• Sonuç bulunamadı

2.3. GÖRMENİN GERÇEKLEŞME ŞEKLİ

2.3.2. Yansıma ile Görme

Optik tarihinde katoptrik kavramı ile ifade edilen,348 ihsâü’l-‘ulûm eserlerinde

merâyâ adı ile kavramlaştırılan349 yansıma ile görme, görmenin ayna gibi yansıtıcı

yüzeyler vasıtasıyla gerçekleşme biçimini inceler. Kelam eserlerinde bu konu çerçevesinde aynaların çalışma biçimi, aynada görülen görüntünün ne olduğu, nerede bulunduğu gibi hususlara ilişkin değerlendirmeler yer almaktadır.

Ka‘bî, aynaların çalışma prensibi hakkında iki genel yaklaşımdan söz eder. Bir isim veya gruba nispet etmediği ilk yaklaşım, göz-ışın teorisi çerçevesinde yapılan açıklamadır. Bu yaklaşımda aynanın gözden çıkan ışınlarla işlev gördüğü kabul edilmektedir. Buna göre ayna yoğun (kesîf) ve pürüzsüz (maskûl) olduğunda ışın yansır ve yüze erişir, böylelikle görme gerçekleşir.350 Ka‘bî’nin aktardığı ikinci

yaklaşım, nesne-iz teorisini esas alır. O, ayna ile görmenin gözden çıkan ışınlarla ilgisi olmadığını iddia edip, aynanın çalışma prensibini ayna yüzeyinde karşısındaki nesnelerin görüntülerinin (sûret) intibasının oluşması ile açıklayan bir gruptan söz eder. Bu açıklama biçimine göre, ayna temiz (saf) ve pürüzsüz (maskûl) olduğu için yüzeyin karşısındaki nesnenin sûreti ile biçimlenmektedir.351

Mu‘tezile’nin ağırlıklı olarak göz-ışın teorisini benimsemesi ve nesne-iz teorisinin belirgin bir temsilcisinin olmaması, ayna ile görme konusunda göz-ışın teorisi ve görmenin yaratılması ile gerçekleşmesi düşüncelerinin iddialarının gündemde olmasına yol açmıştır.

Kâdî Abdülcebbâr’a göre göz ile görme, vasıtasız -doğrudan- ve vasıtalı - yansıtıcı cisimlerle- olmak üzere iki şekilde gerçekleşir. Ancak vasıtasız görmenin de vasıtalı görmenin de gerçekleşme biçimi aynıdır. Çünkü ona göre görülürler, gözün ışınının doğrusu ile görülür arasında özel bir hüküm hasıl olduğunda görülmektedir. Gözün ışınının doğrusuna ilişkin bu hüküm ise, bazen aynasız gerçekleşir bazen ayna olmadan gerçekleşmez.352 Dolayısıyla, ayna ile görme de, gözden çıkan ışının

348 Kheirandish, “Optics and Mechanics”, 2: 85; Rashed, “Geometrical optics”, 2: 299-300; Smith,

“Greek Optics”, 1: 413-414.

349 Fârâbî, İhsâu’l-‘ulûm, 57:4-9. 350 Ka‘bî, Makâlât, 486:1-3. 351 Ka‘bî, Makâlât, 486:4-9.

görülürle arasında engel olmaması ile gerçekleşmektedir. Kâdî Abdülcebbâr kişinin aynaya baktığında yüzünü, yüzünün rengini, arkasındaki, sağındaki ve solundaki şeyleri görebildiğini söyler.353 Bunlar, göz ile görülebilen şeylerin hepsinin ayna ile

görülebildiğini ve ayna ile görme esnasında aynanın kişinin gözü gibi işlev gördüğünü göstermek için ifade edilir. O, kişinin aynada yüzünü görmesinin nedenini, ışının gözden görülüre ayrılan yönde yüze geri yansıması olarak açıklamaktadır. Bu nedenle aynada aynanın karşısında olmayan şey görülmez.354 Bu düşünce biçiminin

Mu‘tezile’nin genel kanaatini yansıttığı, Ebû Hâşim’in kişinin iki ayna yardımı ile ensesini görmesini açıklama şeklinden de anlaşılmaktadır. Bu düzende görme, kişinin gözüne hizalı aynanın ensesine hizalı ayna ile karşı karşıya gelmesi üzerine ışının bu iki ayna arasında yansıması ve enseye ilişmesi ile açıklanmaktadır.355 Böylelikle ayna,

kişinin yüzünü görmesi konusunda bir alet olur, aynada gördüğü görülebilir diğer şeyler konusunda da gözü gibi işlev yapar.356 Işının yansıması neticesinde görmenin

göz değil ayna vasıtasıyla gerçekleşmesinin mümkün olması ise, fiillerin vasıta ile gerçekleştirilebilmesi (tevellüd) teorisi çerçevesinde açıklanmaktadır.357

