• Sonuç bulunamadı

Sosyal Hizmetin İnsan Bir Bütündür Yaklaşımı:

BÖLÜM I. SOSYAL HİZMET VE SANAT

1.1. Sosyal Hizmetin Felsefi ve Bilimsel Temelleri

1.1.4. Sosyal Hizmetin İnsan Bir Bütündür Yaklaşımı:

1920-1930’lu yıllarda Freud’un geliştirdiği psikodinamik model, sosyal hizmet alanında oldukça büyük ilgi görmüştü. Bu yıllarda kişinin yaşadığı koşullara ve çevrelerine uyum sağlayamamasının nedeni olarak bireysel ve içsel yetersizlikler gösteriliyordu. Goldstein’a göre (Akt: Coady ve Lehmann,2008) vaka çalışmasının Freud’un teorilerinin benimsenmesiyle 1920’lerde idealistik, pragmatik ve hümanistik temellerden uzaklaşılmıştır. 1930 ve 40’larda ise fonksiyonel okul uygulamalarında hümanistik ve sanatsal öğelerin önemine tekrar dikkat çekmiştir. Ancak 60’lara kadar sosyal hizmet insan davranışlarını değerlendirmek için medikal modelden yararlanmıştır. Medikal modelden kopuş sosyo-ekonomik, kültürel, bilimsel ve felsefi pek çok değişimle mümkün olabilmiştir. Richmond’un çevre odaklı bakış açısını geliştirmesiyle birlikte Freud sonrası Klein, Fairbairn, Kemberg ve Kohut gibi birçok kuramcı, insan gelişiminde ilişki odaklı bir kurama doğru değişim yaşamışlardır. Örneğin; Mary Richmond bireyin sorunlarını ve trajedilerini bu trajedinin arkasında yatan psikolojik, toplumsal, politik faktörlerle birlikte ele almıştır. Bu konuları ele alırken de bunları kişilerin bireysel başarısızlıkları yeteneksizlikleri ya da kendi hataları yüzünden düştükleri bir durum olarak değil, temelinde toplumsal ve çevresel etkilerin olduğu bütüncül ve eleştirel bir bakış açısı sunmuştur.

Melanie Klein’ın ‘Nesne ilişkileri’ kuramı dürtülerden çok insan ve çevre ilişkilerine odaklanmıştır. Bu anlamda özellikle Melanie Klein’ın çalışmaları, dürtüsel doyumu insan ve çevresel faktörlere bağlayan bakış açısı sosyal hizmet alanında çevresi içinde birey anlayışını gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır.

Herbert Bisno’ nun (1952) sosyal hizmet felsefesi üzerine yaptığı ve günümüzde hala geçerliliğini koruyan çalışmalarının da katkısı büyük olmuştur. Bireyin doğası başlığı altında her bireyin tek olduğunu ve aile ilişkilerinin bireyin gelişiminde temel öneme sahip olduğunu belirten Bisno’ya (1952) göre; “bütün insan davranışları biyolojik varlık ve çevresi arasındaki etkileşimin bir sonucudur” (Bisno,1952:6). Bu görüş sosyal hizmetin kuramsal gelişiminde etkili olmakla beraber günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.

25

Hearn 1958-69 yılları arasında yapmış olduğu çalışmalarında sistem kavramını sosyal hizmete uyarlayarak sosyal hizmet için açıklayıcı ve keşfedici bir kuramsal çerçeve oluşturulmasına yardımcı olmuştur. Çünkü sistem yaklaşımı sosyal hizmet uzmanının basit gibi görünen bir sorunun ötesine bakmasına yardımcı olmaktadır. Uygun müdahale modellerinin geliştirilmesi için kavramsal bir temel oluşturur. Uygulamayı bireyin patolojilerine indirgemeden ele alan yaklaşımların temelini oluşturur. Bireyin davranışlarının geçmiş yaşantılarıyla birlikte, yaşadığı çevrenin sosyo-kültürel, fiziksel ve ruhsal özelliklerinden etkilendiğini kabul eder. Ayrıca çevrenin kişiyi nasıl etkilediğinin ve ne tür davranışlar geliştirmesine neden olduğunun tanımlanması için önemlidir. Organizmanın tümünün bir sistem olduğu önermesine dayanan sistem kuramının önemini vurgulayan Bulutinsan ihtiyaçlarını anlamak ve tanımlamak için üç konuda bilginin gerekli olduğunu vurgulamıştır. “İnsan gelişimi; insanların farklılığı; sosyal sistem teorisi. Herbiri insan ihtiyaçlarını farklı noktalardan ele alır, biraraya gelince de insan ihtiyaçlarının karmaşıklığı ortaya çıkar”10

