• Sonuç bulunamadı

Medya Çalışmalarında Ekonomi-Politik Perspektif

1. TÜRKİYE TELEVİZYONLARINDA HABER ÜRETİMİNİN

1.2. MEDYANIN EKONOMİ POLİTİĞİ

1.2.1. Medya Çalışmalarında Ekonomi-Politik Perspektif

Liberal ekonomi politikçiler, pazardaki değiş tokuş meselesinin üzerine daha fazla eğilirler. Çünkü onlara göre tüketiciler, rakip ürünleri seçerken, fayda ve doyum üzerinden hareket ederek seçimlerini gerçekleştirirler. Buna karşılık, eleştirel ekonomi politikçiler, hem kültür endüstrilerinde hem de direkt mal değiş tokuş alanında, mülkiyetin ve üretimin örgütlenmesine odaklanmakta, kendilerine Marx’ın yolunu rehber edinirler. Eleştirel ekonomi politikçiler, kültürü üretenlerin de tüketenlerin de durmaksızın tercihler yaptıklarını kabul ederler, ancak bu kabulü daha geniş yapılar dâhilinde ele almayı önemserler. Ana akım ekonomi bilimi, kapitalizmin egemen bireylerine odaklanır. Eleştirel ekonomi politiğin işe başladığı ana nokta ise, iktidar oyunları ve toplumsal ilişkiler dizileridir (Golding and Murdock, 1991: 18-19). Bu toplumsal ilişkiler, içlerinde haberin, basın sahipleri, editörler ya da gazeteciler ile haber kaynakları arasındaki ilişkiler ağı tarafından yapılandırılma tarzından, televizyon izlemenin ve ev yaşantısının düzenlenmesi ve ailedeki iktidar ilişkileri tarafından etkilenmesi tarzına kadar uzanan geniş bir yelpazeyi içlerinde barındırırlar. Eleştirel ekonomi politik, iletişim etkinliğinin maddi

ve simgesel kaynakların eşit olmayan biçimde nasıl yapılandırıldığı ile de özellikle ilgilenir.

Eleştirel perspektife göre, düşünceler maddi etkinliklere, gerçek yaşam süreçlerine ve pratiğine, insan ilişkilerine bağlıdır. Eleştirel ekonomi politikçiler temel olarak kitle iletişim süreçlerinin mülkiyet ve kontrolle bağıntısı üzerinde durmuştur. Ekonomi politik perspektif, toplumsal süreçte yer alan aktörler ile bu aktörlerin toplumsal pratiklerini ve bu sürece ilişkin fikir ve düşüncelerini yapısal olarak ele alır. Kitle iletişim ürünlerinin üretim, dağıtım ve tüketim aşamalarını bağlamları ile inceler. Bu nedenle, medyanın gelişmesi, büyümesi, metalaşma, küreselleşme, iletişim politikalarının saptanması, devlet ve hükümet politikaları ile reklam verenlerin rolünü bütünsel olarak ele almaya imkân verir (Yaylagül, 2010: 147). Kitle iletişimi alanında ekonomi politik yaklaşım, ekonomik, siyasal güçlerin ve üretim ilişkilerinin medyanın kurumsal yapısını ve içeriğini belirlediğine dikkat çeker. Bu yaklaşım ulusal ve uluslararası pazarda kültürel malların üretim ve dağıtımını belirleyen ekonomik ve politik güçleri açıklayarak eleştirir.

Çok temel olarak söylemek gerekirse ekonomi- politik, kapitalist toplumların, kurumları ve pratikleri metalaşmanın ve sermaye birikiminin mantığına göre düzenleyen hâkim bir üretim tarzına göre örgütlendiğinin, buna göre kültürel üretimin de kâr ve pazar yönelimli olduğunun altını çizer. Üretim güçleri (medya teknolojileri ve yaratıcı emek gibi unsurlar) ne tür kültürel nesnelerin üretileceği ve nasıl tüketileceğini belirlemede önemli olan egemen üretim ilişkilerine göre işler. Politik ekonomi sadece ekonomiye değil ekonomi, politika ve toplumsal gerçekliğin diğer boyutları arasındaki ilişkilerle de ilgilenir (Aktaran: Seçkin, 2004: 29).

Tarihsel açıdan baktığımızda, medya çalışmalarında Frankfurt Okulu’nun 1940’larda, kültür endüstrisi kavramlaştırması ve bu kavram aracılığıyla kültürün metalaştırılmasına dikkat çekmesi, kitle iletişim çalışmalarına yeni bir yol açmıştır. Frankfurt Okulu, kültürün metalaşması sürecine yönelik yorumlarıyla iletişim etkinliklerinin maddi süreçlerle bağlantılarına açıklık getirmiştir.