Eş‘arî ise aynanın, gözden çıkan ışını yansıtma veya intiba gibi bir yolla görmeyi sağladığı fikrini reddeder. Onun kaygısı, doğrudan görme yaklaşımında olduğu gibi, Allah’ın iradesini vurgulamaktır. Ona göre bu nesnenin karşısında bulunmak idraki zorunlu kılmamış, bakanın gözünden çıkan ışının yansıması da bu idraki gerektirmemiştir. O, aynanın ya da pürüzsüz ve yansıtıcı bir cismin karşısında olan kimsenin gördüğü şeyi, bu özel türdeki nesnelerin karşısında bulunulması halinde Allah’ın hâdis olan bir fiili olarak değerlendirir.358 Böylece o, ayna ile görmeyi de

maddi sebep yerine Allah’ın irade ve fiili ile açıklar.

Ka‘bî, Salih Kubbe’nin aynada görülen şeyi Allah’ın aynada yarattığını ve diğer varlıkların görülmesi gibi -var olduğu için- görüldüğünü söylediğini aktarır.359

353 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 116:9-13. 354 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 65:14-16. 355 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 60:17-19. 356 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 59:6-7. 357 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 116:13-21. 358 İbn Fûrek, Mücerred, 278:7-16. 359 Ka‘bî, Makâlât, 485:16.

Ancak aynada yansıyan varlığın bir benzerinin bulunduğu düşüncesi kabul görmemiştir.

Eş‘arî aynada, yansıttığı şeylerin bir benzerinin (misl) var olduğu düşüncesini reddeder. Kâdî Abdülcebbâr da aynada görülen şeyin, asıl nesnenin aynada yaratılmış bir benzeri olduğu düşüncesini cehaletin bir göstergesi sayar. İddiaya yöneltilen temel eleştiri, büyük cismin benzerinin küçük cisimde var olamayacağıdır. Eş‘arî gökyüzü gibi aynanın büyüklüğünü aşan şeylerin benzerlerinin aynada hâdis olması ile görüldüğünün söylenemeyeceği kanaatindedir.360 Kâdî Abdülcebbâr da yaklaşımı,

iddiayı kabul etmenin aynadan daha büyük şeylerin aynada var olduğunu kabul etmeyi gerektirmesi ile eleştirmektedir. O, aynada görülen kopyanın (misl) ancak gerçeğini tüm özellikleri ile birebir yansıtması halinde kopya olarak adlandırılabileceğini kabul eder. Bu duruma verilen örnek Eş‘arî’nin örneğine benzerdir. Kâdî Abdülcebbâr’a göre yaklaşım küçük olan aynada latîf bir cisim olan gökyüzünün ya da kişinin yüzünün bir benzerinin yaratılmış olduğunu kabul etmeyi zorunlu kılmaktadır. Halbuki aynada görülen bu şeylerin aynanın arkasında veya parlak yüzeyle kişinin yüzü arasında var olduğu iddia edilemez. Kâdî Abdülcebbâr aynanın kesîf bir cisim olması nedeniyle içinde başka bir cismin yaratılmasının imkansızlığını da iddianın açıklayamayacağı bir sorun olarak ortaya koyar. Ona göre bu problemler, aynada görülen şeyin o cismin -misli olmayıp- kendisi olduğunu ortaya çıkarmaktadır.361

Ancak Ebu’l-Hüseyin, intibayı benimseyenlerin bu eleştiriye, görülenin maddi varlığıyla bir örneğinin (misâl) aynada oluştuğunu iddia etmedikleri, aynada oluşan görüntüyü insanın nefsinde ve kalbinde varlıkların sûretlerine ilişkin olarak oluşan şeye benzettikleri ile cevap verdiğini söyler.362

Kâdî Abdülcebbâr, aynalardaki görüntülerin Allah tarafından âdet ile yaratıldığı yaklaşımını da eleştirmektedir. Ona göre, görenin aynada yüzünün bir benzerini gördüğü, bunun Allah’ın aynada yüzünün benzerini orada görüldüğü şekliyle yaratma konusunda âdetini gerçekleştirmesiyle meydana geldiği savunulamaz. Neticede bu iddia, yukarıda eleştirilen aynada görülen şeyin benzerinin

360 İbn Fûrek, Mücerred, 278:16-19.

