• Sonuç bulunamadı

Habercilerin İstihdam ve İş Güvencesi Sorunları

3. TÜRKİYE’DE HABERCİLERIN ÇALIŞMA KOŞULLARI

3.2. HABERCİLERİN YASAL, İKTİSADİ, TOPLUMSAL VE SİYASAL

3.2.4. Habercilerin İstihdam ve İş Güvencesi Sorunları

Ulusal medyada özellikle basın iş kadrolu muhabirlerin sayısını azaltmak, yarı telifle çalıştırmak, kadrosuz telifle çalıştırmak ve iyi olmayan koşullarda işten çıkarmak değişmez bir eğilimdir. Bu bilinç içinde haber çalışanları, hâlihazırda bulundukları medya kuruluşu ve medya grubunun haber havuzu için daha üretken, daha yoğun ve gerilimli çalışmak ancak giderek daha az ücret almak durumundadır. Çok boyutlu bir emek sömürüsü sürerken çalışma şansını yakalamış olanlar bu kontrol yapısına uyumlanarak daha çok çalışmaktadır (Seçkin, 2004: 133).

1990’lı yıllarda yayıncılığa başlayan televizyonlarda günümüzde azami istihdama ulaşılmış ve uzun yıllar çalışabilecek kadrolar oluşturulmuştur. Çok gösterişli ve cazibesi olan televizyon haberciliğinde günümüzde az sayıda muhabir ve kameraman istihdam edilmektedir. Ankara haber büroları bir yönetici ya da temsilci ile 10-15 arasında değişen muhabir-kameraman havuzundan oluşmaktadır. Bürolarda bir ya da iki montajcı ve yapımcı çalışmaktadır. Eğer siyaset haberciliği yapılmıyorsa bu personel sayısı 3-4’e kadar düşmektedir. Türk haber sektöründe genellikle daha tecrübeli ve uzman olan az sayıda muhabir özellikle yargı, parlamento, ekonomi ve dış politika alanında istihdam edilmektedir. Medya sektörüne sadece iletişim fakültelerinden değil, tüm alanlardan akan bir işgücü arzı vardır. Bu nedenle haber medyası mücadele ve rekabetin çok zor ve sert olduğu dar bir istihdam alanıdır.

Böylece, Türk haber televizyonları son yıllarda ajanslardan biraz daha az personelle çalışma seçeneğine yönelmiştir. Bunun ekonomik nedenleri olsa da bir başka önemli faktör, siyasal iktidarın akredite gazeteci uygulamasına gitmesidir. 2003 yılından beri uygulanmakta olan başbakanın katıldığı toplantılara muhabir ve kameraman olarak sadece sarı basın kartı olan gazetecilerin alınması yöntemi haber televizyonlarını zorlamaktadır. Haber televizyonlarının zorlanmasının bir başka nedeni ise personel politikalarıdır. Son on yılda tecrübeli, sarı basın kartı sahibi olan muhabir ve kameramanların işsiz kalması, bunların yerine ikame edilen çalışanların ise 5953 sayılı Basın İş Kanunu yerine 4857 sayılı yasa ile çalıştırılıyor olmasısorun yaratmaktadır. 4857 sayılı yasa yukarıda değinildiği gibi, basın işçisi yerine işçi kavramını kapsadığı için, Başbakanlık Basın Yayın Genel Müdürlüğü bu medya çalışanlarına basın kartı vermemektedir. Haber televizyonlarının bu engeli aşması için yasal olarak haber sektöründe çalışanlarını 5953 sayılı Basın İş Kanunu ile çalıştırmaları bir yol olarak durmaktadır. Ne var ki işverenler, bu kapsamda çalıştırdıkları basın işçileri içinyasaların koyduğu daha kapsamlı ve maliyetli işçi haklarını üstlenmek istememektedir. Maliyetlerin kısılmasının gazeteci sayısını azalttığı iddia edilmektedir. Türk haber televizyonları, haber ekiplerini küçültmek ve çok gerekli görülmedikçe basın toplantılarını ve Başbakanın resmi programlarını abone oldukları haber ajanslarının yayınlarından takip etmeyi tercih etmektedirler.

