• Sonuç bulunamadı

Görmenin Âdetle Açıklanması

2.2. GÖRMENİN GERÇEKLEŞME SÜRECİ

2.2.2. Görmenin Gerçekleşmesinin Zorunluluk ve Âdetle Açıklanması

2.2.2.2. Görmenin Âdetle Açıklanması

Eş‘arîler ve Mâtürîdîler görmeyi Allah’ın âdet üzere insanda görmeyi yaratması ile açıklamaktadır. Onlara göre görmenin gerçekleşmesi yalnızca görme idrakinin yaratılması ile ilgilidir ve herhangi bir şartı yoktur. Bu yaklaşımdaki âdet vurgusu Allah’ın sürekli müdahalesine imkan vermekte, ancak onlara göre Mu‘tezile’nin iddia ettiği gibi duyu bilgisinin güvenilirliğine zarar vermemektedir.

Eş‘arîler ve Mâtürîdîler görme duyumunu Allah’ın yaratması ile açıklamaktadırlar. Onlara göre herhangi bir zorunluluk içermeyen bu duyum, tamamen Allah’ın iradesine bağlı olarak gerçekleşmektedir. Eş‘arî Allah’ın insanın yanında başka insan yaratıp, yeni yaratılan bu insanı görmeyi yaratmamasını,178

Bâkıllânî Allah’ın gözde karıncayı görecek idraki yaratması ama onun yanındaki fili görme idrakini yaratmamasını179 kudreti açısından mümkün görmektedir. Nesefî de

görmeyi Allah’ın mutlak iradesi ile açıklamakta ve zorunluluğu reddetmektedir.180 O,

gören ile görülür arasında görmeye engel olan birşey bulunmasa bile, görmenin yaratılmaması halinde bu görülürün görülmeyeceğini kabul etmektedir.181 Bu

çerçevede, yaklaşımı benimseyenler Allah’ın şartlar uygun olsa bile görmeyi yaratmayabileceğini savunmaktadır. 176 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 43:7-9. 177 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 47:2-5. 178 İbn Fûrek, Mücerred, 84:3-14. 179 Bâkıllânî, el-İnsâf, 182:20-22. 180 Nesefî, Tabsıratü’l-edille, 1: 546:6-14. 181 Nesefî, Tabsıratü’l-edille, 1: 547:15-17.

Mu‘tezile kelamcıları ise görmenin Allah’ın iradesine bağlanmasının bazı sorunlar doğuracağını düşünmektedir. Kâdî Abdülcebbâr, duyu organının sağlıklı olması kaydıyla, kişinin önünde büyük bir cisim olmadığına dair bilgisinin bazen gerçekleşip bazen gerçekleşmemesini mümkün görmez, bakılan her seferde bu bilginin kesin olarak gerçekleşeceğini kabul eder. Ona göre idrak edilenin kesin olarak bilinmesi zorunlu olduğu için, görme idraki neticesinde bir şey görmeyen kişinin önünde görmediği şeyler olmadığını zorunlu olarak bilmesi gerekir.182 O, aksi taktirde

bu yaklaşımın, insanın önünde var olan ama âdetin gerçekleşme şekli nedeniyle görmediği büyük cisimlerin var olduğunu mümkün görmek gibi durumlara yol açacağını ifade etmektedir.183

Ancak Eş‘arî’ye göre görmenin ilahi iradeye bağlı olarak gerçekleştiğini kabul etmemek dinin özüne terstir ve maddeci akımlarla aynı çizgide buluşmak anlamına gelmektedir. İbn Fûrek, onun varlığın hükümlerine ilişkin tecrübe ile bilinen alışılmış durumların zıttının gerçekleşme imkanını yadsımanın, Dehriyye’nin yaklaşımı ile eşitlenmek anlamına geleceğini kabul ettiğini aktarmaktadır.184

