• Sonuç bulunamadı

Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı

ÖZET

Paul Ricœur Zaman ve Anlatı’sında “Her anlatısal yapıtın sergilediği dünya zamansal bir dünyadır hep” diyerek anlatının doğrudan zamanla ilişkili bir tür olduğunu öne çıkarmıştır. Bu ‘zamansal dünya’nın, ‘dünyanın zamansallığı’yla kurduğu münasebeti ise Mieke Bal Narratology’sinde ritim (‘rhythm’) meselesi olarak görür.

Ritim konusunda yapılacak bu inceleme anlatının ne anlattığını değil, anlatının nasıl anlatıldığını mesele edinmektedir.

Biz bu bildirimizde öykü zamanı (‘story time’) ve metin zamanı (‘text time’) arasındaki ritmik münasebeti Adalet Ağaoğlu’nun ‘hız hikâyesi’ diyebileceğimiz Bileyici ve ‘yavaşlık hikâyesi’ diyebileceğimiz Gün Üç Dakika isimli hikâyelerinde yakalamaya çalışacağız.

Anahtar Sözcükler: Ritim, Adalet Ağaoğlu, Mieke Bal, süre, metin zamanı, öykü zamanı. ABSTRACT

Paul Ricoeur foregrounds the idea that narrative is a genre which is related to time. He expresses this idea in Time and

Narrative by claiming that “The world unfolded by every narrative work is always a temporal world”. Mieke Bal understands

the relation between this ‘temporal world’ and ‘temporality of the world’ as the problem of rhythm in his Narratology. This paper which is concerned with the general problem of rhythm will focus on how a narrative is narrated, and not what a narrative does narrate. In this context, I will try to discover the rhythmic relation between story time and text

time with a special reference to Bileyici, which can be considered as the ‘story of rapidness’, and Gün Üç Dakika, which can

be considered as the ‘story of slowness’, by Adalet Ağaoğlu.

Key Words: Rhythm, Adalet Ağaoğlu, Mieke Bal, duration, text time, story time.

Giriş

Ritim, sanat dalları arasından çoklukla müzikle anılan bir unsurdur. Her ne kadar bu unsur müzikle anılsa da sanat eserini oluşturan unsurlardan biri olarak edebiyat, mimari, resim ve heykel gibi sanatlarda da yer alır. Bir müzik terimi olarak ritim, bir dizede, bir notada vurgu, uzunluk veya ses özelliklerinin, durakların düzenli bir biçimde tekrarlanmasından doğan ses uygunluğu olarak tanımlanır. Edebiyatta ise genel olarak lirik şiirde kendini gösterir. Lirik şiirin, Ahmet Haşim’in deyişiyle “sözden ziyade musikiye yakın” oluşu onun ritmik vasfını da öne çıkarır. Nitekim Aristo, Poetika’sında epos, tragedya, komedya, dithrambos şiiri ile flüt, kitara sanatlarının büyük bir kısmının taklit (‘mimesis’) olduğunu ifade ettikten sonra bunların “ya ritm, ya söz ya da harmoni aracılığıyla gerçekleştiril[diğini]”1 söyler. Aristo daha da ileri giderek taklit içtepisinin insanda doğuştan varolduğu gibi harmoni ve ritmin de insanın varoluşsal özelliği olduğunu belirtir. Ona göre “şiirdeki ölçünün, ritmin bir türü olduğu açıktır”. İnsanın bu varoluşsal vasfı onun sanatsal üretiminde de ritmik ve harmonik yapıda ortaya çıkar.

