• Sonuç bulunamadı

Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yeni Türk Edebiyatı Bölümü

ÖZET

19. yüzyıl sonu Fransız Sembolist şiirlerine alaycı, küçültücü olarak takılan “dekadan” sıfatını, Servet-i Fünûncuların farklılık yaratma adına işitilmemiş kelime ve tamlama üretmelerini ve bunları yazılarında kullanmalarını küçümsemek ve eleştirmek maksadıyla Ahmed Mithad Efendi de Servet-i Fünûncuları nitelendirmek için yazılarında kullanmıştır. Ahmed

Mithad Efendi’nin ardından Ahmed Râsim Bey de yazılarında bu sıfatı ve bu sıfatla birlikte “tek atan,topatan” kelimelerini

kafiyeli bir biçimde kullanmıştır.

Ahmed Râsim, Edebiyat-ı Cedîdecilerin yazı anlayışlarını ve onların bu amaçtaki çabalarını, kendi fikir hayatına göre

irdelemiş, Edebiyât-ı Cedîdecileri kendi bildiği doğru yola sevk etmeye çalışmıştır. Yaptıkları her hareketi mercek altına alan

Ahmed Râsim bu bakımdan Edebiyat-ı Cedîdecileri yönlendirmiştir.

Bu çalışmamız, Edebiyat-ı Cedideciler karşı olan Ahmet Rasim'in düşüncelerini içermektedir. Çalışmamızda yer alan bazı yazıları şöyledir: Leyâl-i Tetebbu, Şehir Mektupları’ndan örnekler, Tekâmül ve Terakki gibi yazı dizilerinden örnekler bulunmaktadır.

ABSTRACT

Ahmed Midhad Efendi used the adjective “decadent”,which was used cynically about the 19th century French symbolist poetry, in the same manner to criticize Servet-i Funun poets. Servet-i Funun poets created unheard words and word groups in order to make a difference. After Ahmed Mithad Efendi, also Ahmed Rasim Bey used the word “decadent” together with the Turkish words “tek atan, topatan” which are rhymed in a way.

Ahmed Rasim, critisized the understanding and efforts of the members of the school of Edebiya-ı Cedide, and tried to lead them to the true path that he knew. He looked into their every effort for this purpose.

Our study contains Ahmed Rasim’s ideas against Edebiyat-ı Cedide members. Some of his writings in our study are as follows: : Examples of writing series as Leyâl-i Tetebbu, examples from City Letters and Tekâmül ve Terakki.

Hem dil hem edebiyat düşünceleri bakımından dönem anlayışına tamamen sırtını dönmemekle birlikte, edebiyat düşüncelerinin hepsini de tamamen tasvip etmeyen Ahmed Râsim, yazıları ile edebiyat ve dil tartışmalarının içinde yer almış, fikirlerini çevresindekilere aktararak dönem edebiyatçılarına önemli bir ölçüde tesir etmiştir. Mutavassıtin yani Ilımlılar grubunda yer aldığı belirli kaynaklarda yer alan Ahmed Râsim, döneminin “Yazı makinesi” sıfatı ile de anılmıştır. Kara mizah üslubuyla yazdığı Eşkâl-i Zaman,

Şehir Mektupları gibi yazı dizisi eserlerinde üstâd, yaşadığı devrin ilim, kültür, fen gibi birçok özelliğini

yansıtmıştır.

Dekadan ve Dekadanizm’ e gelince, 19. Yüzyıl sonu Fransa’da Sembolist şiir akımına bağlı gençlerin bir

dergi etrafında toplanarak edebiyatı-şiiri- üst düzeye çıkarma çabası içersine giren bu gençlere verilen bir lakaptır. Deka, Fransızca’da on rakamına da karşılık gelmektedir. Servet-i Fünûncular, Yeni Edebiyât-ı

Cedîdeciler veya Edebiyât-ı Cedîdeciler olarak anılan döneminin edebiyatçıları toplanış, amaç bakımından

özellikle onlara benzemektedirler. Ahmet Mithad Efendi’nin bu terimi onlara yakıştırması ile Ahmet Mithad

Efendi gibi düşünen yazarların dönem yazılarında ‘dekadanlar, dekanistler’ terimi yaygın olarak kullanılmaya

başlamıştır.

