• Sonuç bulunamadı

Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Edebiyatı Bilim Dalı

ÖZET

18. yüzyılda, Osmanlının 1718 yılında Avusturya ile imzaladığı Pasarofça Antlaşması 1730’daki Patrona Halil İsyanı’na kadar Osmanlıya geçici bir süreliğine de olsa sükun dönemi yaşatmıştır. Bu, 13 sene süren sükun döneminde başta İstanbul olmak üzere Osmanlı’nın çeşitli şehirlerinde, içlerinde saray, köşk, çeşme, imaret ve camilerin de bulunduğu birçok sanat eseri meydana getirilmiştir. Bu dönemin en meşhur şairlerinden biri olan Nedim (1681- 1730) ve dönemin diğer birçok şairi, şiirlerinin bir kısmında bu mekânlara yer vermiştir. Yine o dönem, İstanbul dışında yaşamakta olan Edirneli divan şairi Ağazâde Örfi (1704-1772? ) de o dönemin Edirne’deki yansımaları olarak kabul edilebilecek köşk, çeşme, köprü, hamam gibi çeşitli yapıları şiirlerine yansıtmıştır. Biz bu çalışmamızda Ağazâde Örfi divanında yer alan bu çeşitli yapı adlarını ele almaya çalışacağız.

ABSTRACT

In 18th century, treaty of Passarowitz signed with Austria in 1718 provided a peaceful period of time to the Otoman Empire until Patrona Halil Rebellion. In that period which was 13 years , a lot of works of art like palace, manor houses, fountains, alms houses and mosques were built mainly in Istanbul and in diffferent cities of Otoman Empire. Nedim (1681- 1730), one of the most famous poet with most of other poets of that period gave place to these works of arts in their poems. In the same period, a Divan poet Agazade Orfi from Edirne (1704-1772?) reflected in his poems several buildings of that period in Edirne like manor houses, fountains, Turkish baths . In this study we will discuss the names of these buildings which were taken place in Agazade Orfi’s divanpoems.

Giriş:

Edebiyatın temelinde var olan insandır. Bu varoluşun temeli ise insanın duygu ve düşüncelerini sözlü ya da yazılı olarak yansıtma çabalarına dayanır. Önceleri basit şekilde duygu ve düşüncelerini yansıtmaya çalışan insan, zamanla bu yansıtışın içine estetik beğenisini de katarak modern anlamda edebiyatı ortaya çıkarmıştır.

Varlığı, insanın duygu ve düşüncesinin varoluşuna bağlı olan edebiyatın, insanla olan bu yakın münasebeti sonucudur ki yazılı yahut sözlü bütün edebiyat ürünlerinde en temel unsur, insan ve onun çevresinde devam eden hayattır. İnsanla edebiyatın, edebiyatla insanın bu yakın münasebetinden dolayıdır ki hiçbir edebiyat eseri ve edip kendini ve eserini somut çevreden soyutlayamamıştır.

Divan edebiyatı hakkında yapılan eleştirilerin temel dayanak noktasını oluşturan; toplumdan kopuk oluşu, kapalılığı, muhayyel ve mücerret bir edebiyat oluşu gibi keskin, tarafgir, dar zaviyeli görüşler ve kişiler her dönemde varlığını sürdürmüşlerdir. Bu kişiler, farklı devirlerden rastgele seçecekleri birçok divanda (eğer tetkik ederlerse) şairlerin, yaşadığı dönemin toplumsal olaylarıyla, halkın yaşayışıyla ne ölçüde ilgilendiğini; üzerinden geçtikleri köprüleri, su içtikleri sebilleri, konakladıkları kervansarayları ve benzeri diğer somut unsurları şiirlerinde nasıl ve niçin anlattıklarını anlamış olacaklardır.

