• Sonuç bulunamadı

3. TÜRKİYE’DE HABERCİLERIN ÇALIŞMA KOŞULLARI

3.2. HABERCİLERİN YASAL, İKTİSADİ, TOPLUMSAL VE SİYASAL

3.2.7. Sendikalar

3.2.7.1. Basın Sendikacılığı

Diğer mesleklerde olduğu gibi basın alanında çalışanların da haklarını korumak ve işverenle ilişkilerini düzenlemek için sendikalaşmaya gereksinmeleri vardır. Bir ülkede basının görevlerini tam anlamıyla yerine getirebilmesi için basın özgürlüğünün ve çalışanlarının temel gereksinmelerinin sağlanmış olması gerekir (Yücedoğan, 2000: 136).

Cumhuriyetin ilk yıllarında gazeteler ve gazeteciler her bakımdan (politik, ideolojik, ekonomik...) devlete tabiydi. Devlet desteği olmadan ayakta kalmaları mümkün değildi. Devlet 1936’da çıkardığı İş Kanunu ilegüçsüz olan ekonominin sorunlarını çözmek amacıyla, grevleri yasadışı kabul etmiş, düzenli maaşları garantilemiş, çalışma koşullarını düzenlemiş ve lokavtları yasaklayarak, emeğin politik haklarını sınırlamıştır. Özel sektörde fikir işçilerinin çalışma koşulları Borçlar Kanununun bazı hükümlerine tabi olmanın ötesinde işverenin eğilimlerine bırakılmıştır. Bu yıllarda mesleği yapanların çoğunun belirli bir süre çalışıp, sektörün koşullarının işgücünü değersiz kılan koşulları nedeniyle başka alanlara geçiş yaptıkları gözlemlenmektedir. Basın sektörü bu yıllarda zihinsel üretime yüklenen ekonomik-toplumsal değerin düşüklüğü içerisinde daha güvencesiz ve süreksiz bir iş alanı haline gelmiştir(Yücel’den akt. Seçkin, 2004: 100).

Birinci Basın Kongresi’nde 28 Haziran 1938 tarihinde kabul edilen 5311 sayılı Basın Birliği Kanunu gazeteci ve gazete sahipliği tanımlarını getirmiştir. Basın Birliği Kanunu’nun 26. maddesi gazetede çalışanlar ile gazete sahipleri arasında karşılıklı hak ve vecibelerin yazılı bir sözleşme ile belirlenmesini, 27. madde ise, akdin işçi ve işveren tarafından feshini ve kıdem tazminatı düzenlemesini kapsamıştır. Gazete çıkarmak için bankadan teminat istenmiş ve ruhsatname sistemine geçilmiştir. Basın Birliği Kanunu, basın üzerindeki denetimi yoğunlaştırmış; basının haber üretimi için veri toplayabileceği çevresini sınırlandırmıştır.

1952 tarihli ve 5953 sayılı Basın İş Kanunu, basın işlerinde çalışan gazeteciler ile bunların işverenleri arasındaki iş ilişkilerini İş Kanunu dışında ve ayrıca özel olarak düzenleyen ilk ve tek kanundur.5953 sayılı Kanun özel sektörde çalışan fikir

işçilerinin haklarını korumak amacıyla hazırlanmıştır (Özek’ten aktaran Uçak, 2011: 388).

10 Ocak 1961 tarihinde ise, basına yönelik düzenleme içeren 212 sayılı Kanun yürürlüğe girmiştir. Bu Kanunla işverenlere istihdam ettikleri gazetecilerin bilgilerini mahallin mülki amirliği, bölge çalışma müdürlükleri ile birlikte sendikaya bildirme zorunluluğu getirilmiştir. Sendika haklarıyla birlikte, gazetecilerin hak ihtilafı durumlarında iş mahkemelerine başvurma hakkı, kıdem esasına göre terfi etme hakkı kabul edilmiştir. Böylece, kıdem hakkı, ölüm tazminatı, gazetelerin kapanması durumunda gazetecilere tazminat verilmesi ve maaşların peşin ödenmesi hükümleri getirilmiştir. 212 sayılı Kanun, gazetecilerin sosyal haklarını geliştiren bir kapsama sahip olmuştur.

Nezih Demirkent’in Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın 19 Mart 1983’de düzenlediği “Basın Özgürlüğü ve Basının Sorunları” başlıklı panelde belirttiği gibi “Türk basını, zaman içinde emek yoğun bir sektör olmaktan çıkarak, teknolojiyi, dolayısıyla sermayeyi destekler olmuştur’’ (Seçkin, 2004: 106). Türkiye Cumhuriyeti’nde işletme sahiplerinin kâr-zarar çerçevesinde işletme politikalarını takip etmeleri basın sektöründe de giderek önem kazanmıştır. Emek perspektifinin giderek zayıfladığı bu ortamda, medya sahipleri medya piyasasını kontrol etmenin önündeki engellerden biri olarak işgücü piyasasını kontrol etme politikalarını ortaya koymuştur. İlk önce sektörün tamamı üzerinde etkinliği olmayan sendikal örgütlenmeden adım adım kurtulmuştur (Seçkin, 2004: 107-108).

