• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM I. SOSYAL HİZMET VE SANAT

1.5. Sosyal Hizmetin Temel Kavramlarının Sanat ile İlişkisi:

1.5.1. Doğru İlişkiler Kurmak ve Sağlam Muhakeme Becerisi

1.5.1.2. Sağlam Muhakeme Becerisi

Bütünlük kavramı bize doğru değerlendirmenin ancak değerlendirilenin bir bütün olarak olabildiğince çok yönüne bakılarak yapılabileceğini göstermektedir.

Sanat alanında yapılacak doğru bir değerlendirme de birçok disipline yönelik bilgi birikimine sahip olmayı gerektirmektedir. Örneğin bir filmin değerlendirilmesi çözümleme yapanın dünya görüşünü de içeren birçok etkene göre biçimlenmektedir. Bu yöntemlerden birisi olan Sinema dramaturgisi temelde ideolojik ve estetik yaklaşımı ortaya çıkarmaya yönelik olan bir yöntemdir. “Yaşamın diyalektiğinin anlamlandırılması, yeniden yapılanması ve sinematografa özgü bir yolla dile getirilmesi” (Sözen, 2013:104) olarak tanımlanan bu yöntemin uygulanabilmesi için tarih, sosyoloji ve psikoloji gibi birçok disipline yönelik bilgiye sahip olmak gerekmektedir.

Değerlendirmek, değerlendirilenin kendi alanı içinde özel durumunu görmek ve göstermektir yani onun değerini göstermektir. Kuçuradi’ye (2013) göre, değer problemi bir değerlendirme ve bilgi problemidir. Çünkü doğru ya da yanlış değerlendirmeler yapılabilir. Bu da değerlendirmenin bilgi sorunu haline geldiğini göstermektedir.

Bir yapıtı yapıtla kurulan özel ve dolaylı bir bağdan dolayı beğenmek ve o yapıta bir güzel çirkin gibi bir yargıda bulunmak değer atfetmedir. Bu değerlendirme biçimi eserin değerini vermez. Bir diğer yanlış değerlendirme tarzı ise değer biçmedir. Değer biçme genel için geçerli değer yargıları moda akımlar, ilkeler, kuramlar ya da normlar, açısından değerlendirmek demektir. Bunlar ezbere değerlendirmelerdir çünkü iyi ya da kötü olarak önceden belirlenmiş normlara göre değerlendirmeyi gerektirir.

48

Gerek değer atfetme gerekse değer biçme değerlendirilen hakkında bir bilgi sağlamaz. Sadece değerlendiren kişinin eğilimleri ve değer yargıları hakkında bilgi verir.17

Sanat alanında yapılacak doğru değerlendirme ise üç aşamada gerçekleşir. İlk aşama o yapıtı anlamaktır. Anlamak ise; bir sanat eserini duygusal değil düşünsel temelde anlamak demek, o eserde gösterilen yaşantı ve eylem olanaklarını görmek ve eserin bunlar aracılığıyla insana ilişkin hangi değerlerin bilgisini verdiğini kavramak demektir. İkinci aşama yenilik sorunuyla ilgilidir. Değişen dünyada insanın değişmeyen yapısını yeni bir biçimde anlatan yapıta yeni denir. Sanatta yenilik sanat eserinin çağını aşarak her çağda geçerli olabilecek bir bilgiyi sunmasıyla bağlantılır. Dante’nin 13.yüzyılda ortaya koyduğu “İlahi Komedya” eserinden hala etkileniyor olmamızın nedenini yenilik sorunuyla ilgili olarak Troçki şu şekilde ifade eder: “Bu duygular ve ruh hallerinin kendilerini o günlerin hayatının sınırlamalarının üzerine çıkaracak kadar geniş, yoğun, güçlü bir anlatımına ulaşmalarını gerektirir” (Akt: Eagleton, 2009:199). Yenilik kavramı eserin evrensel olanla kurduğu ilişkiyle doğrudan bağlantılıdır. Üçüncü aşama, yapıtta gösterilen yaşantı ve eylem olanaklarının değerini, anlamını sorgulamayı gerektirir. Bu olanaklar sevgi, güven gibi etik değerler ya da moral erdemler denilen kişilik özellikleridir. Bu olanakları yansıtabilmek için sanatçıdan beklenen ise “çağı ve değerlerin değerlerini” (Kuçuradi, 1997:113) açık bir biçimde görmesidir.