Biz bu çalışmamızda Edirneli bir Divan şairi olan Ağazâde Örfi’nin Divanı’ndan alacağımız bazı örnek şiirlerle hem divan şiirinin halktan ve mekândan kopuk bir şiir olmadığını, hem de Lale Devri’nde bütün Osmanlı şehirlerinde meydana getirilen çeşitli yapıların Edirne şehrindeki bazı yansımalarını belirlemeye çalışacağız; ama buna geçmeden önce Ağazâde Örfi hakkında kısmi bir bilgi vermenin uygun olacağı kanaatindeyiz.

Ağazâde Örfi (1704-1772?) Edirneli bir divan şairi ve tarihçidir. “Nâm-ı nâmîleri Mahmûd’dur.”1 “İlim ve tarih erbabından bir zat olup Edirne Bostancıbaşısı Suhte Hacı Ali Ağa’nın oğludur.”2 Gülşeniye tarikatına

mensup olan şair, Bostancı ocağında yetişti ve bu ocağın kethüdalığında bulundu.3 Vefat tarihi 1772’densonradır.4

Mezarı, İstanbul yolunda Nazır çeşmesi mezarlığında Buçuktepe’ye giden yol boyunda babasının mezarının yanındadır.5 Mürettep bir divanı ve dört yüz on iki beyitten oluşan Muhabbetnâme-i Örfi ünvanlı bir manzumesi vardır6;fakat kaynaklarda dört yüz on iki beyitten oluştuğu söylenen bu eser aslında üç mesneviden müteşekkil bir mecmuadır. Bu mecmuanın içinde bulunan eserlerin (Muhabbetnâme :149,

Leylâ vü Mecnûn: 216, Nasîhâtnâme: 47) beyitlerinin toplamı 412’dir. Buradan anlaşıldığına göre bu üç

küçük eser tek bir mesnevi olarak kaydedilmiştir.7 Şairliği yanında tarihçi kişiliğiyle de ön plana çıkan Örfi’nin, Hz. Muhammed’den kendi zamanına kadar geçen tarihi anlattığı Mefhûmü’t-Tevârîh adında bir eseri de vardır. Örfi’nin bir başka tarih eseri de 3. Mustafa’ya sunduğu ve Edirne Tarihçesi olarak bilinen

Berâ-yı Şehr-i Edirne’dir. Bu eser yanlış bir şekilde Cevrî Târîhi adıyla basılmıştır.8

Ağazâde Örfi’nin, şiirlerinde çevre betimlemelerini doğup büyüdüğü yer olan Edirne’nin çeşitli mimari eserlerinin yapılışına düşürdüğü tarih manzumelerinde açık bir şekilde görüyoruz. Şairliğinin yanında tarihçiliğiyle de tanınan Ağazâde Örfi, divanının tarihât kısmında mekan ve yapılara düşürdüğü tarihler elbette birer resmi belge üslubuyla yazılmamıştır.

Kasırlar:

Şair, Edirne’de Kasım Paşa Hamamı’nın yakınına kendi yaptırdığı bir kasra düşürdüğü tarih manzumesinde sevgiliyle olan münasebetlerini, divan şiirinin asıl teması olan aşkı da edebi sanatlarla birlikte kullanmaktadır. Şair, dilberin de gül gibi açılmasını isteyip böylelikle başındaki sıkıntıların, ağrıların gideceğini söylemektedir. O kasra gelecek yarin adımlarını bile takip etmektedir. Gönül açıcı bu yerin ay yüzlü güzellerle süslenmiş bir işret meclisi olmasını dilemektedir.

Derûn-ı bâğçede buldum mahallin tâ edem rağbet Nigâh-ı iltifât ile bu kasra eyledim himmet Güşâde ola dilber gül gibi yâsemenlikde Açub tabı gide serden sudâ-ı sıklet ü hayret Açılmış câbecâ o yârin makdemin gözler Baş egmiş salınur bâd-ı sabâdan gûyiyâ ser-mest Sanasın sâkidir zerrîn kadehler elde peymâne Ocakzâde gibi eyler aceb erkân ile hizmet Gam-ı hicrân ile bağrı yanık bir Mevlevî lâle Anı terbiye etmişler ocağında dilâ elbet

