• Sonuç bulunamadı

2. TÜRKİYE’DE HABER ÜRETİM SÜRECİNDEKİ BAŞLICA

2.1. HABER ÜRETİMİNE İKTİSADİ VE SİYASİ MÜDAHALE

2.2.1. Siyasal iktidar

Devletin ne olduğu konusunda liberal ve marksist görüş arasında farklar vardır. Liberal teori devleti farklı çıkar grupları arasında siyasi bir hakem olarak görürken, marksizm, devleti egemen sınıfların çıkarlarını gözetmek durumunda olan bir aygıt olarak değerlendirir. Bu görüş doğrultusunda da devlet genel çıkarları temsil eden tarafsız bir güç değildir. Aksine, tüm insanların değil, baskın sınıfın çıkarlarını gözetir (Hall ve Ikenberry, 2000: 19). Devlet gücünün altyapısal boyutu, yani topluma nüfuz etme ve sosyal ilişkileri örgütleme yeteneği oldukça önemlidir. Devletin gücü, karar verme aşamasındaki seçeneklerin çoğaltılmasıyla en yüksek noktaya ulaşır. Esnek olabilme kapasitesi, müdahale etme, geri çekilme, reform ya da kaçınma, devletinelindedir (Hall ve Ikenberry, 2000: 144). Yasama, yürütme ve yargı üçlüsü devletin hükümdarlığını ve devamlılığını sağlıklı yürütmesini sağlar. Devlet erki, bu gücünü ve yapabilme yetisini siyasal iktidar aracılığı ve yasalar ile yürütür. Parlamenter demokrasi rejimlerinde ulusal meclislerde çoğunluğu sağlayan ve yürütme organı içinde hükümeti kuran siyasal iktidar, halk adına uygulamaları yapmaktan sorumludur.

Toplumu oluşturan farklı çıkar gruplarının, konumlarını oluşturmak için toplumsal, ekonomik ve siyasal değişim ve dönüşümleri takip etmeye nasıl gereksinimi varsa, devlet erki ve siyasal iktidarın toplumun tüm kesimlerinden daha fazla bu gereksinimi olduğu gözlemlenmektedir. Medyanın kontrolü, enformasyonun elde edilmesi, işlenmesi ve yorumlanarak topluma sunulması işlemleri yaşamsal önemdedir. Ne var ki bu alanda geçen yüzyılda rakipsiz olan siyasal iktidara çok önemli bir rakip çıkmıştır. Küresel şirketler, yatırım yaptıkları ve her geçen gün teknolojik değişimle birlikte zemin kazandıkları iletişim mecrasında siyasal iktidarlar ve devletler ile müzakere sürecine girmişlerdir.

Golding ve Murdock’un işaret ettiği devlet ve hükümet müdahalesinin değişen rolü bu nedenden çok önemlidir. 1980’li yıllarında, önce ABD ve İngiltere’de uygulanmaya başlayan ‘kuralların kaldırılması’ (deregülasyon), devletin yayıncılık alanına müdahalesinin sınırlandırılması ve özellikle televizyon yayıncılığında kamu tekellerinin sonlandırılması süreci öne çıkmaktadır. İngiltere’de devlet ve hükümet müdahalesinin değişen rolüne odaklanan Golding ve Murdock, ilginç saptamalara

ulaşmıştır. İlk olarak ordu ve polis gibi devlet organları hem gözetimi sağlamak hem de kumanda ve kontrol sistemlerinden yararlanmak adına iletişim teknolojilerinin başlıca kullanıcıları olmuşlardır. İkinci olarak, hükümetler ve devlet kuruluşları; resmi istatistikler ve günlük basın bilgilendirmelerinden kamusal reklam kampanyalarına dek uzanan çeşitli türlerdeki kamusal bilgi ya da enformasyonun en önemli üreticileri haline gelmişlerdir. Üçüncü olarak, hem medya endüstrilerinin yapısına (sahiplik ve fiyat belirleme üzerindeki sınırlamalar aracılığı ile) hem de izin verilebilir kamusal anlatım dizisine ilişkin olarak (müstehcenlik, tahrik, ırkçı düşmanlık ve “milli güvenlik” gibi alanlarla ilgili düzenlemeler aracılığı ile)düzenleme yapabilme işlevlerini genişletmişlerdir. Sonuncusu, liberal demokratik hükümetler dolaylı olarak yani gazetelere katma değer vergisi uygulamayarak ya da doğrudan, çeşitli bağış biçimleri aracılığı ile kültürel etkinlik alanlarını fazlaca genişletmişlerdir (kamusal bütçeden maddi destek sağlamak yolu ile). Müzeler, kütüphaneler ve tiyatrolar için sağlanan paralardan, BBC’ye maddi kaynak sağlayan TV seti sahipliğine getirilen zorunlu yıllık ruhsat ücretlerine kadar uzanan geniş yelpaze, bu maddi desteği oluşturmak için üretilen kaynaklar olarak değerlendirilebilirler(Golding and Murdock, 1991: 24). Bu örneklerle İngiltere’de hükümetlerin kuralların kaldırılmasıpolitikaları yanısıra doğrudan ekonomik teşviklerle, kitle iletişimin denetlenmesinde önemli bir rol üstlendiği anlaşılmaktadır.