Servet-i Fünûncular Türk dilini, şiirde yetkin görmemiş bu sebeple bir edebiyat üst dili yaratmaya

çalışmışlardır. Ahmet Râsim,Servet-i Fünûncuların lisanı yeterli bulmamalarını ve bunu gidermek için lisanın unutulmuş içi boş terkiplerini yeniden kullanmaya başlamalarının, farklı dillerden kelime almalarının, lisanda kargaşalığa yol açtıklarını görmüş ve Türk lisanına olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya, Servet-i

Fünûncuları yönlendirmeye çalışmıştır. “Sanat, sanat içindir.” anlayışını benimseyen Edebiyât-ı Cedîdecilerin kafiye, redif gibi konularda tutarsız davranış ve tutum sergilemeleri, halkın kimisinin

edebiyattan soğumasını sağlsamış; kimisinin de edebiyata olan ilgisini arttırmıştır. Dönemin eski - yeni tartışmaları diye de bilinen Naci - Ekrem tartışması da bu kargaşalığın patlak noktasını oluşturmuştur.

Hem aldığı klasik eğitimle hem de çağdaş düşüncesiyle ileri bakışlı olan Ahmet Râsim, Servet-i

Fünûncuları nam-ı diğer Edebiyât-ı Cedîdecileri her fırsatta yazıları ile uyarmış, lisan üzerine düşünmüş,

düşündürmüş, tetkik ve tenkit ile onların olgu ve olaylara doğru bakmasına yardımcı olmuştur. Geçmişi irdeleyip elekten geçiren Ahmet Râsim Türk lisanın geleceği konusundaki endişelerini yazılarında belirtmiştir. Hocası Ahmet Mithad Efendi’nin “dekadan” kelimesi gibi, Türk lisanı hakkında pervasız tutumlar sergileyen edebiyatçıları, “dekadan”la kafiye oluşturan “top atan, tek atan” sıfatlarıyla beraber eleştirmiş, onları bu alaycı sıfatlarla yazılarında küçümsemiştir. Yeniliğin yanında olan fakat bilinçsizce yenilik adına yapılan içi boş terakki çalışmalarından rahatsız olan Üstâd, elinden geldiğince bu kötü gidişatı engellemeye çalışmıştır ki bir tenkitçi de böyle olmalıdır.

Üstâd sadece dönemin edebiyatçılarını değil tüm halkı hem lisan, hem dil, hem edebiyat, hem kültür, hem ilim adına bilgilendirmiş, bilinçlendirmiştir. Türk edebiyatında adı Ilımlılar grubu içersinde anılan üstâdın önemli bir yerinin olduğunu da tarafımızdan düşünülmektedir.

Ahmet Râsim’in Yeni Edebiyât-ı Cedîdeciler ve Eski Edebiyat Hakkındaki Genel Düşünceleri

Servet-i Fünûn dergisinde bir şiiri veya bir eseri yayımlanan herkes kendisini Servet-i Fünûnculardan

saymakta ve çevresinde de Servet-i Fünuncu olarak tanınmaya, ün salma hevesine bürünmektedir Bunlardan biri de bildirimizin devamında da göreceğimiz Âşık Coşkun’dur. Edebiyat-ı Cedîde’nin yaptıklarına karşı olmasının sebebi yenileşme çalışmalarının milli edebiyata bir yararı olmamasıdır. O kadar çok mevzuıbahs olduğu için edebiyat-ı atîka taraftarânı hakkında konuşulacak bir söz de bulunmayan eski edebiyatın da artık öneminin kalmadığını belirtmektedir üstâd yazılarında. Ancak edebiyatın mazisi her zaman edebiyatla iç içedir. Geçmişi yok sayan Servet-i Fünûncular taklitçilikle bir edebiyat yaratıldığı zannı içine düşmüşlerdir.