1960’lı yılların ortalarından itibaren ise, Herbert Schiller ve Noam Chomsky gibi yazarlar, kültür emperyalizmi ve uluslarası şirketlerin yeni tür sömürgecilikte ‘rıza yaratma’ statejilerinden yararlanmaları konusunda yaptıkları tartışmalarla

ekonomi politik yaklaşıma katkı sunmuşlardır. 1960’lı yılların sonu ve 1970’li yılların başında ise N.Garnham, G.Murdock ve P.Golding’in başını çektiğiİngiltere odaklı bir ekonomi politik yaklaşım gelişmiştir. Eleştirel ekonomi politik perspektifle aktör ve eyleme vurgu yapanlar ile yapı ve koşullara vurgu yapanlara göre araçsalcı ve yapısalcı yaklaşımlar ayrıştırılmaktadır. Örneğin Schiller ve Chomsky ekonomi politik yaklaşımlarında araçsalcı bir yaklaşım göstermişlerdir. Araçsalcılık kapitalistler ve onların pazarda ekonomik güçlerini kullanma biçimleri üzerinde durmaktadır. Araçsalcılar, medya sahiplerinin amaçları doğrultusunda müdahalelerine odaklanır. Herbert Schiller, uluslarası bağımlılık ilişkisi çerçevesinde gelişmemiş ülkelerin sömürülmesi sorununun medya ile bağıntısını incelemiştir. Sermayenin genişleme ihtiyacı dolayısıyla iç pazarların tükendiği durumda, dışarıya özellikle gelişmemiş ülkelere açılmayı zorunlu gördüğü savıyla, Schiller kültür emperyalizmi veya medya emperyalizmi kavramlarına zemin hazırlamıştır. Schiller’e göre, reklamın gücü ve yönlendirilen ihtiyaçlarla, insanların zamanı tüketime elverişli hale getirilmektedir. Makro-ekonomik ihtiyaçlar ve medya içeriği arasında doğrudan bir bağ kuran Schiller araçsalcı bir bakış açısını yansıtmaktadır (Adaklı, 2006: 24). Bu önermeye göre kapitalistler, üretimlerini, uluslararası pazarlarda yeni tüketiciler yaratarak kâra dönüştürmektedirler.

Schiller’e göre, medyanın gelişmesi kısaca kültürün endüstrileşmesi sürecidir. Şirket menzilinin genişlemesi, 20.yüzyılda yoğunlaşan iletişim endüstrisinin farklı iletişim alanlarının yanı sıra, farklı sektörleri de içine katması ve kültürel alana müdahale biçimlerini çeşitlendirmelerini içermektedir. İletişim endüstrilerinin kültürel alana müdahalesi iki biçimde olmaktadır. Birincisi, gazeteler, dergiler, televizyon, film, müzik ve eğlence mekânları vb, üretici olunan sektörlerde genişleme yoluyla ve ikincisi, reklamcı ve destekleyici roller aracılığıyla (Aktaran: Adaklı, 2006: 30). Schiller’in bu noktada odaklandığı, medyada tekelleşme ve medya sahipliği, uluslararası medya şirketlerinin etkinliklerinin dünya ölçeğinde artması ile finansal olarak kültürel alana etkileri olmaktadır.

Araçsalcılar, yapısal boyutu ihmal ederek, kapitalistlerin kamusal bilgi akışının kendi çıkarlarıyla uyumlu olmasını garantilemek amacıyla, ticari pazar sisteminin içinde ekonomik güçlerini kullanma tarzları üzerine odaklanırlar. Araçsalcılar, özel mülkiyetin çatısı altındaki iletişim araçlarını sınıf zorbalığının özel bir aracı olarak

görürler. Bu iddia, Edward S. Herman ve Noam Chomsky’nin Manifacturing Consent: The Political Economy of the Mass Media (Rızanın Üretimi: Kitle İletişim Araçlarının Ekonomi Politiği) (1988) adlı yapıtlarında başarılı bir biçimde savunulur. Herman ve Chomsky, Amerikan haber medyasının “propaganda modeli” adını verdikleri bir model geliştirmişlerdir ve egemen güçlerin “söylemin öncüllerini belirleme, halkın neyi göreceğine, duyacağına ve düşüneceğine karar verme ve düzenli propaganda kampanyaları aracılığı ile kamuoyunu “yönetme” yetisine sahip olduklarını” savunmaktadırlar (Golding ve Murdock, 1991). Hükümetin ve iş çevresinin seçkinlerinin haberlere ayrıcalıklı erişimlerinin olduğu yadsınamaz; büyük reklamcılar bazı gazeteleri ve televizyon programlarını destekleyerek, bize ertesi günün ruhsatını veren otoriteler gibi işlemektedirler. Ayrıca medya patronları sahip oldukları gazetelerin ve yayın istasyonlarının yorum çizgisini ve kültürel duruşunu belirlemekte fazlasıyla söz sahibi olabilmektedirler’’ (Chomsky, 2010: 36). Bu anlayışa en büyük eleştiri, sağlıklı bir medya çözümlemesi için, medyanın sınırları ve kaynaklarının bilinmesi gerektiğidir. Bu sınırların doğasını ve kaynaklarını keşfetmek ve çözümlemek, eleştirel ekonomi politik için temel bir görevdir.