Siyasal iktidarlar, toplumları yönetmek ve yönlendirmek için gün geçtikçe daha çok medya gücüne ihtiyaç duymaktadır. Bu yönlendirme işlemine günümüzde kısaca “toplum mühendisliği” denilmektedir. İktidarlar bu uğraşta en güçlü aracın medya olduğunun farkındadır. O nedenle kafa yorup, ince planlanmış stratejiler üretmekte ve medyayı ele geçirmek için uzun mesailer harcamaktadırlar (Mavioğlu, 2012: 2). Türk medyasının siyasal iktidarlarla ilişkisi ve medyanın iktidar taraftarı yayın yapması Cumhuriyet tarihi boyunca tartışılan bir konu olmuştur.

Tarihsel olarak Türkiye medyası siyasal iktidarın etkisinden ve iç ideolojik kutuplaşmalardan hiçbir zaman ayrı tutulmasa da, son on yılda yaşanan keskin bölünmeler ve aşırı siyasallaşmanın daha önce görülmemiş düzeyde olduğu söylenebilir. Türkiye’nin siyasal ve sosyal dönüşümden geçtiği bir süreçte ne derece kilit bir aktör olduğu bir kez daha anlaşılan medya, 2000’li yıllarda hükümet ile ordu arasında yaşanan gerginlikte ikiye bölünmüştür. Medya kuruluşlarının bu çatışmada

kimin yanında yer alacaklarına dair yaptıkları seçim, sadece bir siyasi tercih meselesi değil, aynı zamanda 1980’lerden bu yana süregelen sosyal, ekonomik ve siyasi dönüşümün de bir yansıması olmuştur. Birbirinin peşisıra veya eşzamanlı olarak gerçekleşen ekonomik liberalleşme, küreselleşme ve demokratikleşme süreçleri, kendisi de yapısal, teknolojik ve ideolojik bir değişimden geçen medya sektörü açısından çeşitli sonuçlar doğurmuştur (Kurban ve Sözeri, 2012: 15).

Medya-siyasal iktidar ilişkilerinde zaman zaman çatışmalar ortaya çıkmıştır. Bunların belli başlıları 1996 yılında RP-DYP koalisyon hükümetinin ana akım medyanın hükümete muhalefeti nedeniyle özendirmeyi (promosyon) yasaklama çabası, 2001 yılında Sabah grubu sahibi Dinç Bilgin’in cezaevine girmesi, 2002 seçimlerinde elinde bulunan medya örgütlerini de kullanarak genel seçimlerde %7 civarında oy alan Genç Parti başkanı Cem Uzan’ın seçim sonrasında tasfiye olması sayılabilir. Son yıllardaki en açık örnek ise AKP ile Doğan grubu arasındaki gerilimdir. 2002 yılında yapılan genel seçimler sonrasında iktidara gelen AKP ile Doğan grubu 2008 yılına kadar iyi ilişkiler kurmuş, Doğan grubunun 2005 yılına kadar ödemesi gereken POAŞ borcu, AKP hükümeti tarafından 2007 yılının sonuna kadar ertelenmiştir. Ancak Doğan grubu medyasında Deniz Feneri Derneği’nin yurt dışındaki işçi Türk’lerden topladığı milyonlarca euro ile ifade edilen parayı Türkiye’ye yasadışı olarak aktarması nedeniyle Almanya’da açılan davaya geniş olarak yer vermesi ve bu olayı AKP hükümeti ile ilişkilendirmesi iplerin kopmasına neden olmuştur.

Medya-siyaset ilişkilerini inceleyen Adaklı’ya (2014) göre, AKP dönemi, medya şirketleri üzerinde kamu ilanları gibi desteklerden mahrum bırakmaya da devasa vergi cezalarıyla uygulanan ekonomik şiddetin ağırlığının arttığı bir dönem olmuştur. 2010’da Doğan grubuna kesilen 3,7 milyar TLvergi cezası ve Taraf gazetesinin eleştirel tutumuna karşılık yaşadığı ekonomik açmaz, iki önemli örnektir. AKP’yi destekleyen medya, 2007 yılından itibaren belirgin bir bünyeye kavuşmuş, medya üretiminin Batılı örneklerinde gördüğümüz rasyonel kâr mantığından oldukça uzak biçimde, kamu ihalelerine yoğunlaşmış, yayın organlarını tamamen iktidarın hizmetine sunmuştur (Adaklı, 2014: 19, 11.4.2014). Adaklı başka bir tespitte de bulunmakta ve sadece iktidar ile aynı dünya görüşlerini paylaşan medyanın yanısıra,

ticari kâr mantığıyla hareket eden liberal iş âleminin de, ekonomik çıkar karşılığı, iktidarla ilişkiye girdiğini örneklerle sergilemektedir.