“Bu şekil te’sîs-i müstemendât maksadıyla memâlik-i sâireye hicret eden efrat-ı Ecnebiyenin kondukları mahalde yaptıkları muhalât-ı mefrûzaya benzer. Fakat ne tuhaf tesadüf? Bizde bu gibi mahallâta ekseriyetle yeni mahalle denir. Acaba Edebiyât-ı Hazıra’da bu nevi’ bir tecelliye mazhariyetle ‘Yeni Edebiyât-ı Cedîde’ unvân-ı garbını bu yüzden mi iktisâb etti?”1 Edebiyât-ı Cedîde’nin isimleri ile yaptıkları iş arasında bir

tutarlılık olmadığını, aslında Edebiyât-ı Cedîdeciler isimlerinin başına ‘yeni’ sıfatını ekleyerek sadece isim değişikliği yaptıklarını, ortaya elle tutulur gözle görülür bir ürün çıkarmadıklarını, onların sadece kendilerini kandırdıklarını söyler Ahmet Râsim. Günlük yaşamdan benzer örnekler vererek yazılarında bunu göstermektedir.

“Ezmine-i atîka edebiyatına numune olmak üzereisnâd edilen üç sebep onun için mucîb-i kelâldir. Filhakîka ezmine-i atîka zevk ve vezin için numuneler gösterir ve fazla olarak en büyük endişe-i pîşedir.”2

Edebiyat-ı atîka için sunulan örneklerdeki başarısızlığı Ahmet Râsim, üç sebebe bağlamaktadır. Zevk ve

vezni dikkate alarak eserleri oluşturma bunun yanında da fazla san’at endişesi taşımasıdır.

“Edebiyat-ı hazıra öyle mazik pür-ıztıraba girer şeylerden değildir.”3 Edebiyat-ı hâzıranın ıztırap

çekecek hâli yoktur. O, sanat için sanat yapar. Hissiyatın egemen olamadığı bir edebiyat. Bu yüzden rotası, farklı arayışlar içinde devamlı değişmektedir. Edebiyât-ı Cedîdecilerin durmadan arayış içersinde kulağa hoş gelen kelimelerle terkip yapma fikri yanlıştır. O kelimeler bize ait olmadığından ve içinde Türk hissiyatını bulundurmadığından bizim milli edebiyatımızın da bir unsuru değildir.

“Âsâr-ı cedîde dediğiniz makâlât ve eşâr arasında başlayan seyyiat-ı kalemiye bizi âlâ etmekten ziyâde inhitâta davet eylediği ve efkâr-ı frenkâneyi temeşşuk ederek fikr-i taklidi ileriye sürenlerin bu hâline bizce (dekadanis) demek tabi bulunduğu için dekadan sıfatı o hâl ile muttasıf olanlara atfedildi.”4Ahmet Râsim,

dönem edebiyatçılarının yenilik adına ortaya çıkardıkları eserlerin Türk edebiyatını yükselteceği yerde alçalttığından; bunları yapanlara ‘dekadanis’ ismi uygun bulunarak, onları nitelendirmek amacıyla kullanıldığını anlatmaktadır. Edebiyât-ı Cedîdeciler özellikle bu cepheden Ahmet Rasim tarafından eleştirilmiştir. Süleyman Nesib Efendi ile Hüseyin Câhid’in korumalığını yaptığı Edebiyât-ı Cedîdecilere karşılık olarak bir kez daha “dekadan” diyen Ahmet Râsim bunun haklılığını da ciddi yazılarıyla savunmuştur. Yine “İki Söz Daha”sında düşüncesini şöyle kaleme alan Süleyman Nesib Bey:

“Mutavassıtlar, bütün bu itirâzlarında infi’âlât-ı nefsiyelerine mağlûb oluyorlar. Mesela bazıları bunlardan lâyık olmadıkları bir hürmet ve rağbete intizar ediyorlar. Bazıları da şu henüz dünkü çocukların –Evet, bunu itirâf etmelidir.- kendilerinin göremedikleri, yazamadıkları şeyleri, yeni bir nazar ile görerek parlak bir üslûp ile ifade ettiklerini müşahede edince kıskanıyorlar ben bu hakikati bütün yazılarında aynen görüyorum.”

