• Sonuç bulunamadı

Sanat Eğitimi ve Empati Yeteneği Arasındaki İlişki

BÖLÜM I. SOSYAL HİZMET VE SANAT

1.5. Sosyal Hizmetin Temel Kavramlarının Sanat ile İlişkisi:

1.5.5. Empati

1.5.5.2. Sanat Eğitimi ve Empati Yeteneği Arasındaki İlişki

Bellous yapmış olduğu farklı bir empati tanımlamasında empatiyi estetik, ilişkisel ve ahlaki empati olarak üçe ayırmış ve estetik empatiyi “sanatsal bir metnin ya da sanatın bir objesinin içeriğini anlama çabası” olarak tanımlamıştır.25

Lipps ise empatinin alanını genişleterek dört çeşit empati objesi belirlemiştir: insanların psikolojik yaşamı, hayvanların ruhu, doğa ve sanat eserleri (Akt: Coşkun,2015). Bu da gösteriyor ki sanat eserlerini anlamak ve empati yeteneği arasında bir ilişki vardır.

“Sanat eğitimin temel amaçlarından biri bireye görmeyi, işitmeyi, dokunmayı, tat almayı öğretmektir. Çevresini hakkıyla algılayıp onu biçimlendirmeye yönelmek için bu gerekli ilk koşuldur. Yalnızca bakmak değil “görmek”, yalnızca duymak değil “işitmek”, yalnızca elle yoklamak değil, “dokunulanı duyumsamak” yaratıcılık için ilk aşamalardır.” (Akt: Mercin ve Alakuş, 2007)

Kuçuradi (1997:35) eğitimden beklenenin “kişilerin insallaşmasına yardımcı olmayı” olduğunu dile getirmiştir. Bu ise insan olmanın ne demek olduğunun; yani, insanın tür olarak ne gibi olanaklara sahip olduğunun bilinmesini gerektirir. İnsanın değerine ilişkin gelişen farkındalık, insanın değerini koruyacak olan eylemin nasıl bulunabileceği konusunda yol gösterici olacak ve “insan insana” bir iletişimin yolları açılacaktır (Kuçuradi, 1997).

Orman (2014) ise sanatın böyle bir işlev üstlendiğine dikkat çekerek şu yorumda bulunmuştur: “İnsan kendisini ancak estetik olarak eğittiğinde, karakterini bu estetik ve sanatsal algı ve yaratıcılık içinde olgunlaştırdığı sürece, gerçek anlamda insan olur”.

Gülru Necipoğlu’yla “Türkiye’de Mimarlık ve Mimarlık Tarihi Eğitimi” Üzerine

yapılan bir söyleşide Necipoğlu bu eğitimin önemine şu şekilde değinmiştir:

“İtalya’da insanların daha doğuştan zevkli olduğu zannediliyor, ama çocuk yaştan kendi tarihlerini ve sanat ile mimari tarihlerini öğrenmeleriyle biçimlenip inceliyor bu zevk. Michelangelo’yu, Leonardo’yu daha çocukken öğreniyorlar, müzelere gidiyorlar, eski

87

mimari eserlerini hocalarıyla ziyaret ediyorlar ve böylece bir duyarlık geliştiriyorlar… …Herhangi bir köyü gez, müthiş bir zevk ve uyumluluk göze çarpıyor, ama bu bilgiyle ve eğitimle oluyor, doğuştan İtalyanlar zevkli yaratıldı diye değil.” 26

Sanat eserlerinde “empati” kavramını araştıran çalışmalar yapan Dökmen (2013) sanat eserlerinin psikoloji açısından önemini şu şekilde ifade etmiştir: “Tiyatrolarda, masallarda- ve benzeri eserlerde- sergilenen kişilerarası iletişimler, psikolojideki mevcut veri toplama teknikleri ile elde edebileceğimiz verilerin ötesinde bir takım verilerle tanışmamıza fırsat sağlayabilir. Bu veriler insanı anlama çabalarımıza katkıda bulunacaktır.” Dökmen sanat yoluyla insan dünyasının anlaşılır kılınabileceğine dair yapmış olduğu açıklamayla, sanat yoluyla empati kurma yetisinin geliştirilebileceğini de dile getirmiş olmaktadır. Uluslararası Sanat Eğitimi Birliği (NAEA) ise empati kurmayı kolaylaştıran bu sanatsal etkiyi şu şekilde açıklamaktadır:

“Sanat bireyde değerler sisteminin oluşmasını sağlamaktadır. Sanat eğitimi, bireylerin çevrelerinde olan olayların ve nesnelerin veya sembollerin anlamlarını anlayabilmeleri için gerekli olan becerileri kazanabilmelerine yardım eder. Bu yüzden sanat eğitimi, aynı zamanda genel eğitim programlarının bir tamamlayıcısıdır da” (NAEA,1994:3 akt: Mercin ve Alakuş, 2007).