361 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 60:6-11. 362 İbnü’l-Melâhimî, el-Mu‘temed, 399:6-8.

yaratılması düşüncesini içermekte, tek fark olarak bunu âdet teorisi ile ilişkilendirmektedir. Kâdî Abdülcebbâr bu yaklaşımı âdet düşüncesini eleştirirken benimsediği genel yaklaşımla eleştirir. Ona göre aynada görüntünün oluşmasının âdetle gerçekleşmesi, Allah’ın bu yansımayı bazen yaratıp bazen yaratmamasını ve yarattığı bu görüntünün değişkenlik arzetmesini mümkün kılmaktadır. Ancak tecrübe bu şekilde gerçekleşmemekte, aynada sürekli tutarlı bir görüntü görülmektedir.363

Çeşitli yansıtma özelliklerine sahip aynaların varlığı, ayna vasıtası ile gerçekleşen görmenin güvenilirliği konusunu gündeme getirmiştir. İbn Fûrek’in aktardığına göre Eş‘arî, ayna gibi cisimler vasıtasıyla görülen şeyin idrak ve görme olarak adlandırılmasını, görülenin hakikatle ilişkisi bağlamında değerlendirmektedir. O, düz bir aynada görülen hakikate uygun görüntüyü idrak ve görme olarak adlandırırken, yüzün kılıçta uzun, büyük bir aynada ise büyük görülmesini, kişinin gördüğü şeyin hakikatte böyle olmadığını zorunlu olarak bilmesi nedeniyle idrak ve bilgi olarak adlandırmayıp tahayyül ve tevehhüm kelimeleri ile ifade etmeyi tercih etmektedir. İbn Fûrek’in açıklamasına göre Eş‘arî’nin bu yaklaşımının nedeni, idrakin idrak edilen şey hakkında bilgi doğurması gerekmesi, bilginin bilinenle ilişkisinin ise bilinenin olduğu hal üzere bilinmesini gerektirmesidir.364 Ayna örneğinde, görülen şey

varlığın hakikati ile uyuşmadığı için bunu bilgi, dolayısıyla süreci de idrak olarak adlandırmak mümkün değildir. Bu yaklaşımda kişinin aynaya bakmadan önce kendisi hakkında sahip olduğu bilgi zorunlu bilgi olarak değerlendirilmekte, aynaya baktığında gördüğü şeyin hakikate uygun olup olmadığına ise bu zorunlu bilgiye kıyasla karar verilmektedir. Aynı nedenle Eş‘arî, kendi etrafında dönen insanın tek olan şeyi çift görmesini,365 çevresindeki şeylerin döndüğünü görmesini ve gemideki

kişinin kıyıyı hareketli görmesini vehim ve hayal olarak adlandırır.366

Mu‘tezile’nin yaklaşımı ise, aynada görülen görüntünün -aynanın türüne bağlı olmakla birlikte- tutarlı ve her zaman aynı şekilde gerçekleşen bir tecrübe olmasına vurgu yapmaktadır. Aynadaki görüntünün âdet yoluyla gerçekleştiğinin söylenemeyeceği de, sürekli aynı şekilde gerçekleşen bu tecrübe bağlamında

363 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 59:19-60:5. 364 İbn Fûrek, Mücerred, 278:7-279:4.

365 İbn Fûrek, Mücerred, 86:19-20. 366 İbn Fûrek, Mücerred, 278:21-22.

savunulmaktadır. Aynada idrak edilen şey, sakalının kıllarının sayısına kadar bütün özellikleri ile kişinin yüzünün bir örneğidir. Kâdî Abdülcebbâr’a göre aynalara bakıldığında hep aynı tecrübenin meydana gelmesi, aynada yüzün tam bir örneğinin bulunması, bu olgunun âdet ile açıklanamayan zorunlu bir durum olduğunu göstermektedir.367

Kâdî Abdülcebbâr aynaların, gösterdikleri görüntüleri yapısal özelliklerine göre şekillendirdiklerini ifade etmekte ama bunun oluş şekli ve bunu gerekli kılan sebeplere değinmemektedir. Ona göre kişi küçük bir aynaya baktığında yüzünü küçük, büyüğüne baktığında büyük görür. Kılıcı yatay tutup baktığında yüzünü yayvanlaşmış (arîz), dikey tuttuğunda ise uzun görür.368 Ona göre bu durum, bu cisimlere bakan

