• Sonuç bulunamadı

toprak parçasının sahipliği değil, toprağın insan bilgisi-emeği ve iş araçları ile işlenmesinden elde edilen toplumsal emek ürünlerinin, emeğin ürettiği zenginliklerin ele geçirilmesidir. Osmanlı’da yönetici zümrenin toprak üzerindeki denetimi; toplumsal güç ilişkilerinin dengelenmesi, üretimin tımar sistemi çerçevesinde örgütlenmesi, toprağın eyalet-sancak ve kaza birimleri temelinde yönetilmesi ve bu yönetim birimlerine doğrudan merkeze bağlı-birbirinden bağımsız görevlilerin atanması yoluyla sağlanmıştır. Bu mekanizmalar imparatorluğun merkeze uzak eyaletlerinde ya da aşiret yapısının kırılamadığı bölgelerde farklı biçimlerde ortaya çıkmakta; taşra yönetimi, bir yüzünü sıkı kontrolün, bir yüzünü esnekliğin oluşturduğu kademeli bir hakimiyet sistemine dayanmaktadır. Osmanlı’da merkeziyetçi görünümü sağlayan hakimiyet mekanizmalarının çeşitliliği, sonraki aşamada merkezi feodalitenin çözülüşünü kolaylaştıran bir unsura dönüşecektir.191

Osmanlı tımar düzeninin kökenine ilişkin açıklamaların bir bölümünde Bizans

‘pronoya sistemi’nin etkisi vurgulanmakta ve tımar teşkilatının Bizans’tan alındığı ileri sürülmektedir.192 Özellikle Fuat Köprülü’nün çalışmalarında somutlaşan bir başka görüş ise tımar rejiminin Selçuklu ikta sisteminden Anadolu Selçukluları’na, oradan da Osmanlı devletine aktarıldığı şeklindedir.193 Tarih, tımar sistemine benzer uygulamaların, yalnızca Anadolu coğrafyasına özgü olmadığını, bu kurumun Orta Asya’da, Moğollarda, İslam devletlerinde ve hatta Mezopotamya’nın ilk medeniyetlerinde de uygulandığını göstermektedir. Örneğin dünyanın en eski yazılı kanunu olarak bilinen Hammurabi Kanunu’nun çeşitli maddelerinde, tımar sahibinin hak ve görevleri ile tımarların bir başkasına devrinden söz edildiği bilinmektedir.194

Tımar sisteminin Osmanlılardaki ilk uygulaması, Osman Gazi dönemine dayanmakla birlikte, sistemin yaygınlaşması ve kurumsallaşması II. Mehmet zamanında gerçekleşmiştir.195 Sistemin özü, devletin kendisine ait olan bir takım vergi gelirlerini, dirlik adı altında vergi alanlarına ayırarak, vergileri bu alanlara tayin ettiği görevlilere bırakmasına ve bu vergiler karşılığında bazı hizmetler istemesine dayanmaktadır. Dirlik demek, toprak ya da arazi demek değil, devlet geliri demektir. Dirlik dağıtma yönteminin üç işlevi vardır: Dirlik bir vergi toplama yöntemi olduğuna göre birinci işlevi mali, dirlikler genellikle savaşçı ve komutanlara verildiğinden ikinci işlevi askeri, dirlik sahibi yöresindeki halkın yönetimine karıştığından üçüncü işlevi de idaridir.196 Dirlik yöntemi,

192 Pronoya teriminin sözlük anlamı, “toprakların işletilmesinin denetimini bir kişiye devretmek”tir. Pronoya, uygulamada malikanelerin yüksek dereceli memurlara, askerlere, kilise ve manastırlara ve özel kişilere verilmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Büyüklüklerine göre asker besleme zorunluluğu taşıyan pronoyalar, belirli sürelerle, genellikle kaydı hayat şartı ile verilmişler, başkalarına satılmaları, bağışlanmaları ve mirasla intikalleri yasaklanmıştır. Ernst H. Kantorowicz, “Feudalism in the Byzantine Empire”, Feudalism in History, Hamden-Connecticut 1965, s. 153-161’den aktaran Halil Cin, S. Gül Akyılmaz, a.g.k., s. 225.