NAEA’nın yapmış olduğu bu tanım, sanatın insanın değerinin bilgisine ilişkin somut örnekler sunmasını ön plana çıkarmakta, sanatı değer bilincinin gelişimini sağlamada önemli bir araç olarak göstermektedir. Sanat eserlerinde gösterilen bu temsile örnek vermek gerekirse: Camus’nün ‘Veba’ adlı kitabındaki Dr.Rieux karakteri bir kişilik özelliği olarak etik özgürlüğün somut bir örneğini sunmaktadır. ‘12 Öfkeli Adam’ filmindeki jüri üyesi de yine bu tür bir karaktere dikkat çekmektedir. Film aynı zamanda etik özgürlüğünü gerçekleştirememenin, sorgulanmamış, genel değer yargılarına göre kararlar vermenin neden olabileceği ezbere değerlendirmelerin yıkıcı sonuçlarını göstermesi açısından önemlidir.

26 Gülru Necipoğlu’yla “Türkiye’de Mimarlık ve Mimarlık Tarihi Üzerine” Söyleşi.Hilal Uğurlu-Gülru Necipoğlu.

88

Ayrıca; Simon ve Hicks, sanatın kullanımının öğrenciler ve uygulayıcılar için farklı yollarla öğrenmeyi desteklediğini belirtmiştir. “Sanatın keşfi, bilmek ve anlamak için farklı yolların bulunmasında yeni kapılar açabilir” (Akt: Letchfield ve diğ., 2014:683).

Tüm bu değerlendirmeler gösteriyor ki, insanın yaşamının anlamı sorunu etikle doğrudan bağlantılıdır. Çalışmanın daha başlarında pozitivizme getirilen eleştirilerin bilimin etikle olan bağlarının koparılmasıyla ilgili olarak ele alınması bundan dolayıdır. Modern düşüncenin insanlık için yarattığı en büyük tehlike bilimden, sanattan ve nihayetinde hayattan insan varoluşuna dayanan değerleri koparması olmuştur. ‘Kendini Savunan İnsan’ kitabında Fromm ahlak felsefesinin ruhbilimden ayrılmasının sakıncalarını şu şekilde ifade etmiştir: “Ruhbilimi doğal bir bilim olarak kabul ettirme girişiminde bulunan psikanaliz, onu felsefe ve etiğin sorunlarından ayırmak gibi bir yanlışa düşmüştür. İnsana bütünlüğü içinde bakmadığımız taktirde insansal kişiliğin anlaşılamayacağı gerçeğini bilmezlikten gelmiştir” (1982:16).

Bilimsel tüm buluşlara ve ilerlemeye karşın insanlığın ilerleyememesinin nedeni birçok düşünür tarafından bilimdeki bu eksik yönle ilgili olarak ele alınmıştır. Çünkü değerin ve ahlaksal çatışmaların doğasını kavramadan, insanı ve onun duygusal ve düşünsel tedirginliklerini anlamak olanaksızdır (Fromm, 1982:17). Bundan dolayı da doğaya ve nesneye ilişkin bilgilerimizin çokluğuna karşın kendimize, nasıl yaşamamız gerektiğine ve nasıl özgürleşebileceğimize ilişkin bilgilerimiz eksik kalmıştır. Çünkü insan bilimlerinde insan dünyası için anlamlı olan kavramların ihmal edilmesi, ortaya konan bilgilerin de insan dünyası için ne derece anlamlı olabileceği sorusunu beraberinde getirmektedir. Bu durum, insan bilimlerini yeni yöntemler aramaya iten önemli bir etken olmuştur. Çünkü nicel araştırma geleneği içinde ortaya konan bilgiler, artık insan dünyasını anlamlı kılacak içerikten yoksun görülmektedir. Bilim, bir yanıyla insanlığı ileriye götürme hedefinde olan bir insan başarısı olarak tanımlanırken bunu başaramamış olduğunun görülmesi bilimsel yöntemin sorgulanmasına neden olmuştur. Etik kuralların insan varoluşundan türetilmesi ve bu değerlerin onun yapı özelliği olarak ele alınması ise; insan bilimlerinde yöntem sorununu çözülmesi gereken bir problem haline getirmiştir. Çünkü insan varoluşuna ilişkin bilgi yine insan bilimleri tarafından ortaya konmaktadır. İnsan bilimlerinin bu değerleri göz ardı etmesinin yarattığı “varoluşsal boşluk” (Frankl, 2013) “insanın yüzünün silinmesine” (Kuçuradi,1997) neden olmuştur. Bunun sonucu insanın artık amaç koyan, seçim yapan, yaşamına değerlerin yön verdiği bir varlık olduğunu unutması, yaşam unutkanlığıdır.

