• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II. SOSYAL BİLİMLERİN SİNEMA İLE İLİŞKİSİ

2.2. Endüstri Olarak Sinema ve Toplumsal Bilinç Üzerindeki İşlevleri

2.3.5. Diğer İşlevler

Fiske bir öğrencisinin cinayet dizilerine ilişkin yapmış olduğu araştırma verilerini aktarır. Bu verilere göre izleyiciler bu dizileri heyecan, güven duygusunu pekiştirme, kaçış ve enformasyon amaçlı izliyorlardı. Araştırma sonunda elde edilen nitel verilerden bazıları şu şekildeydi: “Bu diziler bize büyük şehirlerdeki yaşam hakkında bir fikir veriyor”, “yasa ve düzenin sonunda galip gelmesini görmekten hoşlanırım” ya da “bu dizileri izlerken küçük bir kasabada emniyet içinde yaşadığım için şükrederim”(2003:197). 18-30 yaş arası kişiler heyecan ve kaçış için izlerken, 50 yaş üstündekiler bilgi ve güven tazelemek için bu dizileri tercih ediyorlardı. (Fiske, 2003)

2.3.5.1. Hiciv Aracı Olarak Sinema

Sinema eleştirel bir dil kullanmasından dolayı sansüre en çok uğrayan sanatlardan biri olmuştur. Sinemanın bir hiciv aracı olarak kullanımı bu tür filmler çeken yönetmenlerin

111

ülkelerini terk etmelerine hatta eleştirilerinden vazgeçmedikleri sürece gittikleri ülkeden de kovulmalarına yol açmıştır. Yapmış olduğu filmlerden dolayı Amerika’dan Fransa’ya gitmek zorunda kalan Charlie Chaplin buradan da sonunda “Go home Chaplin”34 yazılı bir mektupla gönderilmek istenmiştir (Akt: Chollet,2000:8). Türkiye’de ise Chaplin karşıtlığı öyle bir noktaya varmıştır ki Chaplin’e ilişkin bir haberi yayınlayan Vatan Gazetesi kapatılmıştır (Özuyar, 2011).

Bu baskılar her zaman için sinema sanatının gerilemesine neden olmuştur. Örneğin Almanya’ da Hitler iktidarı öncesi sinema oldukça ilerlemişti. Ancak savaşla pekişen Yahudi düşmanlığı birçok yönetmenin ülkesini terk etmesine kalanların ise özgürce hareket edememesine yol açmıştı. Kendini özgürce ifade etme olanağının bulunamadığı bir durumda ise sanatın ilerlemesi çok zor bir ihtimaldir.

2.3.5.2. Varoluşsal İşlevler

Sinemacı filozof Edgar Morin35 sinemanın ne işe yaradığına dair kendisine yöneltilen soruya şu şekilde cevap vermiştir: “Il ne nous sert pas: nous nous servons de lui pour vivre poétiquement”36 Sinemanın yaşamı şiirselleştirdiği değerlendirmesi sinemanın varoluşsal işlevlerine dikkat çekmektedir.

Yaşamın anlamı, amacı ve varlığın özü gibi konularını araştıran bir akım olan varoluşçuluk, sanat alanında oldukça önemlidir. Savaş, varoluşçuluk ve sanat ilişkisi üzerine şunları söylemektedir: “Sanatta varoluşçuluğun amacı kişiye kendi yüzünü kazandırmak değilse de, yüzünü unuttuğunu anımsatmak, kendini tanımaya giden yolda bilincini içinde bulunduğu dalgınlıktan kurtarmaktır” (Savaş, 2013:132).

Her gerçek sanatın görme ya da duyma için (müzikte) gerçek tinsel çalışmalar gerektirdiğini düşünen Farago (2006) sinemadan bahsederken sinemanın iki temel işleviyle doğrulanabileceğini söyler. Bunlar: ‘körleri iyileştirme’ ve ‘ruhu uyandırma’ işlevleridir. Bu değerlendirme sinemanın varoluşçuluğun temel sorunlarına ilişkin cevapları bulabileceğimiz bir sanat olduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir.37