Mu‘tezile, görmeyi Allah’ın iradesine bağlayarak görme konusunda alışılmadık durumları mümkün gören yaklaşımı, bu yaklaşımı benimseyenlerin de problemli göreceği çeşitli durumları ortaya çıkarmakla eleştirmektedir. Ebû Ali el- Cübbâî, Eş‘arîler ve Mâtürîdîler’in yaklaşımının, alemden yola çıkıp Allah’a ulaşma imkanını ortadan kaldıracağını iddia etmektedir. Ona göre, kişinin şeyin mekanını görüp o mekanın içindekini görmemesini, küçüğü görüp büyüğü görmemesini mümkün görmek, fiilin failinin kudretine, hikmetli fiillerin de ilmine delalet ettiğinden emin olamamak, böyle fiillerin aciz ve cahilden meydana gelebileceğini mümkün görmek zorunda kalmak sonucunu doğurur.185 Kâdî Abdülcebbâr ise bu yaklaşımın

onlar açısından da kabul edilemez olan, halihazırdaki tecrübede hareket eden şeyler cevherler olsa da arazların da hareket etmesinin; insanın halihazırda cisim meydana getirmeye kudreti olmasa da buna kudretinin olmasının mümkün olduğu gibi kabullere

182 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 49:4-7. 183 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 124:1-9. 184 İbn Fûrek, Mücerred, 84:15-22.

yol açacağını iddia etmektedir.186 Ebû Ali’nin, insanın fili idrak etmediği sırada

tahtakurusunu idrak edebileceğini kabul etmenin yüz rıtl187 taşımaya gücü yeten

kişinin bir rıtlı taşıyamamasının, canlı kimsenin vücuduna bir iğne batmasının sebep olacağı acının bedeninin parça parça kesilmesinin sebep olacağı acıdan fazla olmasının, uzun bir yürüyüşle yorulmayan kişinin tek bir adımla yorulmasının, kişinin gücü arttıkça yapabileceği fiilin azalmasının mümkün olduğunu kabul etmeyi gerektireceği eleştirisi ise, Mu‘tezile’nin genel yaklaşımını esas almaktadır. Her halükarda Ebû Ali, bu iddiada bulunan kişinin kelam yapmanın sınırını aştığı kanaatindedir.188

Bu çerçevede Mu‘tezile görmenin zorunluluk yerine Allah’ın iradesi ile açıklanmasını, öngörülemez durumları mümkün olarak kabul etmeyi gerektirmesi nedeniyle düzen duygusunu zedeleyeceği iddiasıyla eleştirmektedir.

Görmeyi Allah’ın mutlak iradesine bağlayan yaklaşımlarına rağmen Eş‘arîler ve Mâtürîdîler, Allah’ın görmeyi yaratmaya ve yaratmamaya kudretini, alemin genel işleyişini beklenmedik zamanlarda ve sık sık bozacak bir yetkinlik olarak görmekten kaçınmaktadırlar. Onlara göre Allah’ın kudreti olduğu bilinen her şeyin halihazırda gerçekleştiğinden şüphe etmek gereksizdir. Bâkıllânî, Allah’ın halihazırda ana babasız insan ya da yakmayan ateş yaratmak gibi, gücü yeten her şeyi insanın bilgisini engelleyecek bir düzensizlikte sürekli olarak gerçekleştirdiğinden şüphe etmeye gerek olmadığı kanaatindedir.189 Cüveynî’ye göre de alemin genel işleyişine güven

duyulmalıdır. O, Allah’ın şeyleri en kısa sürede yaratmaya gücü yeteceğine inanan kişinin de gözünü kapattıktan sonra açtığında önünde o anda yaratılmış dağlar bulmayı beklemeyeceğini belirtir. Hatta ona göre bunu mümkün gören kimse bilmezden gelen (mütecahil) bir kişidir.190

Cüveynî’ye göre, insanın önünde görmediği şeylerin var olmadığından emin olmasını sağlayan şey, sahip olduğu düzen hissidir. O, düzen düşüncesini, zorunluluk

186 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 86:12-22.

187 Rıtl, farklı tarih ve coğrafyalarda değişkenlik göstermişse de yaklaşık 350-400 gram ağırlığa tekabül

eden bir ağırlık birimidir. (Bk. Cengiz Kallek, “Rıtl”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2008), 35: 52-55.)

188 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 56:5-14. 189 Bâkıllânî, Temhîd, 316:16-317:8. 190 Cüveynî, el-İrşâd, 179:11-180:1.

yerine âdetlerin istikrarlı bir şekilde devam etmesi ile açıklamaktadır. Ona göre örneğin peygamberlerin melekleri etrafındaki insanların görmemesine rağmen görmeleri, âdetin melekleri peygamberlerin görmesi ancak diğer insanların görmemesi şeklinde gerçekleşmesinden kaynaklanmaktadır.191 Bu çerçevede âdet düşüncesinde

de düzenliliğin öngörüldüğü, bunun yanında Allah’ın kudretinin de vurgulandığı söylenebilir.