Aristo’dan bu yana birçok sanat kuramcısı şiir ve ritim ilişkisini birçok açıdan ele alsa da düzyazı türlerinde ritim ancak 20. yüzyılla beraber yapısalcı edebiyat eleştiri anlayışıyla tartışılmaya başlanmıştır. Perry Lubbock’un 1920 tarihli Craft of Fiction’ı, yine Günther Müller’in 1940’lı yıllardaki çalışmaları ritmin kurmaca anlatıdaki yerini ve önemini ilk olarak ele alan çalışmalardandır diyebiliriz. Bununla beraber Mieke Bal Narratology’sinde ritim kavramını Gerard Genette’in bu yöndeki çalışmalarını da geliştirerek daha sistematik hale getirmeye girişir. Mieke Bal müzikteki ritmin sesin iniş çıkış, hızlılık yavaşlık olarak yer almasına benzer biçimde anlatıdaki ritmi zamansal düzlemde hız ve yavaşlık olarak ele almıştır. Anlaşılabileceği üzere hızlılık ve yavaşlık kavramları çoklu bir yapıyı ima etmektedirler. Bir şeyin bir şeyden yavaş ya da hızlı olması gerekir ki ritim oluşabilsin. Kurmaca anlatılar bu açıdan Fransız yapısalcıların

histoire/discours, Rus biçimcilerin fabula/sjuzet, Seymour Chatman’ın2story/discourse, Rimmon-Kenan’ın

ise story/text olarak karşıladığı ikili yapıdan oluşur. Bu ikili yapıyı ritim ile düşünebilmek aynı zamanda zamansal oluşunu da düşündürmektedir. Böyle bakıldığında müziğin zamanla, zamanın ise anlatıyla ilişkisi söz konusudur. Hilmi Yavuz, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Huzur romanında müzik ve zaman arasında kurduğu ilişkiyi ele alırken şu sözleri söyler: “İnsanı Doğa’nın bütünü içinde erimeye götüren müzik, zamanın anlamını veriyorsa, mimari de mekânın anlamını verir.”3Zaman ve Anlatı arasındaki ilişkiyi Paul Ricœur şöyle ifade eder: “Her anlatısal yapıtın sergilediği dünya zamansal bir dünyadır hep.”4 Bu zamansal dünyanın ikili yapısı arasındaki her türlü münasebet ise müzikal manada bir ritim teşkil ettirmektedir. Genette anlatılarda zamanı üç açıdan ele alır: Sıra, süre ve sıklık. Ritim bunların arasından süre (‘duration’) ile beraber düşünülmektedir.

Saussure’un ‘Dil/Söz’ ayrımından hareketle ‘Metin Zamanı/Öykü Zamanı’ olarak sınıflandırılabilen ritim araçlarını öncelikle zamanın kaçınılmaz ve değişken yönleri olarak görmek gerekir. Zamanın ‘tek biçimli ve bağdaşık’ yapısını Heidegger bir başka şekilde şöyle adlandırır: “1. Geri döndürülemezlik, 2. Şimdi noktalarındaki, anlardaki bağdaşıklık.”5

Heidegger’in zamana ilişkin geridöndürülemezlik vurgusunu Saussure’un ‘göstergenin çizgiselliği’ ilkesiyle paralel düşünmekteyiz. Saussure, işitimsel olarak kabul ettiği göstergenin çizgiselliğini bir ilke olarak görür ve şöyle söyler: “Gösteren işitimsel nitelikli olduğundan yalnız zaman içinde yer alarak gerçekleşir ve zamandan kaynaklanan özellikler taşır: a) Bir yayılım gösterir ve b) Bu yayılım tek boyutta ölçülebilir: O da bir çizgidir.”6

Her ne kadar yazılı bir form olan anlatı metnini işitimsel özellik barındıran bir gösterge olarak kabul edemesek de onu Saussure’un anladığı manada görsel gösteren olarak da kabul etmemiz mümkün değildir. “Elementlerin metin içinde yerleştirilmesi ‘metin zamanı’ olarak kabul edilir ve bu tek yönlü, geri dönülmez bir akış olarak kabul edilir. Çünkü metin zamanının bu şekilde olması dilin bilindiği göstergelerin çizgisel tasvirini emreder. Dilin mantığına baktığınızda göstergelerin çizgisel tasvirini emreder. Ses sesi, kelime kelimeyi, cümle cümleyi takip eden bir çizgiselliktir. Bu bakımdan her metin Dil’in çizgiselliğinin mutlak tahakkümü altındadır. Metin zamanı bu çizgisellikten asla kurtulamaz.”7 Bu haliyle metin zamanı anlatının bir yazılı form olduğu varsayımıyla zamansallıktan çok bir mekânsal görünümdür. Bu mekânsal yapının çizgisel oluşumu onu zamansallık olarak ele almayı gerektirir.