Gögermiş sünbül olmuş zülfi ucundan Kays-ı dîvâne Görüb hâl-i perîşânın gönülden eyledim şefkat Güzel dikleş makâm oldu bu kasr-ı Gülşen-âbâdım Müzeyyen ola meh-rûlarla bu kâşâne-i işret Makâm-ı dil-güşâ tekmîl olunca Örfi-i şeydâ

Dedi yâ Gülşenî feth eyle bir târih şüd temmet (1144) (Divan, yk. 106a)9

2 Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, Hzl. A. F. Yavuz,İ. Özen,(1972), İstanbul, Meral Yayınları, c. 3, s.6. 3Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, (1977), “Ağazade Örfî Mahmud Ağa”, İstanbul, c. 1, s. 46.

4 Bursalı Mehmet Tahir, (1972), c. 3, s. 6.

5 Peremeci, O, N, (1939), Edirne Tarihi, İstanbul, Resimli Ay Matbaası, s. 272.

6 Adıgüzel, N, (2008), Edirneli Ahmed Bâdî’nin Riyâz-ı Belde-i Edirne Adlı Eserinin Tezkire Kısmı, Edirne, Basılmamış Doktora Tezi, Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 244.

7 Gürgendereli, M, (2002), “Örfî Mahmud Ağa ve Mahabbetnâme Mesnevisi”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, sayı. 6, s. 88-89 8 Canım, R, (1995), Başlangıçtan Günümüze Edirne Şâirleri, Ankara, Akçağ Yayınları, s. 406.

Ağazâde Örfi, Lale Devri’nde bilhassa İstanbul’da yapılan birçok kasrın, bir benzerinin hatta onlardan daha güzelinin Edirne’de Tunca nehri kenarına yapıldığını anlattığı tarih manzumesinde; bu kasrın cennetten izler taşıyan bir yer olduğunu, buraya giren insanın bir daha buradan çıkmak istemeyeceğini, içindeki bülbüllerin bu yeri İrem bahçesiyle eş tuttuğunu, kasrın dört bir tarafının bahçelerle çevirili olduğunu, yanından ise sanki bir deniz gibi olan Tunca nehrinin aktığını, meşhur Sadabad’ın bile bu kasra denk olmadığını zira Sadabad’ın birçok kusurunun olduğunu ifade eder. Sonrasında da kasrı yaptıran Alizâde Efendi için Allah’tan hayır dualarında bulunur.

Alizâde efendinin hilâfâ Saâdet-hânesinde yapdı bir câ Ne câdır bu ki cennetten nişâne Bir âdem girse çıkmak istemez tâ İrem derler hezâr(â)10ndan işitdim Bu kasr-ı gülistân-âbâda hâlâ

Hadâyık her taraf bülbüller inler Yanında nehr-i Tunca sanki deryâ Muâdil olamaz çün Sadâbâd Kusûru çok bunun yanında zîrâ Bu kasrın sâhibi pür-marifetdir Hünerde sâbit vakt oldu farzâ Likâda hûb u her elfâzı mergûb Velî eş’âr ile inşâda yektâ Mü’essir her dile güftâr-ı pâki Netîce subhî bülbül gibi gûyâ O subhî andelîbi eyle yâ Rabb Tarîk-i Gülşenîde mesnedârâ Aça gül-gonce tab’-ı şerîfin Nesîm-i hazret-i Bârî te’âlâ Çıkar bir mısra’ında Örfi târih

Zehî dil-keş binâ bu kasr-ı ra’nâ (1147) (Divan, yk. 107a)

