• Sonuç bulunamadı

Ancak toplumsal dönüşümleri devlet ve sınıf ilişkisi analizi temelinde, somut örnek incelemeleri ile açıklayabilmek, bunu yaparken de egemen bakış açısını kırabilmek çok daha uzun soluklu, kolektif ve çokdisiplinli bir çabayı gerekli kılıyor.

sonra, özel mektuplar yazarak kendilerini bulundukları yerde milli teşkilatın kurulmasına ve zararlı telkinlerin önlenmesinde yardıma çağırmıştır.135 Milli mücadelenin sınıfsal niteliği, devlet aygıtının niteliğini de belirlemiştir.

Milli mücadele döneminde egemen sınıfların devlet anlayışları, Osmanlı devletidir, başka bir deyişle Osmanlı devletinin feodal yapısının korunmasıdır. Bunun için her şeyden önce saltanat ve hilafet makamlarını saklı tutmak gerektiği düşünülmektedir. Bununla beraber, asker-sivil zümrenin Mustafa Kemal’in liderliğindeki küçük burjuva radikalizmi olarak isimlendirebileceğimiz kesimi devrimi daha ileri götürmek ve Cumhuriyeti ilan etmek azmindedir. Mustafa Kemal’in silah arkadaşları arasında bile saltanat ve hilafet özlemi içinde muhalefete geçen ve iktidar mücadelesine katılanlar görülecektir. Türk Devrimi’nin iktidar mücadelesi, Mustafa Kemal’in BMM’yi feshederek, bu arada örgütlenen CHF ile bir an önce seçimlere gitmesi, seçimlerde İkinci Grup’tan kimsenin kazanamaması ile farklı bir aşamaya evrilmiştir. İktidar mücadelesinin çözümü, islami-feodal nitelikte bir karşı devrim hareketi olan Şeyh Sait isyanının bastırılması ve Takriri Sükun kanunuyla gerçekleşmiştir. Bu arada Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da kapatılmıştır.136 Takriri Sükun Yasası, milli mücadele yıllarından itibaren devam eden iktidar kavgasının sonudur. İktidarın kontrolü, Mustafa Kemal liderliğinde küçük burjuva kökenli asker-sivil devrimcilerin eline geçmiştir. Ancak esas olarak bürokrasi kökenli kişilerden oluşan ve devlet mekanizmasının kilit noktalarına egemen olan yeni kadrolar, bir sınıf olmadıkları için Kurtuluş Savaşı’nın başından beri ittifak halinde bulundukları egemen sınıflara tekrar yaslanmak zorunda kalmışlardır. Tarihin belli anları, özellikle büyük dönüşüm ve çöküntü zamanları için asker-sivil bürokrasiyi “egemen sınıf” sayan görüşler yaygınlık kazanır.137 Ancak siyasi ve yönetici kadrolarla bir ülkenin egemen sınıfları arasındaki ilişki, ilk bakışta görülemeyecek ince bağlantılarla örülen karmaşık bir niteliğe sahiptir. Milli Mücadele yıllarında lider kadro ile Anadolu eşrafı arasında bir ittifak oluşmuştu, ancak savaş sona erdiğinde ittifak şartları birçok yeni sorunla

135 Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, C. I, İstanbul 1963, s. 105’ten aktaran Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, İmge, Ankara 1993, s. 18.

136 Saflarında İkinci Grup’un üyeleri ile emperyalizme bağlı İttihatçıları toplayan bu parti, yedek bir çözüm yolunu elinin altında bulundurmak isteyen büyük burjuvazi ile ulema kalıntılarının ve vakıf mülklerine bağlı dini hiyerarşinin de yakınlığını sağlamıştı. 17 Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Fırka’nın başkanı, İstanbul burjuvazisinin İzmir İktisat Kongresi başkanlığına getirdiği General Kazım Karabekir’dir. Karabekir Paşa bu görevi başarıyla yerine getirmiş ve liberalizm esası üzerine bir İktisadi Misak’ın kabulünde büyük bir rol oynamıştır. Fırka programı, bir yandan devlet mekanizmasını zayıflatmayı ve onu tam bir sınıf aracı haline getirmeyi öngören tedbirleri sıralarken, öte yandan yabancı sermayeye kapıları açmaktadır. Programa göre, devlet vazifeleri asgari hadde indirilecektir ve idari ademi merkeziyetçilik ilkesi benimsenecektir.