Öykü zamanına gelince durum farklıdır. Öykü zamanı “kurmaca anlatı içerisindeki olaylar dizisinin çizgisel sıralanışıdır.”8 Metin zamanının ardışıklığı ve geri çevrilemezliğine karşın öykü zamanı yazarın istediği tasarrufta kullanabileceği bir imkânlar alanına dönüşmektedir. Bu uyumsuzluk yine Genette’in ifadesiyle anakroni’yi (‘anachroni’) ortaya çıkarır. Öykü zamanında olayların kronolojisini bozularak önce olmuş bir olay sonra, sonra olmuş bir olay önce anlatılabilir.

Anlatı metninde bu iki zamanın birbiriyle olan münasebetini bulmak Mieke Bal’ın tabiriyle ‘anlatının ritmi’ni9

yakalamayı sağlar. Yapılabilecek şey ‘öykü zamanı’, yani ‘zamansal dünya’ ile ‘metin zamanı’ yani ‘dünyanın zamansallığı’nın münasebetini gözlemlemektir. Genette’in hızın sabitliği (‘constancy of pace’) kavramı bizim bu çalışmada izleyeceğimiz inceleme yönteminin de aynı zamanda anahtarıdır. Genette, hızın sabitliğini esas alarak ‘süre’yi tayin etmeye çalışır. “Hızın sabitliği öykü süresi ile metin süresi arasında değişmeyen bir oranın varlığına işaret etmektedir.”10

“Eğer hız sabitliğini bir ‘ölçüt’ olarak alırsanız iki değiştirme unsuruyla karşılarısınız: İvme ve yavaşlatma”11“İvmenin metin parçası içinde etkisi kısa bir metin parçasını uzun bir öykü periyoduna adamaktır.”12“Yavaşlatma ise uzun bir metin parçasını kısa bir öykü periyoduna adamaktır.”13

2 Chatman, S., (2009), Öykü ve Söylem (çev.: Özgür Yaren), Ankara, De Ki Basım Yayım. 3 Yavuz, H., (1987), Kültür Üzerine, İstanbul, Bağlam Yayınları, s.56.

4 Ricœur, P., (2007), Zaman ve Anlatı: Bir (çev.: Mehmet Rifat – Sema Rifat), İstanbul, YKY, s.23.

5Aristoteles, Augustinus, Heidegger, (1996), Zaman Kavramı (çev.: Saffet Babür), Ankara, İmge Kitabevi, s.93. 6

De Saussure, F., (2001), Genel Dilbilim Dersleri (çev.:Berke Vardar), İstanbul, Multilingual, s.112.

7 Rimmon-Kenan, S., (2005), Narrative Fiction, London and New York, Routledge, ss. 46-47. (Bu kaynaktan yapılan alıntılar Prof. Dr. Yavuz Demir’in 19 Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde 2008-2009 ders yılında verdiği Anlatıbilim ders notlarından kullanılmıştır.)

8 Rimmon-Kenan, S., (2005), s. 46.

9 Bal, M., (1999), Narratology, Toronto, University of Toronto Press, ss.99-110. 10 Rimmon-Kenan, S., (2005), s.54.

11 Rimmon-Kenan, S., (2005), s.54. 12 Rimmon-Kenan, S., (2005), s.54. 13 Rimmon-Kenan, S., (2005), s.55.

İvme ve yavaşlatma meselesini bu bağlamda ele alacağımız metinler Adalet Ağaoğlu’nun Gün Üç

