• Sonuç bulunamadı

C. Toprak Mülkiyetinin Niteliği ve Yarı-Feodal İlişkilerin Kapsamı

I. MERKEZİLEŞME SÜRECİNDE TOPRAĞA DAYALI ÖRGÜTLENME

Osmanlı devletinin ilk çekirdeğini oluşturan uç beyliğinin niteliği konusunda, farklı görüşler ileri sürülmüştür. En erken Osmanlı tarihleri, genellikle Osman bey devrinden iki yüzyıl sonra, 15. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış olduğu için, kendilerine Osmanlı diyen toplumun yapısı ve niteliği hakkında bilinenler bilinmeyenlerden daha azdır. Bu nedenle

170 “Emek-ranttan ayni-ranta geçiş gibi ayni-ranttan para-ranta geçiş, ya da bunların belirli oranlarda iç içe bulunması, bir üretim ilişkisinden bir başka üretim ilişkisine geçişi değil, bir üretim ilişkisi içinde içsel evrimleşmeyi, iç dinamizmi ve gelişmeyi ifade eder.” Muzaffer İlhan Erdost, Osmanlı İmparatorluğu’nda Mülkiyet İlişkileri, Onur Yayınları, Ankara 1989, s. 43-44.

Osmanlıların kökenine ve beyliğin kuruluşuna ilişkin anlatıların, ne kadarının tarihsel gerçek, ne kadarının söylence olduğu hala bilinmemektedir. Yaygın kanı, Selçuklu-Bizans uç (serhad) bölgesinde, ilk siyasi çekirdeğin ortaya çıkışının Osman Gazi zamanında gerçekleşmiş olduğudur. Beyliğin ortaya çıkışı üzerindeki çalışmalar, genel olarak aşiret özelliği, Selçuklu-Bizans sınırında toplumsal koşullar ve gazanın önemi ya da önemsizliği gibi konular üzerinde yoğunlaşmaktadır.171

1230’larda Moğollar, Azerbaycan’ın zengin otlaklarından Türkmen aşiretlerini Batı’ya sürmüşlerdir.172 Moğol baskısı Anadolu’da da devam etmiş, 1243’te Anadolu Selçuklu Sultanlığı istila edilmiştir. Bu gelişme karşısında Türkmenler, dağlık sınır bölgelerine yığılmıştır. 1277’de Memluk Sultanı Baybars’ın İlhanlılara karşı Anadolu’yu istilası ve arkasından Moğol soykırımı, batı uçlarına doğru yeni göçlere yol açmıştır. 1291-1295 Moğol iç savaşı ve Anadolu’da Moğol valisi Sülemiş isyanı (1298-1299) üzerine kendilerini serbest hisseden uç Türkmenleri, Batı Anadolu’daki Bizans toprakları üzerine düşerek, fethedilen topraklarda beylikler kurmuşlardır. Bu nüfus dağılımı, Osmanlı beyliğinin kuruluşu ve sonra Balkanlara yayılmasını açıklayan temel olgulardan biridir.

Kuruluşun dayandırıldığı ikinci önemli unsur ise gaza olgusudur. Buna göre Osmanlı beyliğinin dağılmakta olan Hıristiyan sınırında ‘cihad’ ya da ‘kutsal savaş’ yürütme amacını güden bir lider etrafında toplanan ‘gazi savaşçılar topluluğu’ tarafından kurulduğu ileri sürülmektedir.173 Osmanlı ailesi etrafında gönüllü olarak örgütlenmiş meslekten savaşçıların oluşturduğu bu askeri çekirdek, gerçekte göçebe-aşiret topluluğunun çözülüşü döneminde ortaya çıkmış bir örgütlenmedir. Bu savaşçı topluluğun üyesi olan “meslekten savaşçılar”ın ve onların başındaki Osmanlı ailesinin ne göçebelikle ne de aşiret yaşamıyla bir ilişkileri kalmıştır. Çoktandır aşiret yapılarından kopmuş ve kişisel bağlılık temelinde bir savaş şefinin etrafında toplanmış bulunan meslekten savaşçılar (gaziler ocağı), daha Anadolu’ya gelişlerinden itibaren, başlarındaki askeri şefleriyle birlikte Selçuklu devletinin hizmetine girmişlerdi. Her ocak, liderinin/şefinin adı ile anılmaktaydı: Aydınlı, Saruhanlı,