Mevcut yasal düzenlemelerin yetersizliği, örneğin Basın Kartları Yönetmeliği’nde gerekli değişikliklerin yetişmemesi nedeniyle özel radyo ve televizyon kuruluşları, sarı basın kartlı çalışan istihdam edebilmek için ayrı birer haber ajansı oluşturmuştur. Örneğin Doğan grubu CNN-Türk televizyonuyla birlikte Doğan Haber Ajansı’nı kurmuş ve Hürriyet Haber Ajansı ve Milliyet Haber Ajansı’nı da (MİLHA)bu ajansla birleştirmiştir. Bu esnada pek çok çalışan, özellikle taşradaki muhabirlerin birçoğu işten çıkarılmış, yöresel haberlere eski önem verilmemiştir. Ajans, medya grubunun televizyonlarına, gazetelerine, dergilerine, haber portallarına haber servisi yapmaktadır (Seçkin, 2004: 134). Böylece, medya grupları sahip oldukları gazete ve televizyonların haber ajanslarını birleştirerek yine haber havuzuna benzer şekilde başta grubun tüm kuruluşlarına haber, görüntü, fotoğraf servisi veren ve dışarıya da haber satan bir havuz-ajans yapılanmasına yönelmiştir.

Büyük medya gruplarının gazeteleri ve televizyonları için çalışan habercilere ortak bir çalışma havuzu oluşturmaları, bu ortamda çalışmak istemeyenleri işten çıkarmaları, hem gazete hem de televizyon için haber metni yazmalarını istemeleri, fotoğraf ve görüntü alınmasını istemeleri habercilerin şikâyetine neden olmaktadır. Havuz sisteminin habercileri günlük haber peşinde koşan ve söylenileni yapan edilgen robotlar olarak biçimlendirmesinin yanı sıra, havuz haberciliğinin yeknesaklığı ve kamuoyunun tek haber kaynağından beslenmesinin sakıncaları eleştirilmektedir.

Medya çalışanları mesleğin hiçbir evresinde işverene karşı kendilerini yeterli güçte görememektedirler. Genel ekonomi ve medya sektörü ortamında, emek piyasasının durumu çalışanları daha uyumlu olmaya yöneltmektedir. Kendi emek gücünü satamama korkusu, emek gücüne olan ihtiyacın bir anda sona erebileceği kaygısı haber çalışanlarınıbirlikte hareket etmekten alıkoymakta ve bireysel çözümler aramaya yöneltmektedir (Seçkin, 2004: 141-142). Çalışma yaşamında özlük haklarını ve diğer haklarını alamayan gazeteciler için tek çıkış yolu olarak, kurumdan ayrılınca iş mahkemesinde kurum aleyhinde dava açmak kalmaktadır. Bununla birlikte gazeteciler mahkemeye başvurduklarında dava süreci çok uzun sürmektedir.

Medya grupları arasında var olduğu ifade edilen “centilmenlik anlaşmaları” nedeniyle, bir gruptan kovulan bir gazetecinin diğer gruplarda iş bulması mümkün olamamaktadır. Yazdığı bir kitap nedeniyle Oda TV davası kapsamında tutuklanıp bir yıldan fazla cezaevinde kalan Ahmet Şık, medyadaki bu centilmenlik anlaşmalarına dair deneyimlerini paylaşmıştır. 2005 yılında dünya basın özgürlüğü gününde sendikal faaliyetleri nedeniyle Doğan Grubu’ndan kovulan Şık, uzun bir süre sektörde iş bulamadığını ifade etmiştir. Hatta işveren temsilcilerinin kendisine sendikadan ayrılmasını aksi takdirde hiçbir yerde iş bulamayacağını söylediklerini de belirtmiştir. Şık açtığı davanın ancak altı yıl sonra sonuçlandığını söylemiştir (Kurban ve Sözeri, 2012: 58).

Havuz haberciliğinin bir başka biçimi de ‘grup gazeteciliği’dir ve gazetecilerin belirttiğine göre pek çok örneği vardır. Çalışılan medya grubu içerisinde aynı anda pek çok değişik medya formatı için haber yapma, haber sunuculuğu, yorumculuğu yapmak, haber programı yapmak, gazetede köşe yazmak gibi çok sayıda üretimde bulunan tanınmış gazeteciler, köşe yazarları, profesyonel yönetici gazeteciler az sayıda değildir. Böylelikle medya patronu elinde bulunan personelin tümünün fikir gücünden yararlanmakta ve kendi kadrosunda olmayan gazetecilere ayrıca para ödemek yerine, daha makul ücret artışlarıyla kendi açısından sorunu çözmektedir. 1999-2005 yılları arasında CNN-Türk genel yayın yönetmenliği yapan Mehmet Ali Birand, aynı sürede hafta içi her gün “Manşet” programını içyapım olarak hazırlamış ve sunumunu gerçekleştirmiştir. Yine aynı şekilde aynı kanalda haber koordinatörü olarak görev yapan Çiğdem Anad 1999’dan görevden ayrıldığı süreye kadar, hafta içi her gün saat 13.00’te “Ajans” programını hazırlamış ve sunmuştur. En son örnek ise CNNTürk’te uzun yıllardır “5 N 1 K” programı yayınlanan Cüneyt Özdemir’in aynı grubun televizyonu olan Kanal D’nin haber müdürlüğünü fiilen bir süre yapmış olmasıdır. Grup içinde televizyonlarının programlarına gazeteciler genellikle para istemeden katılabildikleri halde diğer televizyonlara telif ücreti karşılığında katılmaktadır.