Dakika ve Bileyici hikâyeleridir.14 Bu hikâyeleri seçmiş olmamızın iki nedeni var. Birincisi Adalet Ağaoğlu’nun söylemiş olduğu “[B]ir romanı tasarlarken ‘ne?’ ile birlikte ‘nasıl?’ sorusu beni çok düşündürüyor. ‘Nasıl anlatmak?’ Biçim. Kurgu. Ne tuhaf, anlatacağım şey bir kez ele geçiriliyor, onun nasıl anlatılacağı ise birçok kez ele geçirilmek istiyor.”15 sözü. Bir başka neden ise Hilmi Yavuz’un bu hikâyelerin anlatım temposuna ilişkin yaptığı tespittir: “Adalet Ağaoğlu roman, öykü ve oyunlarının devrimci bir sorunsalı taşımasına ne ölçüde önem veriyorsa, bu içeriğin belirli anlatım teknikleriyle uyumlanmasına da o ölçüde önem veren, sayılı birkaç yazarımızdan biridir. Belirli bir durumu, anlatım temposunu yavaşlatıp çabuklaştırarak, gerilimlerden ve gevşemelerden yararlanarak verir. Sözgelimi, ‘Gün Üç Dakika’ öyküsü, sabırsızlıkla beklerken bir haberin (af haberi’nin) getirdiği duygusal tedirginliği, kesik, staccato bir anlatım temposuyla işler. Ama, öte yandan da sözgelimi, ‘Bileyici’ öyküsündeki o ağır, kapanık ve belirli bir sonuca (‘bileyicinin müteahhidi öldürmesi’) doğru gittiği belli olan olayların bağlantısı, kesiksiz ve yavaş yavaş sertleşen bir tempoyla verilir.”16

Bu bildirinin amacı ‘nasıl anlatmak?’ gibi bir kaygısı olan Adalet Ağaoğlu’nun Gün Üç Dakika ve

Bileyici hikâyelerinde Hilmi Yavuz’un anlatım temposuna ilişkin yaptığı tespitin görüntülenmesidir.

Gün Üç Dakika: Kaplumbağa Hızlı Metin

Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat

Sâbit

Adalet Ağaoğlu’nun Gün Üç Dakika isimli hikâyesi, hapishanede yakını bulunan birisinin genel afla ilgili televizyondan duyurulacak olan sonuç haberini beklemesini anlatır. Hikâyeyi bu mantıkla ‘bekleme hikâyesi’ olarak adlandırabiliriz. Bekleme hikâyesi olarak adlandırdığımız bu metni yukarıda da değindiğimiz üzere ritmik oluşum açısından incelemeye çalışacağız.

Bekleyen insanın zamanla ilgili bir problemi varsa bir bekleme hikâyesinin de zamanla ilgili sorununun olması gerekir. Bu paralelde hikâye daha adıyla başlayacak şekilde Zaman’ı kendisine ana problem olarak seçtiğini okuyucuya gösterir. Sosyal zaman ölçülerine göre gün 24 saattir. Bekleyen bir insan için ise günün 24 saatten de fazla olması gerekirken paradoksal biçimde hikâyenin başlığı Gün Üç Dakika. Bu açıdan okurun zaman algılamalarıyla hikâyenin zamanı algılayışı arasında bir uyumsuzluk söz konusudur. Bu uyumsuzlukla ilgili yanılgımız hikâyenin sonuna doğru giderilmiştir. Hikâyenin ana karakteri her ne kadar ‘bekleyen’ ise de hikâyenin başlığı ‘beklemeyen’ bir insanın zaman algılamasını yansıtmaktadır. Böyle olunca zamanın uzunluğu tam da tersine kısalığa dönüşmektedir.

Hikâye kişisel anlatım konumuna sahiptir. “Kişisel anlatım romanı, okuyucunun anlatıcının herhangi bir özelliğini yüklenmediği ve bu yüzden anlatıyormuş izlenimine sahip olmadığı anlamda tamamen anlatıcısız romandır.”17 Genette’in kavramıyla söyleyecek olursak anlatı mesafesi, serbest dolaylı söylem olarak seçilmiştir. Bu sebepten zaman zaman anlatıcı ve karakterin seslerinin birbirine karışması söz konusudur. Bu karışma anlatma zafiyeti olarak değil James Joyce’un Ulysses’inde kullandığı bir anlatım imkânı olarak Adalet Ağaoğlu’nun Gün Üç Dakika isimli hikâyesinde de görülür.

“«TRT Haber Merkezinin hazırladığı haberleri» dinledik. Haberleri hazırlayanlar büyük kapıların ardında ve büyük duvarların da.