Türkiye’de medya sektörüne yabancı yatırımcıları çekme girişimi hükümetin desteğiyle 90’lı yıllarda başlamış olsa da o dönemde lisans anlaşmalarının ötesinde bir gelişme gerçekleşmemiştir. Bu alanda hareketlilik telekomünikasyonda özelleştirmeler ve 2001 krizinden sonra el konulan medya kuruluşlarının satış sürecinde baş göstermiştir. 2002– 2008 yılları arasında Türkiye’de medya sektöründe 35 ulusal, 30 uluslararası düzeyde birleşme ve satın alma işlemi gerçekleşmiştir. Bunların en yoğun olduğu yıllar 2005 ve 2006 yıllarıdır (Sözeri ve Günay, 2012: 42). Türk medya sektöründe, birleşme ve satış işlemleri 2011 yılı sonrasında azalsa da sürmektedir.

Adaklı, 3684 sayılı RTÜK Kanunu’nun değiştirilmesi için başta Doğan grubu olmak üzere medya şirketlerinin kamu ihalesine katılabilmeleri ve medya sermayesine yönelik hem ihale hem de hisse oranları sınırını kaldırmak için lobi faaliyeti yaptıklarını dile getirmektedir. Adaklı, 3 Mart 2011’de yürürlüğe giren 6112 sayılı yasaya kadar mevzuatın belirsiz, dolayısıyla sermaye açısından, özellikle yabancı ortakların güvensiz olduğuna dikkat çekmektedir.Lobiler sonucundagazetesi, televizyonu, radyosu, vesair medya şirketi olan her sermaye grubunun rahatlıkla kamu ihalelerine girebilir olduğu ve bunun nedeninin, sermayenin ortak çıkarları için yürüttüğü politik girişimler olduğunu iddia etmektedir. Adaklı’ya göre, Çalık ya da Kalyon gruplarının “işbirlikçi kartel” yapıları olarak, medya gibi hassas bir sektöre girebilmelerinin nedeni, gerekli hallerde bütün ayrılıklarını bir yana bırakıp inşaat, taahhüt, enerji gibi stratejik yatırımların önünü açabilecek politik girişimlere destek vermeleridir (Adaklı, 2014: 20, 11.4.2014).

Türkiye’de medya pazarı içinde finansal ve politik gücü barındıran son derece rekabetçi bir alandır ve 2000’li yıllar itibariyle diğer sektörler arasında başat bir konum kazanmıştır. Türkiye’de rekabetin korunması ve pazarda çok seslilik için, AB’nin Roma Antlaşmasının 81.ve 82. maddeleriyle uyumlu şekilde 1994 yılında yürürlüğe giren 4054 sayılı kanun yasal bir temel oluşturmaktadır. Ancak bu kanunla kurulan Rekabet Kurumu bu konuda pasif bir konumdadır (Kurban ve Sözeri, 2012: 24). Türkiye’de kurumsal yapısı oturmamış örneklerden birisi olan Rekabet Kurumu,

siyasal iktidarca yönlendirilmekte ve piyasa şartlarından daha çok, egemen siyasi ideolojiye yönelik uygulamalar yapmaktadır.

4054 sayılı kanun kapsamında Rekabet Kurumu, rekabeti engelleyici, bozucu ve kısıtlayıcı anlaşma, uygulama ve kararlar ile piyasaya hâkim olan girişimcilerin bu hâkimiyetlerini kötüye kullanmalarını ve rekabeti azaltacak birleşme ve devralma niteliğinde işlemler yapmalarını mercek altına almaktadır. Kurumun istatistiklerine göre 2008-2010 yılları arasında Rekabet Kurumu’nun medya sektörü ile ilgili almış olduğu kararların yüzde 50’sini rekabet ihlali, yüzde 33’ünü ise birleşme ve satın almalar oluşturmaktadır. Kurum, 5 Nisan 2011 tarihinde Doğan grubuna ait Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş., Doğan Gazetecilik A.Ş., Doğan Daily News Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.’nin ve iştiraki olan Bağımsız Gazeteciler Yayıncılık A.Ş.’ye reklam satışında uyguladığı indirimler ve medya planlama ajanslarıyla yaptığı anlaşmalarda hakim durumunu kötüye kullandığı gerekçesiyle oy çokluğu ile toplamda 6.500.000 (altı milyon beş yüz bin) TL para cezası vermiştir (Aktaran: Kurban ve Sözeri, 2012: 24). Rekabet Kurumu’nun Doğan grubuna verdiği bu cezaların, siyasi iktidardan bağımsız olmadığı, medya-siyaset ilişkilerinde ceza ve ödül araçlarının birlikte kullanıldığı kamuoyunda yaygın bir görüştür.