• Sonuç bulunamadı

1.YAŞLILIK KAVRAMI 1.1.Tanımı

Literatürde faklı tanımlarına rastlanılan yaşlılık; genel anlamda bireyin fiziksel ve bilişsel fonksiyonlarında bir gerileme, sağlığın, gelir düzeyinin, saygınlığın, rol ve statünün, bağımsızlığın, sosyal yaşantının ve sosyal desteklerin azalması ve kaybı gibi pek çok sorunun yaşandığı bir kayıplar dönemi olarak tanımlanmaktadır (Konak ve Çiğdem, 2005).

Dünya Sağlık Örgütü yaşlılığı kronolojik olarak ele almış ve yaşlılıkla ilgili yayımladığı raporlarda yaşlılığın başlangıcını 65 olarak belirlemiştir (WHO, 1998). Ancak bu tanımlama kültürel ve sosyal ortamlara göre değişebilmektedir.

Yaşlılar; yaşlanma şekline bağlı olarak “Düşkün Yaşlılar,” “Geleneksel Yaşlılar” ve “DinçYaşlılar” şeklinde bir tasnife tabi tutulmaktadır. Sağlıksız yaşlanma ve ekonomik, toplumsal ve kültürel sebeplerle düşkünlük yaşamak şeklinde iki boyutu olan düşkün yaşlılık istenilmeyen bir yaşlanmayı göstermektedir Geleneksel yaşlılar, pasif yaşlanmayı temsil ederken, dinç yaşlılık ise çağımızın yeni kavramı olarak başarılı yaşlanma ve aktif yaşlanma olarak iki özelliği ile öne çıkmaktadır.

Başarılı yaşlanma; sağlıklı ve fiziksel bakımdan fit yaşlanma, aktif yaşlanma ise ekonomik, toplumsal, siyasal, spor, iş, üretim, kültürel yeteneklerini kullanarak yaşlı yıllarını yaşayabilmek şeklinde tanımlanabilmektedir (Dülger 2012).

Yaşlı-toplum ilişkisi açısından konuya yaklaşıldığında gelişmiş ülkelerde gündemde olan diğer ülkelerinde gündemine girmeye başlayan aşağıda belirtilen yaşlıların çevrelerini kaybetmeleri durumları ile karşılaşılmaktadır.

-Yaşlıların Toplumda Yalnızlaşmaları: Yaşıtlarının işten ve hayattan çekilmesi, çocuklarının uzaklaşması -Yaşlıların Toplumda Kenarsanmaları: Toplumsal ve ekonomik refahlarından uzakta kalma

-Yaşlıların Toplumda Güçsüzleştirilmeleri: Yeterliliklerini kullanma alanlarının ellerinden alınması

-Yaşlıların Toplumdan Dışlanmaları: Duyarsız bir çevrede hayat desteklerinden mahrum kalma, toplumsal yaşama alanlarının dışına itilmeleri.

Yaşlının çevresini kaybetmesinin aşamalarının, batı toplumlarında yaşlılara karşı olumsuz tutum artışı ile paralel yürüdüğü görülmektedir. Bunun başlıca nedeninin, çalışanların artan yaşlı nüfus nedeniyle giderek daha yüklü bir sosyal güvenlik faturasını paylaşmak zorunda kalmaları olduğu düşünülmektedir.

1.2.Aktif Yaşlanma

Yaşlı insanların hayatlarının son evresinde, çalışmaya devam etme veya sosyal olarak üretken etkinliklerde bulunma arzusu ve yeteneği olarak tanımlanan aktif yaşlanma kavramı ilk olarak 1997 yılında Amerika Sağlık ve İnsan Hizmetleri Departmanına ait “Aktif Yaşlanma: Paradigmada Kayma’’ adlı toplantı raporunda yayımlanmıştır (U.S. Department of Health and Human Services, 1997). OECD’nin 1998 tarihli raporunda, aktif yaşlanmanın, üretken bir hayat sürdürebilmek ve kişisel seçimlerde özgür olmak şeklinde belirtilen iki boyutu olduğu belirtilmiştir (OECD, 1998).