Güneş Elmadağı’nın üstünde çoktan yükseldi. Eteklerine de iyice vurdu. Ordakiler de uyanmışlardır. Daha iki saat önceden uyanıp, kulaklarını pilli radyolarında da dayamışlardır.

Mayısta dışarıları, bütün dışarıları ne güzeldir. Haberleri dinlemeden önce pencereyi açmıştım. Üşütmeyen bir serinlik. ”(s.187)

Birbirinden farklı kiplerde kullanılmış cümlelerle ilerleyen hikâyenin ana karakterinin sesi ‘açmıştım’ fiilinin kipinde olduğu gibi birinci tekil şahıs kipidir. Anlatıcının ve karakterin sesini birbirinden ayırdıktan sonra her ikisinin zamana bakışlarını da hikâye boyunca ayırma imkânına sahip oluruz. Anlatıcı, öyküde bizzat yer alan, benzer anlatıcı (‘homodiegetic’) ve öykünün ana karakteri olarak öz anlatıcıdır (‘autodiegetik’).

14 Ağaoğlu, A., (1984), Yüksek Gerilim içinde ‘Gün Üç Dakika’ ve ‘Bileyici’, İstanbul, Remzi Kitabevi (Bildirideki alıntılara dair gösterilen sayfa numaraları bu baskıdandır.).

15 Ağaoğlu, A., (2001), Geçerken, İstanbul, YKY, s. 44.

16 Yavuz, H., (2008), Edebiyat ve Sanat Üzerine Yazılar içinde ‘Yüksek Gerilim ve Diyalektik’, İstanbul, YKY, ss. 112-113. 17 Stanzel, F. K., (1997), Roman Biçimleri (çev.: Fatih Tepebaşılı), Konya, Çizgi Kitabevi, s..43.

Kişisel anlatım romanlarının bir başka ana hususiyeti de bu tür romanlarda olay, kişi ve zaman “gösterilir, göz önüne serilir, sunulur.”18

Hikâye, zamanın sabah olduğunu okuyucuya duyuran ve ileriki zamanın karakterler üzerinde oluşturacağı psikolojik yönü ima eden şu cümlelerle açılır: “Güneşli bir gün

olacak. İyice güneşli bir gün.” (s.187) Bir sonraki cümle ise okuyucuya öykü zamanının değişimini, saat başı

olduğunu hikâye boyunca tekrar tekrar gösterecektir: TRT Haber Merkezinin hazırladığı haberleri dinlediniz. (s.187) Bu cümle metin boyunca altı defa tekrar edilecektir.

“Dün bu saatlerde, bugün herkesi görmek isteyeceğimi, herkesle kucaklaşmak isteyeceğimi düşünmüştüm. Üç yıl iki aydır ilk kez yataktan yanlışlıkla kalkmamış gibiydim.” (s. 189)

Anlatının uzunluğu yukarıdaki kesitle beraber geriye kırılma (‘analepsis’) yoluyla üç yıl iki aya ulaşır. Ancak bu uzunluk bilincin aktarımı esnasında anımsama yoluyla olduğundan bilinç aktarımının devamlılığını etkilemez. Burada ritmik durum yineleyen anlatı (‘repetitive’) yoluyla özetleme (‘summary’) halinde hızlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. “Zaman özeti ile okuyucunun zihninde fasılada ne olduğu hakkında doyurucu olmak gayesi güdülür. Zaman özetiyle denilebilir ki sıkıştırılmış bir anlatım gerçekleştirilir.”19 Hikâyenin en hızlandırılmış cümlesi de budur. Bu cümleden hareketle karakterin bir yakınının üç yıl iki aydır hapishanede olduğunu anlamaktayız. Hikâye aynı zamanda sık sık düne atıflarla ilerlemekte ve yavaşlık (‘decelaration’) bu yolla da sağlanmaktadır.

‘Bekleme hikâyesi’ ritmik açıdan öykü zamanının metin zamanına eşit ya da metin zamanından daha yavaş olmasını gerektirir. Bu açıdan bu hikâyede metin zamanı ve öykü zamanı arasındaki beklenebilecek ritmik münasebet yavaşlatma(‘slow-down’),durdurma(‘pause’)vesahneleme (‘scene’) olabilir.