193 Selçuklu Devleti’nde ilk uygulamasına 1073 yılında rastlanan ikta kurumu, Osmanlı toprak sisteminin oluşumunda etkili olmuştur. Sistem, ikta sahiplerinin askeri hizmet karşılığında kendilerine verilen topraktan belirli vergileri toplamaları ilkesine dayanmaktadır. Ordu ve yönetimin merkezileşmesi, bu sisteme dayandırılmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti’nde, feodal otoriteyi temsil eden sultanlar, ikta topraklarını daha küçük tuttular. Bu, en büyük feodal olan sultanın otoritesini güçlendirmek ve küçük feodal beyleri kendine iyice bağlamak için alınan bir önlemdi. İktalara 12. yüzyıldan itibaren tımar da denmeye başlanmıştır. Osman Turan, “Türkiye Selçuklularında Toprak Hukuku, Miri Topraklar ve Hususi Mülkiyet Şekilleri”, Belleten, C.

XII, Sayı 47, Temmuz 1948, s. 549-574; Nizamülmülk, Siyasetname, (Türkçesi: Nurettin Bayburtlugil), Dergah Yayınları, İstanbul 1981; Fuat Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri Hakkında Bazı Mülahazalar.

194 K. Balkan, “Babilde Feodalizma Araştırmaları”, DTCFD, C.II, s. 45-55’den aktaran Halil Cin, S. Gül Akyılmaz, a.g.k., s. 228.

195 Eldeki ekonomik Osmanlı istatistikleri, dirlik düzeninin iyi işlediği zamanlara değil, onun bozulma ve hastalanma çağı üzerinedir, ona göre değerlendirilmelidir. Gerçekte Koçibey, Katip Çelebi ve Sofyalı Ali Çavuş, Osmanlı toprak ekonomisinin Kanuni Süleyman’dan yüzyıl sonraki durumundan başka bir şeyi anlatmazlar.

196 Metin Kunt, vd., Osmanlı Devleti 1300-1600, s. 27, s. 62.

vergilerin toplanmasını kolaylaştırıyor, düzenli bir orduyu besliyor, aynı zamanda ülkenin asayiş ve güven içinde yaşamasını sağlıyordu. Bu nedenle tımar sistemi, askeri örgütlenmenin olduğu gibi, yönetim örgütünün de temeli olmuştur.

Tımar sisteminin uygulanma sürecinde, eyaletlerdeki bütün gelir kaynaklarının ayrıntılı olarak saptanmasına ve bu kaynakların tımar olarak dağılımını gösteren defterler düzenlenmesine özen gösterilmiştir. Bu nedenle bir bölge fethedildikten hemen sonra, tahrir yapılır, o sancağın gelir kaynaklarını belirlemek üzere “tahrir emini” veya “il yazıcısı” denilen bir görevli gönderilirdi. Bu görevli, yirmi-otuz yıllık zaman aralıklarıyla ya da bölgenin vergi gelirlerinde önemli bir değişiklik göze çarptığında tekrar gönderilmektedir.197 Yalnızca tarımsal topraklar değil, kentlerdeki imarethaneler, pazar yerleri, limanlar, değirmenler ve gümrük kapıları da bu defterlere işlenirdi. Tahrir tamamlanınca bu kaynaklar, sağlayacakları yıllık gelirin miktarına göre “dirlik” adı verilen irili ufaklı birimlere ayrılırdı. En fazla gelir sağlayan dirliklere has, orta boydakilere zeamet, küçük dirliklere ise tımar adı verilirdi. Has gelirleri padişahın kendisine, vezirlere ve maaşlarına karşılık olmak üzere yüksek devlet yöneticilerine ayrılırdı, geri kalanı da sipahiler arasında tımar ve zeamet olarak dağıtılırdı.198 1527-28 yılının bütçesine göre kırk bine yakın büyüklü küçüklü tımar bulunduğu söylenmektedir.

