• Sonuç bulunamadı

Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

ÖZET

Edebiyat araştırmacılarının ve eleştirmenlerinin çoğunun edebi türler üzerindeki nazariyesini, genel olarak, eserin sanatsal yönünden çok araştırmacıyı kuşatmış olan edebi birikim, zihniyet, ideoloji ve hedeflerinin yönü belirlemiştir. Bu şekilde edebiyat dünyamıza kazandırılmış olan birçok yazının zemininde, sanatsal olanı yakalama arzusu olmamıştır. Oysa esas olan, yaratılmış eseri bütün hüviyetiyle kuşatmış olan sanatsal yönü ortaya koymaktır. Bu sanatsal yön, esere dâhil olan ve eserin var ettiği her şeydir: tem, dil, ileti vs. Ben bu çalışmamda; edebi türlerin değerlendirilişine ve edebi türlere yaklaşımda yeni bakış açıları oluşturmak niyetiyle Yakup Kadri’nin Yaban romanının üslubundaki sanatsal söylemi vurgulamaya çalıştım. Yaban, bugüne kadar belirli noktalarıyla dikkatleri üzerine çekmiş, çeşitli eleştiriler almış; ancak sanatsal yönü kuvvetli olan bir eser olmasına rağmen sanatsal bakıştan mahrum kalmıştır. Bu sanatsal yön, onun daha çok dil ve dili kullanışındaki gizil yapıdan kaynaklanmıştır. Eser, alışkın olmadığımız bir roman diline sahiptir. Bu dil, günlük dilin üstünde, çağrışımlarla okuyucunun zihninde yeni alanlar yaratan bir üst dildir. Yaban’ın yazarı, var ettiği gerçekliğinde, olayları algılayış ve şekillendirişinde sanatsal imge ve sembollere sıkça başvurur. İmge ve sembollerin sınırsız alanında yazar, okuyucunun zihninde iki gerçekliği birden yaratır. Bunlardan biri, romanın gerçekliği; ikincisi, roman içinde, romanı da var eden sanatın gerçekliğidir. Kısacası Yaban, üslubuyla sanatsalı ve şiirseli yakalamıştır.

Anahtar Kelimeler: Yakup Kadri, Yaban, dil, üslup, imge, şiirsellik. ABSTRACT

Most of the researchers and reviewers’ points of view have been attracted; generally, by the literary accumulation,thinking,ideology and their aim’s direction; more than by literarity of the art of work.Due to the fact that most of the art of work which are created have had no desire for reaching the literary one.Nevertheless it’s fundamental that the literary work,which is created,must completely bring up the literary view.This literary view is everything which is created by the art of work and belongs to the art of work:theme,language,subject etc… I Tried to demonstrate the literary saying of style of Yakup Kadri in his novel called “Yaban” for forming new points in evaluatron and thinking of the literary views.Yaban, in most points ways,has attracted most of the people and has criticized by them,however,it has been lack of literary view although it has been a work of art which has had effective literary line.This literary line has caused mostly , of the secret way in his language and his using of this language.This art of work has an unusual novel language.This language is an upper language which creates new spaces in reader’s mind with associations.The author of Yaban often uses the literary image and symbols for perceiving and explaining the matters,in the truth which was realized in the novel of Yaban.In limitless space of images and symbols,the author has created two reality in reader’s mind at the same time.First of these realities is the reality of novel;and the second one is the reality of the art which not only places in novel but also creates the novel itself.In this way,Yaban,with its style,has caught the literary and poetical one.

Key Words: Yakup Kadri, Yaban, language, style,image and poeticality.

