• Sonuç bulunamadı

Gazetecinin Kamusal Sorumluluğu ve İfade Özgürlüğü

1. TÜRKİYE TELEVİZYONLARINDA HABER ÜRETİMİNİN

1.3. TÜRKİYE’DE MEDYA ENDÜSTRİSİNİN YAPILANMASI

1.3.5. Gazetecinin Kamusal Sorumluluğu ve İfade Özgürlüğü

Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (FIJ)’na göre gazeteci asli, sürekli ve ücretli bir işi bir veya bir kaç yazılı veya görsel-işitsel kitle iletişim aracına yazı veya resimle katkıda bulunarak yapan ve kazancının çoğunu bu işten sağlayan kişi olarak tanımlanmaktadır (Aktaran: Özsever, 2004: 30). Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (İLO) 1981 tarihli mesleklerin uluslararası standart sınıflandırmasında da gazeteci, yazılı basında ya da radyo ve televizyonda yayımlanmak üzere güncel olaylar hakkında bilgi veren, haber toplayan, röportaj yapan kişi olarak ifade edilmektedir (Aktaran: Özsever, 2004: 30).

Gazeteci, bir ücret karşılığı emeğini sattığından çalışan kesimin, yani işçi sınıfının genel tanımı içinde yer alır. Ancak gazetecinin ürettiği ürünle diğer çalışanların ürünleri arasında toplumsal niteliği açısından, kamuoyunu etkilemesi nedeniyle önemli bir fark bulunmaktadır. Basın çalışanlarının ürettiği ürünün kamuoyunu etkileyen toplumsal niteliği, gazeteciyi bu anlamda işlevsel özelliğiyle diğer çalışanlarından ayırmaktadır (Özsever, 2004: 53). Bu nedenle gazetecinin tanımı ve hakları, sadece kendisi için değil toplumun hak ve özgürlükleri için de büyük bir öneme sahiptir.

Liberal profesyoneller kaçınılmaz olarak kişisel sorumluluk altında, uzun kuramsal eğitim ve gerekli uygulama pratikleri altında, gerekli donanımları kazanırlar. Sosyal bilimlerde profesyonellik üzerine yazılarda gazetecilerin herhangi bir meslek durumuna uymadığı yanıtı alınır. Gazeteciler hızlı kırtasiyecilik gerektiren, karmaşık işletmelerde görev alırlar. Sosyolojik bakış açısından kişiler ve

topluluk arasında gizemli bir çaba içindedirler. Gazetecinin sorumluğu kavramı, hukuk bilim açısından, herhangi bir önceliğe vurgu yapmamaktadır. ABD ve Avrupa yasalarına göre medya yasaları, sakıncalı yazıyı yazan gazetecinin değil, sorumlu editör ve yayıncının sorumluluğunu kabul eder. ABD’de yüksek mahkeme ilk değişiklik kanunu uyarınca, tüm medya holdinglerine serbestçe yayın yapma ve korunma hakkını vermiştir (Svennik ve Epp, 2003: 11). Buna karşılık Türkiye yasaları “devlet kavramı ve ulusal yarar” kavramları doğrultusunda işlemektedir. Bu nedenle medya kurumları, devletin sıkı denetimi altındadır.

Medya kurumları kamusal alanın önemli bir parçasıdır. Kamunun doğru bilgilendirilmesi, toplumun yöneticilerini seçerken seçim dönemlerinde adayları tanıması, kamuyu ilgilendiren tüm devlet, hükümet ve bürokrasinin yaptığı ve yapamadığı işler için düzgün bir tartışma platformu oluşturulması gereklilik olarak uluslararası toplumca kabul görmektedir. Gazeteciler toplumun doğru bilgilendirilmesi için çok önemli bir rol üstlenmektedir. Raşit Kaya medya mülkiyetini özünde kamusal bir emanetin kullanılması olarak yorumlar. Kaya’ya göre “kitle iletişim alanında özel mülkiyet mutlak bir hak değil, verilmiş bir ayrıcalıktır” (Özsever, 2004: 142). Gazetecilik mesleğinin yerine getirilmemesi, sadece gazetecinin özgürlüğünün kısıtlanması anlamını taşımaz, aynı zamanda doğru bilgilendirilmeyen ve eleştirel yaklaşıma sahip olamayan vatandaşların ifade özgürlüğünün de engellenmesi demektir. Gazetecilerin ve medya kuruluşlarının siyasal iktidara, her türlü güç odağına ve kendi sahibinin çıkarlarına karşı gazeteciliğin temel ilkeleri, etik değerleri ve kamusal hizmet anlayışı gereği haber ve yayın politikası açısından bağımsız olması önemli bir ilkedir.