171 Bazı tarihçilere göre, bu uç beyliği yarı-göçebe bir Türkmen aşiretidir, devletin kurucusu Osman Bey de bu aşiretin reisidir. Bu görüşün karşısında yer alanlar, dünyanın en büyük imparatorluklarından birini kuracak olan çekirdeğin, göçebelikten çıkmış, daha ileri bir topluluk olması gerektiğini ileri sürmektedir. Mustafa Akdağ, Ertuğrul ve Osman Beylerin, bu bölgeye yerleşmiş aşiret reisleri olmadıklarını, onlara bu uç beyliğinin Selçuklu Sultanı tarafından bir ikta ya da malikane olarak verildiğini ileri sürmektedir.

172 Halil İnalcık, “Osmanlı Devletinin Kuruluşu Problemi”, Doğu Batı, Makaleler I, İkinci Baskı, Ankara 2005, s. 138.

173 Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, Akçağ Yayınları, Genişletilmiş Üçüncü Baskı, Ankara 2003; Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1965, s. 220.

Osmanlı gibi. Yani gelecekte Osmanlı devletinin başına geçecek olan Osmanlı ailesi, bir göçebe-aşiret aristokrasisinin içinden değil, Selçuklu devlet ricalinden (devlet adamlığından) geliyordu.

13. yüzyılın sonlarına doğru, Anadolu-Selçuklu devletinin Moğol istilası altında çözülüp dağılması ve Selçuklu tahtının boşalmasıyla birlikte, Anadolu’nun siyasal durumu tamamen değişmişti. O dönemde Bizans sınırında Selçuklu Sultanı’na bağlı küçük bir uç beyliği olan Osmanlı beyliği, Selçuklu devletinin yıkılmasıyla birlikte, Anadolu’daki pek çok Türkmen beyliği gibi (Karamanoğlu, Eşrefoğlu, Tekeoğlu, Çandaroğlu, Menteşe, Germiyan, Saruhan, Aydınoğlu, Umur Bey, Karesi vb.) bağımsız bir beylik haline gelmiş ve çok geçmeden de “hanedanlık” ilan ederek kendi “devletini” kurmaya girişmişti. Osman Bey, Söğüt çevresindeki küçük Türkmen topluluğunun/savaşçı ocağının liderliğini babası Ertuğrul Bey’den 1281 yılında devralmıştı.174 Tarih sahnesinde tanınmayacak kadar küçük ve önemsiz olan bu topluluğun, 1299’da Bilecik, Yarhisar ve İnegöl’ü, 1300 yılında ise Yenişehir’i ele geçirerek topraklarını genişlettiği bilinmektedir. Tarihçiler, 1302 yılında Osman Bey’in akıncıları Koyunhisar’da (Bufeus Muhaberesi) bir Bizans birliğini yenince, bu topluluğun kendilerini bir beylik olarak görmeye başladıklarını ve belli bir toprak parçasını yöneten bir uç beyliği haline dönüştüklerini belirtmektedir.175 Koyunhisar zaferi ile Osman, bütün bölgede alplerin, ahilerin, bütün Türkmen halkın gözünde karizmatik bir Gazi Bey durumuna yükselmiş ve oğlu Orhan kendisinden sonra beyliğin başına geçmiştir.

14. yüzyılın başında tarih sahnesine çıkan Osmanlı Beyliği’nin yönetici kadrosu Osman Bey’in ailesi ile onun çevresinde yer alan soylulardan oluşmaktadır.176

Beylikten Devlete Dönüşüm Süreci: Anadolu Beyliklerinin Denetimi

Osmanlıların beylikten devlete dönüşümü sürecinde diğer beyliklerin denetim altına alınması, devletin toprağa dayalı örgütlenmesinin tarihselliği içinde süreklilik gösteren kimi özellikler açısından üzerinde durulması gereken bir konudur. Anadolu Selçuklu

174 Kaynaklardaki kronolojik bilgilere göre Osman Bey’in doğum tarihi 1258 ya da 1259 ve doğum yeri de Söğüt’tür. Buna göre, liderliği devraldığında 23-24 yaşlarında olmalıdır.