Taşrada vergi toplama yetkisine sahip bu görevlileri merkezin istekleri doğrultusunda hareket eden bir unsur haline getirebilmek için, tımar sistemi, kapıkulu sistemi ile bütünleştirilmiştir. Kapıkulu sisteminde, belirli kaynaklardan alınan kişiler doğrudan sarayda eğitilmektedir. Hizmetle birlikte yürüyen eğitim süreci sonunda, Enderun’da yetişen görevliler, çıkma olarak nitelendirilen bir atama ile, tımar sistemi üzerine (beylerbeyi, sancak beyi) üst yönetici olarak görevlendirilmektedir. Bu yöneticilerle tımar sisteminin bütünleşmesi, bir yandan feodal sistemin sakıncalarını (merkezkaç eğilimler)

197 “Bu görevli, köylerdeki bütün aile reislerinin ve bekarların adlarını, ellerindeki toprağın yaklaşık miktarını ayrıntılı bir tahrir defterine, mufassal deftere kaydederdi. Defterde, her köyün adının altında, öşür ve çift resmine ek olarak, Hıristiyanlardan alınan ispençe, para cezaları, resimler gibi kaynaklardan elde edilecek gelirin tahmini toplamları da yerleştirilirdi. Her köyün ödemesi gereken gelir miktarı böylece belirlenirdi…

Mufassal defterin başına, sancak sipahilerinin söz konusu gelirleri hangi oran ve koşullarla göre toplayacağını gösteren bir kanunname konurdu.” Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu: Klasik Çağ, s. 112.

198 Yıllık değeri yüzbin akçeden fazla olan tımarlar has, yıllık değeri, yirmi ile yüzbin akçe arasında olanlar zeamet, yıllık değeri yirmibinden az olanlar ise tımar olarak adlandırılmaktadır. Ayni Ali Efendi’nin verdiği rakamlara göre Anadolu eyaletinde 7166 tımar ve 195 zeamet, Karaman eyaletinde 1504 tımar ve 28 zeamet bulunmaktadır. Kavanini Ali Osman der Mezamini Defteri Divan.(1609)

hafifletirken, diğer yandan hızlı bir gelişmeye imkan verecek sınıf ittifakları ve dengeleri oluşturulmasını sağlamıştır.199

Tımar, dönemin koşullarının sınırlamalarını aşacak ve kendi otoritesini egemen olduğu toprakların en ücra köşesine kadar götürebilecek, hissettirebilecek bir sistemdir.

Ancak Osmanlı yönetiminin tam olarak yerleşemediği Mısır, Bağdat, Habeşistan, Basra gibi eyaletlerle Doğu Anadolu’daki Kürt topraklarında, merkezi egemenler ile yerel feodaller arasındaki siyasal dengeler ortaya farklı mülkiyet biçimleri ve toprak düzenleri çıkarmıştır. İmparatorluğun çekirdeği sayılabilecek olan Anadolu ile Balkanlar’da toprak tasarrufu, vergilendirme ve diğer mali konularda hemen hemen benzer idari düzenlemeler geçerliyken, diğer bölgelerde Osmanlıya özgü uygulamalarla Osmanlı öncesi dönemden kalma uygulamaların birarada yürütüldüğü dolaylı bir hakimiyet biçimi kurulmuştur.

Örneğin 1527-1528 mali yılında, Osmanlı devletinin Avrupa topraklarından toplanan gelirinin % 23.16’sı, Anadolu topraklarından toplanan gelirinin % 19.75’i iltizam yöntemi ile elde edilmişken, Mısır topraklarında bu oran % 80’dir.200

Toprakta Mülkiyet Yapısı

Osmanlı toplumunda üretimin esas olarak tarıma dayalı olması, toprak mülkiyetini ve bunun evrimi konusunu öne çıkarır. Osmanlı’da toprak, mülkiyetin niteliğine göre; miri topraklar, özel mülk topraklar, vakıf toprakları ve aşiret topluluğuna ait topraklar olmak üzere farklılık göstermektedir.201

Osmanlı hukukuna göre en temel üretim kaynağı olan toprak devletindir, buna miri adı verilmiştir. Tımar sistemine göre örgütlenen bu toprakların şehir dışında yoğun üretim yapılan, tarla olarak kullanılan yerler olması gerekir. Büyük kitlelerin geçimi, ordunun ve şehirlerin iaşesi tahıl ekimine dayandığı için, devlet tarımı kontrol altında tutmak zorundadır. Bu nedenle miri arazi, bağ ve bahçeleri kapsamazken, tarlaların bağ ve bahçe yapılması da yasaklanmıştır. Böylece tarım topraklarının devamlı işletimi garanti altına alınmıştır. Miri arazi rejimi, belli bir tarım ekonomisi ve toplumsal yapının sürdürülmesi

199 Oğuz Oyan, a.g.k.,s. 164.

200 Murat Çizakça, İş Ortaklıkları Tarihi-İslam Dünyası’nda ve Batıda (çev. Şehnaz Layıkel, Tarih Vakfı, İstanbul 1999’dan aktaran Cenk Reyhan, a.g.k., s. 274.