89

Sanat alanında yapılan değerlendirmelerde de görülen sanatın da aynı boşluğa düşmüş olduğudur. İçimizdeki boşluk ve anlamsızlık duygusu, kaotik bir biçimde kendisini ancak eğlence kültürünün yanılsamaları arasında varedebilecek bir sanat anlayışının gelişmesine neden olmuştur. Bu durum etiğin sadece insan eylemleriyle değil, aynı zamanda onun sanat ve bilim gibi başarılarında da önemini ortaya koymaktadır. Etiğin hem yaşamla hem de sanatla olan bu bağlantısı, yaşamın estetik algısında önemli bir etken olarak görülmektedir. Çünkü “sanat olarak yaşam anlayışının” temelini üstün değerler tarafından belirlenen eylemlerimiz oluşturmaktadır. Eğer söz konusu olan sosyal hizmet gibi uygulamalı bir bilimse, bu bilimin sanatsal yönü uygulayıcının teorik bilgilerini, insana karşı duyduğu empati, sevgi, ilgi gibi beceri ve değerleriyle uyumlu bir şekilde uygulamaya aktarabilme olanağından kaynaklanmaktadır.

Sosyal hizmetin sanatsal yönü bilgi, beceri ve değer konusunda sanatla ortak olan yönlerinden kaynaklanmaktadır. Bu, bir bilim olarak sosyal hizmetle sanat arasında yöntem, amaç, işlev, görev bakımından kurulan benzerliklere dayanmaktadır.

Örneğin Camus’nün (Akt:Savaş, 2003:122); “sanatın amacı anlamaya çalışmaktır, yani insanın kendisini, diğer insanları ve çevresini, özetle yaşamı anlamaya çalışmaktır” söyleminden yola çıkılarak sanat ve sosyal hizmetin “insanı anlama” noktasında amaçsal bir ortaklık taşıdığı söylenebilir.

Sanatın önemli görevlerinden biri de insanın özgürce karar verebileceğini, istendiği ve gereksindiği durumları yaratabileceğini göstermektir (Ficher,2005:200). İnsanın seçme özgürlüğünün olduğunun kabulünün yanı sıra, özgür seçim yapmasını sağlayacak bilince ve kaynaklara ulaşmasını temel hedef olarak belirleyen sosyal hizmetin görev anlamında da sanatla benzer nitelikler taşıdığı söylenebilir.

Bir diğer örnek: Sanatta ve sosyal hizmet uygulamalarında önemli bir kavram empatidir. Kohut gibi Davis’de, Rogers’ın empati tanımından yaptığı çıkarsamalarla, empatinin kendisinin iyileştirici bir güce sahip olduğunu düşünmektedir (akt:Kohut,2004; Davis, 2015). Bu tür bir ilişkinin terapötik etkisi ise; bu bilimlerin iyileştirme sanatı olarak adlandırılmasına neden olmaktadır.

İyileştirme sanatı, kısmen, bireyin kendisini terapötik kullanmasından veya hastaları için terapötik olarak varolmasından oluşur. Bu varoluş, tek başına bilgi veya beceriden daha

90

fazla olup, aynı zamanda terapistin hastaya şefkatle ilgi göstererek onu anlamaya ve güvenine layık birisi olduğunu da içerir. (Akt: Davis,2015)

Sanatla terapi arasında kurulan bu bağlantı sanatın dönüştürücü işlevinden, yani sanatın da terapi gibi insanda iyi yönde bir değişime neden olduğu kabulünden yola çıkılarak yapılmaktadır. Kaban bu benzerliği şu şekilde açıklamaktadır: “Sanat ve terapi arasında bir benzerlik vardır: Her ikisi de ‘içe atılmış’ hayatların, gerçek dünyadaki insanların, düşüncelerin ve gerçekliğin yeniden var edilmesi veya yapılandırılmasıdır” (Kaban, 2015).

Tüm bu değerlendirmeler göz önünde bulundurulduğunda sanat ve sosyal hizmet arasında kurulan bağın düzeyine ilişkin bilgimizi derinleştirebiliyoruz. Görülen o ki; sosyal hizmet ve sanat arasında kurulan bağ, sanatın yöntemi, amacı, işlevi ve empati, farkındalık gibi çeşitli ortak kavramları düzeyinde gerçekleşmektedir. Diğer önemli bir bağ ise etik değerlerdir.