Yakup Kadri’nin Yaban romanı, edebiyat araştırmacıları ve eleştirmenleri tarafından çeşitli yönleriyle eleştirilmiştir. Özellikle yazarın, köy insanıyla ilgili realist-natüralist yaklaşımla öne sürdüğü yargıları tepki toplamıştır. Buradan hareketle sanatta ve özellikle de romanda gerçeklik kavramının edebiyatımızda tam anlamıyla içinin doldurulamadığını söyleyebiliriz. Sanat ve özellikle kurmaca bir tür olan roman, kendi gerçekliğine sahiptir. Kurgulanmış ve yeniden yaratılmış bu dünyada yaşatılan gerçekler, o dünyaya aittir. Bu dünya gerçekliği ile sanatın gerçekliğini birebir bağdaştırmak, sanata ve içinde bulunduğumuz dünyanın gerçekliğine aykırıdır. Romanda kurulan, tasarlanan gerçekler yaşamdan beslenir; lakin bu beslenme asıl gerçekliği sanat içinde yeniden var eder. Asıl olan şudur ki, sanat yeni bir dünya arayışı ve var edilişidir. Kahraman, çevre ve hareket romanda kendi içinde var olandır. Romandaki dünya, dış dünyanın önüne geçen, var olandan hareketle onu etkileyendir. İnsan, varlığı temel yapısı içinde, yaşam gerçekliğini tam olarak kavrayamazken, sanat gerçekliğine kesin tanımlar getirmeye çalışması çok da anlamlı değildir. Sanat yeniden yaratılandır ve tanrısallaşandır. Sanatın değerlendirilişi bu manada biraz da beklenti işidir. Beklenenin bulunmaması ya da var olanın olumsuzlanması, onu sanatsal değerlendirilişten ayrı düşürmüştür. Bireyin toplumsal öğreti ve ideolojilerle kuşatılması, sanatı da kuşatmıştır. Oysa sanat, yalnızca sanata aittir. Roman da ciddi sanatsal türlerden biridir. Onun da değerlendirilişi ve ortaya konuluşundaki bakış, tüm çıplaklığı ile

sanatsal olmalıdır. Gerçeklik kavramının sanatı değerlendirmede ölçüt olamayacağını, sanatın kendi içinde yenidünya arayışı olduğunu kavramak, sanat gerçekliğinin farkına varmaktır. Romanda hayvana benzetilen insanın gerçekliği sadece roman oluşuyla ilgilidir ve iletilmek istenen, diriltilmek istenen fikrin malzemesidir. F.Kafka’nın böceğe dönüşen kahramanı romanın ana yapısını destekleyen roman gerçekliğine ait bir kurgudur. Bunu hayatla bağdaştırmak ve gerçek hayatta karşılığını aramak derin bir sanat eksikliğidir. Değinmek istediğim nokta, bu zamana kadar Yaban romanın genellikle bu gerçekçilik noktasında eleştirilere maruz kalması, ancak sanatsal yönünün yeterince ortaya konmamasıdır. Ben bu bildirimde romanın dil bağlamında sanatsal yönüne değinmeğe çalışacağım.

Bu anlamda, romanın konusunun dışında fark edilmesinin zaruri olduğunu düşündüğüm husus, romanın alıştığımız roman dilini aşıp şiirsele yaklaşan dilidir. Dil, basit manada bir iletişim aracıdır, lakin insan basit iletişimi geçmek zorunda olan derin bir varlıktır. Doğanın en derin varlığıdır. Kendini tanımlamak, tanıtmanın yanında kendi dışındaki dünyayı da tanımlamak zorundadır. Bu nedenle iletişim dilini geçmeli, aşmalıdır. Kendi dilinde yeni dil kurmalıdır, yeni bir üst dil yaratmalıdır. Algıların derinleştiği, imgeleştiği sembolik bir dil ihtiyacı doğar, işte bu ihtiyacı sanat karşılar. Edebiyat sanatı. Dile anlam yükleyen ve anlamı da yeniden şekillendiren, üst dili kurgulayan ve insanı orada yeniden yaratan alandır. Bu manada edebi türler içinde roman ve şiir dili farklılıklar içerse de birbirinden tam bağımsız hareket etmez, birbirinden beslenen ve birbirini destekleyen alanlardır. Zira ikisinde de insan gerçekliği sanat gerçekliği ile verilmeye çalışılır. Şiirde asıl olan dil malzemesini en genişletilmiş manada, içinde varoluşun tüm sürecini barındıran(bu varoluştan kasıt düşünce, sezgi, algılar, duyular, tasarımlar, düş gücü, çağrışımlar, coşkular, bilinçaltı, zaman, mekân ve insanı saran her şey)ve bu süreç ideolojik de olsa şiirde bireyselleşen, fikri aşan durumdadır. Yani şiir meseleyi, fikri, gerçeği barındırsa da onun ötesi ve asıl meselesi dildir. Ancak, manayı da barındıran bir dildir. Buradaki mana fikir olarak algılanmamalıdır, zira köklü fikrim şudur ki sanatta ifade alanına kavuşmuş bir ideoloji, artık ideoloji değildir, sanattır. Sanat kendi ideolojisini kurmuştur tıpkı gerçekliğini kurduğu gibi. Sanatta dile gelen her şey artık hayatın değil sanatın bir parçasıdır, dil de sanatsal söyleme tabiidir.