Hikâyede ritmik münasebet en çok ‘durdurma’ olarak kendini gösterir. “[B]etimleyici pasajlarda olduğu gibi, öykü zamanı durur ancak söylem devam eder. Anlatı özellikle zamanla ilgili bir sanat olduğu için başka bir söylem biçimi ön plana çıkar.”20Hikâyenin ilk eylem ifade eden cümlesi “Önce çarşıya gitmeliyim.” Bu, bir niyet ifade eden cümledir. Karakter bir şey yapmak gerekliliğini hissetmiştir. Bu cümleden yaklaşık 2 sayfa sonra karakter evden dışarı çıkar. Öykü zamanı durmuş metin zamanı ise devam etmiştir, tâ ki şu cümleye kadar: “Aynı yanlışlık duygusuyla caddelerdeyim.” (s.189) Caddede yürümeye başlayan karakterin bilinç sunumu iç monolog (‘interior monologue’) halinde anlatıcı tarafından aktarılır.Chatman, iç monolog’un ölçütlerini altı maddede toplar:

“(1) Karakter eğer kendini anıyorsa, birinci kişiyi kullanır.

(2) Mevcut söylem anı, öykü anıyla aynıdır; bu durumda mevcut ana göndermede bulunan herhangi bir yüklem şimdiki zamanda olacaktır. Bu geçmiş zamanı anlatan “epik şimdiki zaman” değil, eylemle aynı zamana işaret eden gerçek bir şimdiki zaman kipidir. Anılar ve geçmişe yapılan diğer göndermeler past

perfect kipinde değil simple preterite [di’li geçmiş zaman] kipinde olacaktır.

(3) Başka bir yerde anlatıcı devreye girse de girmese de iç monologda dil (deyim, söyleyiş, sözcük ve sözdizim seçimi) belirgin bir biçimde karaktere aittir.

(4) Karakterin düşünürken kendi yaşantısına dair yapacağı anıştırmalar için gerekenden daha fazla açıklama yapılmaz. Yani,

(5) Kendi kendine düşünen karakter dışında hiçbir seyirci varsayılmadığı için, bir muhatabın belli konulardaki bilgisizliği ya da açıklama gereksinimleri dikkate alınmaz.”21

Bu ölçütlerin örneğini aşağıya aldığımız kısa pasajda görelim.

“Kasaba gitmekten caydım. Belki sonra. Akşama. Parkı çepeçevre saran kavaklarla çınarların tomurları bulundukları noktaları dürtüp dürtüp yeşil uçlarını güneşe çıkarmışlar. Caddede bir su borusu patlamış yine. Geceden kalan bir yağmur seli gibi kaldırımın dibinde usul usul akıyor; benzincinin önünde birikiyor. Orada üstü yağlı bir küçük gölcük yapıyor. Gölcüğü atladım.” (vurgular bana ait, S.G.) (ss.189-190)

Pasajın ilk cümlesi bir eylemden vazgeçiştir. Bu vazgeçişi de bir eylem olarak kabul edebiliriz. Bu ilk cümleden sonra tam yedi cümle boyunca öykü zamanında hiçbir ilerleme olmaz. Bu açıdan mevcut metin zamanıyla öykü zamanı görece eşit olarak ilerlemektedir. İç monolog esnasında öykü zamanı metin zamanına ya eşittir ya da öykü zamanı durmuştur. Chatman’ın kıstaslarından ikincisi ile Gün Üç Dakika hikâyesi aynı özelliği göstermemektedir. Ancak karakterin bilincinin gözlemleri anlatıcı tarafından bize gösterilmeye devam edilir. Zamanda yavaşlama iyiden iyiye belirginleşir. Birkaç cümle ileride anlatıcının aktardığı şu söz aslında hikâyenin zamansal hususiyetini ifşa eder: “Gün uzun süreceğe benzer.” (s.190)

18 Stanzel, F. K., (1997), s.43.

19 Demir, Y., (2002), Anlatıcılar Tipolojisi, İstanbul, Dergâh Yayınları, s.88. 20 Chatman, S., (2009), s.68.

Dün ile bugünün zaman algılamasını karakterin kendisi karşılaştırmaya devam eder. Anlatıcı dünün de bir bekleme günü olduğunu ve dolayısıyla zamanın uzun geçmesi gerekliliğini ifade eder. Geriye kırılmalar ile bugün ve dün karşılaştırması yapılmış.

