• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. HABER ÜRETİM PRATİKLERİ BAĞLAMINDA VERİ GAZETECİLİĞİ

3.1. Haber Üretiminde Farklı Yaklaşımlar

3.1.2. Haber Üretiminde Eleştirel Yaklaşımlar

Liberal çoğulcu kurama karşıt olarak geliştirilen ve kültürel farklılıkların önemsenmesi ve bu farklılıkların ortaya çıkartılması için disiplinler arası bir yöntem arayışında olan eleştirel yaklaşımlar, kitle iletişim araçlarını temel bilgi kaynağı ve bilginin kontrol edilebilmesinin temel aracı olarak görmektedir. Fejes (2005) tarafından eleştirel yaklaşımlar; yapısal yaklaşım (Frankfurt Okulu), ekonomi politik yaklaşım ve kültürel çalışmalar olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Diğer yandan Erdoğan ve Alemdar’a göre (2002, s.303) eleştirel yaklaşımların kitle iletişimine bakışı, ekonomi politik ve kültürel olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Eleştirel yaklaşımların ayrılma noktası, ideoloji sorunu ve medya metinlerini farklı olarak ele almasından kaynaklanmaktadır.

Eleştirel kuramının çıkış noktası Frankfurt Okulu’na dayanmakta olup iletişim araçlarının davranışlar üzerindeki etkilerini sistematik olarak değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Eleştirel yaklaşımının gelişimi Amerikan ticari endüstrisinin gelişmesi nedeniyle izleyicilerin medyaya daha yakın ilgisini gerektirmesi ve II.Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte askeri, siyasal propaganda tekniklerinin güncelleştirilmesi talebine bağlıdır (Dağtaş 2000, s.258). Theodor Adorno, Jurgen Habermes, Herbert Marcuse, Max Horkheimer Frankfurt Okulu’nun en önemli temsilcilerindendir. Bu temsilciler, kitlesel üretimin getirdiği kültürel düzeyin gerileyişiyle birlikte geleneksel kültürden ayrıldığını ve iletişim araçlarının günlük hayatta çok fazla yer tuttuğunu belirtmektedirler. Eleştirel Teori’nin en etkili

70

olduğu alan onların geliştirmiş oldukları kültür kuramıdır. Okul, bu alandaki kavramsallaştırmasını daha çok kitle kültürü ve kültür endüstrisi tanımlamalarıyla ortaya koymaktadır (Tılıç, 2009, s.69).

Adorno ve Horkheimer “kültür endüstrisi” kavramını, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında Amerika ve Avrupa’da yükselmeye başlayan eğlence endüstrisinin kültürel biçimlerinin metalaşmasını vurgulamak amacıyla kullanmışlardır. Adorno’ya göre sanat pazarda satılan ve izleyici kitlelerinin eğlendirilmesine hizmet eden bir hale dönüşmüş, eğlence endüstrisinin yükselmesi kültürel ürünlerin standartlaşmasına yol açmıştır. Horkheimer, Adorno’nun bu görüşüne “akıl tutulması” kavramı ile yanıt vermektedir. Akıl tutulmasından kastedilen ise aydınlanmanın yarattığı öznel akılın yerini kültür egemenliğine bırakarak nesnelleşmiş bir aklın almasıdır. Horkheimer’ın bahsettiği “akıl” kültür aracılığıyla kalıba sokularak yeniden belli kalıplar içerisinde formüle edilmekte ve öznelerin araç haline dönüşmesi, yani nesneleştirilmesiyle, kültür endüstrisi tarafından bireylerin kontrol edilmesi için kullanılmaktadır (Kutzli, 2016). Marcuse ise (1975, s.27), kültür endüstrisi ürünü olarak tanımlanan medya araçlarının, bireye bir yaşam biçimi ve dünya görüşü benimsettiğini, bunun sonucundaysa izleyicilere yanlış bilinç yayarak tek boyutlu düşünce ve davranış biçimleri ortaya çıkarttığını ileri sürmektedir.