Ne var ki gazetecilerin bu toplumsal mesleği yerine getirirken içinde çalıştıkları meslek atmosferi tek başına kendilerinin belirlediği bir seçenek olmaktan daha çok, bir çok faktörün bir araya gelmesiyle oluşan bir kesişim alanıdır. Adaklı, etik davranmak üzere samimi bir çaba gösterecek kişilerin salt bireysel bir edimle bunu başaramayacaklarını iddia etmekte ve özellikle 1980 sonrası radikal biçimde değişen medya sahipliği ve kontrol ilişkilerine dikkat çekmektedir. Gazetecilik etiği üzerine yazan Richard Keeble, daha ziyade İngiliz medyasından örneklerle gazeteciyi sınırlayan altı unsur sıralamaktadır; ölüm tehlikesi ya da cinayet, yasal sınırlılıklar, reklamcılar, sahipler, polisiye uygulamalar ve gizli devlet (Adaklı, 2010:

61-62). Bu sınırlamaların Türkiye gazetecilik atmosferinde de var olduğu, kamusal vicdanın en önemli ayaklarından birisi olması gereken gazetecilerin, çalışma koşullarını belirlemekte etkili olduğu gözlemlenmektedir.

Gazeteciliği sınırlayan en önemli konu olarak öne çıkan “ölüm tehlikesi ya da cinayet” başlığında Türkiye’nin ne yazık ki kötü bir sicili vardır. Türkiye dünya üzerinde en fazla gazeteci cinayet ve ölümlerinin olduğu ülkelerden birisidir. Örnek vermek gerekirse Abdi ipekçi (1.2.1979), Çetin Emeç (7.3.1990), Uğur Mumcu (24.1.1993), Ahmet Taner Kışlalı (21.10.1999) ve Hrant Dink (19.1.2007) cinayetleri belli başlılarıdır. Bunun dışında savaş bölgelerinde (2001 yılında Afganistan, 2003 Irak, 2008 Gürcistan gibi) birçok Türk gazetecisi yaralanmıştır. Yüzlerce gazeteci yurt içinde de özellikle toplumsal olay ve gösterilerde ölüm tehlikesi yaşamaktadır.

İkinci sınırlama konusu olan gazetecilere karşı yasal sınırlılıklar konusunda, Türkiye Anayasa’sının 25. maddesi, kişilerin ifade özgürlüğünü devletin müdahalesine karşı güvence altına alır. Basın özgürlüğüne anayasal güvence sağlayan 28. madde ise, bu özgürlüğü sağlayacak gerekli tedbirleri alması için devlete pozitif sorumluluk yükler. Anayasa’nın 26. maddesi kişilerin düşünce ve kanaatlerini tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma, resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir alma ya da verme özgürlüklerini korur. Ancak gerçekte bu özgürlükçü görüntünün ardında, bireysel özgürlükleri kısıtlayan, milliyetçi, devletçiliği ve kültürel muhafazakârlığı, yüce değerler olarak kutsayan bir çerçeve yatmaktadır. Anayasa’nın 41. ve 58. maddeleri bir taraftan Atatürk ilkeleri, diğer taraftan ailenin kutsallığı, kamu güvenliği ve devlete gençleri kötü alışkanlıklara karşı koruma görevlerini vermesiyle, özgürlük alanı daraltılmaktadır (Kurban ve Sözeri, 2012: 39). Anayasa’nın devlet merkezli yaklaşımının, çoğulculuğun ve ifade özgürlüğünün önünde en temel engellerden birisi olduğu, yukarda da yer verildiği gibi Avrupa Birliği’nin her yıl yayınlanan Türkiye raporlarında sıklıkla ve güçlü ifadelerle yer almaktadır.