Holmes de benzer bir şekilde “insanlara yönelik davranışlarımız şimdiki zamanın, bilişlerimizin ve iç dünyamız ile geçmişimizden gelen güçlerin grift bir karışımı olarak kabul edilebilir” (Holmes, 2011:72) demektedir. İnsan davranış ve ihtiyaçlarının bu grift belirlenimleri; sosyal hizmette müracaatçıların sadece görünen en yakın sistemlerine değil daha karmaşık ve sorunlar üzerinde dolaylı etkileri olan etkileşimlerine yönelmek gerekliliğini göstermektedir.

Medikal modelden uzaklaşmada 19. yy’ın sonu ve 20. yy’ın başlarında yaşanan sanayi devriminin de etkisi olmuştur. Sanayi devrimi insan-toprak ilişkilerinde bir değişim yaşanmasına sebep olmuştu. Bu yeni süreçte insan; emek karşılığında ücret alındığı sürece ihtiyaçlarını karşılayabilen “insan” haline geldi. Feodal düzende ihtiyaçlarını topraktan karşılayan insanın yeni ihtiyaçları ve sorunları oluştu. Tarım toplumunda aile geniş aileyi ifade ediyordu ve insanların bir aradalığı hayatta kalma ve sorunlarla başetme mücadelesini güçlendiriyordu.

Endüstrileşme, çarpık kentleşme, göç, ailelerin dağılması, evsizlik, yoksulluk gibi sorunları da beraberinde getirdi. Yoksulluk ücret eşitsizliğine ve artı değere dayalı ekonomik ve politik örgütlenmelerin sonucu olarak ortaya çıktı. Artık kişilerin yetersizliklerinin temeli

10 Sosyal Hizmet Mesleği, Kullanılan Yaklaşımlar ve Mesleki Etik. Işıl Bulut. Nisan 2015

26

bireyin patolojilerinde aranamayacak bir boyuta ulaşmıştı. Tüm bunlarla birlikte II. Dünya Savaşı’nın yaratmış olduğu korku, panik ve stresin etkilerinin azaltılması konusunda çalışmaların gerekliliği kendini göstermeye başlamıştır. Frankl’ın toplama kamplarına ilişkin deneyimlerini anlattığı kitabı “İnsanın Anlam Arayışı” ’nda kaleme aldığı şu cümle bu savaşın etkilerinin anlaşılması açısından sarsıcıdır: “Kitlelerin psikopatolojisine ilişkin bilgimizdeki derinleşmeyi ikinci dünya savaşına borçluyuz, çünkü bu savaş bize sinir savaşını ve toplama kamplarını kazandırdı” (Frankl, 2013:21).

Bu da gösteriyor ki; 20. yy’ın ikinci yarısının başlarında daha çok sistem teorisiyle şekillenen genelci sosyal hizmet yaklaşımı savaşlar, işgücünün ve toplumsal yaşamın küreselleşmesiyle, dünyadaki yaşam koşulları ve bu tür ideolojik tartışmalarla günümüz insanının yeni sorunlarına (etnik ayrımcılık, LGBT bireylere karşı ayrımcılık, madde bağımlılığı, göç vb.) karşı yeni tanımlamalar ve yeni müdahale yöntemleri geliştirmek zorunda kalmıştır.