1 Râsim, A., (1314b), “Dâiye-i Taklid”, Pul Mecmuası, S.15. 2 Râsim, A., (1313b), “Leyâl-i Tetebbu”, Malûmât, S.120. 3 Râsim, A., (1313c), “Muhakemât-ı Edebiyye 2”, Malûmât, S.103. 4 Râsim, A., (1314h), “Tekâmül ve Terakki”, Malûmât, S.135, s.294-299.

diyerekkıskanç, yeniliği çekemeyen biri olarak Ahmet Râsim’e gönderme yapmakta ve üstadbunu, edebiyat- dil tartışmalarının bir bölümünü yayımladığı Tekâmül ve Terakki başlıklı yazı dizisinde ele alarak kendisinin kıskanç bir kişiliğe sahip olmadığını, olması gerektiğini göstermeye çalıştığını, kimsenin hürmetine ve ilgisine itibar etmediğini, sadece mesleğinin gerekliliğini de yerine getirdiğini söyler.

“Sembolist sıfatına gelince evvelce dahi şerh ve izah ettiğimiz vecihle asar-ı cedîde dediğiniz eşâr ve makalât arasında kisret-i istiâre ile maglak, mühim ve müşevveş görünenlere bir atıf izâfı olarak söylenivermiştir.”5 Sembolist, kavramının kimlere niye verildiğini açıklayan Ahmet Râsim’den bu kavramı,

eserlerini oluştururken eserin dilinin ağır ve anlaşılmaz olmasını isteyen bunun yanında dile yeni elbiseler giydirmeye çalışarak anlatımda kapalılığı oluşturanlara da denildiğini öğreniyoruz.

Edebiyat-ı Cedîdecilerin Edebiyat Adına Lisan Üzerindeki Yaptıkları Çalışmalara Karşı Ahmet Râsim

“…

-Evet, lisân, büyüdükçe, yeni kelimelere muhtâc imiş. Meselâ, “tatlı” kelimesi pek eski kullanılmaz imiş. Onun yerine “nûşîn” kelimesi konulacakmış. Bundan sonra: Helvâ-yı nûşîn, nûşîn renk, nûşîn söz, nûşîn dil denilecek.

- Fenâ değil! Fakat, Türkçesi kalkıp Farsçası gelirse, dil yenilenmiş mi olur?

- Onu kalem sahiplerine sor. Hattâ geçen gün meşhûr Bourget(Burje)nin “İdylle Tragique” adlı eserini okurken bir yerinde “caresse bleue” (kares blö) deyişini görünce yeni edebiyatçılarımıza hak verdim.

İnsan bunu nasıl olur da “mai renkli okşayış” yahûd “Nüvâziş-i kebûd-renk” veyâ bakış mes’elesi olduğuna göre “nigâh-ı kebûd-fâm” diye tercüme etmez!”6 Ahmet Râsim’in bu uydurduğu kelime ve

tamlamalar Servet-i Fünûncuların dil anlayışını eleştirmek ve alay etmek amaçlıdır. “Türkçesi kalkıp

Farsçası gelirse, dil yenilenmiş mi olur?” sorusu ile Ahmed Râsim, okuyucuların düşünmesini de

sağlamaktadır.

“Arabî ve Farîsiye münhemik olanlar mesela mütenebbi ile Firdevsî’yi, Fransızca bilenler Hugo ile bir Malarme’yi, Almancaya intisâb edenler bir şeyler ile bir Shopenhaurer’ıİngilizce okuyanlar bilmem kimi dillerine dolaya dolaya bu zevât-ı tarihiyenin – tabiriniz vecihle- lâyık hazm ve temsil olan olmayan ne kadar a’sârât-ı dimâğiyesi varsa cümlesini emmekte sebât ettiler. Artık döndürmek kâbil değil. Hatta içlerinde alafranga geçinenlerden bazıları zevk ve şiveyi bile inkâr ederek sizi bile ( yeni bir his, eski bir sıfatla) tarîz edilmez demeye mecbur ettiler. Siz de yeni bir hisse yeni bir sıfat bulmaya terakki zannederek tarik-i ma’kûsu ilzâm ettiniz. Siz zannediyorsunuz ki hissiyât-ı kudema tabi’ olduğu gibi sıfât ve terâkîb dahî kudema tabiidir.”7 Yeni yetişmiş sanatçıların veya yetişen sanatçıların neye göre düşünüp hareket ettikleri, onların

anlayışlarının nasıl oluştuğunu eleştirmektedir. Tekâmül ve Terakki yazısı ile de Batı hayranlığı ile yetişmiş olan Recâizâde Mahmut Ekrem’e gönderme vardır.