201 Muzaffer İlhan Erdost, a.g.k., s. 124-125.

için vazgeçilmez bir düzendir.202 Devlet, reayanın çalıştığı toprağı terk edememesi ve sürgün gibi araçlarla, emeğin mekandaki dağılımını da kontrol altında bulundurmaktadır.

Tımar sistemi devlet, sipahi ve köylünün toprak üzerinde eşzamanlı haklarının bulunduğu bir tasarruf ve mülkiyet biçimidir.203 Köylü, toprağı fiilen tasarruf etme, işleme ve ondan faydalanma hakkına sahiptir. Bir çift öküzü olan aile, bir işletme ünitesi olarak kabul edilmekte ve raiyyet çiftliği olarak adlandırılan bu birim ekonominin temelini oluşturmaktadır. Toprağın verimine göre 60 ile 150 dönüm arasında bir arazi tahsis edilen bu aile işletmelerinin korunması başlıca hedeftir. Miri toprakların tasarruf hakkı, babadan oğula geçmek üzere reayaya (üretici-vergi yükümlüsü) bırakılmıştır, ancak hukuken bu toprakları işleyenlerin üretimlerinin sonucunda devlete vergi verme yükümlülükleri vardır.

Bu nedenle tarım ekonomisinin temelini oluşturan köylü ailesi, aynı zamanda bir vergi ünitesidir. Tımar sistemine göre bu vergiler sipahilere bırakılmış ve reaya çifliklerinin korunması, sipahilerin sorumluluğuna verilmiştir. Köylünün toprak üzerindeki hakları yalnız babadan oğula geçmektedir; köylünün toprağı satma, bağışlama ya da izinsiz olarak başkasına aktarma hakkı yoktur. Böylece aile işletmelerinin parçalanarak küçülmesi veya yeni arazi ilavesi ile büyük çiftliklere dönüşmesi önlenmiştir. Çiftçilerin tarımsal üretimi düşürmeye neden olacak şekilde, toprağı işlemeden tutmalarına ya da terk ederek şehirlere veya başka bölgelere göç etmelerine de izin verilmemektedir.

Tımarlı sipahiler, askeri (yönetici) sınıf kapsamında ümera grubu içinde yer almaktadır. Bu nedenle sipahi toprak gelirini elde etme hakkına/ayrıcalığına, yerine getirdiği görevin karşılığı olmaktan çok, egemen sınıfın bir üyesi olarak sahiptir. Tımarı elinde tutan sipahinin, toprak üzerinde kanunnamelerle belirlenmiş bazı denetim hakları bulunduğu için, kendisine toprak sahibi anlamında sahibi arz denilmektedir. Ancak gerçekte sipahinin devletten aldığı toprağın kendisi değil, toprak üzerinde yaşayan halktan

202 Halil İnalcık, miri arazi rejimi çerçevesinde gerçekleştirilen iktisadi ve toplumsal örgütlenmeyi “çift-hane sistemi” olarak adlandırmaktadır. Bu sistem, Osmanlı sosyo-ekonomik yapısını, onu belirleyen belli başlı kurum ve kanunları, tahrir sistemini, miri arazi rejimini, köylü ekonomisini açıklayan bir kuramdır. Roma İmparatorluğu dönemine kadar inen bu iktisadi ve toplumsal örgütlenme, Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları’nın kuruluşunu ve uzun ömrünü açıklayan temel rejimi ifade etmektedir. Miri topraklar, miri tapulu arazi ve miri mukataalı arazi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Tapulu arazi köylü ailelerine, tapu rejimine benzer özel bir sistem içinde verilmektedir ve bu tapu tasarruf yetkisi vermektedir. Mukataa sisteminde ise devlet, boş bir araziyi, belli bir bedel karşılığında özel kişilere kiralamaktadır. Bu topraklarda tapu sisteminin kuralları uygulanmamaktadır. Böylece boş topraklar değerlendirilerek, devlet hazinesine gelir sağlanmaktadır. Halil İnalcık, “Köy, Köylü ve İmparatorluk”, s. 1-11.