Değerlendirmenin bir bilgi problemi olarak görülmesinin nedeni, doğru bir değerlendirmenin değer bilgisine sahip olmayı gerektirmesindendir. Bir yapıtı bu bağlamlar çerçevesinde değerlendirmek elbette açık görebilme ve doğru bağlantılar kurabilme gibi bazı kişi değerlerinin gerçekleştirilmesini de gerektirmektedir. Buna göre her yapıt estetik bir etki yaratamayacağı gibi her seyirci de yapıttan aynı derecede etkilenmeyecektir.

Schopenhaur bu durumu “sanatı anlamak için en azından da olsa bir dehaya sahip olmak gerekir” şeklinde açıklamaktadır (Akt: Mengüşoğlu, 2000:225). Anlamak ise üst düzeyde bir değer duygusuna sahip olmayı zorunlu kılar. Çünkü insan davranışlarını

17 Değer atfetme ve değer biçme sanat alanında yanlış değerlendirmelere yol açarken, söz konusu olan insana ilişkin bir

değerlendirmeyse bu o insanın değerinin harcanmasına neden olabilmektedir. Bundan dolayı değerlendirme sorunu ele alınırken insanı da doğru değerlendirmenin koşullarını belirtmek açısından bir sonraki bölümde değer, değer yargıları, değerler ayrımına ayrıntılı olarak yer verilecektir.

49

belirleyen hep bir değerdir ve bu davranışların anlaşılması için o insanın değer ölçütlerini de içeren bütüncül bir bakış açısı gerekmektedir.

Bundan dolayıdır ki Orman (2014) sanat eserlerini anlamamayı bir tür cahillik olarak görmektedir. Bu kişiler gerçek sanatın değerini bilmedikleri gibi güzelin ne olduğuna dair ideal ve nesnel bir bilgi birikimi ve algı yeteneğine de sahip değillerdir. Örnek verilmesi gerekirse herkesin klasik müziğin duygusal etkilerini aynı şekilde ve derinlikte deneyimlemesi mümkün değildir.

Polonyalı yönetmen Lech Majewski’nin (2011) Flemen ressam Pieter Bruegel’in ‘Değirmen ve Haç’ isimli resminden yola çıkarak olağanüstü bir görsel şölene dönüştürdüğü aynı isimli filmi ele alalım. Filmin bir sahnesinde Bruegel’in ağzından şu sözcükler dökülür: “İsa'nın Doğumu olsa da veya İkarus'un Düşüşü ya da kendi kılıcıyla intihar eden Saul'un Ölümü. Dünyayı değiştiren bu olaylar insanlar tarafından farkedilmemiş olacak. İşte, bir örümcek gibi, kendi ağımı öreceğim. Bakan insanların farketmesi umuduyla”.

Yönetmen Bruegel’in resimlerindeki tüm insan figürleri resimlerin kahramanlarına karşı ilgisiz bir şekilde resmedilmiştir. Bu kayıtsızlık Bruegel’in en önemli, hatta resme adına vermiş olan karakterleri resmin odağından uzak, dikkat çekmeyecek bir ayrıntı olarak çizmesine neden olmuştur. Örneğin İsa’nın Doğumu tablosunda resmin içindeki hiçbir figür İsa’ya bakmamakta, haç taşıyanlarla ilgilenmektedirler. Bu estetik tavır hem insanların kayıtsızlığına karşı bir tepki, hem de bu kayıtsızlığa dikkat çekerek yerini duyarlılığa bırakmasını sağlayacak bir etki yaratma çabası olarak yorumlanabilir. Her iki durumda da resim karşısındaki seyircinin ayrıntıları ve asıl odağı fark etmesi umut edilmektedir. Aslında seyirciden resimdeki figürlerin kayıtsızlığına ortak olmayacakları bir entelektüel ilgi beklenmektedir. Bu da seyirciden belirli bir duyusal ve duygusal yetkinlik ve zenginliğe ulaşmış olmasını beklemek anlamına gelmektedir.