Yaşlanma kelimesi ile birlikte kullanılan “Aktif” kelimesinin; fiziksel olarak aktif olma yeteneğinin yanında sosyal, ekonomik, kültürel, ruhsal ve halkla ilişkilerde sürekli bir katılımı içerdiği Dünya Sağlık Örgütünün 2002 yılında yayımladığı raporda belirtilmiştir (WHO, 2002).

Yaşlı insanların işgücü pazarında daha uzun süre kalmalarının, gönüllüler ve bakıcılar olarak topluma katkı bulunmalarının, olabildiğince kendi kendilerine yetmelerine imkan sağlayabileceği, bunun için insanların yaşlanırken aktif kalmalarına izin verecek koşulların oluşturulmasının gerekli olduğu Avrupa Birliği Komisyonunun 2011 tarihli raporunda önemle vurgulanmıştır (Commission of the European Union, 2012). Toplumlar giderek yaşlanır, çalışma çağındaki nüfus giderek azalırken, eğitimli, tecrübeli insan kaynağının harcanmasını engellemek üzere istihdam edilebilirlik ve mesleki geçişleri kolaylaştıran politikaların izlenmesi gerektiği konu üzerinde yapılan çalışmaların ortak noktasını oluşturmaktadır.

1.3.Toplumların Yaşlılık Evreleri Bakımından Sınıflandırılması

Toplumların yaşlılık evreleri açısından bulundukları konumu belirleyebilmek maksadıyla değişik sınıflandırmalar yapıldığı görülmektedir. Genel kabul gören yaklaşıma göre; toplumlar yaşlı nüfus açısından dört grupta sınıflandırılmaktadır. Genç toplumlarda 65 yaş ve üzeri nüfus % 4’ten azdır. Erişkin toplumlarda 65 yaş ve üzeri nüfus % 4 ile %7 arasında, yaşlı toplumlarda 65 yaş ve üzeri nüfus % 7 ile % 10 arasında, çok yaşlı toplumlarda ise 65 yaş ve üzeri nüfus %10’un üzerindedir. (Güleç, 1997)

Tüm dünya topluluklarının nüfus dinamikleri incelendiğinde, genel nüfus artış hızının giderek zayıfladığı, bu durumun toplam nüfus içinde yaşlı nüfus oranının artmasına sebep olduğu ve dünyanın artan bir ivmeyle demografik yaşlanma sürecine girmekte olduğu görülmektedir (Hotar, 2012).

1.4.Dünya’da yaşlılık

Dünyada, 2010-2015 dönemi tahminlerine göre 69 olan doğuşta beklenen yaşam süresinin, 2045-2050 döneminde 76 yıl olması beklenmektedir (OECD, 2000). 1998 yılında dünya genelinde ilk defa yaşlı bireylerin oranı, % 19,1’e karşılık, %18,8 ile çocukların oranını geçmiştir. Bundan sonraki süreç göstermektedir ki, çocuk-genç nüfus artışları geride kalacak ve tavan nüfusta artış kaydedilecektir. Yaşlı bireylerin sayısı 1998’de 580 milyon iken, 2050 yılında 1.97 milyara ulaşacağı hesaplanmaktadır (Hotar, 2012).

Yaşlı nüfustaki artışın önemli bir bölümünün Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşeceği düşünülmektedir. Gelişmiş ülkelerde yaşlı nüfusun 2 misline çıkması 100 sene almışken, günümüzde gelişmekte olan ülkelerde yaşlı nüfusun 2 misline çıkmasının 20 sene aldığı görülmektedir.

95

Bu ülkelerin karşılaşacakları ekonomik güçlükler, sosyal hizmet alt yapılarının yetersizliği ve aile üyelerince sağlanan geleneksel bakımın değişen sosyal yapı sonucu sınırlı ölçülerde yapılabilmesi gibi olgular karşısında, gelişmekte olan ülkelerin yaşlı nüfuslarına refah hizmetleri sunmada çok ciddi sorunlarla karşılaşılacağı öngörülmektedir (WHO,1998).