“Hakayık-ı tabiyyeyi haber ederek bir hayâl-i garip, bir terkip-i garip ile tebliğ-i his etmeye sapıyorsunuz. Seviye-i ilmiyeden düşüyorsunuz.”8 Garip hayâller, garip terkiplere hissi tebliğe çalışıyorsunuz.

Bunu yaparken de ilim seviyesinden düşüyorsunuz, der Ahmet Râsim. Ona göre ilim seviyesi gerçeklikleri olduğu gibi aktarmaktır, gereksiz tamlama, benzetme ve hayâllere gerek yoktur. “Bir kere lisanı umûmiyet

nokta-i nazarından beraberce düşünelim. Acaba yeni fikir, yeni hiss, yeni hayâl kelimattan mı ibarettir ki teksir-i istiâre ve mecaze riayetle böyle müşevveşü’l-fikir olarak ve ifade edilecek hissi boğarak bir ucbiye-i hayâliyenin doğduğuna sevinelim. Bahusus saat-i semenfâm, nâyî zümrüt, şikeste-i reng-i sefâlet terâkib-i âdiyesinin ehemmiyeti nedir ki onların natık olacağı fikir ü his ü hayâl bizce makbul ve muteber bir fikr ü hiss ü hayâl olsun?”9 Üstad, Cenab-ı Şahabeddin gibi böyle alışılmadık terkip yani terkib-i garip kullanmasının asıl zararı kendisinden başka kimsenin anlamamasıdır. Edebi eser, halkla iç içe olunduğunda bir anlam bulur. Yoksa kendisi anlayıp, kendisi okuyacaksa şiir yazıp ortada şair olarak dolaşmanın ne anlamı vardır?

“Lisanda her kelime manayı hakikîsi itibarıyla müstemel değildir. Öyle kelimeler vardır ki manâyı mecâziyesi delaletiyle dâhil olduğu terkip veya cümlede başka bir vazife, başka bir şive ile ispat-ı vücut ederek ezhân-i kariînden başka bir mana tevellüt eder.”10 Her kelimenin temel anlamı ile cümlede vücut

5 Râsim, A., (1314h), s.294-299.

6 Râsim, A., (1989), Şehir Mektupları, İstanbul, C.I., s.89-90. 7 Râsim, A., (1314h), s.294-299.

8 Râsim, A., (1314h), s.294-299 . 9 Râsim, A., (1314g), s.278-283.

bulacağı düşüncesinin yanlış olduğunu vurgulamaktadır. Kelimeler, cümledeki görev ve duruşları ile anlam esbabına büründüklerini buna göre anlam görevleriyle yüklenirler.

“Her lisan için sadelik bir meziyettir. Bir meziyet-i makbuledir. Fakat sadelikten maksat lisanları teşkil eden kelimâtın avâm ağzında yıpranmış olanların beni vasıta-i ifade etmek değildir.”11 Sadelik, her lisan için

önemlidir. Sadelikten maksat, halk ağzında eskimiş sözlerin kullanılması değildir. Lisan ıslahını yanlış anlayanlara sadelik anlayışının içi boşalmış, anlam bakımından bitmiş olan kelimelerin tekrar kullanılması değildir. “Bugün hangimiz Kemâl gibi lisanı zevâidden kurtaracak derece-i iktidârdayız? Bir de

mütehakimâna ve mütehekkimâne meydana atılarak üslûb-ı beyan ayniyle insandır. Kaidesini tabîr-i câiz ise üslûb fâtir-i hâzıra tatbîk edenler bulunuyor. Bu nasıl şey?”12 Lisanı fazlalıklardan kurtarmak bir meziyettir.

Bunu Kemâl13 başarmıştır. Beyan edilen üslûp insanın kendisiyle özdeşleşir. Kullanılan dil de önemlidir. Dilde sadelik, dili fazlalıklardan kurtarmaktır. Dilin kullanılan kelimelerini bırakıp, pejmürdede kalan eski kelimelere yer vermek değildir.