Sanat alanında hem bir yapıt yaratmak hem de o yapıtı değerlendirme konusunda değer bilgisi gerekmektedir. Sanatın değerlerle olan bu ilişkisinin, insanın değerinin bilgisiyle gerçekleştirilen eylemlerin de sanatsal niteliği olabileceği gibi bir çıkarsamaya neden olduğu görülmektedir. Fromm’un (1982) bir sanat olarak yaşam anlayışını yitirmemizin nedenlerini araştırırken modern insanın değer ölçütü yokluğuna vurgu yapması bundan dolayıdır. Çünkü modern toplumda insanın yeni değer ve normlarının kaynağını insanın varoluşundan kaynaklanan değerler oluşturmuyorsa, bu yeni değerlerin ölçütlerini makinalar ve maddi başarı karşısında hissedilen zafer duygusu olacaktır (Fromm, 1982). Trevanian’ın da romanında belirttiği gibi “herşeyin bir fiyatı varsa en başarılı insan, en iyi pazarlık edebilen insandır” (2007:184).

Sosyal hizmet ve genel olarak insan bilimleri için yapılan sanatsal değerlendirmelerinin diğer bir dayanağı ise; estetiğin Baumgarten tarafından ortaya atılan ilk anlamının, sadece sanatı değil, insana ilişkin tüm duyum ve algı dünyasını içerecek şekilde belirlenmiş olmasıdır. “Estetik bilinçlenme”, “estetik bilme” ve “estetik yaşam” olarak ortaya konan çerçevelerin değer temeli, insan eylemlerinin estetik bir değerlendirmesinin yapılabileceği düşüncesini doğurmuştur. Ancak bu da etiğin sorularına estetiğin kavramlarıyla cevap verme girişimi olarak doğru bir değerlendirme olarak görülmemektedir. Estetiğin sanat alanında yapamadığını etik alanında gerçekleştirmesini beklemek çok gerçekçi bir beklenti olarak görülmemektedir.

91

Sosyal hizmetin de sanatın da odağının insan olması, amaçlarının daha iyi bir dünyanın koşullarının yaratılmasında farkındalık yaratmak olması, bu her iki insan başarısının da bilgi ve değerlerin ayrılmaz bütünlüğüne vurgu yapıyor olması bizi sosyal hizmetin bir sanat olduğu sonucuna götürmez. Olsa olsa “insanın değerleri” olarak adlandırılan tüm bu başarıların temelinde “insanın değerli olduğunun kabulünün” (Kuçuradi, 2013:40) olduğu sonucuna götürür. Bilim de sanat da “insanın değerleri”dir ve bu iki insan başarısının değerini ortaya koymak onların insan yaşamındaki yerleriyle ve insanlık için ifade ettikleri anlamla ölçülür. Bilimin insanlığın sorunlarına ilişkin ahlaki sorumluluğunun altını çizenlerin sanatçılar27 olması ise; sanat ile bilim arasındaki ilişkiyi güçlendirecek olanın yine değerler olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

Sanat yapıtlarının empati yetisini ve değer bilincini geliştirmeye katkı sağlayan nitelikleri ise, sanat yapıtlarının eğitimde nasıl önemli bir araç haline geldiğini göstermektedir. Bundan dolayı çalışmanın bundan sonraki bölümünde şimdiye kadar kurduğumuz bağlantıları somutlaştırmak adına sinema sanatı ele alınarak sosyal hizmet için sanatın ifade ettiği anlam, bu sanatın olanaklarından yararlanılarak açıklanmaya çalışılacaktır. Sanatın kurucu öğesi olan değerlerin sinema sanatıyla bağlantısı üzerinde de bu bölümde durulacaktır. Ayrıca sosyal hizmet eğitimlerinde filmlerin nasıl kullanılabileceği ve bu kullanımın sosyal hizmet eğitimine sağlayabileceği katkı hakkında da bir değerlendirme sunulacaktır.

27 Örneğin Tolstoy bilimden beklenmesi gerekenin, fahişeliğin insanlıkdışılığını, çocukların nasıl eğitileceğini, toprağın

nasıl işlenip kullanılacağını, yani insan hayatı için önemli ve anlamlı olan sorunlara ilişkin bir bilgi ortaya koyması, olduğunu belirtmiştir. Bkz. Tolstoy (2004), Sanat Nedir?. Sinema sanatından bir başka örnek ise Lorenzo’nun Yağı (George Miller-1992) filminden verilebilir. Oğulları ALD hastası olan bir ailenin mücadelesinin anlatıldığı filmde bilim dünyasının hastalığa kayıtsızlığı anlatılır. Amerika’da patates kızartması boğazına takıldığı için ölen çocukların daha çok sayıda olması ise bu kayıtsızlığın bir nedeni olabilmektedir. Yaşanmış olaylara dayanan filmde bilimadamları birçok farklı yönüyle eleştirilir. Atom bombasını yapmak için biraraya gelebilen bilimadamlarının bir çocuğun hayatını kurtarmak için de biraraya gelebilmesi gerekliliği bu eleştirilerin en çarpıcı olanlarındandır.

92