Araçsalcılar, sistemdeki çelişkileri gözden kaçırmakla eleştirilmiştir. Çünkü medya sahipleri, reklamcılar ve bazı önemli politik aktörler her zaman diledikleri gibi eylemde bulunamazlar. İçinde bulunulan şartlar fırsatlar sunduğu kadar sınırlamaları da beraberinde getirir. Bunun karşısında yapısalcılık da bu yapıları ve yapısal kısıtları aşırı abartma eğiliminde olmakla eleştirilir. Yapıları sabit ve katı biçimde düşünmek, toplumsal değişimleri dikkate almamak anlamına gelir. Yapıları, eylem yoluyla sürekli yeniden üretilen ama aynı zamanda değiştirilen esnek ve dinamik oluşumlar olarak görmek, eylemin de yapısal olarak oluşturulduğunu gözden kaçırmamak gereklidir (Golding ve Murdock, 1991).

İngiltere’de 1970’lerin başında başını Golding ve Murdock’un çektiği ekonomi-politik çalışmalar alana önemli katkı yapmıştır. Golding ve Murdock’un “Kitle İletişimin Ekonomi Politiği İçin” başlıklı makalelerinde şu temel varsayımlar vurgulanır; Kitle iletişim araçlarının ekonomi politiği, herşeyden önce medyanın meta üretip dağıtan, endüstriyel ve ticari örgütler olduğu kabul edilmelidir. Fakat medya sektörleri birbirinden ayırt edilemez, çünkü bunlar şemsiyesi altında bulundukları şirketin kontrolündedir ve eylemleri ancak geniş ekonomik bağlamlı

ilişkiler dikkate alınarak anlaşılabilir. Medyanın ekonomik düşüncelerin yayılmasında ideolojik işleyişine de uzanarak çözümleme yapılmalıdır (Adaklı, 2006: 25). Aynı akademisyenlere göre, akademisyenlerden, politikacılara kadar herkes, artık kamusal iletişim olarak nitelenen sistemlerin, “kültür endüstrisinin” bir parçası olduğu konusunda fikir birliğine varmıştır. Popüler bir alan olma sebebi ile bu örgütlerin, öteki endüstri alanlarıyla benzerlik ve farklılıkları daha çok gündeme taşınmaktadır. Genel endüstriyel yapıyla gittikçe bütünleşen bu endüstrilerin, ürettiği ürünlerin, insanların dünyayı anlamlı kıldıkları imge ve söylemleri düzenlemede yaşamsal bir rol oynadıkları kabul edilmektedir. Eleştirel ekonomi politik bakış açısını, diğerlerinden ayıran temel nokta kamusal iletişimin bu simgesel ve ekonomik boyutları arasındaki etkileşime odaklanmasıdır (Golding and Murdock, 1991: 15). Bu nedenle BBC gibi bir kurum hem çalışan personel, şirket yapısı ile İngiltere için de etkin bir kitle etkileşim kurumu olarak işlev görürken, diğer yandan İngiltere’nin kültürel, politik yapısının yansıması olmaktadır.

Kitle iletişimi alanında ekonomi politik yaklaşım, ekonomik, siyasal güçlerin ve üretim ilişkilerinin medyanın kurumsal yapısını ve içeriğini belirlediğine dikkat çeker. Bu yaklaşım ulusal ve uluslararası pazarda kültürel malların üretim ve dağıtımını belirleyen ekonomik ve politik güçleri açıklayarak eleştirir. Medya kurumları ve bunların ürettiği metalar sosyo-politik, sosyoekonomik toplumsal çevrenin ve egemen ilişkilerin dışa vurumudur. Eleştirel ekonomi politik yaklaşıma göre, kapitalist toplumlarda medya ve kültür endüstrileri, temelde kâr etmek ve kârı en çoklaştırmak için çalışan ve bunun için diğer şirketlerle rekabete giren firmalar, endüstriyel ve ticari çevrelerde reklamcıların belirlediği bir ekonomik yapı ile devletin yasal sınırlamaları arasında üretim yapar. Bunun sonucunda kitlesel bir izleyicinin, okuyucunun tüketim konusunda ortak noktalarını bulmak zorundadırlar. Kitle iletişim kurumları, kâr etmek için pazar koşulları ve ideolojik meşrulaştırma için devletin yasal düzenlemeleri arasında bir denge tutturmak zorundadır (Garnham, 1979: 123-146). Bu nedenle, medya şirketleri, üretimde süreklilik, üretimin güvenliğinin sağlanması, devletin yapılan ticari faaliyetleri yasal olarak desteklemesini gözettikleri gibi, toplumsal ilişkileri, rekabet koşullarını da dikkate alırlar.