175 Metin Kunt, vd., Osmanlı Devleti 1300-1600, Cem Yayınevi, 7. Basım, İstanbul 2002, s. 27; Halil İnalcık,

“Osmanlı Devletinin Kuruluşu Problemi”, s. 123.

176 Aldo Gallotta, “Oğuz Efsanesi ve Osmanlı Devletinin Kökenleri: Bir İnceleme”, Osmanlı Beyliği (1300-1389), s. 53. Gallotta, Osman’ın bazı arkadaşlarının adlarına eklenen “alp” sıfatının (Turgut Alp, Hasan Alp, Aykut Alp, Konur Alp, Saltık Alp) özel bir önem taşıdığını belirtmektedir. Bu durum efsanevi Oğuz geleneğinden çok, Anadolu’da var olan ve göçebe ortamına uygun, atlıların oluşturduğu askeri amaçlı bir topluluğu çağrıştırmaktadır. Yaya olarak çarpışan gazilerden farklı olarak ata binen alplerin, Osmanlı atlıları arasında öncelikli bir yerleri bulunmaktadır.

devletinin parçalanması sürecinde ve yıkılmasından sonra Anadolu’da kurulan Türk beylikleri, Anadolu Selçukluları ile Osmanlılar arasında bir geçiş dönemi oluşturmuştur:

Karamanoğulları (1256-1483), Germiyanoğulları (1300-1429), Aydınoğulları (1308-1426), Saruhanoğulları (1302-1410), Menteşeoğulları (1280-1424), Sahiboğulları (1275-1341), Karesioğulları (1297-1360), Hamidoğulları (1301-1423), Ramazanoğulları (1352-1608), Candaroğulları (1294-1461), Çobanoğulları (1227-1309), Pervaneoğulları (1277-1322), Taceddinoğulları (1348-1428), Eretna devleti (1335-1381), Kadı Burhanettin devleti (1381-1398), Kürt beyleri (Çaldıran Savaşı’ndan sonra 1514’te Osmanlı egemenliğini tanımışlardır).

Osmanlının beylikten devlete dönüşümü 14. yüzyılda gerçekleşmiştir. Bu dönüşümde ‘gaza/cihad’ olgusuna dayanan fetih politikasının belirleyici olduğu söylenmektedir. Yalnız Osmanlı Beyliği’nin değil, aynı zamanda sınır boylarındaki diğer Türkmen beyliklerinin de ana hedefini oluşturan “gayrimüslim ülkelere karşı gaza”, İslami fetih kavramının doğal bir sonucu olarak İslami ilkelerce desteklenen bir politikadır.177 Osmanlı Beyliği bir yandan gayrimüslim ülkelere karşı bu politikayı uygularken, diğer yandan topraklarına komşu olan Türkmen beyliklerini de denetim altına almaya ve fethetmeye çalışmıştır. Ancak, Kuran’ın iki gazi arasında savaşı yasaklaması, Osmanlı’nın diğer beylikleri fethetmek için farklı mekanizmalar kullanmasını gerektirmiştir.

İslam hukukunda topraklar, “darülharb” ve “darülislam” olarak ikiye bölünmekte, ilki gayri müslimlerin egemenliğindeki bir ülkeyi, ikincisi ise Müslümanların egemenliğindeki bir ülkeyi anlatmaktadır. Uluslararası ilişkiler de bu kavram ikiliğine göre açıklanmaktadır. Buna göre aynı amacı paylaştıkları farz edilen Müslüman devletler açısından ayaklanma (bagy) durumu dışında devletlerarası bir hukuk sorunu çıkmayacağı kabul edilmekte ve ayaklanma halindeki ülke, İslam fıkıhçıları tarafından “darülbagy”

olarak sınıflandırılmaktadır. Feridun Emecen, Müslüman devletler arasındaki mücadelenin meşru zeminini hazırlama bakımından darülbagy kavramının önemine dikkat çekmektedir.