Mâtürîdîler’in nedenselliği dışlayan âdet düşüncesini benimsemesi de, bu yolla oluşan bilgiye neredeyse mutlak bir güven duygusuyla yaklaşmasını engellememiştir. Onlar, Allah’ın Horasan’daki tüm erkekleri kadına, kadınları da erkeğe dönüştürdüğü haberinin, Allah’ın buna kâdir olduğu kabul edilmesine rağmen âdete aykırılık nedeniyle reddedilmesi gerektiğini söylemektedir. Onlara göre benzer şekilde Tihâme’de sıcak temmuz günlerinde (eyyâmi bâhûra) havanın aşırı derecede soğuyup suyu dondurduğu haberini getiren kişinin yalan konuştuğu, âdet böyle olmadığı için kesin olarak bilinir.192 Bu durum duyu bilgisinin âdet düşüncesi bağlamında

değerlendirme biçiminin nedensellikten pek farklı olmadığına işaret etmektedir. Hatta mevsimlere ilişkin değerlendirmenin, tecrübeyi değişmez gerçek olarak ikame ederek, normalde sıcak olan bölgede havanın soğumasını mucize dışında imkansız görmesi açısından, buna izin veren nedensellik düşüncesinin ötesinde bir değişmezlik iddiası taşıdığı bile söylenebilir.

Öte yandan Mu‘tezile’nin bu yaklaşıma iki temel eleştirisi vardır. Bu eleştirilerin ilki, âdetin tanımına yöneliktir. Onlar bir olgunun sürekli aynı şekilde gerçekleşmesinin onun âdet olarak tanımlanmasını engelleyeceğini iddia etmektedir. Dolayısıyla onlara göre böyle durumlar zorunluluk olarak açıklanmalıdır. Kâdî Abdülcebbâr ve Nîsâbûrî, şeylerin görülüp görülmemesinin âdetten kaynaklandığı iddiasını hatalı bulur. Onlara göre, sürekli tek bir biçimde gerçekleşen durumların âdetten kaynaklandığını söylemek, zorunlu durumlarla âdetten kaynaklanan durumların karışmasına yol açar.193 Bu bağlamda Mu‘tezile, görmenin her zaman

191 Cüveynî, el-İrşâd, 180:6-12.

192 Nesefî, Tabsıratü’l-edille, 1: 551:4-8.

karşıda olan varlıkları idrak edecek şekilde gerçekleşmesinin âdet olarak adlandırılmasına engel olduğunu kabul etmektedir.194

Mu‘tezile âdetin değişmeye konu olmasını, farklı zaman ve mekanlarda değişiklik göstermesini beklemektedir. Kâdî Abdülcebbâr’a göre görmenin âdetten dolayı böyle gerçekleştiğini söylemek, başka ülkelerde insanların uzağı görüp yakını görememesi, gözleri dışındaki duyu organları ile görmeleri,195 önlerindeki büyük

cismi görmemeleri196 ya da başka kişilerin renkler yerine mesela koku ve tat gibi

şeyleri görmesi ve farklı zamanlarda farklı şeylerin görülmesi gibi durumları mümkün görmeyi gerektirir.197 Bunun tecrübe edilen duruma uygun olmadığı ise açıktır. İbn

Metteveyh, görmenin âdet ile gerçekleşen bir algı olduğu iddiasını, şartları bulunmadan görmenin gerçekleştiğine dair tecrübi bir durumun bulunmaması nedeniyle reddetmektedir.198 Ebu’l-Hüseyin el-Basrî de âdetin zaman ve mekana göre

değişmesini beklemektedir.199 Bu durumda Mu‘tezile’ye göre âdet, bazen gerçekleşip

bazen gerçekleşmeyen,200 sık sık değişim gösteren ve tecrübi olarak sürekli tekrar