Başka bir örnek de edebiyat alanından verilebilir. Ebeveynlerin ilgisizliğinin ve ihmalinin neden olduğu acı Kafka’nın ‘Değişim’ (2000) adlı kitabında ele alınmıştır. Annesi ve babası kendisiyle ilgili aşağılamalarda bulundukça bir böceğe dönüşen Samsa’nın hikayesi psikanalitik açıdan değerlendirilirse; anlatılan aslında güven, sevgi gibi bilişsel gereksinimlerin karşılanamamasının insan dünyası üzerinde yarattığı yıkıcı etkidir. Çünkü iletişim, rol ve psikodinamik kişilik kuramları gösteriyor ki, sağlıksız anne-baba rolleri, patolojik bir kendilik imajının oluşumuna, olgun olmayan kişilik özelliklerinin gelişimine

50

ve kişinin sosyal rollerinde işlevsizliklere neden olmaktadır.Samsa da, empatik olmayan bu etkileşimden dolayı kendisiyle ilgili sağlıksız bir imaj geliştirmektedir. Geliştirilen bu imaj ise Kafka tarafından, olanaklarını gerçekleştirememiş bir insanın, insanlıktan çıkarak bir böceğe dönüşmesi gibi sarsıcı bir metafor kullanılarak anlatılmıştır. Bu da sanatın gücünün en iyi örneklerinden biridir.

Sanattaki bu metaforlar ve sanata ilişkin değerlendirmelerin yer aldığı bölümde özellikle üzerinde durulan sanatsal imge kavramı, sanat eseri karşısındaki izleyicinin onu algılayabilmesi için belirli bir düşünsel çaba göstermesi gerektiğini göstermektedir.

Görüldüğü gibi bir sanat eserini doğru değerlendirebilmek, ilişki kurabilmeyi, anlamayı ve bilgi sahibi olmayı gerektirmektedir. Sanat söz konusu olduğunda doğru değerlendirme bir bilgi sorunu haline gelmektedir. Doğru ilişkiler kurmak doğru bir değerlendirme yapmanın da ön koşulunu oluşturmaktadır.

Sosyal hizmet alanında da doğru değerlendirmeler yapabilmek bir sanat eserini alımlama ve algılamayla benzerlik gösteren bilinçli ve bilişsel süreçler gerektirmektedir. Genelci yaklaşım uygulamacının, çalıştığı müracaatçı sisteminin fonksiyonelliğini, sosyal çevresi içerisinde diğer sistemlerle nasıl ilişkileri ya da etkileşimleri olduğunu belirlemesini ve bu ilişkileri doğru bir şekilde anlamak ve değerlendirmesini gerektirmektedir. Çevresi içinde birey anlayışı çok disiplinli yaklaşımlarla müdahale yapılmasını gerektirmektedir. “Biyo-psiko-sosyal değerlendirme sosyal hizmet vaka yönetiminde temeldir ve müracaatçı ile işbirliği içinde yürütülmelidir” (NASW,2013).

Ayrımcılık, eşitsizlik, şiddet ya da istismar mağduru her müracatçının yüksek yararının korunması açısından değerlendirme çok önemlidir. Çünkü söz konusu olan bir insanın insanca yaşama koşullarının gerçekleştirilmesidir.

Özbesler ve Çoban (2013), çocuk istismarına ilişkin yaptıkları çalışmada yetersiz ya da özensiz yapılan bir değerlendirmenin çocuğun ve ailenin sorunlarını çözmek bir yana, ek sorunlar yaratabileceğini belirtmişlerdir. Çocuğun tüm hayatını belirleyecek olan çocuğun koruma altına alınması kararında da bu değerlendirme etkili olacaktır.