Frankfurt Okulu’nun geç dönem temsilcisi olarak tanımlanabilecek olan Habermas, medyanın kendini ekonomiden siyasetten farklı bir yerde konumlandırması gerektiğini ve böylelikle eleştirel kamusal iletişimin güçleneceğini savunmaktadır. Habermas’ın en önemli kavramlarından biri “İletişimsel Eylem” kuramıdır. Bireylerin özgür olabilmeleri için bağımsız ve eleştirel düşünebilme alanlarına sahip olmaları için iletişimsel eylem içerisinde olmaları gerektiğini ileri sürmüştür. İletişimsel eylem teorisinin içerisinde ‘Sistem’ ve ‘Yaşam Dünyası’ kavramları yer almaktadır. Habermas’a göre (2001, s.97) bireyler ekonomik alanda ne kadar bağımsız olurlarsa olsunlar; eğer özgür iletişim kurabilme imkânına sahip değillerse gerçekte özgür değillerdir. Bu sebeple Habermas, “günümüzde özgür iletişimin önünü tıkayan engelleri ortadan kaldırmak gereklidir” düşüncesini ortaya koyar. Bunun yolunun da, sivil toplum alanı olması gereken ancak bürokrasinin

71

çökerttiği “Kamu Alanı”nın İletişimsel Eylem yoluyla, yeniden inşa edilmesinden geçtiğini belirtmektedir.

Ekonomi Politik Yaklaşım:

Ekonomi politik yaklaşım, medya üretiminin ekonomik yapısı ve süreçleri üzerinde yoğunlaşarak kitle iletişim ürünlerinin üretim, dağıtım ve tüketim aşamalarını bir bütünlük içerisinde incelemektedir. Medyanın gelişmesi, büyümesi, küreselleşme, iletişim politikalarının saptanması devlet ve hükümet politikalarıyla Reklam veren lerin rolünü bütünsel olarak ele alınmasına imkân sağlamaktadır (Yaylagül, 2016, s.147). Ekonomi politik yaklaşımın önde gelen temsilcilerinden Golding ve Murdock’a göre (2014) medyanın ekonomi politiğinin temel görevi kapitalist toplumlardaki ekonomik ve siyasi ilişkilerden kaynaklanan üretim stratejilerinin medyanın üretim sürecinde çalışanların faaliyetlerini nasıl biçimlendirdiğinin incelenmesidir. Ekonomi politiğin iktidarın sürdürülmesi için anlam üretimi, metin çözümlemesi ve tüketim olmak üzere üç çözümleme alanı bulunmaktadır.

İktidarın sürdürülmesi için anlam üretiminde odak soru, kültürel üretim ve dağıtım üzerinde denetim uygulayan güçlerin kamusal alanı nasıl sınırlandırdığını ya da özgürleştirdiğidir. Ekonomi politikcilerin amacı, bu özerkliğin nereye kadar uygulanabildiğini ve medyanın ekonomik yapısının bazı anlatım formlarının popüler bir çıkış yolu ve izlerkitle bulmasını ne ölçüde önlediğini keşfetmektir. Bu kapsamda ekonomi politik yaklaşım kurumların mülkiyet yapısı ve etkinlikleri, devlet düzenlemesiyle iletişim kurumları arasındaki ilişki üzerinde odaklanmaktadır. Kültürel üretimin ekonomi politiği ise sahne gerisindeki geniş iktidar ve mülkiyet modellerinin medya ürünlerini üretmesinin mahiyeti ve işleyişi üzerindeki somut sonuçlarıyla ilgilenirken, eleştirel ekonomi politik ve metin çözümlemesi, üretimin ekonomik dinamiklerinin belirli kültürel formları diğerlerinin üstüne yükselterek kamusal söylemin nasıl yapılandırdığını açıklamakla ilgilenmektedir (Golding ve Murdock, 2014, s.85).

Medyanın ekonomi politik yaklaşımını kendi içerisinde araçsalcı ve yapısalcı yaklaşım olarak ikiye ayırmak mümkündür. Medyayı kapitalist sınıfın bir aracı olarak gören araçsalcı yaklaşım, iletişim ve kültür endüstrilerinin egemen sınıf tarafından kontrol edildiği görüşünü savunmaktadır. Egemen sınıfların iletişim süreçlerini kendi

72

çıkarları koruma ve konumlarını sürdürme amaçları doğrultusunda bir araç olarak nasıl kullandığına odaklanan araçsalcı yaklaşım, tek yönlü bir egemenlik ilişkisinin varlığını açıklamaya çalışmaktadır.

