarafında değil aynı zamanda kâr amaçlayan yatırımcılar tarafında da olmuştur. Mikrofinans alanında yapılan innovasyonlar sadece yeni ürünler ve hizmetlerin çıkmasını değil, aynı zamanda MFK’ların, faaliyeleri için gereken fonları sağlamaya yönelik ufuklarını uluslararası finans piyasalarına da genişletmesini sağlamıştır (Ibrahim, 2012, s. 96). Bazı önde gelen MFK’lar uluslararası piyasalarda borçlanma araçları ihraçları gerçekleştirerek fon kaynaklarını genişletmiş ve aynı zamanda çeşitlendirmişlerdir. MFK’lar tarafından yapılan borçlanma ihraçları uluslararası STK’ların yanında yatırım bankalarının da dikkatlerini çekmiştir. Örneğin, Deutsche Bank tarafından 2007 yılında yayımlanan bir çalışmada bu borçlanma araçları sosyal açıdan

7 Dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 2005 Mikrokredi Yılı lansmanına yolladığı mesajında mikrofinansın önemini şu şekilde ifade etmiştir: “Mikrofinans, yoksulluk ve açlık karşısında önemli bir silah

olduğunu birçok ülkede kanıtlamıştır. İnsanların, özellikle en fazla ihtiyacı olanların hayatlarını gerçekten daha iyiye çevirebilir." (UN.org, 2016)

20

sorumlu yatırımlar içerisinde görülmüş ve bunların önemli bir yatırım fırsatı sunduğu belirtilmiştir (Dieckmann, 2007).

Teknolojik gelişmelerden mikrofinans sektörü de istifade etmektedir. Ulaşılması zor bölgelerdeki mikrogirişimcilere mikrofinans hizmetlerinin götürülmesinde, risk değerlendirmesinin ve takibinin daha kolay yapılmasında bilgi teknolojileri önemli bir imkân sağlamaktadır (responsAbility, 2015, s. 18). Özellikle akıllı telefonların yaygınlaşması ile birlikte mikrofinans faaliyetleri daha çok insana, daha düşük maliyetlerle ulaştırılmaya başlanmıştır. Mikrofinans için en büyük kısıtların başında gelen maliyetler teknoloji ile birlikte azaltılmıştır. Çok uzaklardaki müşteriler ödemelerini akıllı telefonlar üzerinden yapmakta, para transferleri gerçekleştirebilmektedir (Microcredit Summit Campaign, 2015, s. 7). Örneğin 2007 yılında Kenya’da kurulan M-PESA8, düşük gelirli kişilerin telefonları ile finansal işlemler yapabilmelerine (para transferi, ödeme, mikrokredi işlemleri vs.) altyapı sunmaktadır.

Teknoloji, işlem maliyetlerini düşürme ve daha çok insana ulaşabilme noktasında imkân sağlamakla birlikte, fon kaynakları temininde de büyük bir fırsat sunmaktadır. Son yıllarda ortaya çıkan finansal teknoloji (FinTech) alanındaki gelişmeler, özellikle kitle fonlaması (crowdfunding) platformları, mikrofinans için dünyanın birçok bölgesinden küçük tutarlarda kaynak toplanmasına fırsat vermektedir. Kiva, bu imkânları kullanan MFK’ların başında gelmektedir9. Tüm bu olumlu gelişmelerle birlikte mikrofinansa yönelik eleştiriler de yoğunlaşmıştır. Genellikle bu eleştiriler yüksek faiz oranları, en yoksul kesime ulaşılmaması, borç sarmalına yol açması gibi konuları içermektedir10.

8 M-PESA’nın başarısı birçok kuruluş/araştırmacının dikkatini çekmiştir ve işleyişi ile ilgili Jack ve Suri (2011) tarafından yapılan çalışma detaylı bilgiler sunmaktadır.

9 Kiva modelinden 1.5.2.15. numaralı başlıkta bahsedilmektedir.

10 1.11 başlığı altında konvansiyonel mikrofinansa yönelik getirilen eleştirilerden bahsedilmiştir. Bu nedenle bu kısımda detaylandırılmamıştır.

21