Emecen’e göre, bu İslami kavram, “Türkmen beylikleri arasındaki mücadelelerin kafir devletlere karşı gazanın gerçekleştirilmesi amacına bir engel olarak kabul edilmesinde kendini göstermiştir”, dolayısıyla komşu beyliklere yönelik Osmanlı fetih politikası bu çerçeve içinde düşünülmelidir.178 Emecen, zaman zaman Osmanlıya karşı birleşmeye

177 Feridun Emecen, “Osmanlı’nın Batı Anadolu Türkmen Beylikleri Fetih Siyaseti: Saruhan Beyliği Örneği”, Osmanlı Beyliği (1300-1389), s. 34.

178 A.k., s. 35.

girişen Türkmen beylikleri üzerinde bu meşruiyetin nasıl sağlandığını gösteren ilginç bir örnek veriyor:

I. Murad, Rumeli’de kafirlerle savaşmaya giderken, öteki beylikler durumdan yararlanmaları gerektiği konusunda anlaştılar ve Bursa’ya saldırmaya hazırlandılar. Bunu öğrenen I. Murad, ulemaya danışarak ilk önce kiminle savaşması gerektiğini sordu. Ulema kafirlere karşı savaşmanın “farz-ı kifaye”, Müslümanları zorbadan kurtarmanın ise “farz-ı ayn” olduğuna işaret etti…adil ve dindar bir hükümdar olarak I. Murad ikincisini tercih etti.

Osmanlı kaynaklarına göre, Karesi topraklarının ele geçirilmesinde “Karesi beyinin oğulları arasındaki mücadeleye müdahale etmek, himayelerini Karesi’ye kadar genişletmek ve mülk ya da tımar olarak belirli toprakları kendilerine bırakmak yoluyla Karesi ileri gelenlerini Osmanlı askeri sistemine kabul etmek” gibi unsurlar önemli bir rol oynamıştır.179 I. Murad’ın tahta çıkmasından sonra Osmanlılar, beylikler üzerinde denetim kurma çabalarını, bunları birer bağlı devlet haline getirerek daha da hızlandırmışlardır.

Osmanlıların, beyliklerin topraklarını evlilik bağları (Germiyanoğulları) ya da satın alma (Hamidoğulları) gibi savaş dışı yöntemlerle ele geçirdikleri görülmektedir.180 Örneğin I.

Murat’ın oğlu Bayezit’i Germiyan beyinin kızı ile evlendirmesi sonucunda, Kütahya, Simav, Eğrigöz ve Tavşanlı’yı kapsayan bölge çeyiz olarak verilmiştir. Ancak, I. Murat’ın kızı ile Alaeddin Karaman’ın oğlunun evliliği, iki beylik arasındaki düşmanlığı kısa bir süre için yatıştırabilmiştir. Saruhan Beyliği örneğinde ise, Osmanlılar tüm toprakları işgal etmek yerine, bazı toprakları ilhak edip, kalanını Saruhan beylerine bırakma politikası izlemişlerdir. II. Murad döneminde Saruhan’ın bazı ileri gelenlerinin Rumeli’ye sürüldüğü, böylece bu beylik üzerindeki hakimiyet sürecinin tamamlanmış olduğu söylenmektedir.181

Saruhan, Aydın, Menteşe beylikleri ile Germiyan, Hamid ve Teke beyliklerinden arta kalanlar, Karaman beyliği, İsfandiyaroğulları ile Candaroğulları beylikleri Yıldırım Bayezit döneminde ele geçirilmiştir. I. Bayezit’in Timur’a yenildiği Ankara Savaşı, bir süre önce topraklarını yitiren Anadolu beyliklerinin, tekrar mülklerine kavuşmalarına ve Karamanoğulları’nın yeniden güçlenmesine sebep olmuştur. Ankara Savaşı’ndan sonra I.

Bayezit’in dört oğlu arasında on yıl süren bir iktidar kavgası yaşanmış olmasına rağmen, I.

179 A.k., s. 36.

180 Donald Edgar Pitcher, Osmanlı İmparatorluğunun Tarihsel Coğrafyası, YKY, İstanbul 2001, s. 84. Batı Anadolu’nun ucuna sıkışan bu iki beyliğin, “Karaman tehlikesi”ne karşı Osmanlı beyliğini tercih ettikleri söylenmekle birlikte, neden Osmanlı beyliğinin tehlike olarak algılanmadığına ya da bu beyliklerin Osmanlı yerine Karaman’a yaklaşmadıklarına ilişkin bir açıklama yapılmamaktadır.