1.5.Türkiye’de Yaşlılık:

Veriler, Türkiye nüfusunun da giderek yaşlanmaya başladığını göstermektedir. Türkiye için, 2010-2015 döneminde 74,6 yıl olacağı tahmin edilen doğuşta beklenen yaşam süresinin, 2045-2050 döneminde 78,5’e yükseleceği değerlendirilmektedir (TÜİK, 2009).

Türkiye İstatistik Kurumu 2009 yılı verilerine göre, 15-64 yaş grubunda bulunan çalışma çağındaki nüfus, toplam nüfusun % 67’sini oluşturmaktadır. Yaşlı nüfus sayısındaki artış, azalan doğum oranları nedeniyle çalışma çağındaki nüfusun azalması anlamını taşımaktadır. 15 yaşın altındaki nüfusun 1990 yılında toplam nüfus içinde %65 olan oranının 2015 yılında %60’a gerileyeceği, buna karşılık, 65 yaş ve üzeri nüfusun 1990 yılında %45 olan oranının 2015 yılında %69’a yükseleceği tahmin edilmektedir (TÜİK,2009).

1935-1990 yılları arasında 65 yaş üzeri % 4 olan nüfus payı ile “Genç Nüfus Ülkesi” olan Türkiye’nin; 1995-2008 yılları arasında %5,7 ile “Olgun Nüfus Ülkesi”, 2012 yılında ise %7,1 ile “Yaşlı Nüfus Ülkesi” konumuna geldiği, 2025 yılında ise 65 yaş üzeri nüfusun %22,4’e ulaşacağı öngörülmektedir (TÜİK, 2005).

1.6.Türkiye’de Yaşlılık Üzerine Yapılan Çalışmalar

Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölümünün Prof.Dr. İsmail Tufan öncülüğünde, TÜBİTAK desteği ile gerçekleştirdiği ve 2012 yılında yayımlanan, “Türkiye Gerontoloji Atlası Araştırması” 60 yaş ve üzeri nüfusun yaşam tarzı, sorunları ve ihtiyaçlarını ortaya koymakta,veriler Türkiye’nin yaşlı nüfusunun aktif yaşlanmadan çok uzakta olduğunu göstermektedir. Araştırmaya katılan 35.236 yaşlının; eğitim seviyelerinin son derece düşük (yarıya yakını ilkokul mezunu, dörtte biri diplomasız okuryazar) olduğu,%83’nün gelirinin olmadığı, %63’nün sosyal güvenceden yoksun olduğu, %88’nin düzenli doktor kontrolü yaptırmadığı, %33’nün bakıma ihtiyaç duyduğu, en büyük korkularının %92 ile çocuklarına yük olmak ve % 85 ile hastalanmak olduğu, zamanlarını en çok (% 93) televizyon izleyerek geçirdikleri, yalnızca %4’nün spor (%66 yürüyüş) yaptığı, sivil toplum örgütlerine erkeklerin %4,2’sinin, kadınların ise %0,3’nün üye olduğu belirlenmiştir (Tufan, 2011). 2010 yılında gerçekleştirilen “Türkiye Emeklilik Profili Araştırmasına göre; emeklilerin %62,2’sinin 50 yaş altında, % 34,8’nin 50-60 yaşlar arasında, sadece %3’nün 60 yaş üzerinde olduğu %89,3’nün bir işte çalışmadığı araştırmanın ulaşılan bulguları arasında yer almıştır (TİED, 2010).

Türkiye İstatistik Kurumunun 2011 yılında, 64 ve üzeri yaş grubuna yönelik olarak düzenlediği araştırmaya katılanların %47,8’inin mutlu, %49’unun torun baktığı, %5’inin gönüllü çalışmalarda bulundukları, en çok önem verdikleri değerin %85,6 ile sağlık olduğu, sağlığı %7,5 ile sevgi, %4 ile paranın takip ettiği, %34’ünün çalışmak istediği sonucu ortaya çıkmıştır (TÜİK, 2011).