kişinin yüzünü bu cisimden ayrılan bir ışın ile gördüğünü göstermektedir. Ayrıca o, kişinin yüzünü ışının ayna özelliği taşıyan cisimden ayrılma biçimine göre gördüğünü ifade ederek çeşitli aynalardaki bozulmaları aynanın ışını biçimlendirmesi ile ilişkilendirmektedir. Bu bağlamda ona göre görenin görülürleri gözüyle görmesi de, gözünden çıkan bir ışınla olmak zorundadır.369 Bu çerçevede aynanın görüntüyü

hakikate uygun olmayan biçimde göstermesi Eş‘arî’nin yaptığı gibi bu vasıtayla edinilen bilginin geçersizliğine yorulmaz. Kâdî Abdülcebbâr ışının yansıma açılarından bahsetmese de, aynanın gözün ışınının hareket biçimini değiştiren bir etkide bulunduğunu ifade etmektedir. Bu bağlamda ona göre bazı aynalarda hakikate uygun olmayan görüntüler görülmesi, gözden çıkan ışının aynadan yansıma biçimindeki farklılıklardan kaynaklanmaktadır.

Aynanın gözden çıkan ışınları yansıtarak görmeyi sağladığı konusu, bazı noktaların açıklanmasını gerektirmiştir. Kâdî Abdülcebbâr aynada yüzün görülmesi

367 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 59:19-60:5.

368 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 60:12-14. Ayna ile aradaki mesafeyi ve aynanın (kılıcın) dışbükey

olmasını dikkate almakla açıklanabilecek olan bu olgunun, mesafeye ya da aynanın yapısal özelliğine vurgu yapmadığı, yalnızca büyüklüğü ve uzunluğu gibi özelliklerini esas aldığı görülmektedir. Büyük aynada yüzün büyük, küçükte küçük, uzunda uzun görüleceği düşüncesi yaygın olarak ifade edilen bir kanaattir. Eş‘arî de -yukarıda belirtildiği gibi- bu iddiayı benimsemekte, ayrıca uzun görünme ile yayvanlaşmış (arîz) görünmeden de bahsetmektedir. (Bk. İbn Fûrek, Mücerred, 89:1-4.) Bu durumdan

hareketle, bu düşüncenin yaygın bir yanlış anlama olduğu söylenebilir. İbnü’l-Melâhimî’nin ifadelerinden, bu yaklaşımın, ışının aksettiği şeyin büyüklüğünün görülenin büyüklüğüne etki ettiği düşüncesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. O, bu açıklamaya bir eleştiri olarak göz bebeğinin küçük olmasının her şeyi küçük görmeyi gerektireceğini ifade eder. (İbnü’l-Melâhimî, el-Mu‘temed, 400:4-6.) 369 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 60:14-16.

esnasında aynanın da görülmesini, aynada ışını yansıtmayan pürüzlü yerlerin olması ve gözden çıkan ışının bir kısmının bu yerlerden yansımayıp aynayı görmeyi sağlamasıyla açıklamaktadır.370 Aynadaki görüntünün gözle görülenden farklı olarak

yatay düzlemde ters bir ayna görüntüsü olması sorunu da tartışılmıştır. İbnü’l- Melâhimî, Ebu’l-Hüseyin’in bu durumun, aynada görülen görüntünün cismin aynada intiba etmiş bir misali olduğunu gösterdiğini düşündüğünü aktarmaktadır. Ona göre görmenin gözden ışın çıkması yoluyla gerçekleşmesi, aynadaki görüntünün ters değil düz olmasını gerektirir.371 Bu iddia göz-ışın teorisini benimseyenler tarafından

aynanın kişinin gözü gibi fonksiyon görmesi yaklaşımı ile çözümlenir. Kâdî Abdülcebbâr’a göre ayna ile görülen şeyle vasıtasız olarak gözle görülen şey farklı görünmektedir ama aynada görülen görüntü, gözün aynanın konumunda olması halinde algılayacağı görüntü ile aynıdır. Ancak bu açıklama biçiminde ışının yansıması dışında bir hususa değinilmemekte, örneğin geliş ve yansıma açılarına ilişkin hiçbir imada bulunulmamaktadır.372 Dolayısıyla açıklamada ayna, gözün

hareketinin ve ışının kaynağının yerini almaktadır.

Aynalarla görme konusunda yapılan tartışmalar, görmenin gerçekleşme şekli konusunda ele alacağımız son başlıktı. Daha önce belirttiğimiz gibi mütekaddimûn dönemi kelam eserlerinde kırılma konusuna ilişkin değerlendirmelere rastlanmaması, görmenin ana problemlerinden üçüncüsü olan kırılmayı ele almamamıza neden olmuştur. Şimdi, bu ana başlıkta bahsedilen gerçekleşme şekillerini bozarak görmenin gerçekleşmemesine yol açan sebepleri inceleyelim.