137 Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1974, s. 23.

karşılaşacaktı. Üstelik, Kuvayı Milliye kadrosu, İstanbul ve İzmir gibi iktisadi merkezlerin egemen çevreleri ile henüz yüz yüze gelmemişti. Egemen güçlerle, yeni Türk devletinin genç siyasi kadroları arasındaki ilişkiler sistemi 1920’li yıllarda şekillenecektir. Milli Türk Ticaret Birliği, İzmir İktisat Kongresi, İş Bankası, bazı şirketlerin yabancı sermaye ile ortaklık girişimleri iktidarın sermaye çevrelerine yaslanma hareketinin aşamalarını oluşturacaktır.

Yeni devletin daha kurulma sürecinde iken topladığı İzmir İktisat Kongresi, ülke içindeki toplumsal-siyasal dengeleri saptamıştır. Mustafa Kemal’in kongreyi açış konuşmasında ortaya koyduğu şekliyle “ekonomik bağımsızlık” ve “hızlı kalkınma” hedefi doğrultusunda, toplumsal güçlerin dengelenmesi gerekiyordu. Sosyal sınıflar sözünü ağza almamak gibi bir ilkeden yola çıkılarak, kongreye bütün mesleki zümreler çağrılmıştı.

Ancak kongrede temsil edilenler yalnızca egemen sınıflardı. Kongre, toprak sahiplerinin ve ticaret sermayesinin egemenliği altında geçmiş ve onların istekleri doğrultusunda kararlar alınmıştır. Bir yandan ticaret burjuvazisi diğer yandan büyük toprak sahipleri ile ittifak halinde bulunan siyasi iktidarın programı da bir burjuva programıdır: Tarımda kapitalizmi geliştirmek ve ticaret burjuvazisini sanayi burjuvazisi haline dönüştürmek. Siyasal iktidar, Türk toplumunun kapitalist bir üretim biçimine mümkün olduğu kadar hızla geçmesini sağlamak amacıyla sermaye birikimini ticaret ve toprak burjuvazisinin yararına hızlandırmayı taahhüt etmiştir.138 Cumhuriyet döneminde, bir yandan ulusal burjuvazinin desteklenmesi, diğer yandan devlet aygıtını elinde tutan kişilerin burjuvalaş(tırıl)ması yoluyla, kapitalist üretici güçler, devlet eliyle geliştirilmiştir.139 Bu dönemde devlet desteğiyle yerli sermayedar yetiştirme uygulamasının en yaygın yöntemi, devlet tekellerinin imtiyazlı özel kişi ve yerli/yabancı şirketlerce işletilmesidir. Devlet tekellerini işleten şirketlerin pek çoğunda, siyasi kadrolardan ve bürokrasiden önemli kişilerin ortak ve hissedar olduğu bilinmektedir. Yerli ve yabancı sermaye ile siyasi iktidar çevrelerinin bütünleşme sürecinde, 1924 yılında kurulan İş Bankası önemli bir rol oynamıştır. Bu dönemde, çeşitli iktisat politikası kararlarının sermaye lehine yönlendirilmesinde İş Bankası etkili olmuştur.