Medya kurumlarına, gazetecilere ve insan hakları savunucularına karşı açılan davaların Türk Ceza Kanunu’na göre yasal dayanakları; Hakaret (madde 125), anayasal düzeni sona erdirmek için suç örgütü kurmak (madde 134), askeri personeli itaatsizliğe teşvik etmek (madde 319), halkı askerlikten soğutmak (madde 318),

Türklüğü, Cumhuriyet’i, devleti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, hükümeti veya yargı organlarını aşağılamak (madde 301), suç işlemeye tahrik etmek (madde 214), suçu ve suçluyu övmek (madde 215), halkı suç ve düşmanlığa tahrik etmek (madde 216) ve müstehcen görüntü, yazı ve sözleri basın yoluyla yayımlamak (madde 226) olduğu görülmektedir (mevzuat.gov.tr web sitesi, Türk Ceza Kanunu, erişim tarihi, 22.6.2014).

Devlet görevlileri ve siyasetçiler, eleştirel yazı ve haber yazan gazeteciler için sıklıkla hakaret davası açmaktadırlar. Sadece 2011 yılında, 24 gazeteci bu suçtan dolayı toplam yirmi bir yıl dokuz ay hapis ve kırk sekiz bin Türk lirası para cezasına çarptırılmıştır (Aktaran: Kurban ve Sözeri, 2012: 44). Savcılar ve üst düzey askeri yetkililer haklarında haber yapan gazetecileri cezalandırmak, böylelikle basını sansürlemek için özellikle soruşturmaların gizliliğini ihlal etmek (madde 285) ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs etmek (madde 288) suçlarından yargılamaktadırlar (Hammarberg raporu, 2011, erişim tarihi, 22.6.2014).

Yargıtay Başkanlığı, Danıştay Başkanlığı, Adalet Bakanlığı ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Avrupa Konseyi ile ortaklaşa yürüttüğü proje kapsamında düzenlenen "Türkiye’de İfade ve Medya Özgürlüğü" konulu konferansta Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland, AİHM’de Türkiye aleyhinde ifade özgürlüğüyle ilgili 450 dosya bulunduğunu ve bunun çok yüksek bir rakam olduğunu söylemiştir (BİA Medya Gözlem ve Ifade Özgürlüğü Raporu, erişim tarihi, 21.5.2014).

Meclisin Kabul ettiği yeni internet düzenlemesi, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na mahkeme kararı olmaksızın sitelere erişimi engelleme yetkisinin verilmesi eleştirilmektedir. 2013 yılında binlerce internet sayfasının kapatılmasından sonra, hükümetin tutumunu daha da sertleştirdiği ifade edilmiştir. Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü yöneticilerinden Christian Mihr, Türkiye’de şu anda 60 gazetecinin hapiste olduğunu hatırlatarak, terörle mücadele yasasının suistimal edilmesinin bir sonucu olarak Türkiye’de hala çok sayıda gazetecinin hapiste olduğunu, Kürt sorunu hakkında haber yapan gazetecilerin terörist olmakla suçlandığını ifade etmektedir (Deutche Welle web sitesi, erişim tarihi, 15.5.2014).

Reklamcılar ve medya sahipleri, diğer unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konular ileride, “Türkiye haber üretim sürecinde egemenlerin etkisi, işverenler ve reklamverenler “ konu başlıklarıyla detaylı olarak incelendiği için burada ayrıca değinilmeyecektir.