181 Feridun Emecen, “Osmanlı’nın Batı Anadolu…”., s. 36.

Murat (1362-1389) döneminde çizilmiş olan sınırlar içindeki topraklarda Osman Bey’in soyuna karşı bağlılığın sürmesi dikkat çekicidir. Bu dönemde kişiliklerine ya da koşullara göre kardeşlerden biri ya da diğeri desteklenmiş, ancak Osmanlı ailesinin iktidarından sapmaya yönelik bir eğilim söz konusu olmamıştır.182 Anadolu’da Ankara Savaşı’ndan önce kurulan Osmanlı düzeni, 15. yüzyılın ilk yarısında süren savaşlar sonucunda yeniden inşa edilmiştir. Timur’un desteğiyle eski topraklarını ele geçiren Anadolu beylikleri, I.

Mehmed döneminde (1413-1421) yeniden Osmanlı egemenliği altına girmiştir. Düzmece Mustafa İsyanı, Şeyh Bedreddin isyanı gibi toplumsal hareketlerin, Anadolu beyleri ile Osmanlı devleti arasında süren mücadelelerin sonunda, Anadolu beylikleri Osmanlı yönetim sistemine ‘eyalet’ olarak dahil edilmiş ve II. Mehmed döneminden imparatorluğun sonuna kadar bütün listelerde ‘sancak’ olarak geçen adlarıyla günümüze kadar ulaşmışlardır. Ancak Karamanoğulları ve Dulkadiroğulları beyliklerinin denetim altına alınmasına yönelik mücadele 16. yüzyılın başlarına kadar sürmüştür.

Osmanlı yöneticileri, töre ve İslam kaynaklı geleneklerin yanı sıra, Selçuklu ve Bizans devlet örgütlenmelerinin etkisinde kalarak, yeni devleti dönemin koşullarına uygun düşen bir örgütlenme üzerine inşa etmişlerdir. 1330’lu yıllarda, Orhan Gazi döneminde bütün askeri birliklerin komutanı olarak bir beylerbeyi rütbesinin ortaya çıktığı görülmektedir. “Bütün beylerin/komutanların beyi” olarak beylerbeyi rütbesi, daha sonraki dönemlerde eyalet valileri olarak görev yapanlara verilecektir. Orhan Bey döneminde beylerbeyi, yalnızca bir tanedir ve bir eyalet valisi olarak değil, Osmanlı beyliğindeki bütün askeri kuvvetlerin başkomutanı olarak görev yapmaktadır. Askeri yönetimin üstünde, gelişen devletin ve toplumun genel yönetimini üstlenmiş olan Orhan Bey ise, aynı zamanda asıl başkomutan sayılmaktadır. Orhan Bey, hala sadece “bey”dir, oğlu Murat Gazi “hüdavendigar (hünkar)”, torunu Yıldırım Bayezit ise “sultan” olarak bilinecektir.

Orhan Bey’in kendi emrinde bir beylerbeyi yaratması, Osmanlı toplumunda beyin sultanlaşması – siyasal gücü kendi elinde toplaması sürecinin ilk adımı sayılmaktadır.183 Orhan Gazi dönemi, Osman Gazi döneminde kurulan basit uç beyliğinin, bir uç devletine geçiş sürecidir. İbn Battuta, bütün İslam ülkelerini kapsayan ve otuz yıl süren gezileri sırasında, 1333 yılında Anadolu’ya uğramış, burada Germiyan dışındaki bütün beylikleri gezmiştir. İbn Battuta’nın aktardığına göre, Orhan Bey, “Türkmen beylerinin en büyüğü

182 Paul Wittek, “Ankara Bozgunundan İstanbul’un Zaptına (1402-1455)”, Belleten, C. VII, Sayı 27, s. 570;

Donald Edgard Pitcher, a.g.k., s. 93.