Sendikasızlaştırma, 1980 sonrası dönemde işverenler tarafından temel politika haline getirilmiş ve mevcut iktidarla birlikte pek çok kazanılmış hakkın geri alınması yoluna gidilmiştir (Atılgan’dan akt. Uçak, 2011: 385). Bu dönemde basında yaşanan ekonomik sorunların ve sosyal hak kayıplarının en önemli nedenlerinden biri, gazete kâğıdına devlet tarafından yapılan desteklerin 25 Ocak 1980’de kaldırılmasını takiben, gazete kâğıdına %300 oranında zam yapılmasıdır (Adaklı, 2006: 140). Oysa 1980 sonrası gazetelerde, ekonomik sorunların başlamasına, 212 sayılı Kanun’un gazetecilere tanıdığı geniş sosyal hakların neden olduğu fikri yaygındır ve gazete patronları sendikasızlaştırma hareketi için bu fikri desteklemiştir (Uçak, 2011: 385).

12 Eylül sonrası 1983’de yürürlüğe giren 2821 sayılı Sendikalar Yasası ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası gazeteciler sendikasının çalışmalarını kısıtlamıştır (Seçkin, 2004: 107-108). Kanunun 60. maddesine göre iş kolları 28 adet olarak belirlenmiştir. Basın ve Yayın 10. sırada, Gazetecilik ise 27. sırada yer almıştır. 2821 Sayılı Kanun eski Sendikalar Kanunu’ndan farklı olarak birbirleriyle bağlantılı iş kollarında çalışan isçilerin aynı sendikada örgütlenmelerine olanak sağlamamaktadır (Karahisar, 2006: 64). Sendikalar yasası basın alanında iki ayrı iş kolu yaratarak fikir işçileri ve beden işçilerinin aynı sendikada çalışmasını engellemiştir. Bu durum TGS’yi yeniden sadece gazetecilik işkolunda, sadece “fikir işçileri” arasında örgütlenme zorunluluğunda bırakmıştır (Seçkin, 2004: 107-108). Basın ve Yayın işkolunda çalışan bir işçi gazetecilik iş kolundaki bir sendikaya üye olamaz. Serbest gazetecilerin isesendika kurma veya sendikaya üye olma hakları yoktur (Karahisar, 2006: 64).

Basında işverenin 212 sayılı Kanun’un uygulamasından kaçınması ve sendikasızlaştırma hareketleri de 1990’lara rastlar.1990 yılında Milliyet Gazetesi’nde yapılan toplu sözleşme ve 1994 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nin satılması döneminde yüzlerce kişi sendika üyeliğinden ayrılmaya ikna edilir. 14 Şubat 1957’de Son Posta Gazetesinde gazeteciliğe başlayan ve1989 ile 1995 yılları arasında altı yıl Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nı yapan Orhan Erinç bu dönemlerde Türkiye’de önemli değişiklikler olduğunu, medyanın ekonomi politiğinin değişmesiyle gazetecilerin bundan etkilendiğini söylemektedir:

İki önemli değişiklikten söz edebiliriz. Birincisi 1984 yılıydı yanlış hatırlamıyorsam, Milliyet gazetesinde bir sendikasızlaştırma hareketi başladı. Milliyet gazetesi O zaman Kapalı Çarşı’ya giden Nuru Osmaniye caddesinde idi, karşısında da İstanbul sekizinci noterliği vardı. Bildiğiniz gibi sendikaya üye olmak için üyelik fişini noterden tasdik ettirmek gerekiyordu, 12 Eylül’ün getirdiği yükümlülüklerden biriydi. İstifa etmek için yine noterden onay gerekiyordu. Milliyet’in işvereni elli liralık noter parasını cebinden vererek Milliyet çalışanlarını sendikadan istifa ettirdi. Tabi Türkiye’deki iş güvencesizliği nedeniyle çalışanların direnme gücü yok. Sendikanın da o konuda yapacağı bir şey yok yasalara göre. Eskiden biliyorsunuz hak grevi diye bir şey söz konusuydu. Toplu iş sözleşmesinin uygulanmamasını durumunda sendikanın grev yapma hakkı vardı. 12 Eylül yönetimi bunu ortadan kaldırdı. Ve sendikalar sadece toplu iş sözleşmesi sürecinde var oldular, bunun dışında devreden çıkarıldılar. Yani çalışan işveren ile anlaşmazlığa düştüğünde eskiden sendika ona sahip çıkar, dava açardı. Yeni kurallara göre çalışanın patronunu mahkemeye vermesi gibi bir durum ortaya çıktı. Hem patronu mahkemeye verip hem de orada çalışmayı sürdürmek mümkün olmadığı için işçilerin, hakkı da elinden alınmış oldu. Daha sonra Aydın Doğan

Hürriyeti almak üzere harekete geçti. O sırada da Hürriyet’te sendikasızlaştırma çalışmaları başlatıldı (O. Erinç, kişisel görüşme, 18.5.2012).