Türkiye İstatistik Kurumu, Mart 2013 tarihinde “Yaşlılara Saygı Haftası” çerçevesinde ilk kez yaşlılar istatistiği yayımlayarak konunun Türkiye açısından önemine dikkat çekmeyi ve çalışma yapacaklara veriler sunmayı amaçlamıştır. İstatistik sonuçları, 65 yaş üstü kadınların yarısının dul ve yalnız kaldığı, 2013 yılı itibariyle 76 milyonun 5 milyon 879 bininin 65 yaşın üstünde olduğu, her 100 erkek yaşlının %67,4’ünün, kadın yaşlının %28,5’nin ana gelir kaynağının emekli maaşı olduğu, her 100 yaşlı kadının %56,6’sının sosyal yardımlardan yararlandığı, erkeklerin %15,9’nun, kadınların %17,9’nun yoksul durumda, %38,6’sının borcu olduğu, bütün bunlara rağmen 100 yaşlımızdan %60,3’ünün mutlu olduğunu bize göstermektedir (TÜİK, 2013).“Türkiye Gerontoloji Atlası Araştırması” ile paralellik gösteren istatistik sonuçları, yaşlanma konusunda çalışma yapacaklar için güvenirlilik ve geçerliliği yüksek veriler vermektedir.

2. YAŞLILIK ÜZERİNE DÜŞÜNCELER VE BEKLENTİLER 2.1.Yaşlı İnsanların Ekonomilere Yük Olacağı Endişesi

Aktif nüfusun içinde yer alamayan yaşlı nüfusun sayısal ve oransal olarak artması, makroekonomik açıdan yaşlıların sadece tüketici grubu içerisinde yer alacağı anlamına gelmektedir. Bu nedenle, yaşlı nüfusun bağımlılık oranlarının yüksek olduğu ülkelerde, millî gelire katkılarının olmamasından dolayı yaşlıların, çalışma çağındaki nüfus için bir yük olacağı belirtilmektedir. Bu durum ise, ekonomik açıdan “rasyonel” olmayan bir hâl olarak algılanmaktadır (Altan, 2006: 271). İşverenlerin yaşlılara yönelik algısı da bu çerçevenin içindedir. Zira onlar için yaşlılık, yeni teknolojilere uyum sağlayamayan, eğitimleri zor, fazla ihtiyatlı, esnek olmaktan uzak, dolayısıyla “uygun yeteneklerden yoksun” bir hâl demektir (Walker & Maltby, 2011: 515). Dolayısıyla olması gereken, sistemin yeniden üretimi noktasında “sorunlu” olarak algılanan yaşlının devreden çıkması ve daha genç, enerjik, beceriklilerin işin içine dâhil edilmesidir (Akçay, 2011: 43).

Sonuç olarak, yaşlı nüfusun artması, bu artan nüfusun üretim içindeki oranının düşmesi neticesinde giderlerin artması (Arpacı, 2005: 122) ve sadece tüketici pozisyonunda olmaları ile bunlara yönelik sosyal harcamaların yükselmesi, “yaşlıların sistemi tüketmesi” tehlikesini gündeme getirmektedir. Çalışma dönemi sonrası herhangi bir emeklilik adımı, (en azından Batı toplumları için) toplumun çöplüğüne atılmakla eşdeğer görülmektedir. Bunun diğer manası ise “sosyal ölüm” olmaktadır (Akçay, 2011: 99). Yaşlılara yönelik bu tarz sert ve genel algıyı daha özelde “bağımlılık oranları” ve “sosyal harcamalar” yaklaşımları üzerinden de anlamak mümkündür. Bağımlılık oranı, “üretime katılan her yüz kişiden kendisiyle birlikte kaç kişiye yetecek kadar üretimde bulunması gerektiğini” bildirmektedir. Buna göre, bir ülkenin tamamı tüketicidir, fakat çalışma çağındaki nüfus hem tüketici hem de üretici durumundadır. Üretim-tüketim dengesini sağlamak için üretime katılanların kendileriyle birlikte üretime katılamayanlara da yetecek kadar üretimde bulunması gerekmektedir (Murat, 2003: 78). Yapılan tahminlere göre 2050 yılında Avrupa’nın bağımlılık oranı % 50’e düşecektir (Alper, 2011: 3). Yaşlı bağımlılık oranlarına göre, 2005 yılı itibariyle Türkiye’nin % 52,6 ile AB ortalaması üzerinde olduğu; ancak 2050 yılı projeksiyonunda durumun tamamen ters bir hâl alacağı; Türkiye için oranın % 31 ve AB için ise % 52–53 civarında olacağı tahmin edilmektedir. Tahminler, AB için bu oranların sürekli bir artış eğilimde seyredeceği yönündedir (EUROSTAT, 2011).