etmesi beklenmeyen bir olgudur. Nitekim Kâdî Abdülcebbâr, yalnızca sürekli aynı şekilde gerçekleşmediği bilinen durumların âdet olarak adlandırılabileceğini düşünmektedir. Ona göre örneğin cinsel ilişki (vat’) sonrasında çocuğun yaratılması, sürekli meydana gelen bir durum olmamasından ötürü, bir âdet olarak adlandırılabilir.201 Kâdî Abdülcebbâr’ın âdet olarak adlandırdığı şeylerden biri de

tıptır. Ona göre tıp, tek bir şekilde gerçekleşmez, zamana ve topluluğa göre değişim gösterir. O, çeşitli toplulukların farklı tedavi yönemleri ve farklı ilaçlarla tedavi olmasını buna bağlamaktadır.202 Bu bağlamda Mu‘tezile, alemde görülen düzenliliğin

âdet kavramı ile ifade edilebilir olmadığı kanaatindedir. Onlara göre âdetin alemin

194 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 142:6-11. 195 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 124:1-9. 196 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 42:18-21. 197 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 86:4-11. 198 Kâdî Abdülcebbâr, el-Mecmû‘, 1: 208:8-12. 199 İbnü’l-Melâhimî, el-Mu‘temed, 378:7-8. 200 İbn Metteveyh, el-Mecmû‘, 3: 214:14-15. 201 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 142:16-17.

202 Kâdî Abdülcebbâr, Tesbîtü delâili’n-nübüvve, thk. Abdülkerim Osman (Beyrut: Dâru’l-‘Arabiyye,

işleyişinin düzenli bir şekilde gerçekleştiği şeklinde anlaşılması, bu durumun âdet değil zorunluluk kategorisinde değerlendirilmesini gerektirir.203

Mu‘tezile’nin ikinci eleştirisi ise, âdet yoluyla gerçekleşen bilginin, Eş‘arîler ve Mâtürîdîler’in bu yolla oluşan bilgiye duyduğu derin güven hissini mümkün kılmadığıdır. Mu‘tezile, âdete dayanan bilginin kesin bilgi olamayacağını iddia etmektedir. Kâdî Abdülcebbâr, görmenin âdet ile açıklanmasının, âdet şu anda var olan şeyleri görme doğrultusunda gerçekleşiyor olsa da, insanın önünde görmediği dağların olması ihtimalini dışlamaya izin vermediğini düşünmektedir.204 Ona göre bu açıklama

biçimi, bugün bu şekilde gerçekleşen âdetin değişmesi mümkün olduğu için, insanın önünde var olan dağları görmeme ihtimalinin her zaman mevcut olmasına yol açmaktadır. O, bu nedenle, böyle bir yaklaşımı benimseyen kişinin önünde bir cisim olmadığını bilmemesinin zorunlu olduğunu iddia etmektedir.205 Kâdî Abdülcebbâr,

insanın önünde görmediği büyük bir cisim olmadığına dair kesin bilgisinin kaynağının yalnızca, önünde büyük bir cisim olduğunda onu kesinlikle görecek olduğu bilgisi olabileceğini kabul etmektedir. Bu nedenle ona göre, önünde görmediği büyük bir cismin olmasını mümkün gören kişide, önünde görmediği büyük bir cisim olmadığına dair kesin bilginin oluşması mümkün değildir.206

Var olan cismin algılanmaması ise, ancak akıl eksikliği ile mümkün görülmüştür. Kâdî Abdülcebbâr âkil olmayan kişide idrakin, bilginin bir yolu olmadığını söylemektedir. Ona ve Nîsâbûrî’ye göre bu kişiler idrak eder ancak bu idrak bilgi oluşturmaz. Bu nedenle, böyle bir kişinin önünde görmediği ve bilmediği bir cismin olması mümkündür.207 Ancak böylesi bir durum yalnızca bu sıfata sahip

kişiler için mümkündür. Kâdî Abdülcebbâr aklın idrak edilen şeyler hakkında bilgi elde etmeden kemale ermeyeceği gibi, önünde bir cisim olduğunda onu kesinlikle göreceği ve bileceği bilgisine sahip olmadan da kemale ermeyeceğini savunmaktadır.208 Ancak aklın kemale ermemesi kesin bilgiye engel olarak kabul

203 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 42:10-12. 204 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 142:12-14. 205 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 43:18-20. 206 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 45:11-15.