Şair, Hacı Mehemmed Ağa tarafından yaptırılan kasırlar hakkında söylediği tarihte ise Hacı Mehemmed Ağa’nın eş ve dostuna yaptığı ikramlar ile her an sevap kazandığını, derviş tabiatlı bu kişinin herkesi büyük bir saygıyla karşıladığını, birçok kişinin bu yerde bir tekke misali gece gündüz misafir edildiğini, böyle bir misafirhanenin bir benzerinin dünyada bulunmayacağını, yine böyle bir binanın felek mimarının eliyle bile yapılmadığını, bu binanın eyvanının kemerinin dokuz katlı gök misali olduğunu, buradaki her kasrın bir gül bahçesinde çiçek dikmek için ayrılan yerler misali olduğunu, bu semti duyanların buraya gemlemezlik edemeyeceğini, bu semte benzeyen bir yerin henüz dünyada var olmadığını, böyle bir yerin eşinin benzerinin olmayacağını eğer eşi benzeri varsa da onu bilebilenin yalnızca Allah olacağını, ifade eder.

Hazret-i Hâcî Mehemmed Ağa İbrâhîm-hısâl Olmada mihmâna ikrâm ile her lahza müsâb Lutfla ta’zîm eder her şahsa ol dervîş-nihâd Rûz u şeb tekye gibi anda müsâfir bî-hesâb Bir müsâfirhâne yapdı kim nazîr olmaz cihân Kasr-ı devletde safâ kesb etsün ol âlî cenâb

Dest-i mi’mâr-ı felek hîç yapmadı böyle binâ Tâk-ı eyvânı bunun gûyâ sipihr-i nüh-kıbâb Her kasır bir gülistânın tarhı olmuş gûyiyâ Nice akmaz gûş edenler işbu semte hemçü bâb Düşmedi aksi bunun mir’ât-ı bahr içre henüz Bî-misildir bî-misil Allahü a’lem bi’s-savâb Hâtifin Örfî zamîri keşf edüb târîhini

İhtimâm ile kusûrun yapdı ol vâlâ-cenâb (1152) (Divan, yk. 112a)

Çeşmeler:

Bütün canlıların yaşam kaynağı olan suyun önemini belirtirken teşne bir haldeyken tarih düşürdüğünü söylediği çeşmenin suyunu, içene ebedi hayat bağışlayan efsanevi su, âb-ı hayat olarak nitelendirmiştir.

Teşnelikde söyledim târihini Ey Örfi çeşme-i âb-ı hayât (1141) (Divan, yk. 105b)

Ağazâde Örfi, Defterdâr Mustafa Akif Efendi tarafından yaptırılan bir çeşme için düşürdüğü tarihte; Peygamberimiz ile hemnâm olan Mustafa Akif Efendi’nin hayır için bir çeşme yaptırmaya niyetlendiğini ve bu çeşme için çıkarılan suyun cennette var olan Kevser suyu ile neredeyse eş değer olduğunu belirterek bu çeşmeyi tavsif etmiştir.

Hazret-i Âkif efendi hayr içün Kıldı defterdâriken niyyet hemân Ol semiyy-i Mustafâ buldı zülâl Yohsa kevser mi aceb akdı ayân Örfi-i dâ’î dedi târîhini

Çeşme-i mâ’ü’l-hayât oldı revân (1152) (Divan, yk. 112a)

Yine bir başka çeşme için düşürdüğü tarihte şair, tertemiz suyuyla güzel, yüce bir çeşmenin yapıldığından bahseder.

Deyüb yek ses ile hâtif gibi Örfi ana târîh Bu âb-ı pâk ile yapdı sehî âlî eser cârî (1147) (Divan, yk. 106b)

Hamam:

Ağazâde Örfi, Edirne merkezinde çeşitli yapılara düşürdüğü tarihlerin yanı sıra Uzunköprü ilçesindeki bir hamama da tarih düşürmüştür.