TGS Istanbul Eski Şube Başkanı Şükran Soner ise tekelleşmeyi vurgulayarak 1980 sonrası gelişmeleri şöyle belirtmektedir:

Medya önce tekelleşti. İlk büyük tekel de Doğan Holding Grubuydu. Son yaptığımız o dönemki Toplu Sözleşmeyi Aydın Doğan çalışanlar için fazla gelişmiş haklar olarak gördü ve sendikayı tasfiye etme kararını verdi. Koca koca gazeteciler noter istifa parasını işverenden alıp, gidip istifa ettiler. Toplu bir ayrılma oldu. Ondan önce İzmir Yeni Asır’da sendikalıydık. Dinç Bilgin sözleşmeyi imzalamak zorunda kaldı. 1 gün sonra çalışanlarını notere yollatıp istifa ettirdi. Toplu işten atma tehdidine direnebilen bir kültür yok gazetecilikte. Sanıyorum ki bir fabrika gibi olmadığı için baskı da daha kolay yapılabiliyor (Karahisar, 2006: 78).

Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök 1994 yılında Hürriyet Gazetesi’nin sendikaya karşı oluşunu şöyle açıklamıştır:

Türkiye’nin bugünkü koşullarında sendikayla birlikte yürümek mümkün değildir. Biz eskiden beri liyakata göre ücret verilmesini savunuyoruz. Öbür gazetelerde (Sabah ve Milliyet) sendika devam etseydi böyle bir işe gidilir miydi, onu bilmiyorum. Sendika bizi olumsuz etkiliyor. Bizim şu anda yaptığımız sözleşme, toplu sözleşmede varolan bütün hakları koruyor. Sendikanın çağın gereklerine göre çalışması gerekirdi (Erinç’ten akt. Yücedoğan, 2000: 139).

Gazeteciler yasal düzenlemelerde fikir işçisi olarak tanımlanırlar. Ne var ki Türkiye’de sendikanın getirdiği yasal haklardan çekinen işverenler, yaptığı iş gazetecilik dahi olsa çalışanları üç farklı statüde çalıştırmaya yönelterek yasal hakları kendi lehine çevirmektedir. Gazetecilerin sendikaya üye olabilmelerinin koşulu, kanunun da belirttiği gibi gazetecinin işvereni ile hizmet sözleşmesini 5953 sayılı Basın İş Yasası’nın hükümlerine göre imzalaması ve fikir işçisi olduğunu ispatlamasıdır. Ancak işletmelerinde sendikalı çalışan istemeyen medya patronları gazetecileri taşeron şirketlerinin kadrolarına almakta, fiilen gazetecilik yaptığı halde başka şirketlerin bordrolarından ücret ödeyerek hukuken gazeteci olmasını engellemektedir. Gazeteciler basın kuruluşlarında çeşitli nedenlerden 212 sayılı yasa (5953 sayılı Basın İş Yasası) yerine 1475 sayılı Genel İş Yasası’nın hükümlerine göre çalışmaya zorlanmakta böylelikle kimlik ve kişilik haklarına yapılan saldırılar mevzuattaki yetersizlikler nedeniyle önlenememektedir(Yücedoğan, 2000: 140). Aynı zamanda gerçek gazeteci kimliğini taşıyamayan gazeteci Gazeteciler Sendikası adı altında bir sendikaya üye olamamaktadır.

Orhan Erinç işkolları yönetmeliğinin değişiminin sonuçlarının gazetecilerin sendikasızlaşması olarak ortaya çıktığını söylemektedir:

İşkolları yönetmeliği değişti, Türkiye’de uzun yıllar işkolları yönetmeliğinin yirmi yedi numaralı iş kolu gazetecilik iş koluydu. Şimdi gazetecilik iş kolu bazı iş kollarıyla birleştirildi, bu yeni dönemde. Onu tam olarak incelemiş değilim ama. Gazetecinin sendikaya girebilmesi için 5953 nolu yasa kapsamında çalışması gerekli ve işverenin bir ajans, radyo, gazete, dergi, televizyon sahibi olması koşulu var. Yani gazetecileri taşeron şirkette çalıştırırsanız 5953 nolu yasa kapsamı dışına çıkıyorlar, İş kanunu kapsamına giriyorlar. Ve gazetecilikle ilgili sendikalar üye olmak hakları yok. Yani öyle bir şey var. İkincisi, gazetelerde yine Genel İş yasası kapsamında gazeteci çalıştırılıyor. Bunların da sendikaya üye olmak hakları yok. Yine gazetecilerin bir bölümü serbest meslek erbabı statüsünde telif ile çalıştırılıyorlar. Tabi bunların ne sendikaya üye olmak hakları var, ne kıdem tazminatı hakları var, ne de sosyal güvenlik hakları var. Yani bu gelir vergisi yasasının on sekizinci (18.) maddesi var. Orada deniyor ki serbest meslek mensupları şu işleri yaparlarsa gelir vergisinden muaf tutulurlar diyor. Yani üç tür çalışan var. Birincisi hem hukuken hem fiilen gazetecilik yapıyor, diğer ikisi fiilen gazetecilik yapıyor ama hukuken gazeteci sayılmıyor, sadece ceza yasası kapsamında,’’ vay sen bunu yazdın, gel hesap ver’’ dendiğinde gazeteci sayılıyorlar. Yani o nedenle Türkiye’de çalışan gazetecilerin büyük bölümü kural dışı çalıştırılıyor (O. Erinç, kişisel görüşme, 18.5.2012).

Basın işverenleri matbaa ve diğer birimleri taşeronlaştırarak, sendika üyesi olmayan gazetecilerden kurulu yan şirketler oluşturmak suretiyle altyapının hazır- lanmasının ardından, sendikalaşmayı sektörden silmiştir. 90’ların sonunda sadece bir haber ajansında (Anadolu Ajansı) sendika kalabilmiştir. Meslek çalışanlarının ekonomikve sosyal haklarına ilişkin toplu sözleşmelerle elde edilen haklar kaybedilmiştir.

1983 yılında yürürlüğe giren kanunun yarattığı sıkıntılar 29 yıl Türkiye basınının gündeminde kalmıştır. Gazeteci örgütleri ve sendikaların uzun uğraşları sonucunda2012 yılında çalışma yasaları değişime uğramıştır. Sendikalar kanunu ve diğer çalışma yaşamını ilgilendiren kanunlarda çalışanların lehine değişiklikler yapılması kamuoyu tarafından olumlu bir adım olarak nitelenmiştir. 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nu yürürlükten kaldıran 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, 7 Kasım 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Yeni kanun ile önceki mevzuatta tanımlanmamış olsa da yaklaşık 30 yıldır yapılan grup toplu iş sözleşmesi de tanımlanmış ve grup toplu iş sözleşmesi izleğine

kanun metni içinde yer verilmiştir. Sendikalar için işkolunda faaliyet esası korunmuş, ancak Türkiye çapında faaliyette bulunma koşulu kaldırılarak, işkollarının sayısı 28’den 20’ye düşürülmüştür. Sendika kuruculuğu için Türk vatandaşı olma koşulu kaldırılmış, sendika kurucularının fiilen çalışıyor olması yeterli sayılmıştır. Sendikaya üye olma yaşı 16’dan 15’e indirilmiştir. Aynı işkolunda ve aynı zamanda birden çok sendikaya üye olunamayacağına ilişkin yasak korunmuş ancakaynı işkolunda ve aynı zamanda farklı işverenlere ait işyerlerinde çalışan işçilere -yani kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalışanlara- birden çok sendikaya üye olma imkânı tanınmıştır. Üyelik ve üyelikten ayrılmada noter şartı kaldırılmıştır. Yeni kanunun sendikalara en büyük katkısı iş kolu barajının indirilmiş olmasıdır. İşkolu barajı ESK üyesi sendikalar için yıllara göre kademeli olarak önce %1, sonra %2 ve sonuçta %3 olmuştur. İşkolu barajı, yüzde 10’dan, yüzde 3’e düşürülmüştür. Yetkili sendikanın belirlenmesinde ve istatistiklerin düzenlenmesinde Çalışma Bakanlığı’nın kendisine gönderilen üyelik ve üyelikten çekilme bildirimleri ile Sosyal Güvenlik Kurumu’na yapılan işçi bildirimlerini esas alacağı düzenlenmiştir. İşyeri yetki koşulunda, yarıdan fazla üyeye sahip olma ilkesi korunmuş ancak işletme düzeyinde yetki koşulu, yüzde kırka indirilmiştir. İşletmede birden çok sendikanın yüzde kırk veya daha fazla üyesinin olması durumunda başvuru tarihi itibariyle en çok üyeye sahip sendikanın sözleşme yapma yetkisine sahip olacağı hüküm altına alınmıştır (Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, erişim tarihi20.7.2015).

Ne yazık ki Türkiye’de günümüzde devletin ve işverenlerin sendikaya olumsuz bakışı devam etmektedir. Medya çalışanları sendikasızlık konusunda en çok zararı gören sektör çalışanlarının başında gelmektedir.