1929 buhranı, dış ticaret kanalıyla Türk ticaret burjuvazisinin ve büyük toprak sahiplerinin durumunu sarsınca, iktidar koalisyonunda esasen ağır basan devrimci kadro

138 Stefanos Yerasimos, a.g.k., s. 1251.

139 Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, s. 30-31.

daha da güçlü hale gelmiştir. 1923-1929 döneminde çeşitli desteklemelerle burjuvazi yaratma çabaları da başarısız kaldığından, devletin iktisadi hayata daha geniş ölçüde atılmasının psikolojik temeli de hazırlanmıştır. Bu anlamda 1923-1929 arasındaki yıllar liberalizm dönemidir, 1930’dan sonraki yıllar ise devletçilik damgasını taşır. Ancak, ne kadar güçlü olursa olsun, yönetici zümre, hareket motiflerini üretim sürecindeki yerlerinden alan kişilerden oluşan bir sınıf olmadığı için, 1930’lu yıllarda da siyasal iktidarın toplumsal tabanı, Cumhuriyet yönetiminin ana kadrosunu oluşturan asker-sivil bürokrasi ile iktisaden egemen sınıfların ortaklığına dayanmaya devam etmiştir. Tek parti rejimi ve bu rejime özgü seçim sistemi ile, bu koalisyon büyük çatışmalara meydan vermeden ülkeyi yönetmiştir.140 Gerek dünya buhranı gibi uluslararası etkilerden, gerekse iktisadi kalkınma konusundaki ayrılıklardan doğan bazı kısa süreli çatışmalar yaşanmakla birlikte, bunlar yeni uzlaşmalarla sonuçlanmıştır.141

Bir değerlendirmeye göre sınıf çelişkilerinin keskinleşmediği bu dönemde Mustafa Kemal, “orta sınıf radikalizminin temsilcisi” olmuştur.142 Dönemin koşulları içinde egemen sınıflarla işbirliği yapmak zorunda kalmıştır, ancak hiçbir zaman siyasi iktidarı egemen sınıfların bir aracı haline getirmemiştir. Bu çerçevede Cumhuriyetin ilk çeyreğinde devletin Bonapartist özelliğinin ağır bastığı söylenmektedir. Bonapartizm, Marx ve Engels’in yazılarında, kapitalist toplumdaki bir yönetim biçimini anlatır.143 İç Savaş’ta Marx, III. Napeoleon’un İkinci İmparatorluğu, Fransa-Prusya savaşındaki yenilginin etkisiyle çöktükten sonra Bonapartizmin “ulusu yönetme beceri ve araçlarını burjuvazinin kaybettiği ve işçi sınıfının da henüz kazanmadığı bir zamandaki mümkün tek yönetim biçimi” olduğunu söylemiştir. Mücadele halindeki sınıfların denge tutmaya yaklaştıkları öyle bazı dönemler olur ki, devlet gücü, bir zaman için bu sınıflara karşı belirli bir bağımsızlık durumunu muhafaza eder.144 Bu yönetim biçiminde devletin yürütme gücü, tek bireyin egemenliği altında, devletin diğer kesimleri ve tüm toplum üzerinde otoriter bir

140 Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, s. 31; Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası 1. Cilt (1929-1932), AÜ SBF Yayını, Ankara 1988, s. XXXII, LV. Kuruç’a göre “yeni rejimi kurmaya apayrı bir öncelik veren siyasal kadro ile toplumda kontrol mevzilerine ve iktidar parçalarına sahip olanlar arasında yerine ve zamanına göre özdeşlikler, farklılıklar, uzlaşmalar ve ayrılmalar olmaktadır.”

141 Örneğin 1932 yılında Devlet Sanayi Ofisi ve Sanayi Kredi Bankası gibi kuruluşlarla özel sektörü de kontrol etmek üzere başlatılan halkçı-plancı devletçilik uygulaması, iş çevrelerinin sert tepkisiyle karşılaşmış ve bir yıl içinde bu kurumların tasfiye edilmesi ile sonuçlanmıştır. Bu tarihten sonra uygulanan devletçilik modeli, piyasacı devletçiliktir. Bkz: Birgül A. Güler, “Otuzlu Yıllarda Yönetim”, Açıklamalı Yönetim Zamandizini: 1929-1939, A.Ü. SBF KAYAUM, Ankara 2007, s. 10.