183 Metin Kunt, vd., Osmanlı Devleti 1300-1600, s. 39.

olup, zenginliğin, toprakların ve askeri gücün de en fazlasına sahiptir. Neredeyse yüz kadar kalesi vardır.”184 Anadolu’da birliği fiilen sağlayarak, devletin kuruluşunu gerçekleştiren ise Yıldırım Bayezit olacaktır.185 Tüm Osmanlı devlet yapısına damgasını vuracak tımar ve kul sistemleri, kadılık kurumu, İran-İlhanlı idaresinde gelişmiş maliye usulleri ve ülke genelinde merkezi kontrolü kurmaya çalışan bir bürokrasi bu dönemde gelişmiştir.186 Buna rağmen, yerel güçlerin ve eski ailelerin devlet kurumları üzerinde etkili oldukları ve varlıklarını sürdürdükleri bilinmektedir. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nu merkeziyetçi bir devlet olarak kesin çizgileriyle ortaya çıkaran Fatih Sultan Mehmet olacaktır.187

Osmanlı İmparatorluğu’nda merkezileşme, feodal üretim tarzının doğasından gelen parçalanmaya karşı, üç kıtanın merkezinde bulunan devletin bütünleşme zorunluluğundan doğmuştur. Merkezileşme sürecinde devlet örgütlenmesi altı unsura bağlı olarak şekillenmiştir:188 1) Anadolu beyliklerinin (ümera) yerel egemenliklerini zayıflatarak onları kontrol altına alma, 2) Dinsel feodallerin (ulema) vakıflarına el koyarak onları iktisadi yönden geriletme ve devlet içindeki bağımsızlıklarına son verme, 3) Ümera ve ulemanın güçlerini dengeledikten sonra, bunların yerine varlıklarının doğası gereği devlete mutlak olarak bağlı olması beklenen devşirmelerden oluşan kapıkullarını geçirme, 4) Soylu feodallare ve ulemaya karşı ayaklanmaların nedenini oluşturan alt-feodallerin köylülük üzerindeki egemenlik ve baskı mekanizmalarını sınırlandırıp, düzenleme, 5) Kardeşler arasında saltanat kavgalarına ve ülkenin kardeşler arasında paylaşılmasına son verme, 6) Büyüyen devleti bir merkeze bağlayarak, bütünlüğünü ve üstünlüğünü koruma (İstanbul’un fethi).

Sultan Mehmet, bir yandan ülkenin kardeşler ve amcalar arasında yurtluklara bölünmesini, feodal bölgelere ayrılmasını önlemek için kardeş katlini bir yasa haline getirecek, diğer yandan devletin içinde bağımsız birimler olan serbest mülkleri devlet mülküne dönüştürecek, vakıf toprakların da vakıf özelliklerini hükümsüz sayarak bunların yerel bağımsızlıklarına son vermeye başlayacaktır. Fatih’in mülk ve vakıf topraklara el

184 Donald Edgar Pitcher, a.g.k., s. 61.

185 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi 1243-1453, TTK, Ankara 1959, s. 333.

186 Yaşar Yücel, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Desantralizasyon…”, s. 659.

187 Halil İnalcık’ın deyimiyle Osmanlı devletinin “klasik” devri II. Mehmet’ten itibaren gelişmiş ve özellikle 16. yüzyıl ortalarına doğru olgunluk seviyesine ulaşmıştır.

188 Cemal Kafadar, When Coins Turned into Drops of Dew and Bankers Become Robbers of Shadows: The Boundaries of Ottoman Economic Imagination at the end of the Sixteenth Century, Yayımlanmamış Doktora Tezi, McGill University, 1986, s. 51’den aktaran Karen Barkey, a.g.k., s. 30.