203 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, s. 114; Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi, Ötüken, İstanbul 2000, s. 45-47.

sabit miktarda bir devlet geliri toplama yetkisidir.204 Sipahiye toprağın büyüklüğüne göre değil, vergilerden oluşan gelir toplamına göre toprak tahsis edilmektedir. Toprak üzerindeki denetim hakkı ise, gelirini güvenceye alabilmesi için verilmektedir. Buna göre sipahinin toprak tasarrufuna ilişkin kanunnameleri ve düzenlemeleri uygulama, boş toprakları köylünün tasarrufuna verme, toprağı üç yıl boyunca bir neden olmaksızın bırakan köylünün toprağını başkasına verme gibi yetkileri bulunmaktadır. Sipahinin reayaya ait toprak üzerinde doğrudan doğruya bir tasarrufa hakkı yoktur, yalnızca kendi kullanımına bırakılmış bir hassa çiftliği, bağı ve bahçesi (kılıç yeri) vardır. Bunlar üzerindeki tasarruf hakkı da o yerde tımar sahibi olarak kaldığı zaman süresince devam etmektedir. Sipahi ve ailesi toprak işleriyle uğraşmak istemedikleri zaman, sipahi bu çiftlikleri “tamamen şahsi ve serbest bir anlaşma usulü” ile kiraya verebilmektedir.205 Görüldüğü gibi sipahi tımarları, sipahinin tasarrufunda bulunan kılıç yeri (hassa çiftliği) ile reayanın tasarrufunda bulunan reaya çiftliği olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır.

Dirlik bahşedilen sipahi, geçinebilmek için burayı yönetmek ve büyüklüğü sipahinin gelirine göre değişen, tam donanımlı küçük bir sipahi birliği beslemek zorundaydı.206 Küçük işletmelere dayanan bu yapı, merkezi feodallerin otoritesine karşı siyasal alternatiflerin oluşmasını güçleştirmekte, toprağa bağlı bir aristokrasinin ortaya çıkmasını engellemekteydi.

Miri arazi rejimi dışında kalan topraklar; mülk, vakıf ve aşiret toprakları olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır.207 Mülkiyeti birbirinden farklı olan bu topraklar işletme biçimi ve üretici köylü ile toprak sahibi arasındaki ilişkiler bakımından temelde birbirine benzemektedir. Toprak tarlalar halinde, köylü ailelerin işleyebileceği büyüklükte çiftliklere

204 Tarımsal ürün vergisi (ayni olarak ödenmektedir) aşar, raiyyet rüsumu, badihava ya da niyabet adıyla toplanan resimler.

205 Ömer Lütfi Barkan, “Çiftlik”, İslam Ansiklopedisi, s. 394.

206 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, s. 118. 1475 yılında 3000 kapıkulu sipahisi ve 6000 yeniçeriye karşılık, Anadolu’da 17.000, Rumeli’de de 22.000 tımarlı sipahi vardı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde de tımarlı sipahi sayısının aynı kaldığı (40.000) görülmektedir. İlber Ortaylı, “Türkiye’de Taşra Yönetim ve Yöneticiliğinin Evrimi”, s. 14.

207 544 nolu Bolu evkaf defteri, ilk Osmanlı beylerinin silah arkadaşlarının vakıf ve mülk toprakları olduğunu, bunlara yeni fethedilen yerlerden de mülk olarak toprak verdiklerini, bazı toprakları vakfettiklerini göstermektedir. Buna göre Osman Bey, Kocaağacı köyünü Ada Şeyh zaviyesine vakfetmiş, Orhan Bey Söğüt’te bir mezrayı mülkiyete vermiştir. Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıf ve Temlikler, I. İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, Sayı II, 1942, s. 279-386. Tahrir yapılırken, toprakların mülk ve vakıf nitelikleri sürebildiği gibi, sultanın iradesiyle mülk ve vakıf nitelikleri kaldırılabilirdi.