Daha çok 1960 sonrası sosyal hizmet alanında oluşan sosyolojik yaklaşım ve reform konusundaki ilginin nedenlerine ilişkin olarak Zastrow (2013) psikoterapotik yaklaşımların etkinliğinin sorgulanmasını ve muhalif hareketlerin yükselişinin sosyal yardım kurumlarının varlığı ve içeriğinin sorgulanmasını arttırdığına dikkat çekmiştir. Kut ise uzayın fethinden atom enerjisinin kullanımına kadar geniş bir etki alanı belirlemiştir (Kut, 1988:26).

Birey temelli bir yaklaşımın sadece onarıcı bir pratikle sınırlı kaldığının görülmesi ve ortaya çıkan yeni kuramsal çerçeveler, 1960’lı yıllarda bu modelden uzaklaşılarak sistem ve ekosistem yaklaşımları gibi yeni yaklaşımların ve bu yaklaşımlara dayanan bazı yeni yöntemlerin benimsenmesine neden olmuştur. Çünkü küreselleşen ve sorunların marjinalleştiği dünyamızda bu sorunlar artık psikanalizin “yalıtılmış tek psikoloji” (Kohut, 2004) yaklaşımıyla çözümlenememektedir. Sosyal hizmet alanında kullanılan teorilerden olan ve araştırma birimi olarak ‘two person psyhcology (iki psikolojinin etkileşimini)’

(Kohut, 2004) temel alan ‘iletişim ve ilişkisellik teorileri’, Rosenberger (2014) ’in belirttiği

gibi patrona yönelik sinirli davranışlarla kendini gösteren klasik bir odipal çatışmayı, kültürel olarak sağlıksız iletişim biçimlerinin geliştirilmiş olması ve saygı kültürü çerçevesinde açıklamaya çalışmaktadır. ‘İlişkisellik teorisi’, ‘anlatısal teori’ gibi yeni uygulama teorileri, ekosistem yaklaşımı ya da feminist yaklaşım gibi yeni yaklaşımlar yeni sorunlara ilişkin farklı kavramsal çerçeveler oluşturmuşlardır. Örneğin 1970’lerde geliştirilen ‘Ekosistem’ yaklaşımı, insanları çevrelerine tepki veren dinamik varlıklar olarak

27

kabul eder. Bireyin sorun çözme kapasitesini, kişisel gelişimini ve sosyal işlevselliğini arttırmayı hedefler. Bireyin davranışlarının geçmiş yaşantısıyla birlikte, yaşadığı çevrenin sosyo-kültürel, fiziksel ve ruhsal özelliklerinden etkilendiğini kabul eder. Bu yaklaşımın temelinde ise insan doğasının mekanik olmadığı düşüncesi vardır. Sosyal hizmetteki bütünsel uygulamaya en büyük katkılardan biri ise Bayrett’in getirmiş olduğu “Ortak Bazda Sosyal Hizmet” kavramıdır (Akt: Özbesler ve Bulut, 2013).

Tüm bu gelişmeler sosyal hizmetin çevresi içinde birey anlayışını temel alan genelci yaklaşımı benimsemesinin önünü açmıştır. İnsanı bir bütün olarak ele alan yaklaşımlar, modern bilim geleneğinin insanı indirgeyici yöntemlerine tepki ve bu yöntemlerin yetersizliğine bir çözüm önerisi olarak ortaya çıkmıştır. 20.yüzyılda ortaya çıkan felsefi antropolojinin sorgulama alanının merkezini ‘insan nedir’ sorusunun oluşturması ve insanı ele alırken onun varlık bütünlüğünü bozmayacak bir şekilde ele alması ise bu yaklaşımların ortaya çıkmasındaki en önemli etkenlerden biri olmuştur. Felsefi antropolojiye en büyük katkısı olanlardan biri Takiyettin Mengüşoğlu’dur. Mengüşoğlu insanı insandan yani onun başarı olarak nitelendirdiği yaratımlarından ve etkinliklerinden yola çıkarak çözümler (Özlem,1997). İnsan tavır alabilen, seven, özgürlüğünü gerçekleştirebilen insandır. İnsan bu edimleriyle diğer canlılar arasındaki özel yerini alır ve ancak bu özellikleriyle anlaşılabilir. Bu anlamda Mengüşoğlu insanı parçalayan, onun bütünlüğünü ortadan kaldıran insan görüşlerini eleştirir. Yalın bir bakış açısıyla insanı ele alır. Tepe, Scheller’in ‘İnsanın Kozmostaki Yeri’ adlı kitabının önsözünde bunu “insanı tür olarak insana özgü etkinliklerinden yakalamaya çalışır” (Scheller, 2012:30) biçiminde ifade etmiştir.