Sosyal hizmette değerlendirme bir süreçtir. Değerlendirme ve yeniden değerlendirmeyi kapsayan bu süreç, düşünce üretimi ve müracaatçının sorunlarına ilişkin gözden kaçan ayrıntıların yakalanarak etkili bir müdahalede bulunulması, sorunun

51

tekrarlanmayacak şekilde çözümlenmesi açısından önemlidir. Sosyal hizmet vaka yönetimi değerlendirmesi, kişinin çevre içinde değerlendirilmesi bakış açısıyla gelişmiştir. Bu nedenle, müracaatçı ve diğer bireylerle fiziksel ve sosyal çevre arasındaki ilişki sorunla bağlantılı olabilecek tüm etki alanları hesaba katılarak değerlendirilmektedir. Mesleğin niteliğini arttırmak, tanımını yapmak için kurulmuş uluslararası bir kuruluş olan National Association of Social Workers (NASW,2013) bu etki alanlarından bazılarını şu şekilde belirtmiştir:

 Ev ortamının güvenliğini ve uygunluğuyla bağlantılı olarak geçim kaynakları,  Mesleki geçmiş (İş, eğitim, gönüllü çalışmalar, hobiler) ve amaçlar,

 Okuryazarlık düzeyi,

 Kültürel değerler, inançlar ve pratikler ( manevi ve dini değerleri kapsayan fakat bunlarla sınırlanmayan),

 Müracaatçının yetenekleri üzerinde etkili olan ve vaka yönetiminin amaçlarını gerçekleştirmesinde önemli olan kültürel etkiler,

 Psikososyal güçler, koruyucu etkenler ve esneklik,

 Toplumsal ve destek sağlayan diğer organizasyonlarla ilişkiler,

 Sosyal rollerini yerine getirmesini sağlayan fiziksel ve psikososyal yetenekler,  Bağımsız olma istek ve kapasitesi,

 Müracaatçının kaynak ve servislerden yararlanmasına engel olan kişisel ya da sistemsel nedenler,

 Müracaatçıyı ya da aile sisteminin diğer üyelerini desteklemek için gereken programlarda, kaynaklarda ve politikalarda değişim,

 Sağlıklı davranış, kriz yönetimi, kriz müdahale becerileri, madde bağımlılığı, intihar riski, işsizlik,

 Sağlık koşulları ve bunların müracaatçının hedefleri üzerindeki etkisi,

 Yaşam planlama (bakım sorumluluğu, küçük çocukların geleceğini planlama, emeklilik ya da diğer alanlarda planlama),

 Müracaatçının içinde bulunduğu durumun değişmesi gerektiğine dair algısı,  Önceden belirlenen servis planının uygunluğu ve müracaatçının ihtiyaçlarına

52

Tüm bu etki alanlarına ilişkin yapılacak olan bir araştırma müracaatçıyı anlama ve doğru değerlendirme konusunda uzmana yardımcı olacaktır.

“Doğru ilişkiler kurmak ve sağlam muhakeme becerisi” başlığı altında altında yapılan araştırma, sanatta ve sosyal hizmette doğru değerlendirme yapabilmenin ön koşulu olarak “anlama”nın doğru ilişkiler kurabilmeyi gerektirdiğini göstermektedir. Bu ilişkiyi verimli bir sürece dönüştürecek olan ise bilgi olarak görülmektedir. Yapılan araştırmada bu bilginin iki farklı kaynağına işaret etmektedir: Birincisi doğru değerlendirmenin ön koşulu olarak değişmeyen değerlerin, insan olmanın bilgisine sahip olmak. Diğeri ise değişen toplumsal süreçlerin insan ilişkileri ve davranışları üzerindeki belirleyiciliğini anlamamızı, gerçekçi bir analizini yapmamızı ve doğru bağlantılar kurmamızı sağlayacak olan gerçekliğin bütüncül bilgisidir. İnsani değerlerin bilgisi, insani koşulların, ilişkilerin ve eylemlerin nasıl olması gerektiğini belirlerken, bütüne ilişkin bilgi ise davranışı ya da somut bir durumu içerisinde bulunduğu bağlama yönelik olarak açıklamayı kolaylaştırmaktadır. Birincisi etik eylemde bulunma olanağını arttırırken, ikincisi etik eylemde bulunma olanağından yoksun bırakan toplumsal etkenlerin, örneğin ahlaki çöküşü hızlandıran ekonomik nedenlerin anlaşılmasına, nedensellik algısının gelişmesine, gerçekliğin daha yüksek derecede algılanmasına katkı sağlayacak olan bilgiyi olanaklı kılmaktadır.