“Bu mütalaaya göre edebiyatın hâli dahi mülkümüzde ıslahına ihtiyaç olan nakais cümlesinden değil midir? Öyle ise zann-ı acizânemizce esbab-ı ıslahı; ‘Evvela, kavaid-i lisanın mükemmel surette tedvin ve temhidi. Saniyen, kelimâtın istimal-i umumî dairesinde tehdidi. Salisen, imlâ ve manaca ecza-yı lisan beyitindeki irtibat-ı surînin ittihad-ı hakiki hâline gelecek kadar teşyidi. Rabian, rabıt-ı kelâm ve ifade-i meram şivelerinin tabiat lisana tatbikan tadil ve tecdidi. Hamsen, ifadenin hiss-i tabiyesinin hail olan külfetli sanatlardan tecridi suretlerinde ibarettir.’ Kanun-ı edebiyesiyle beyan etmiştir. Hâlbuki biz bu beş faide-i lisaniyeyi şu yakın zamanlarda bütün bütün terk etmeyiz.”14 Ahmet Râsim, bu beş maddenin yerine

getirilmesiyle lisan ıslahının yerinde gerçekleşeceğini söylemektedir.

Mademki bugünkü lisan budur. Bunu ıslah etmeye mecburuz. Anadolu halkına okutacağız diye manasız şeyler yazmaktan ne faide-i mutasavverdir? Yazacak şey kalmadı mı? Yoksa hepsi bu manzumelerde mündemic bulunuyor da biz mi görmüyoruz?”15Ahmet Râsim, Âşık Coşkun ve tayfasının yazdığı şiirlerin

aslında bir fantezi olduğunu savunur. Anadolu halkının anlayacağı Türkçe şiirin Âşık Coşkun gibi şairlerin oluşturdukları şiirlerden mi ibaret olduğunu, yazacak başka şeylerin mi olmadığını sorar. Kısaca Ahmet

Râsim’e göre bu yapılanların şiir için bir değeri yoktur ve Üstâd, lisanın ağırlığının fazla olduğu

düşüncesinde lisanı ıslah etmekten yanadır. Lâkin, nasıl bir ıslah? Anlamsız ve bütünsel ilişkisi olmayan şiirlerle halkın karşısına çıkan ve kendilerini Servet-i Fünûncu sanan yazarlara Ahmet Râsim’in bir uyarısıdır.

Servet-i Fünûnculara özenerek eser meydana getirenleri uyarmakta ve onları yönlendirmektedir.

“Anlaşılmıyor, anlayamıyoruz, anlamadan yazılıyor diye şu son zamanlarda bizde bile zuhûr eden ihtilâfât meğer Fransa da hayali zamandan beridir mevzûıbahis olmakta imiş. Fakat biz de menzûr olan cihât-ı ibhâm ve iğlak-ı sarf kelimenin tebdîl-i ma’âni etmesinden ve kelimenin ya hatâen veya amden başka bir kalbe erfâğ edilerek okunup anlaşılamayacak bir şekilde görünmesinden ibârettir. Fransa’da devrân eden ihtilâf ise bu kabîlden olmayıp tedrîsât-ı felsefeye aittir.”16Fransa’da yapılan lisan çalışmalarından

bahsederek, örnek alınan ülkenin halini de gözler önüne seren üstad, Edebiyât-ı Cedîdecileri eleştirmiştir.

Edebiyât-ı Cedîdeciler de bu eleştiriler sonucunda kendileri hakkında düşünmeye ve yaptıklarını

sorgulamaya başlamıştır.

“O gibi terâkîbi icat eden fikr-i edebîye henüz vâkıf olmayanlar dermiyân edeceğiniz mütâlâtı mümkün değil anlamazlar.” diyorsunuz ki bundan maksudunuz “Servet-i Fünûn”da şiir yazan rüfekâyı meslek-i müstesnâ olduğu hâlde şu koca hey’et-i ictimâiye arasında sahip-i idrâk kimse bulunamadığını zamnen eşrâb etmektir. Peki, buna da razı olalım.”17