Bu imkânlarını ortaya koyabilmeleri, yaşlıların sosyal güvence sahibi olmada yol aldıklarını, çocukları onları gözeteceğine, onların çocuklarını gözetmeye devam ettiklerini göstermektedir.

2.2.Yaşlı İnsanların Çalışma Ortamında Artan Önemi

Çok sayıda insanın kapitalist sistem kuralları ile 65 yaşında zorunlu olarak emekliye sevk edildiği görülmektedir. Dinç bir insanın çalışma hakkının elinden alınmasının en büyük insan hakları ihlâli olduğu düşünülmektedir. Dinç bir insanın emekli olması ile birikimleri, bilgi ve becerileri, deneyimleri ile atıl duruma düşmekte, bunun yanı sıra gelirleri de azalmaktadır. Bu insanların; kendine bakım, hareketlilik, düşünce gücü, doğru beslenme ve iyileşen sağlık hizmetleri ile giderek daha uzun yaşadıklarını ve sayılarının hızla artığını araştırma sonuçları göstermektedir. Yaratılan bu emeklilik yüküne; toplum, ekonomi ve sosyal sigorta kuruluşlarının dayanabilmeleri mümkün görülmemektedir (Dülger, 2012).

Ekonomilerde kriz, işsizlik ve erken emeklilik uygulamalarına rağmen, devre dışı bırakılmaya direnç hızla artmaktadır. Yaşlılardaki birikimi birkaç gencin karşılayamadığını gören işverenler de yaşlılara yönelme eğilimi gözlenmektedir. Yaşlılar; genç meslektaşlarına deneyim aktarımı yapmakta, hatta Japonya ve Çin’de çalışma hayatının son bölümü deneyim aktarımına yönelik geçirilmektedir. Yaşlı gücüne değer bulma amaçlı kurumların sayısı artmakta, yaşlılara deneyimleri olan alanlarda ücretli iş, danışmanlık, gönüllü hizmet alanları önerilmektedir. Gençleri endişelendirebilecek kadar talep alan tecrübe, bilim, proje, yönetim alanları bulunmaktadır. Deneyimleri olan alanlarda kurumlara ve şirketlere küçük ücretler karşılığı kısa süreli gönüllü katkı örgütlenmeleri artmaktadır. Mezunlar dernekleri, emekliler dernekleri, kurum mensupları birlikleri ile başlayan STK’lardan diğer gönüllü hizmet alanlarına akış kendiliğinden genişlemekte olan bir alan olarak görülmektedir (Dülger, 2012).

97

Yaşlıların sayılarının hızla artması ve aktif yaşlanma anlayışı, yaşlılara yönelik büyük bir pazar oluşturmaktadır. Dinç ve aktif yaşlılık dönemlerinin çok uzayacağı belli olduğuna göre, yaşlıların yeni bir faaliyet dönemine girmenin eşiğinde olduklarını da çıkarsayabiliriz. Bu kadar nüfusu sadece pasif konumda ve boş zaman öldürme faaliyetleri ile tutmayı düşünmek, hem insanî bakımdan büyük bir hata, hem de ekonomik bakımdan büyük bir insan gücü kaynağı kaybı doğurabilecektir. Ülkeler hızla bu kaynağı değerlendirme yoluna gireceklerdir. Türkiye gibi birikimli bir yaşlı nüfusa sahip olan bir ülkenin bu alanda gecikmemesi gerektiği düşünülmektedir. 2.3.Türkiye’de Yaşlı İnsanlara Yönelik Yapılan İyileştirmeler

Dünyanın en büyük 10 ekonomisi içinde yer almak ve bunu sürekli hale getirmek için, belirli bir zaman sonra çalışma çağındaki nüfusun yetersiz kalacağını düşündüğümüzde, 60 yaş ve üzeri nüfusun sorunlarını çözmek, yeni bilgi aktarımı ile çalışma ortamı ile ilişkilerini sürdürmeye yönelik tedbirler almak, çalışma hayatına ve kültürel yaşama aktif ve üretken olarak katılımlarını sağlamak önem taşımaktadır.