Örfiyâ hâtif dedi târihini

Çifte pâk hammâm be-Cisr-i Ergene (1141) (Divan, yk. 105b)

Dükkân:

Ağazâde Örfi, Muhammed Çelebi tarafından yaptırılan bir Tütün dükkanına da tarih düşürmüştür. Bu dükkanın; işinde çok iyi olan bennâlar, nakkâşlar, şîşekârlar ve mühendisler tarafından yapıldığını anlattığı şiirinde; dükkanın, süslemeleriyle bir gül bahçesini andırdığını, duvarını üstünün gül resmiyle süslendiğini, öyle ki bir bülbülün bu dükkanı görmesi halinde orayı altından yapılmış bir kafes sanacağını, bu dükkanın temellerinin muhabbet esası üzerine kurulduğunu ve irfan sahiplerinin bu meskeni bir karargah haline getireceğini söylemiş ve böyle bir dükkanın dünyada yapılamayacağını ifade etmiştir.

Bu dil-keş mevzi’-i pâki Muhammed Çelebi yapdı Güzîde şîşe-kârın buldu nakkâş ile bennânın Aceb sanatlar icrâ etdiler anda mühendisler Çıkardılar meger kim nakşını çerh-i mu’allânın Gülistân eylemiş gül resmi ile sakf-ı dîvârın Ya bir altun kafesdir aklı gider görse şeydânın Muhabbetten kurup tab’-ı esâsına bunı niyyet Karârgâhı ola tâ kim bu mesken ehl-i irfânın Eder teşrîf ehibbâsı temennî rûz u şeb Hak’dan Hulûs-ı tâm ile dildâdesidir cümle yârânın Hemîşe müşterî-tal’at olub seyyâre-yi bahtı Terâzû gibi destinde ola ahkâmı mîzânın Görünce Örfi’i gûyâ pesend edüb dedi târîh

Yapılmaz misli çün esvâk-ı âlemde bu dükkânın (1150) (Divan, yk. 110a, 110b)

Sonuç:

18. yüzyılda, bilhassa Lale Devri’nde bütün Osmanlı şehirlerinde görülmeye başlanan saray, köşk, çeşme, hamam, imaret gibi yapıların Edirne şehrindeki yansımaları olarak kabul edebileceğimiz bazı yapılara, Edirneli bir divan şairi olan Ağazâde Örfi tarih manzumeleri yazmıştır. Şairin bu manzumeleri, yalnızca yapılan bu sanat eserlerinin tarihini belirlemek için yazmadığını, bunun yanında devrin bu önemli yapılarını şiirine konu ederken onları birer kültür ögesi olarak gördüğünü anlamaktayız. Şairliğinin yanında tarihçiliği de olan Örfi, bu manzumelere düşürdüğü tarihler ile şiiri birbirine mezcetmeye çalışmıştır.

Örfi’nin, yazdığı bu tarih manzumelerinde yalnızca vezinli söz söyleme kabiliyetini değil, bir ölçüde de olsa (diğer birçok divan şairi gibi) Divan edebiyatının halktan ve onun yaşayışından bütünüyle kopuk olmadığının bir örneğini, bir işaretini görmüş oluyoruz. Ayrıca şairin, düşürdüğü bu tarihlerle bir anlamda kendi kültür mirasına da sahip çıkmaya çalıştığını anlamaktayız.

Kaynakça

Adıgüzel, Niyazi, (2008), Edirneli Ahmed Bâdî’nin Riyâz-ı Belde-i Edirne Adlı Eserinin Tezkire Kısmı, Edirne, Basılmamış Doktora Tezi, Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Ağazâde Örfi Divanı, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Kitaplığı, No: 2667.

Bursalı Mehmed Tahir, (1972), Osmanlı Müellifleri, İstanbul, Meral Yayınları, Hzl. A. F. Yavuz, İ. Özen, c.3. Canım, Rıdvan, (1995), Başlangıçtan Günümüze Edirne Şâirleri, Ankara, Akçağ Yayınları.

Erdem, Sadık, (1994), Râmiz ve Âdâb-ı Zurefâsı, Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.

Gürgendereli, Müberra, (2002), “Örfî Mahmud Ağa ve Mahabbetnâme Mesnevisi”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, Sayı.6.

Peremeci, Osman Nuri, (1939), Edirne Tarihi, İstanbul, Resimli Ay Matbaası.