Garnham kitle iletişim araçlarının toplumsal rol ve işlevine ilişkin iki başlık öne sürmektedir: İlk olarak; kitle iletişim araçları meta üretimi ve değişimi yoluyla artı-değerin yaratıcısı olarak doğrudan bir ekonomik role sahiplerdir. İkincisi, bu araçlar diğer sektörlerdeki artı değerin üretiminin yaratılmasında reklam yoluyla dolaylı bir rol üstlenmektedir (Garnham, 1979: 123-146). Bu tanımlamayla medyanın, üretilen ürünlerle hem doğrudan ekonomik, toplumsal üretim alanı, hem de toplumun ilişki içinde olduğu ve kapitalist ekonomik üretimin bir aracı olarak faaliyet gösterdiği ortaya çıkmaktadır.

İletişimin ekonomi politiğinin kapsamını tayin etmeye çalışan Vincent Mosco’ya göre ekonomi politiğin iletişim çalışmalarına uygulandığında öncelikle iletişim içeriklerinin endüstrileşmesi ve metalaşması üzerinde durmak gerekir. İletişim içerikleri endüstriyel bir yapı tarafından üretilmektedir. Üretilen ürünlerin tüketiciler açısından bir kullanım değeri ve endüstri açısından bir değişim değeri vardır. Bunun dışında ikinci bir kavramsallaştırma da uzamsallaşmadır. Çünkü kitle iletişim teknolojilerinin geliştirilmesi ile sosyal hayatta zamanın ve mekânın sınırları aşılmıştır. Ekonomi politik, toplumsal süreçte yer alan aktörler ile bu aktörlerin toplumsal pratiklerini ve bu sürece ilişkin fikir ve düşüncelerini yapısal olarak ele alır. Kitle iletişim ürünlerinin üretim, dağıtım ve tüketim aşamalarını bağlamları ile inceler. Medyanın gelişmesi, büyümesi, metalaşma, küreselleşme, iletişim politikalarının saptanması, devlet ve hükümet politikaları ile reklam verenlerin rolünü bütünsel olarak ele almaya imkân verir (Yaylagül, 2010: 147). Mosco’nun bütüncül yaklaşımı, medyanın, ekonomik, toplumsal ve politik ilişkileri için bir çerçeve çizmektedir.

Neo liberal politikalar ve özelleştirme ile birlikte yeni teknolojilerin toplum yaşamına girdiği 1980’ler sonrasında, İngiltere’de Golding ve Murdock’un medya araştırmaları için önerdiği tarihsel materyalist yaklaşım, gerçekçi bir analizi mümkün kılmaktadır. Golding ve Murdock, Kültür, İletişim ve Ekonomi Politik adlı eserlerinde kültürün eleştirel ekonomi politiği için dört tarihsel sürecin incelenmesi gerektiğini ileri sürerler. Bunlar sırasıyla, medyanın gelişmesi, şirket menzilinin genişlemesi, metalaştırma, devlet ve hükümet müdahalesinin değişen rolü, olarak sıralanmaktadır (Golding and Murdock, 1991: 16-30). Golding ve Murdock’un önerisine göre, kültür giderek, yatay ve dikey bütünleşme içinde olan endüstri ile

metalaşmaktadır. Vincent Mosco’ya göre iletişim,artı değer üretme yeteneğine ek olarak bilincin biçimlenmesine katkı sunan simge ve imajlar içerdiği için özel ve güçlü bir meta olarak ele alınmalıdır. Dallas Smythe, izleyicilerin medya şirketleri yoluyla üretilip, reklam şirketlerine satıldığı için kitle iletişim araçlarının birincil metası olduğunu öne sürse de, Garnham bu yaklaşımı eleştirmektedir. Ona göre, doğrudan değiş tokuş edilen kültürel metaların işlevi, devletin rolü, reklam sermayesinin işlevi ve en önemlisi kitle iletişim araçlarının izleyici üretim sürecinin, sınıf ve sınıf mücadelesi ile ilişkisinin hesaba katılması gerekmektedir (Garnham, 1979: 123-146).