Bütüncül yaklaşımlar sadece sosyal bilimler alanında değil tıp ve psikiyatri gibi farklı alanlarda da etkili olmuştur. Tıpta bütüncül yaklaşımlar, bazı psikolojik rahatsızlıkların iyileştirilmesi sürecinde ilaç tedavisinin yetersiz kalacağı görüşü üzerine temellendirilmiştir. Burada insanın sadece fizyolojik değil, ruh ve akıl sağlığını da temel alan, hastalığın tedavisinden çok hastalığa neden olan etkenlerin tespitine öncelik tanıyan bir anlayış söz konusudur. Tedavi odaklı biyomedikal anlayışı eleştiren bu yaklaşım, hastalığın fizyolojik olduğu kadar sosyal ve psikolojik etkenlerinin de göz önünde bulundurulmasını gerektirmektedir. İlaç tedavisinin dışında farklı bir ruh sağlığı modeli öneren bütüncül hekimlerden biri Şafak Nakajima’dır. Nakajima bugün artık insanların ilaç tedavisinden çok “çağdaş bir bilgeliğe” ihtiyacı olduğu görüşündedir. İnsanların ruh

28

sağlığını korumaları için gerekli olan bu bilgeliğe ulaşmanın yolu ise temelinde bilim, sanat ve felsefenin olduğu bir eğitimle mümkündür. (Nakajima, 2015)

Bilim alanına giren tüm bu yeni kuram ve uygulamalar sosyal hizmet alanında öz farkındalık ve muhakeme becerisi, kendini ve ötekini tanıma, vicdan ve yargı, umut, içtenlik, ilgi, sorumluluk, insanın anlam ve değeri, bilinç, teorik seçicilik, eleştiri, empati, özgürlük, adalet, cesaret ve yaratıcılık gibi kavram ve değerlerin daha önemli hale gelmesine neden olmuştur. Sosyal hizmetin uygulamalarında, hümanistik ve varoluşçu teorilerin temel aldıkları bu soyut kavramlara dayanan yöntemleri kullanması ise onun sanatsal olarak değerlendirilmesine neden olmaktadır.

Müracaatçı profillerinin değişip sorunların karmaşıklaştığı, insanın değerine vurgu yapan varoluşçu ve hümanistik yöntemlerin arttığı bu süreçte, sosyal hizmet uygulamalarında bilimsel bilgi kadar sezgisel bilginin de önemli olduğu görülmüş, sistematik olmayan bilgi mesleğin ayırıcı ve sanatsal bir niteliği haline gelmiştir. Öyle ki Brawley ve diğ. (1998) sosyal hizmetin bilimsel temellerinin bilimsel olmayan bu temellerden daha geçerli olamayacağını ve bunun mesleğin kendine özgü bir niteliği olduğunu dile getirmişlerdir. Mesleki tarz oluşturmak için gerekli olan mantıksal kabuller sezgiden daha önemli görülmemektedir. Farklı bilim dallarının ürettiği bilginin uygulamada kullanımı, sosyal hizmet alanında deneyimin, çeşitli kişilik özelliklerinin ve yaratıcılığın önemini ortaya çıkarmıştır. (Coady & Lehmann, 2008). Bu da gösteriyor ki, sosyal hizmet uzmanının sahip olduğu bazı değer ve becerileri uygulamaya aktarımı da sanatsal olarak görülmektedir.

Sosyal hizmet alanında bilimsel ve sanatsal öğelerin bu birlikteliğine ilişkin olarak yapılmış değerlendirmeleri derinleştirmek adına, sosyal hizmetin bilimsel niteliğini yadsımadan, onu sanatsal kılan özelliklerinin ne olduğuna daha yakından bakmak faydalı olacaktır.