Muhabir ve kameramanların, Basın İş Kanunu uyarınca işveren tarafından kendilerine verilen sözleşmelerini genellikle incelemeden imzaladıkları görülmektedir. İşveren, kadrolarını başka bir şirkete aktardığında yeni sözleşmeleri de çoğu zaman sorgulamadan imzalamaktadırlar. Basın İş kadrosundaki muhabir ve

kameramanın tüm fikri hakları işverene aittir. Medya işvereni izin vermediği durumda başka bir iş ile uğraşamamakta ve herhangi bir fikri üretimde bulunamamaktadır. Kitap bastırması ve çalıştığı kurum dışında görsel bir yapımda çalışması izine bağlı olmaktadır (Seçkin, 2004: 142). Bu durum kişisel ilişkilere bağlı olarak farklılık göstermektedir. Genel yayın yönetmeni veya genel müdürle sıkı bağları olan gazeteciler her türlü kolaylığı yaşarken, grup politikasını eleştiren ve biat etmeyenler ile yollar ayrılmaktadır.

Aynı kurumda uzun süre çalışarak patron zamlarıyla geçinemeyen haber çalışanları, başka bir kuruma daha yüksek ücretle geçerek gelirini yükseltebilmektedir. Fakat bu yol son yıllarda kapanmaya başlamıştır. Sektörü kontrol eden gruplar kuruluşlar arasında iş değiştirmelerin önünü kesmek ve personel ücretlerini kontrol etmek için yukarda söz edildiği gibi aralarında centilmenlik anlaşmaları yapmaktadır. Medya rekabeti içinde personel ücretleri konusunda medya sermayedarlarının birbirlerine yakın politikalar izledikleri gözlemlenmektedir. 2000’li yılların başında daha iyi ücretler ödeyen Doğuş Medya Grubu gibi birkaç grubun personel politikalarında Doğan Medya Grubu’nu takip ettiği ve git gide ücretlerin, sosyal hakların, sağlık harcamalarının düştüğü gözlemlenmektedir.

Muhabirlerin bazılarının işe alınırken, habercilik özelliklerine göre değil holdingin özel işlerine fayda sağlayabilecekleri için tercih edildikleri iddia edilmektedir. Muhabirlerin haberciliğine değil ilişkilerine geçici olarak yüksek ücretler ödenmekte ve emeğinden artı bir değer yaratılmaya çalışılmaktadır. Habercilerin bu tür bir çalışma konumunda çalışmayı kabul etmesi halinde, meslek yaşamı esnek kimlikli çizgide ve bireysel ilişkilerle yürümektedir.

Haber üretim sürecinde tasarlama bölümünden sorumlu olmak, üst düzey yöneticilere şirket politikalarının belirlemesinde görüşlerinin dinlenilmesi olanağı verdiği için, eski ortamdan çok daha güçlü bir yer elde etmeleri, buna uygun olarak da daha fazla şirket politikası ve sermayedar ile kişisel ilişkiye girmelerinin yolu açılmıştır. Klasik gazetecilik dönemlerinde patron ile çalışanlar arasında bir denge unsuru olan, emekçilerin hakkını savunan genel müdür ve genel yayın yönetmeni görüntüsü anılarda kalmıştır. Günümüz ortamında medya sahipleri tam sadakat ve tüm ruhuyla kendileri için çalışan yöneticiler istemektedir. Ne yazık ki devletin, 12

Eylül 1980 darbesi sonrası yapılan çalışma kanunları da, sermayeyi önceleyen ve çalışma yaşamında işçiler için bir denge kuran sendika, grev, toplu sözleşme vb. araçları ya ortadan kaldırmış ya da etkisiz hale getirmiş olduğu için işletme sahipleri istedikleri gibi medya yönetimini değiştirebilmektedir.