koyması, ulema sınıfının, şeyhlerin ve eski Türk bey ailelerinin hoşnutsuzluğuna neden olmuştur. Bu grup, mülklere ve vakıflara el konulmasına ilişkin kanunnameyi kendi bölgesinde (Amasya, Tokat, Trabzon) uygulamamak için direnen, babası Fatih Sultan Mehmet ile de arası açık bulunan Bayezit’e yaklaşmıştır. Padişah olur olmaz ilk işi elkonulan mülk ve vakıfları eski sahiplerine geri vermek olan Bayezit ile babasının politikasını izleyen Sultan Cem arasındaki mücadele, temelde merkez - taşra egemenlerinin arasındaki gerilim ve çelişkiyi yansıtmaktadır. Temeli feodal üretim ilişkilerine dayanan bu çelişki, feodal ilişkilerin ortadan kalkması niteliğini hiçbir zaman almamış, egemen sınıf içinde ve feodaller arasında bir savaşım olarak devam etmiştir. Taşrada özel toprak mülkiyetini kurmaya çalışan yerel feodal beyler ile bunu engellemeye çalışan merkezi feodaller arasındaki çelişkiler, 15. yüzyıl boyunca Osmanlı toplumsal kuluşuna damgasını vurmuştur. II. Bayezit’in 31 yıl süren saltanatında merkeziyetçi eğilimlerin durakladığı, hatta gerilediği söylenmektedir. Ancak II. Bayezit’in ardından merkeziyetçi uygulalamalar tekrar ağırlık kazanmıştır.

Devleti merkezileştirmeye ve hakimiyeti güçlendirmeye yönelik bir programın dikkatle sürdürüldüğü Kanuni (1520-1566) döneminde ise Osmanlı devleti, gelişmiş bir kayıt ve vergilendirme aygıtından, bu işler için gereken ayrıntılı defter tutma tekniklerine kadar her donanımı olan güçlü, merkeziyetçi bir bürokrasi geliştirmiştir.189 Devletin iktidarını sağlamlaştırma sürecinde padişahın ülkeyi nasıl yöneteceğini belirleyen ve dayanağını şeriatten almayan örfi bir hukuk sistemi de geliştirilmiştir. Bu dönem boyunca eyalet düzeninin oluşturulması ve sistematize edilmesi merkezle bütünleştirmeyi sağlayan başlıca yollardan biridir.190 Feodal merkezi devlet, bir yandan otoritesine rakip olabilecek güçleri çeşitli mekanizmalarla bastırırken, diğer yandan da geniş toprakları üzerinde merkezi denetimi sağlayacak bir yönetsel örgütlenmeye gitmiştir. Kanuni öldüğünde, Osmanlı İmparatorluğu ulaşabileceği en ideal coğrafi sınırlara ulaşmıştır.

Osmanlı devletinin siyasal düzlemde güçlü olması, mümkün olduğu kadar merkezin denetiminde tutulmaya çalışılan feodal örgütlenmeye dayanmaktadır. Toprakları üç kıtaya yayılan ve bu topraklar üzerinde çeşitli etnik ve dinsel gruplara mensup çok parçalı bir nüfus barındıran imparatorluğun, “denetim isteği” artı-ürünü çekme olgusu ile açıklanabilir. Bir üretim aracı olarak toprağın ele geçirilmesinde amaç yalnızca çıplak

189 Halil İnalcık, “Osmanlı Hukukuna Giriş, Örfi-Sultani Hukuk ve Fatih’in Kanunları”, Osmanlı İmparatorluğu, Toplum ve Ekonomi, İstanbul 1993, s. 319-341.

190 Karen Barkey, a.g.k., s. 30-31.

toprak parçasının sahipliği değil, toprağın insan bilgisi-emeği ve iş araçları ile işlenmesinden elde edilen toplumsal emek ürünlerinin, emeğin ürettiği zenginliklerin ele geçirilmesidir. Osmanlı’da yönetici zümrenin toprak üzerindeki denetimi; toplumsal güç ilişkilerinin dengelenmesi, üretimin tımar sistemi çerçevesinde örgütlenmesi, toprağın eyalet-sancak ve kaza birimleri temelinde yönetilmesi ve bu yönetim birimlerine doğrudan merkeze bağlı-birbirinden bağımsız görevlilerin atanması yoluyla sağlanmıştır. Bu mekanizmalar imparatorluğun merkeze uzak eyaletlerinde ya da aşiret yapısının kırılamadığı bölgelerde farklı biçimlerde ortaya çıkmakta; taşra yönetimi, bir yüzünü sıkı kontrolün, bir yüzünü esnekliğin oluşturduğu kademeli bir hakimiyet sistemine dayanmaktadır. Osmanlı’da merkeziyetçi görünümü sağlayan hakimiyet mekanizmalarının çeşitliliği, sonraki aşamada merkezi feodalitenin çözülüşünü kolaylaştıran bir unsura dönüşecektir.191