142 Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, s. 103.

143 Marksist Düşünce Sözlüğü, s. 95-96.

144 Lenin, Devlet ve İhtilal, (Çev. Süleyman Arslan), Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ankara 1978, s. 20-21.

güç elde eder. Bonapartist devletin gerçek görevi, burjuva toplumun güvenliğini ve istikrarını güvence altına almak, kapitalizmin hızlı gelişimini olanaklı kılmaktır.

Türkiye’de 1923-1945 yılları arasında iktisaden egemen sınıflardan göreli bir bağımsızlığa sahip olan yönetici zümre, devrim kanunlarının koruyucusu olmuş, aynı zamanda otoriter bir idare kurmuştur.

Türkiye 1939-1945 yılları arasındaki dönemde II. Dünya Savaşı’nın içinde doğrudan yer almamakla birlikte, bir savaş ekonomisi deneyimi geçirecektir. Ülke dışında süren savaşın ve ülke içinde yer alan seferberlik ortamının ekonomik etkileri, toplumsal yapıdaki sonuçları açısından önemlidir. II. Dünya Savaşı sırasında kaynaklarını seferberlik harcamalarına yönelten devlet, sınai sermaye birikimini aksatmak zorunda kalmıştır.

Gerçekte savaş yıllarında egemen sınıflar açısından devletin böyle bir işlev üstlenmesine gerek de kalmamıştır. Savaşın yarattığı kıtlık, karaborsa ve spekülasyon ortamında ticaret burjuvazisi ve piyasaya yönelik toprak unsurları, iktisadi bakımdan daha da güçlenmiştir.145 Üstelik bu dönemde sayılarının epeyce kabarık olduğu anlaşılan bir memur grubu da, bazen ticaret çevreleri ile işbirliği yaparak, bazen de doğrudan doğruya iş hayatına atılarak “savaş zenginleri” kategorisine girmeyi başarmıştır.146 Savaş bittiğinde yönetici kadro, savaş zenginlerinin iktidar talebi ile karşı karşıya kalmıştır.

Cumhuriyet döneminde büyük burjuvazinin etkili bir güç konumunda ortaya çıkışı, ticaret ve toprak kesiminden öncü bir grubun sanayi burjuvazisine dönüşümü şeklinde gerçekleşmiştir.147 1950’lerin ortalarına doğru başlayan ve 1960’tan sonra egemen politika durumuna gelen içe dönük sanayileşme modeli, iktidar bloğunu da yeniden biçimlendirmiştir. “Kapitalist sanayileşme için gerekli iç pazar büyütüldükten sonra, hızla ön plana çıkan sanayi burjuvazisi bu kez tarım ve ticaret burjuvazisi üstünde kendi egemenliğini yoğunlaştırma savaşına girişmiştir.” 1970’lere doğru holding biçiminde örgütlenmiş, hemen her sektörde faaliyet yürütebilen, banka sahipliği ile bütünleşen, yabancı sermaye ile ortaklıklara giren İstanbul merkezli bir sermaye oluşmuştur. Yerli ve yabancı sermayenin 1950’li yıllardan başlayarak yürüttüğü sınıf mücadelesi, 1980’li yıllara gelindiğinde netlik kazanmıştır. Bu tarihten sonra sermaye sahibi bir azınlığın israfı ile

145 Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, s. 357.

146 Taner Timur, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, İletişim Yayınları, İstanbul 1994, s. 22.

147 Ali Gevgilili, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve Sosyal Sınıflar, Bağlam Yayınları, İstanbul 1989, s.

92-93.

üretici çoğunluğun artan sefaleti arasındaki uçurum, demokrasi şalına bürünen neoliberal politikalar ile örtülmeye başlanmıştır.