Türkiye’de bu alanda çeşitli çalışmalar yapılmış ve yapılmaya devam edilmektedir. Sayıları az da olsa Üniversite hastanelerinde gerontoloji bölümlerinin açılması ve bu bölümler vasıtasıyla yapılan araştırmalar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde kurulan Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve bu müdürlüğün plan ve program bazında yaptığı çalışmalar, başta belediyeler olmak üzere çeşitli kamu ve özel kurumların çalışmaları konuya önem verilmeye başlanıldığının göstergesi olmakla birlikte, çalışmaların ağırlığını sağlık hizmetleri ve boş zamanları değerlendirme faaliyetleri almaktadır. Çalışma çağındaki nüfus sayısının artması yönünde alınan tedbirlerin toplumda gerekli karşılığı bulamayabileceğini değerlendirdiğimizde, ülkenin ve bireylerin refah seviyelerindeki artışı devam ettirebilmek veya en azından koruyabilmek, sosyal güvenlik sistemi üzerindeki yükü azaltabilmek için çalışma çağı nüfusunun kapsamının genişletilmesi, 60 yaş ve üzeri için yeni çalışma modelleri geliştirilmesi, konunun, çalışma ekonomisi, örgütsel davranış, insan kaynakları yönetimi vb. bilim dalları açısından da ele alınarak incelenmeye başlanması gerektiği değerlendirilmektedir. Konu ülkemizin geleceği ve yaşlı insanlarımızın refahının korunması/geliştirilmesi açısından önem taşımaktadır.

Türkiye İş Kurumu verilerine göre 2012 yılında 65 yaş ve üstünde iş arayan 3195 kişiden 320’si işe yerleştirilmiştir (Türkiye İş Kurumu, 2012). Bu verilerin Türkiye İstatistik Kurumu sonuçları ile birlikte değerlendirilmesi aktif yaşlanma sürecinin neresinde olduğumuzu gösterebilecektir.

Konuya çözüm getirmek ve yaşlı nüfusun aktif yaşlanması için gerekli koşulları sağlamak üzere T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığınca 2012 yılında “Yaşlanma Ulusal Eylem Planı Uygulama Program”ı yayımlanmıştır. 2013-2015 yıllarını kapsayan programda; yaşlıların toplum ve kalkınma alanında karar verme süreçlerinin bütün aşamalarına katılımlarının sağlanması, çalışmak isteyen yaşlılar için istihdam imkanının yaratılması, kırsal kesimlerde yaşam koşullarının ve alt yapının iyileştirilmesi, sağlık ve refahın sağlanması, kendi ortamlarında yaşlanmalarının teşvik edilmesi, yaşamlarını kolaylaştırıcı ve destekleyici ortamların sağlanması, yaşlının otorite, bilge, üretken özelliklerinin ve diğer önemli katkılarının toplum tarafından tanınmasının sağlayacak tedbirlerin alınması hedef olarak belirlenmiş ve bu hedeflere ulaşabilmek için yapılması gereken eylem planları listelenmiştir (T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2012).

Türkiye Yaşlı Bilimleri ve Teknolojileri Vakfı yaşlılar hakkında farkındalık ve bilinçlenmenin gelişmesine katkıda bulunmak üzere çalışmalarını sürdürmektedir. Vakıf, 2011 yılında düzenlediği, “Uluslararası Yaşlanma ve Yaşlılık Kongresi ile yaşlılık politikaları, yaşlı bakım modelleri, sosyal yaşam ve yerel yönetimlerin rolü ve geriatrik hizmetlerin birçok yönleri ile tartışılmasına ortam yaratmıştır.

Outline

Benzer Belgeler