Ekonomi politik yaklaşımın önde gelen temsilcilerinden Herbert Schiller’ın tezine göre, Amerikan sermayeli küresel şirketler bütün insanları kontrol edip denetlemek ve kapitalizmin ekonomik ve ideolojik çıkarlarına uygun tüketici ve seçmenler yaratmak için hegemonik mesajlar üretmektedir. Bu görüş sonucunda, medya araçlarının kesinlikle ekonomik işlevlerin yanında ideolojik bir araçtır. Medya toplumu manipüle ederek zihinleri yönlendirmekte ve topluma paketlenmiş bilinç sunmaktadır (Yaylagül, 2016, s.158-162)

Ekonomi politik yaklaşım, özellikle haber medyasının ekonomi politiği, çerçevesinde çalışmalar yapan Herman ve Chomsky ise Amerikan medyasında haber üretiminin ekonomi politiğini inceleme sürecinde “propaganda modeli”ni geliştirmişlerdir. Bu modele göre medyanın amacı propaganda yaparak egemen değerleri topluma aşılamaktadır. Egemen yapının kendini üretmesi için medyanın işlevi geniş kitlelerin rızasını üretmektedir. Propaganda modelinin haber eleme süzgeçleri şu biçimde sıralanmaktadır (Herman ve Chomsky, 2012, s.72):

1- Medyanın büyüklüğü, mülkiyet ve kar amaçlı oluşu, 2- Reklam ruhsatı: Reklam verenlerin seçimi medyanın durumunu etkiler. 3- Medyanın haber kaynakları: medyanın haber kaynakları çıkar odaklıdır. 4- Tepki ve yaptırımcı kurumlar: medya ve kitlelerin tepkisi, 5- Denetim mekanizması olarak anti-komünizm.

Herman ve Chomsky propaganda modelinde, medyanın mülkiyet yapısını ve ideolojik içeriği arasındaki ilişkiyi göstermek için çeşitli açılardan benzeşen toplumsal olayların haber haline getirilirken nasıl şekillendiği gösterilmiştir. Propaganda modeli kimi araştırmacılar tarafından bir komplo teorisi olarak yorumlanmış, medya profesyonelliğinin göz ardı edildiği bildirilmiş, muhalefeti açıklamada yetersiz kaldığı ve aşırı mekanik ve işlevselci olduğu için eleştirilmiştir (Gadimov, 2015, s.225).

Yapısalcı yaklaşım ise medya endüstrileri ve ekonomik alt yapı ilişkisine dikkat çeker. Yapısalcı yaklaşımı önemli bir biçimde etkileyen Althusser’e göre

73

ideoloji kavramını bireyler kendileri edinmezler, ekonomik bir tarafı da yoktur. İdeoloji okul, din, aile ve medya gibi devletin ideolojik aygıtları aracılığıyla bireylere belli kimliklerle aktarılır. Gramsci ise Althusser’den farklı olarak, hegemonya kavramını kullanmaktadır. Hegemonya kavramı, siyasal ve ekonomik bir kontrolün ifadesi değil, hâkim sınıfın genel bir doğru benimsettirebilme yeteneğidir. Hegemonik ilişkide rıza vardır. Ayrıca Gramsci’ye göre kamuoyu durağan değil sürekli değişen bir yapıya sahiptir.

Özetle; ekonomi politik yaklaşım, medyanın devletle ilişkisine odaklanarak medya pratiklerinin ekonomik yapı tarafından belirlendiğine dikkat çekmektedir. Bu yaklaşımda medyanın rolü; yanlış bilinç üretimi sağlayıp kitlelere kontrol eden sınıfların çıkarlarını ve düşüncelerini iletmektir. Ekonomi politik yaklaşım için belirleyicilik açısından daha güçlü ve dolayısıyla önemli olan alıcılar/izleyiciler değil kodlayan taraftır.

Kültürel Yaklaşım:

İletişim disiplininde kültürel yaklaşımların temeli İngiliz Kültürel çalışmalarına dayanırken kuramsal temelleri ise Frankfurt Okulu'nun eleştirel geleneğinden gelmektedir. Kültürel çalışmalar; Althusser, Gramsci ve Stuart Hall gibi Neo-Marksizm düşüncesini benimseyen aydınların siyasal düşünce geleneklerinden, Raymond Williams'ın kültürel, Saussure’ün dilbilim çalışmalarından, Freud ve Lacan’ın psikanaliz birikimden, Claude Levi Strauss ve Roland Barthes'in çıkış noktasını sağladığı entelektüel birikimden almakta ve bu yönüyle iletişim alanında belirli bir düşünce ve anlayışı temsil etmektedir (Curran, Gurevitch ve Woollacott, 1990, s.244).

Kültürel çalışmalar bir toplumun kendisini anlatması için bir kültürel söylem üretmesi anlayışından yola çıkarak sınıfsal ve alt kültürel özelliklerini, medya mesajlarının alımlanması, yorumlanmasını ve davranışa dönüşmesini incelemektedir. Kültürel çalışmalarda medya kültürel söylemin oluşturulmasında bir araç olarak ele alınmakta ve oluşturulan söyleme, alıcı, kaynak ve söylemin kendisi de dâhil edilmektedir. Buna göre kaynak tarafından üretilen metin, okuyucu ya da izleyici tarafından alımlandıktan ve benimsendikten sonra toplumsal söylemin bir parçası olmaktadır.