Edebiyat-ı Cedîdecilerin yazılarını kendilerinden başka kimse

anlamadığını söyler. Külfetli ve şatafatlı bir dilin ağırlığı altında halk ezilmiştir. Yine de Servet-i Fünûncular arasında dili sade olanlar da mevcuttu. Bazılarının dilinin sade olması dönem dilinin şatafatlı ve ağır olmadığı anlamına gelemez. Mesela dönemde yazılarında sade bir dil kullananlardan biri de Hüseyin Câhid’dir, sade bir dil kullanmasının sebebini de kendisi şöyle: “Ra’uf’un, ben,im bu sadeliğimiz, doğrusunu isterseniz,

cehaletimizden ileri geliyordu. Cenâb’ın Arabçasını, Fikretin kâmusunu bize veriniz, bak neler yazardık.”18

İtiraf etmektedir.

11 Râsim, A., (1315d).

12 Râsim, A., (1314e), “Leyâl-i Tetebbu -14”, Malûmât, S.130. 13 Bahsedilen kişi, Namık Kemal’dir.

14 Râsim, A., (1313c).

15Râsim, A., (1315a), “Âşık Coşkun’a Mukabele”, Malûmât, S.177. 16 Râsim, A., (1314d), “Leyâl-i Tetebbu”, Malûmât, S.126.

17 Râsim, A., (1314g), “Tekâmül ve Terakki”, Malûmât, S.134, s.278-283. 18 Câhid, H., (1935), s.133.

“O muallim-i edep eğer vicdanı, insafı, hammiyeti varsa itiraf eylesin ki bizim lisanımız Garp yolunda ne söylenir, ne de hâme-i beyana gelir. Biz garbın bügünkü şaşaa-i hayat fürûz-ı mesaisinden istifâde etmeliyiz. Mademki Osmanlıca Arabî, Farîsiden isti’âne ederek tesis edilmiştir. Muhtevî olduğu hazâin-i kelimât ile her türlü makâsid-i edebîye ve ulûmiyeyi Fransızca veya Almanca veya İngilizce kadar her zaman ifade edebilir.”19 Ahmet Râsim, Garbın lisanından veya kelimelerinden değil, onun çalışma şekillerinden

yararlanmamız gerektiğini söyler. Osmanlıcanın hakikî bir dil olmadığını savunarak yeni bir edebiyat dili yaratmaya çalışanlara; Osmanlı lisanının ondan istediğimiz her şeye cevap verebilecek kudret ve yeterlilikte olduğunu söylemektedir üstâd. Bunun yanı sıra İngilizce vb gibi kelime hazinesinin yarısından fazlasını başka dillerden alınan bir dile muhtaç olmanın anlamını çözememektedir.

“Eski lügatlerden maneviyata ait olanı maddiyata, maddiyatamütaallikolanı maneviyata hasır edilerek lisanen, taharrüren bir becayiş icrasından sonra terakib ve kelimât-ı cedîde diye öne sürülüyor. Meselâ ‘susamış’ tagyîrini ifade eden teşne-lebterkibine hayîde nazırıyla bakılarak kıvrık dil veya lisan-ı yâbis tarzında yeniliği ile beraber soğuk terakib ve kelimâta rağbet ediliyor.”20Yenilik adına yapılan her şeyi kabul

etmeyen Ahmet Râsim, dilimize yerleşen soğuk terkiplerin çoğaldığını eleştirmektedir. Yıpranmış ve içi boşalmış kelimelerin lisanda yer etmesi gereksiz bir uğraş olarak görmektedir Ahmet Râsim. “Edebiyât-ı

Cedîde mahsûlâtı arasında mazhar-ı takdîr-iumûm olan parçalara ihâle-i nazar-ı dikkat edilecek olursa görülür ki bedbaht terâkîbten hemen hiçbiri yoktur. Hüseyin Cahid Bey’in terkîp-i bedbaht dediği düzme ve saçma sapan terâkîb-i mariza(!) Tebliğ-i hissiyatta matlûp olan kuvveti ihrâz edemediği içintayin-i mâhiyet-i teessürde uğradığı şaşkınlığa Acem’in vasf-ı terkîbini, Arap’ın kelimât yardasını Türk’ün yanlıştır diye hüküm ettiği kâidesini siper ittihâz etmesidir.”21 Bedbaht terkipler Edebiyât-ı Cedîdecilerin mahsullerinde