“Dünün daha uzun geçmemiş olması şaşırtıcı. Oysa dün bekleme günüydü. Saat kaç?

On altı.

Nasıl gidiyormuş?

İyi. Çok iyi. Yeterli oy sağlanacakmış. Kitapçıya girildi.

Saat kaç. On yedi kırk beş. Ne haber?

Tamamdır. Kesin neredeyse. Yarın koyverirler mi ki? İşlemler uzamazsa…

Ama önce resmi gazetede çıkacak. (…)

Saatin kaç?

On sekiz elli.” (ss. 191-192.)

3 yıl 2 ay önce dün dün dün gece şimdi 16.00 17.45 18.50 02.00 Gül’ün eczanesinde

“Bugün olağanüstü bir gün.” (s.195) diyen karakterin iç konuşması Sen’li anlatıma dönüşür.

“Bir şey yapmayacak mısın? Buna engel olmayacak mısın? Sen mi? Şuan caddelerdesin? Yani bu sabah hiçbir şey dinlemedin. Dinledinse de unuttun. Unutmadım.”(s.197)

Bu durum anlatının hızının asgari seviyede ilerlemesini sağlamaktadır. Karakter eczaneden ayrıldıktan sonra hasır koltukçunun önüne doğru ilerlemiştir. Karakterin epik yolculuğu Mr. Bloom’un Dublin’deki yolculuğunu andırır vaziyette sürmeye devam eder. Zamanın değişimini mekân değişimleriyle algılamaya devam ederiz. Karakterin halasının evinde ‘sahneleme’ yoluyla öykü zamanı ile metin zamanı eşitlenir. “Sahne, dramatik ilkelerin anlatıda birleşmesidir. Öykü ve söylem burada görece eşit sürededir. Sergilemesi anlatmaktan daha uzun sürmeyen iki olağan bileşen, diyalog ve görece kısa süreli açık fiziksel eylemlerdir.”22

“Yemek yedin mi? Yedim.

Allah aşkına? Valla.

Bir kahve yapıvereyim?

Ben yaparım. Sonra. Birlikte içeriz.” (s. 199)

Yaklaşık bir sayfa bu eşitlik devam etmektedir. Sonra yine öykü zamanının metin zamanından yavaşlığı sürdürülür.

Öykü zamanı ve söylem zamanı arasındaki bir başka münasebet de Chatman’ın tabiriyle ‘esnetme’ Bal’ın tabiriyle ‘yavaşlatma’dır.Yavaşlatma’da “[s]öylem zamanı, öykü zamanından uzundur.”23Bir diğer ifadeyle “a noktasından b noktasına varış süresinin çeşitli girişlerle düşük tempoda götürülmesidir.”24Gün Üç

Dakika hikâyesinde yavaşlatma, -hikâyeyi her ne kadar bir bekleme hikâyesi olarak adlandırmış olsak da-

anakarakterin mahallesinde yaptığı mekânlar arası kısa yolculukların arasında bilinç aktarımı sayesinde gerçekleştirilir. Öykü karakteri önce evinden eczaneye, eczaneden hasır koltukçunun önüne, oradan halasına ve PTT’ye gider. PTT’den sonra Üner’le karşılaşır. Üner’den ayrılır. Sonra mekân Aliye’nin evidir.

22 Chatman, S., (2009), s.66. 23 Chatman, S., (2009), s.66.

Nihayetinde evine yönelmişken hasır koltukçuyla rastlaşır. Rimmon-Kenan’a göre “mekân tasviri bir kurgulu anlatıda anlatıcının varlığına işaret eden en küçük işaretlerden sayılır.”25

Ancak hikâyemizde mekân değişimleri hem zamansal değişimi göstermek hem de öykü zamanının yavaşlığını bize hissettirmek açısından fonksiyonel bir kullanıma sahiptir.