207 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 47:7-9; İbn Metteveyh, el-Mecmû‘, 3: 213:12-15; Nîsâbûrî, el-Mesâil,

374:5-6.

edilse de, bu durumun bilginin meydana gelmesine engel olduğu iddia edilmemiştir. Kâdî Abdülcebbâr, önünde görmediği bir cisim olmasını mümkün gören aklı tam olgunluğa erişmemiş kişilerin, bu kabule rağmen, önünde bir cisim olmadığı bilgisine sahip olabileceklerini209 ve kişileri aklı kemale erenlerin bildiği gibi bildiklerini210

kabul etmektedir. Bu bağlamda sorun, bilginin gündelik hayatta fonksiyonelliği ile değil kesinliği ve yaratıcıya ilişkin bilgi sahibi olmayı sağlama imkanı ile ilgilidir. Kâdî Abdülcebbâr’ın, Eş‘ariyye’nin kendilerinin aksine, Allah’ın delilleri güvenilmez kılma anlamına gelecek şeyi yapmasını mümkün gördüğünü söylemesi211 tam da bu

kaygı ile ilgilidir.

Eş‘arîler ve Mâtürîdîler ise, bu zorunlu bilginin de Allah tarafından yaratılabileceğini, dolayısıyla âdete dayalı bilginin de kesin bilgi kaynağı olabileceğini kabul etmektedir. Eş‘arî Allah’ın idraklerle oluşan zorunlu bilgiyi düzenli olarak yaratmasına güveni de âdet teorisi ile sağlamaya çalışmaktadır. Ona göre Allah, küçüğün idrakini yarattığında büyük olanın da idrakini âdeten yaratmaktadır. Eş‘arî bundan yola çıkar ve halihazırda filden küçük şeylerin görülmesinin, kişinin önünde fil olması halinde âdete göre onu da görmesini gerektireceğini söyler. Bu iddia bağlamında o, insanın önünde görmediği büyük şeyler olmadığından emin olabileceğini savunmaktadır. O, Allah’ın insanda idrak etmesi gereken ancak idrak etmediği şeylerin var olmadığına dair zorunlu bilgi yaratması nedeni ile bu tür durumların var olmadığından emin olunduğunu söyler.212 Bu bağlamda duyumun

zorunluluk içermediği ancak Allah’ın varlığın tecrübe edilen şekilde olduğuna dair düzenli olarak zorunlu bilgi yarattığı kabul edilmektedir. Bu yaklaşım, zorunluluğu duyu bilgisinden Allah’ın bu zorunlu bilgiyi yaratmasına aktarmaktadır.

Nesefî’nin de benzer bir yaklaşım benimsediği görülmektedir. Nesefî görmenin zorunlulukla açıklanmamasının, kişinin önünde dans eden filler, yakıcı ateşler gibi görmediği şeyler olmasını mümkün kıldığından ötürü bilgiyi ortadan kaldırıp sofistleri haklı çıkaracağı iddiasını reddetmektedir.213 Görmeye ilişkin

209 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 48:7. 210 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 48:18-19. 211 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 48:17-20.

212 İbn Fûrek, Mücerred, 84:3-14; Bâkıllânî, Temhîd, 316:16-317:8. 213 Nesefî, Tabsıratü’l-edille, 1: 546:6-14.

bilginin güvenilirliğini âdet düşüncesi ile açıklamayı tercih eden Nesefî, Allah’ın âdeti insanın önündeki şeyleri görmesi üzere gerçekleştirmesi nedeniyle, insanın önünde görmediği şeylerin gerçekten önünde olmadığından âdet yoluyla emin olacağını iddia etmektedir. Ona göre âdetin güvenilir olmasının nedeni, Allah’ın âdeti yalnızca mucize ya da keramet nedeniyle bozmasıdır. O, bu yolla oluşan bilgiyi yakîni bilgi olarak kabul etmekte ve bozulmasını âdet olarak imkansız görmektedir.214 Bu

açıklamada imkansızlığın âdeten meydana geldiği söylenerek mutlak imkansızlığın dışlanması, ilahi iradeye istediği anda müdahalenin imkanını açmaktadır. Ancak bu durum aynı zamanda, duyu bilgisine güvenin mutlak bir güven olmaması anlamına gelmelidir.