34 Mektup 01.11.1952 tarihinde Combat dergisinde yayınlanmıştır.

35 Le Cinéma, ça sert a quoi? Ocak 2016<http://www.telerama.fr/festival-de-cannes/2015/le-cinema-ca-sert-a-quoi-

fanny-ardant-edgar-morin-fabrice-luchini-repondent-a-la-question,126565.php>

36 Sinema bizim bir işimize yaramaz: Biz şiirsel bir şekilde yaşamak için ondan yararlanırız.

37 Ruhu uyandırma işlevi sinemanın tedavi edici işleviyle de örtüşmektedir. Çünkü Gençöz ve Aka’ya (2007) göre

112

Berger (2011) ‘Görme Biçimleri’ adlı kitabında gözün en çok yanılan duyu olduğunu dile getirmiştir. Fransız filozof ve sinemacı Debord da gözü “en soyut ve en aldanabilir duyu” (1996:18) olarak tanımlar. Gözün bu aldanışını Debord (1996) gösteri teorisiyle açıklamaktadır. Gösteri teorisi, endüstriyel üretim biçiminin yaşamı bir gösteri birikimine dönüştürerek onu nasıl yok ettiği konusunda oldukça açıklayıcıdır. Gösteri aracılığıyla yaşamda gerçek olan her şeyin bir yanılsamaya dönüştürülerek yanlış doğru, sahte ise gerçek olarak sunulmaktadır. İnsan eylemlerinin ekseni, ‘kendini gerçekleştirmek’ ve ‘var olmaktan’ sahip olmaya doğru kaymıştır. Bu kayma kişiler arası ilişkilere etki ederek toplumsal yaşamın bayağılaşmasına neden olmaktadır. Gösteri kendini enformasyon, propaganda, reklam ya da eğlence sektörü biçiminde göstermektedir. Mevcut sistem tüm bu özel gösteri biçimlerini kendini doğrulamak ve onaylamak için bir araç olarak kullanmaktadır. Debord’un deyimiyle gösteri sisteminin seçtiği tüm bu araçlar “yalnız kalabalıkların tecrit koşullarını sürekli olarak güçlendirmek üzere sistemin kullandığı silahlardır” (1996:21). Sistemin benimsenmesini talep ettiği ilkesel tutum ise “görünen şeyin iyi, iyi olan şeyin de görünür” olduğuna dair edilgin bir kabulleniştir. Gösteri aracılığıyla gözün sadece edilgin bir alıcı olarak eleştirel bir duyu olma niteliğinin köreltilmesi dünyanın bu tersyüz edilişini kolaylaştırmaktadır. Bresson’un “sinema, radyo, televizyon, dergiler dikkatsizlik okuludurlar. Görmeden bakar, işitmeden dinleriz” (Akt: Frodon, 2007:35) şeklindeki söyleminin dayanağı, görülür olanın zihinsel bir aktiviteye gerek bırakmayacak kadar gözü edilgin kılmış olmasında aranabilir. Farago “görme yeteneklerimizi mekanikleştiren ve bizleri kör eden alışkanlıkların ve rutin şeylerin dışına çıkmak için” Bunuel’in sürrealizme başvurduğunu söylerken, Bunuel’in bu edilgin bakışı aktif bir ilgiye dönüştürme çabasına dikkat çekmektedir (Farago, 2006:21).

İnsanın kendisiyle yüzleşmesi sorunu ise birçok varoluşçu filozof ve psikolog tarafından üzerinde en çok durulan konulardan biri olmuştur. Sinemanın Yaşar Üniversitesi Film Tasarımı Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sevcan Sönmez’e ait olan bir çalışma sinemanın bu işlevine ilişkin önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır. Sönmez ‘Filmlerle Hatırlamak’38 adlı kitabında toplumsal travmalarla filmler aracılığıyla nasıl yüzleşebileceğimizi göstermiştir. Yası tutulmayan olaylarda insanların asla iyileşemeyeceği bilgisinden yola çıkan Sönmez, aralarında ‘Press’, ‘Yazı Tura’, ‘Salkım Hanım’ın Taneleri’ nin olduğu 9 travma filmini incelemiştir. Kendimizle yüzleşebilmek adına filmlerin

38 Toplumsal Travmaların Filmleri Akademik Çalışma Oldu. Ocak 2016<http://www.hurriyet.com.tr/toplumsal-

113

gerçekliğin güvenilir temellerine daha çok dayanması gerektiğini dile getirmiştir. Bu, çağın toplumsal vicdanını sorgulayabilmek için zorunlu görülmektedir. Sinemanın yüzleştirme işlevi oldukça önemlidir. Öyle ki; Erkılınç (1993) Yeni gerçekçilik akımının İtalya’da büyük kitleleri harekete geçiremeyişinin nedenini, insanların gerçekliğin acı yüzüyle karşılaşmaya tahammül gösterememesi ve bu gerçeklik karşısında değişime yol açabilecek eleştirel bir tutum alamaması olarak görmektedir.

Tarkovsky’nin ‘Solaris’ filminde vantilatörün önüne konduğu için rüzgardan kıpırdayarak ses çıkaran kağıtların, bilinçli olarak yaprak seslerini çağrıştırdığı için oraya konmuş olduğunu görmek, bir yaprak sesini bile özleyecek ekolojik yoksunluğa gelmiş olma olasılığının korkunç duygusuyla yüzleştirir bizi.

Birinci bölümde özellikle üzerinde ayrıntılı durulan konu sanatın en önemli işlevlerinden birinin insanı sorgulamaya yönlendirmesi olduğuydu. Sanat insana ilişkin bir içsel gerçekliği, iç dünyamızın ve anlam arayışımızın nasıl olduğunu ya da nasıl olması gerektiğini açıklamasa bile, insanı bu gerçeklikle yüzleşmeye, bu gerçekliği sorgulamaya yönlendirmelidir.

Bundan yoksun olan beyinler ise görsel haz odaklı bakış açılarıyla Erkılınç’ın (1993) ifadesiyle “içlerinin boşluğuyla özdeşleştirdikleri” filmleri tercih etmeye devam edeceklerdir.

2.3.5.3. Mcquail’in Araştırmasına Dayanan İşlevler

Fiske McQuail tarafından, genel olarak medya ve özelde filmlerin işlevine ilişkin olarak ortaya konan 4 kategoriyi aktarır. Bunlar;

1. Oyalanma: Gündelik yaşamın sınırlandırmalarından kaçış, sorunların verdiği

sıkıntılardan kaçış ve duygusal boşalmadır.

2. Kişisel ilişkiler: Burada vurgulanmak istenen medyanın, yalnız yaşayan insanlara

evlerinde arkadaşlık etme ve üzerinde konuşulacak konular sağlamak anlamında toplumsal bir fayda sağlamasıdır.

3. Kişisel Kimlik

Kişisel referans: İzleyici kendi yaşamıyla ilgili bir deneyimi hatırlar ya da gördüğü insanları

tanıdıklarıyla karşılaştırır.

114

Değer pekiştirme: Sevginin önemine ilişkin bir vurgu kişinin bu konudaki değer duygusunu

pekiştirir.

4. Gözetim İşlevi: Bu ise içinde yaşadığımız dünyanınkarmaşasına karşı kontrolün

elimizde olduğunun bilinmesine ilişkin koruyucu bir işlev sağlar (2003:198-199).