bölünmüştür; toprağı tasarrufunda bulunduran köylü aileler toprağın sahibine rantı ödemektedir.208

Toprağın özel mülk niteliği kazanması farklı biçimlerde gerçekleşmektedir. Kimi durumlarda devlet bazı dirlikleri savaşlarda yararlılık gösterenlere mülkiyet olarak vermiştir. Kimi durumlarda da padişahlar kendi gözdelerine, evlenmek üzere olan kızlarına ya da istedikleri kişilere mülk topraklar vermişlerdir.209 Bunlardan bir bölümü ise özel mülk olan ve imparatorluğa katıldıktan sonra da bu özellikleri korunan topraklardır. Mülk tımarlara ait defterlerde, hisse satışlarına ya da bu toprakların vakıf ve hibe edildiğine ilişkin kayıtlar toprak mülkiyetinin devlete değil, kişilere ait olduğunu göstermektedir.

Özel mülklerde tımar sahibinin savaşa katılma yükümlülüğü yoktur, ama belirli sayıda asker göndermek zorundadır. Savaşa asker gönderilmediği zaman, bir yıllık gelirine devlet tarafından el konur; mülkü diğer tımarlar gibi elinden alınıp başkasına verilmez. Mülk toprakların bir bölümü ise “malikane-divani” olarak adlandırılan sistem içinde yer almaktadır. Burada toprağı işleyen köylüler, ürünün bir bölümünü malikane hissesi adıyla toprağın sahibine; bir bölümünü ise divani hissesi olarak sipahiye ödemektedir. Böylece topraktan sağlanan vergi gelirleri, toprağı mülk ya da vakıf olarak elinde tutan mal sahipleri ile gelir üzerindeki hakları merkezi yönetim tarafından belirlenen tımarlı sipahiler arasında bölüşülmektedir.210 Bu ikili mülkiyet biçiminde, malikane-divani topraklarını işleyen üreticiler, tımar topraklarını işleyenlerden daha ağır yükümlülüklerle karşı karşıya kalıyordu. Osmanlı öncesi dönemde Türk-Moğol hanedanlarının hüküm sürdüğü Orta ve Doğu Anadolu’nun bazı bölgelerinde (Rum eyaleti) köylü üretiminin belirli bir bölümüne bu sistem çerçevesinde el konmaktaydı.

Büyük vakıf topraklarının gelirlerine el koyan ulema ve şeyh aileleri ile mülk topraklarından elde ettikleri gelirleri genellikle dini vakıflara devreden ümeranın (Türk beyleri) çıkarlarının iç içe geçtiği bu bölgede, yerel feodallerin denetim altına alınması

208 Ancak mülk ve vakıf toprakların mülkiyetini ellerine geçirenler, tarım emekçisi olarak tahrir defterlerine kayıtlı reayayı çalıştıramayacağı için, kayda geçirilmemiş reayayı (göçebeler, topraktan kaçanlar, vb.) topraklarına çekmeye ya da köleler satın alıp toprağa yerleştirmeye çalışmışlardır. Bu nedenle bu topraklar üzerinde üretim yapan reaya “ortakçı kullar” olarak adlandırılan başka bir sınıfı oluşturmaktadır. Yönetici sınıfa ait mülklerin büyük bölümünün bu şekilde kurulduğu ve sistemin 16. yüzyılın sonundan itibaren yaygınlaştığı bilinmektedir. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu: Klasik Çağ, s. 117.

209 Ömer Lütfi Barkan, “İmparatorluk Devrinde Toprak Mülk ve Vakıfların Hususiyeti”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. VII, Sayı 4, s. 923.

210 Ömer Lütfi Barkan, “Türk İslam Hukuku Tatbikatının Osmanlı İmparatorluğu’nda Aldığı Şekiller I:

Malikane-Divani Sistemi”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, Sayı 1, 1939, s. 119-185; Huricihan İslamoğlu, a.g.k., s. 91. İslamoğlu’nun açıklaması 1520-1524 arasında, Orta ve Kuzey Anadolu’da vergi gelirlerinin bölüşümüne ilişkin yaptığı incelemeye dayanmaktadır.