Bütün dünyada polisin gazetecilerle hasmane ilişkisi salt polis adliye vakalarından kaynaklanmamaktadır. Devletin kolluk gücü olan polis pek çok yerde gazetecilere fiziki saldırılarda bile bulunmakta, daha da kötüsü bu tip saldırılar Türkiye gibi devlet güvenliğinin insan haklarından üstün tutulduğu ülkelerde vahim sonuçlar doğurabilmektedir. Türkiye’de 1996 yılında bir gösteriyi takip ederken polis şiddetiyle dövülerek öldürülen İstanbul Alibeyköy’de Evrensel Gazetesi muhabiri Metin Göktepe (8.1.1996) bu konuda verilebilecek en acı örneklerden birisidir. Türkiye İşçi hareketlerinin en önemli günü kabul ettiği 1 Mayıs gösterileri, gazetecilerin ve işçilerin devletin kolluk kuvveti olan polisler tarafından şiddete maruz bırakılması ve gösteri haklarının engellenmesi süreci şeklinde geçmektedir.

27 Mayıs 2013 tarihinde başlayan beş milyonun üzerinde göstericinin katıldığı Gezi Parkı gösterilerinde sadece dokuz gösterici hayatını kaybetmekle, sekiz bin yirmi bir kişi yaralanmakla kalmamış, aynı zamanda üç adet naklen yayın aracı Taksim Gezi Parkı önünde yakılmış ve yüzlerce gazeteci gaz bombası, plastik mermi ve basınçlı su ile cezalandırılmıştır. Türkiye Gazeteciler Sendikası, Gezi olayları sırasında yüzden fazla gazetecinin yaralandığını iddia etmektedir (BBC Türkçe web sitesi, erişim tarihi, 22.6.2014).

Bunun yanında hükümeti kızdırmak istemeyen medya işverenlerinin gazeteciler üzerinde yoğun bir baskı kurduğu ulusal ve uluslararası birçok kuruluş tarafından ifade edilmiştir.TGS İstanbul Şube Başkanı Gökhan Durmuş,Gezi olaylarının başlangıcı olan 27 Mayıs’tan 22 Temmuz 2013 tarihine kadar elli dokuz basın çalışanının işsiz kaldığını ve ondört kişinin durumunun belirsiz olduğunu, bu elli dokuz gazetecinin yirmi ikisinin işten çıkarıldığını, otuz yedisinin ise istifa etmek zorunda bırakıldığını söylemiştir (bianet web sitesi, erişim tarihi, 22.6.2014).

28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu kararlarında devlet baskısıyla gazetecilerin brifinglerle yönlendirilmesi ve akredite gazeteci, medya kuruluşu uygulamasının yapılması gibi pratikler söz konusu olmuştur. Son zamanlarda

Türkiye’de “Susurluk” ve “Ergenekon” adıyla anılan devlet, istihbarat, mafya ilişkileri hakkında araştırma komisyonu raporları ve dava dosyalarından sızan belgeler “gizli devlet” olarak kodlanan antidemokratik yapıların ne denli tehlikeli uygulamalara zemin hazırladığını göstermektedir (Adaklı, 2010: 67). Ekonomi politik yaklaşıma göre, bu unsurlar analiz edildiğinde sermaye ve reklamverenleri “sermaye” başlığında, polis ve gizli devleti “devlet” kategorisinde birleştirmek mümkündür. Adaklı’ya göre, yasalar, salt teknik anlamda hukuk metinleri değil, herhangi bir politik coğrafyadaki tarihsel sosyolojik eğilimlerin sızdığı, medyayı sınırlandıran veya ona izin veren bu normları, yaptırımları ya da hakları belirli meşruiyet kalıpları içerisinde sunan ideolojik metinlerdir (Adaklı, 2010: 68). Bu alanda ekonomi politiğin odaklandığı, mülkiyet ilişkileri, ekonomik, siyasi egemenlerin etkisi, işveren-emekçi ilişkisi ve yazılı olmayan toplumsal, mesleki ilişkilerdir.

2. TÜRKİYE’DE HABER ÜRETİM SÜRECİNDEKİ