74

Liberal yaklaşım izleyiciyi "pasif" olarak değerlendirirken, eleştirel paradigma kapsamında ele alınan Frankfurt Okulu ise kitle iletişim araçlarının toplum üzerindeki etkilerini sadece klasik altyapı-üstyapı ilişkisi çerçevesinde çözümlemektedir. Kültürel yaklaşım içinde değerlendirilen araştırmacılar, ekonomi-politik yaklaşımın savunduğu altyapı-üstyapı ayrımının yeterli olmadığını ve kültürün bu yaklaşımla açıklanamayacağı kadar karmaşık bir diyalektiği olduğunu ileri sürmektedir (Dağtaş, 2000, s.262). Stuart Hall’ın medya tüketicilerinin nasıl ve hangi biçimlerle alımladıklarına dair ortaya attığı “okuma biçimleri” tezi bu karmaşık işleyişin varlığını göstermek açısından önemli bir katkı olmuştur.

Hall’a göre, medya mesajları izleyici tarafından 3 farklı şekilde okunabilir. Bunlardan ilki Baskın-Hegemonik Okuma olarak adlandırılmaktadır. Bu okuma şekli izleyiciler medyanın direk vermek istediği mesajı alır ve mesajı sorgulamadan doğru olduğunu kabul eder. İkinci olan Müzakereci Okuma’da ise, medya tüketicileri medya üzerinden aldıkları mesajların içinden çıkarılması istenen hâkim anlamın ne olduğunun farkındadır. Müzakereci Okuma hem benimsenen hem reddedilen unsurların karışımından oluşur. Son olarak ele alınan Muhalif Okuma’da ise izleyici metnin içerdiği bütün anlam ve yan anlamları çözer ve bunlara karşı tutum alır (Hall 2003, s.309-326).

Kültürel yaklaşımda izleyici/okuyucuların aktif yönüne vurgu yapılırken medya araçları egemen sınıfın görüşlerini halka aktaran bir ideolojik alan olarak tanımlanmakla birlikte bu alan tek taraflı işleyen ve her zaman egemen sınıfın düşüncelerinin galip geldiği bir çerçevede değerlendirilmemektedir. Kültürel yaklaşımın gerek kültüre gerekse dile araçsal olmayan yaklaşımı iletişim süreçlerinde ayrıntı gibi görünen pek çok başlığın (cinsiyet, dilsel farklılıklar vd.) önemli birer çalışma alanı olarak dikkate alınmasını sağlamıştır.

Anadamar ve Eleştirel Yaklaşımlar arasındaki ya da ekonomi politik ve kültürel yaklaşımlar arasında yapılan ayrımlar bu yaklaşımların özellikle vurgu yaptığı noktalar üzerinden yapılmıştır. Örneğin, anadamar yaklaşımda iletişim süreci ağırlıklı olarak gönderen, mesaj, alıcı şeklinde çizgisel modelde ve etki merkezli olarak ele alınırken eleştirel kuramda etki sürecinden daha çok ideolojik egemenlik, sahte bilinç üretimi öne çıkmaktadır. Buna göre her bir yaklaşımın kendi bakış açısı

75

çerçevesinde iletişim sürecinin anlaşılması açısından farklı katkılardan bulunduğu ancak kimi zaman aynı kavramları kullansalar bile çok farklı bağlamlarda ele alabildikleri görülmektedir. Örneğin anadamar çalışmalarda mesajın izleyiciye ulaşmasına engel olan şeyleri tanımlayan “gürültü” kavramı eleştirel yaklaşım içinde çok farklı boyutlarıyla dikkate alınmıştır.

İletişim kuramlarına ilişkin olarak kimi araştırmacılar bu ayrımların yanında “izleyici araştırmaları”, “dibilimsel araştırmalar” gibi alt başlıklar açarak daha ayrıntılı bir sınıflandırma yapmışlardır. Ana damar ve eleştirel olmak üzere iki yaklaşımın içerisinde de yer alan ve çok farklı şekillerde anlamlandırılan “teknoloji” de bu alt başlıklardan birini oluşturmaktadır. Bu çerçevede çalışmanın teknoloji ile olan yakın ilişkisi nedeniyle “haber üretiminde teknolojik yaklaşımlar” ayrı bir başlık olarak ele alınmaktadır.