çetin bir mücadele gerektirmiştir.211 Öncelikle divani gelirlerin önemli bir bölümünün Türk emirlerine ve ailelerine tımar olarak tahsis edilmesiyle ümera sınıfı Osmanlı yönetiminin idari-yargı kurumları içine alınmış, böylece devlet görevlisi konumuna indirgenen bu grup güç odağı olma niteliğini kaybetmiştir. İkinci olarak eğitim ve yargı kurumlarına egemen olan kadı, vaiz, imam ve müderris gibi yerel ulemaya özellikle kadılık görevi verilerek, bunlar Osmanlı kanunlarının uygulayıcısı durumuna getirilmiştir. Osmanlı yönetimi ve kurumları bu bölgeye, tımar sistemini yaygınlaştırma ve yargı-eğitim kurumlarını ele geçirme yolu ile ancak 16. yüzyılda yerleşebilmiştir.

Vakıf araziler cami, mescit, tekke, zaviye ve imarethane gibi kurumlara gelir sağlamak amacı ile başta toprak olmak üzere, başka gayri menkullerin tahsis edilmesi yoluyla ortaya çıkmıştır.212 Başlangıçta Osmanlı hükümdarlarının da fethedilen yerleri şeyh, derviş gibi dini sıfata sahip kimselere zaviye kurmaları için vakıf ve mülk olarak bağışladıkları ve yeni zaviyeler kurulmasını teşvik ettikleri görülmektedir. Mülk toprakların da sahipleri tarafından genellikle vakıf araziye dönüştürülmesiyle birlikte, vakıf mülkler Osmanlı arazisinin bütünü içinde önemli bir orana ulaşmıştır. Örneğin Kanuni döneminde Ankara sancağında 741 köyden 148’inin, Bursa’da 1666 köyden 477’sinin, Afyon’da 629 köyden 118’inin vakıf köyü olduğu bilinmektedir. Vakfedilen topraklar bazen bir kasabanın bütün köylerini kapsamaktadır.

İslam hukukuna göre vakıf; toprak, bina, para, vb. gibi gelir getiren mülkün, mülkiyetinin hapsedilmesidir. Mülkiyetin hapsedilmesiyle devletleştirme, satış, mirasçılar arasında paylaşım, haciz gibi uygulamalar olanaksızlaşmakta, bu mülkün geliri vakfeden tarafından belirlenen hizmetler için harcanmaktadır. Böylece nesilden nesile parçalanmadan aktarılan mülkiyetin bütünlüğü korunmakta, toprak aristokrasisi de varlığını devam ettirebilmektedir.213 Vakıf topraklar genel olarak tımar statüsünde olmakla birlikte bazıları sarayın izni ile askeri hizmet (tımar sistemi) dışında tutulmuştur. Subaşı ve diğer taşra görevlilerinin karışamadığı vakıflar zamanla idari ve mali özerkliğe sahip birimler haline gelmiştir, ancak hesapları kadı tarafından denetlenmektedir. Vakfın gelirinin tümünün ya da bir bölümünün dinsel bir hizmete ayrılması zorunludur. Genel

211 Huricihan İslamoğlu-İnan’ın 1520-1524 yılları arasındaki dönemde Orta ve Kuzey Anadolu’da vergi gelirlerinin bölüşümüne ilişkin verdiği tablolar, bu mücadelenin niteliği hakkında bilgi vermektedir.

Huricihan İslamoğlu-İnan, a.g.k., s. 140-141.

212 Yaşar Yücel, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Desantralizasyon…”, s. 673-674.

213 Ömer Lütfi Barkan, “Türk İslam Toprak Hukuku Tatbikatının Osmanlı İmparatorluğu’nda Aldığı Şekiller, Şer’i Miras Hukuku ve Evlatlık Vakıflar”, İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt VII, 1940, s. 4.

olarak, tekke, medrese ve benzeri yerlere tahsis edilen bu tür vakıfların gelirleri ile şeyh, derviş, hoca, medrese öğrencisinden oluşan dinsel bir topluluk yaşamlarını sürdürmektedir.