Kâdî Abdülcebbâr ise “âdet büyük cisimler ve yüksek seslerin varolması halinde mutlaka idrak edilmeleri şeklinde cereyan etmektedir” denilerek aradaki ilişkiyi zorunluluk yerine âdetle açıklama girişimini eleştirmektedir. Ona göre aradaki ilişki zorunluluk olarak tanımlanmayacaksa âdetin gerçekten de etraftaki her şeye dair bilgi oluşturacak şekilde cereyan ettiğini bilmenin bir yolu yoktur. Çünkü o, âdetlere ilişkin bilginin idrak edilirlere ilişkin bilginin bir parçası olduğunu, büyük cisimlerin var olup görülmemesini mümkün görüp âdetin bu şekilde cereyan etmediğini söylemenin ise, idrak edilirlere ilişkin şüpheyi zorunlu kıldığını düşünmektedir.215

Bu çerçevede iki yaklaşımın farkı, âdetin anlaşılma şekli olarak tespit edilebilir. Mu‘tezile âdeti sürekliliği olmayan ve her an bozulabilir, farklı yerlerde ya da farklı insanlar için farklı şekilde gerçekleşebilir bir olgu olarak değerlendirdiği için kavramı görmeyi açıklama biçimi olarak kullanmaktan kaçınırken, Eş‘arîler ve Mâtürîdîler âdetin neredeyse nedensellik kadar bozulmaz bir olgu olduğunu, aynı zamanda Allah’ın müdahalesine izin verdiğini düşünerek, âdeti fiziksel oluşun temel açıklama biçimi haline getirmektedirler.

Ancak son olarak belirtmek isteriz ki, duyu bilgisine güven konusu tartışılırken âdetin değişmezliğine yapılan vurgunun yanıltıcı olduğu söylenebilir. Eş‘arîler ve Mâtürîdîler, görme ile edinilen bilginin kesin oluşunu âdet çerçevesinde açıklamalarına rağmen, görme ile ilgili kimi tecrübeleri açıklanamaz kabul edip

214 Nesefî, Tabsıratü’l-edille, 1: 550:17-551:3. 215 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, 4: 42:4-9.

Allah’ın iradesi ile ilişkilendirmektedirler. Bâkıllânî’nin görmenin bazen yaratılmamasına ilişkin bir örnek olarak verdiği peygamber döneminde gerçekleşen olay,216 mümkün olduğu kabul edilmekle birlikte görmenin yaratılmasına ilişkin bu

imkanın nadiren ve peygamberlerin var olduğu zamanlarda gerçekleştiği izlenimini uyandırmaktadır. Bâkıllânî, küçük olan şeyi görmeye rağmen büyük olanı görmemenin imkanına delil olarak, ashabı arkasında namaz kılmakta iken Hz. Peygamber’e cennet ve cehennemin arz edildiği ve onlara duvarın yüzeyinde baktığına dair bir rivayeti217 kullanmaktadır. Ona göre ashabın, Hz. Peygamber’in elbisesinin

rengini ve elbisesindeki karıncayı küçüklüğüne rağmen idrak etmekteyken, en büyük varlıklardan olan ve onun o sırada görmekte olduğu cennet ve cehennemi görmemesi218 küçük şeyin görülmesine rağmen büyük şeyin görülmemesinin mümkün

olduğuna delildir. Ancak Bâkıllânî’nin örneğin gece vakti insanın görememesini işitmenin düzensizliği çerçevesinde açıklama biçimi219 böyle durumların

peygamberlerin var olduğu dönemle sınırlı olmayıp halihazırda cereyan ettiğini düşündüğünü göstermektedir. Nesefî’nin de güçlü düzen vurgusuna rağmen gece görme tecrübesine ilişkin açıklamaları nedeniyle220 âdeti kırılgan gördüğü

söylenebilir. Bu çerçevede bu ekollerin âdetin bozulma ihtimalini yalnızca mümkün değil, aynı zamanda vaki gördükleri belirtilmelidir.

Görmenin gerçekleşmesinin zorunluluk ve âdetle ilişkisi, aktardığımız çerçevede incelenmiştir. Şimdi kelamcıların görmenin gerçekleşme biçimine ilişkin değerlendirmelerini ele almak istiyoruz.