• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II. SOSYAL BİLİMLERİN SİNEMA İLE İLİŞKİSİ

2.4. Sosyal Bilimler ve Sinema

2.4.5. Sosyal Hizmet ve Sinemada Toplumsal Gerçeklik

Filmlerin sosyal hizmet açısından önemi sinemanın ayna işleviyle doğrudan bağlantılıdır. Çünkü Kamil Orhan’ın da belirttiği gibi “filmler bilimsel araştırmaların nihai araştırma verileri sayılmasa da, temsillerimiz gibi sosyal pratiklerimizin bir yansımasıdır” (Orhan, 2010:134) . Bu yansıma soyut kavramların somut görsel tasvirlerle tanımlanmasını ve değerlendirilmesini sağladığı, düşünmesi için beyinleri kışkırttığı sürece öğretici bir niteliğe de sahiptir.

Sinemanın sosyal hizmetle ilişkisi sinemaya sosyal sorunların girmesiyle daha da belirgin bir hale gelmiştir. Örneğin Fransa’da yayınlanan ‘Le Sociographe’ dergisi yer verdiği 1922 yılına ait Chaplin’in bir fotoğrafının altına “ilk sosyal temalı filmler?” şeklinde bir soru cümlesi yazmıştır. Chaplin modernizm, yoksulluk, işsizlik, toplumsal yozlaşma, yabancılaşma gibi sosyal birçok konuda filmler üretmiştir. Ancak sosyal sorunların konu alındığı daha eski filmler de bulunmaktadır. Sinema tarihinin bilinen ilk kadın yönetmeni olan Alice Guy’un ‘Feminizmin Sonuçları’ (Les Resultats du Feminisme,1906) filmi, fenimist düşüncenin rolleri tersine çevirerek, erkeklerin kadın kadınların ise erkekler gibi davranmalarına yol açtığını komik bir şekilde anlatır. Filmde erkeklerin şapkalarına çiçek taktığı, kadınların ise kendi aralarında kavga ederken erkekler tarafından ayrılmaya çalışıldığı görülür. Film sinema tarihindeki ilk antifeminist propaganda filmidir.43 Bu

43 Les Résultats du féminisme: Le Premier film contre la théorie du genre. Şubat 2016< http://www.breizh-

121

anlamda Chaplin sosyal sorunlara ilk değinen yönetmen olmamakla birlikte, sosyal gerçekliği en cesur, gerçekçi ve bütüncül şekilde yansıtan yönetmenlerin başında gelir.

Sosyal gerçekliğe ilişkin sorunların filmlere konu olması dünyadaki ekonomik bunalımların artmasıyla gerçekleşmiştir. Başka bir deyişle günlük hayatın sorunları sinemaya, sinemanın artık bunlara yüz çeviremeyecek bir boyuta vardığında girmiştir. Örneğin 1929 ekonomik bunalımı Hollywood sinemasına sosyal nitelikli filmleri kazandırmıştır. King Vidor’un ‘Günlük Ekmeğimiz’ (Our Daily Bread,1934) ve Steinbach’ın ‘Gazap Üzümleri’nin (The Grapes of Wrath,1940) sinema uyarlaması bunlara örnek olarak gösterilebilir. Aynı şekilde iki büyük savaş sonrası politik baskının yok olması, yeni bir sosyal düzene geçiş ve bilinçli bir ekonomik anlayışın etkisiyle sinema çevresi yaratıcılığına ve gerçekleri ortaya dökme olanağına kavuşmuştur. Örneğin, Türk sinemasında gerçekçiliğin ortaya çıkışı 1961 anayasası sonrasına denk gelir. Bu anayasanın sağladığı temel hak ve özgürlükler sanatçılara daha özgür hareket etme olanağı sağlamıştır. Bu özgürlük sayesinde toplumsal sorunlar daha rahat bir şekilde perdeye yansıtılabilmiştir. Sinemanın sosyal sorunlar üzerinde düşünmeye yönlendirme işlevi bu şekilde ortaya çıkmıştır. Savaş sonrası açlık, yoksulluk, işsizlik buna bağlı olarak gerçekleşen intihar olayları gerçekliğe ilişkin bir eleştiri getirmeyi zorunlu kılmış ve bu eleştiri sinemada yeni gerçekçilik akımıyla en önemli seviyeye ulaşmıştır.