Bu nedenle vakıflar, feodal ideolojinin maddi temelini oluşturmuş, feodal sistemin dinsel, hukuksal ve siyasal kadrosu buralarda yetişmiştir. Hacıbayram Veli, Hacıbektaş ve Mevlevi tekkeleri vakıf toprakları arasında en bilinenlerdir. Örneğin Hacıbektaş’ta tekkenin 362 köyü bulunmaktadır.214

Aşiret topraklarında ise klasik eyalet-sancak örgütlenmesinden farklılaşan yurtluk-ocaklık ya da hükümet adı verilen bir sistem uygulanmaktadır. Buna göre, özellikle Doğu Anadolu bölgesinde bulunan bazı sancakların yönetimi, aşiret reislerinin (Kürt beyi) elinde babadan oğula geçmektedir. Hükümet (eyalet) adıyla bilinen yerlerde bütün gelir aşiret beyine aittir, bunlarda tımar yoktur. Yurtluk-ocaklık olarak adlandırılan Kürt sancaklarının ise çeşitli gelirleri deftere kaydedilmektedir ve içlerinde tımar bulunmaktadır.

Beylerbeyilik sınırı içinde olmalarına rağmen, bölgesel özerkliğe sahip olan bu sancaklar, beylerbeyi kumandasındaki orduya belli sayıda asker vermek ve seferlere katılmak zorundadır.

Liberal tarih yaklaşımı, miri arazi sisteminde, toplumdaki çelişkilerden bağımsız sınıflarüstü bir kurum [bütün Müslümanların ortak malı] niteliği görmektedir. Oysa toprak mülkiyeti Osmanlı’da önemli bir mücadele alanıdır. Halil İnalcık, [devletle bireyler arasında] toprak mülkiyeti savaşının, imparatorluk toplumsal tarihinin en önemli sorunlarından birini oluşturduğuna dikkat çekmektedir.215 Miri topraklar üzerinde etkili kişiler, özel mülkiyet hakları edinmek için mücadele etmekte; devletin zayıf olduğu zamanlarda, özel mülk ve vakıf olan toprak alanları artmakta, hükümdarlardan biri güçlü bir merkezi otorite kurduğunda ise bu gibi topraklar üzerinde özel mülkiyet haklarıyla vakıflar kaldırılmaktadır. Yıldırım Bayezit (1389-1402) ve Fatih Sultan Mehmet (1444-1481) dönemleri bu tür reformlarla ünlüdür. Fatih Sultan Mehmet, 1476 yılında (sultanın onayından geçmemiş ya da binaları yıkılmış veya amacına hizmet etmeyen) vakıf topraklarının devlete geri verilmesi ilkesini uygulamıştır. Bu yolla tahminlere göre, yirmi binin üzerinde köy ve çiftlik miri arazi haline getirilmiştir. Ancak Anadolu’da bir bölüm derviş ve toprak sahiplerinin Osmanlı öncesinden kalan mülkiyet hakları, orduya asker göndermek koşuluyla, korunmaya devam etmiştir. II. Bayezit (1481-1512) döneminde özel

214 Muzaffer İlhan Erdost, a.g.k., s. 149.

215 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ,, s. 113-114.

mülk ve vakıf arazilerin büyük bölümü asıl sahiplerine geri verilmiş; I. Selim ve I.

Süleyman dönemlerinde ( 1512-1566) ise Fatih’in politikasına dönülmüştür. 1528 yılında toprağın yaklaşık % 87’si miridir, bir başka deyişle devletin yüksek rakabesi, yani kontrolü altındadır. Bu dönemde, miri topraklar toprak sahibi yerel feodal beyler ve ulemanın aleyhine artmıştır. Devlet, sipahilerin tımar beklentileri karşısında özel topraklara el koymuş, ancak 16. yüzyılın sonuna doğru, miri toprakların kontrolü yeniden yitirilmeye başlanmıştır. Bu değişim, Koçibey gibi reform yazarları tarafından imparatorluğun çöküşünün başlıca nedenleri arasında sayılmaktadır. 17. yüzyıldan itibaren tımar rejiminin bozulması ile birlikte, toprak devlet kontrolünden çıkacak ve hukuken olmasa bile fiilen yerel feodal beylerin ve ayanların malikaneleri durumuna gelecektir. Tarımsal mülkiyet yapısının değişimi, feodal rantın yeni bir biçimde paylaşılması ile birlikte, toprağa dayalı örgütlenmeyi de değiştirecektir.