Kasım ve Atayeter (2012) ‘1960’lı yıllarda Türk sinemasında Toplumsal Gerçeklik’ adlı çalışmalarında göç, yabancılaşma, yoksulluk, gecekondulaşma, kadının rolü, grev gibi konulara ilişkin özgün örnekler olan filmlere yer verir. Bunlardan ilki Vedat Türkali’nin senaryosunu yazmış olduğu ‘Karanlıkta Uyuyanlar’ (1965) , sendika ve emekçi sorunlarını ele alan ilk Türk filmidir. ‘Gecelerin Ötesi’ (1960) toplumsal eleştiriyi en etkin şekilde uygulayan ilk toplumsal gerçekçi Türk filmidir. ‘Bir Yudum Sevgi’ (1984) ise kendisinden beklenen toplumsal rolleri hayatını hiçe sayarak kabullenmek yerine kendi beklentileri için savaşan bir kadının mücadelesini anlatır. Bu anlamda sinema tarihimizde ataerkil değerlerin eleştirisinin ve reddinin ilk örneklerinden biridir. Gecekondu yaşamı, eril düzene karşı çıkış, maddi ve manevi yönden özgür olabilmenin koşulları üzerinde bir sorgulamayı zorunlu kılar.

Yeni gerçekçilik akımı toplumsal sorunlar üzerine düşünmesi, bu sorunları eleştirel ve nesnel bir şekilde yansıtması ve kendine özgü bir sinema dili oluşturmaları açısından önemlidir. Savaş sonrası gerçekçiliğe dönmeyi tercih eden Alman sinemasının gerçekliği günlük yaşamın klişelerinin ve sıradan insanın psikolojisinin yüzeysel bir çözümlemesinin

122

ötesini geçememişken, İtalyan yeni gerçekçiliği “gerçeğe olan gereksinimini yaşamsal bir olgu olarak” (Erkılıç, 1993:242) savunmuştur. İtalya’da bu filmlerde bireyin duygusal yapısı sosyal koşullar ile bir bütün içinde verilmiştir. En önemli sorunlardan biri olarak ise yoksulluk konusu işlenmiştir. Yeni gerçekçiliğin yoksulluğu çok fazla konu edinmesi eleştirisine karşılık gerçekçilik akımının yönetmenlerinden Zavattini, akımın amacını da içeren şu açıklamayı yapmıştır:

“Yeni Gerçekçiliğin yalnızca yoksulluktan söz ettiği söyleniyor. Yoksulluktan başladık, çünkü o çağımızın en canlı gerçeklerinden biridir. Bunun tükendiğini sanmak da büyük bir yanlıştır. Yoksulluk temeası için, insan ömrünü tüketebilir. Yeni gerçekçilik çözümler sunmadığı, yeni yollar göstermediği için suçlanıyor. Bir kere çözümler tasarlamak sanatçının işi değildir. Çözümlerin zorunluluğunu göstermek bile sanatçı için yeterlidir. Üstelik, ‘Yeni-Gerçekçi’ filmlerin her anı bu suçlamaya karşı verilmiş yanıtlardır. Akımın bireysel sorunlara yönelmesi küçük olaylara el attığı şeklinde değerlendirilebilir, yanlıştır. Sorunların bireysel olması, çözümlerin toplumsal olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu, her insanın sorumluluğunu bilmesiyle aşılabilir. Akımın amacı da budur: Herkesi güçlendirmek, her bireyi insan olduklarının bilincine ulaştırmak” (Akt: Erkılıç, 1993:53).

Zavatti’nin açıklamış olduğu temel prensipler filmlerin sosyal hizmet açısından niçin önemli olduğuna ilişkin oldukça açıklayıcıdır. Çünkü yeni gerçekçilik akımında filmler aracılığıyla sorunların bireysel değil toplum ve çevreyle ilişkili olarak bir değerlendirmesi yapılmaktadır. Hiç de insani olmayan koşullarda sürdürülen yaşam; bir zorunluluk, kişisel yetersizlik, talihsizlik, kader ya da tanrının gazabının sonucu bu hale gelmiş değildir. Nedenleri bilmek ise onu değiştirebilmek için en güçlü silah olduğu için yeni gerçekçilik akımını benimseyen Visconti gibi yönetmenler sosyal süreçleri çözümlemeye ve filmleri aracılığıyla bunları göstermeye çalışmışlardır.

Yeni gerçekçilik akımı sosyal sorunları ele alırken bunların bireysel hatalar olarak ele almayarak aslında bireysel kurtuluşun da olamayacağını dile getirmektedir. Bundan dolayı bu filmler sorunların çözümüne ilişkin daha gerçekçi ve bütüncül bir bakış açısı sunmalarından dolayı sosyal hizmet ve özellikle makro düzeyde değişimler yaratacak

123

uygulamalar için önemli yol göstericiler olmuşlardır. Çünkü söz konusu olan gerçeği yansıtmak değil onu dönüştürebilmektir. Bundan dolayı filmlerin sosyal hizmet açısından önemi, işlevleri ve eğitimde filmlerden yararlanma olanakları üçüncü bölümde ayrıntılı olarak araştırılacaktır.

124