Yaban romanı dil bağlamında kendi içinde derinleşen ve imgeleşen bir dile sahiptir. Roman, kendi içinde şiirselleşen, alegorik unsuru barındıran ve bunu yaparken de konuyla bağdaşan bütünsel bir alan kurar. Bu dilsel yapı, genel roman dilinde pek sık karşılaşmadığımız sanatsala ve şiirsele yaklaşan özgün bir dildir. Bilindiği gibi romanın ana dil yapısını ören, onu ifade alanına taşıyan temel unsur tasvir yöntemidir. Bu yöntem daha çok gösterme tekniği ile hareket alanına kavuşur. Roman kahraman ve çevresinin tüm varlık hususiyetleri, bu tekniklerle okuyucunun gözleri önüne taşınır ve bu taşıma yazarın bakış açısıyla yeni bir varlık alanı, romanda yeni bir dil varlığı doğurur. Var olan modeller, dış dünya şekilleri bu yeni dil varlığında yeni formlara tabiidir artık. Dil bu süreçte sembolleşen ve gerçekliğini kendi kurandır. İtibari âlemde, itibari olan yalnızca dış dünyanın mime sisle yeniden kurulması değil, dilin de yeniden yaratılmasıdır. Eseri meydana getiren kelime varlığı, şekilsel yanıyla birer ses kümesidir, birer dil malzemesidir; ancak kelime varlığı, romanda dilden çok mana bakımından hüviyet kazanır. Yani, kelime varlığının dilbilimsel çağrışımının yanında dil, içselleştirilmiş sembolik bir form kazanır. İşte bu noktada Yaban romanı genel dil analizi yanında sembolik ve alegorik çağrışımlarıyla roman dilini aşan ve şiirselleşen bir boyuta dâhil olur. Dilin günlük biçimi değil sezdirdiği, düşündürdüğü var ettiği hayal âlemi romana dâhil olur. Bu itibari âlemde, romanın diliyle okuyucu arasında bir aynileşme, kavram ve kelimelerin çağrışımı ile sanatkâr ve okur arasında gizli bir bağ kurulmaktadır. Bu bağ, eserin dilinde var olan sembol ve alegorik ifadelerin ürünüdür. Saussure’ ün dil-söz(langaue-parole) ayrımı bu noktada yerindedir. Ferdileşen dil söze dönüşür ve sanat eseri içinde hudutlarını genişletir. Dil, eserde sapmalara tabiidir. Bu sapma ve genişleme söz varlığını gerçekleştirir. Dil, içinde yeni bir mana âlemi yaratır. Romanda bir tabii dil seviyesi bir de mana birlikleri seviyesi oluşur. Bu bakış tarzı Stylistik adı verilen disiplinin konusudur. Bu diyalektik yaklaşımda Yaban daha çok mana birliği ve seviyesi üzerinde durmak gerekir. Romanda bir araya getirilmiş kelimelerin çağrışımsal yanı tabii dilden daha üsttedir. Bu çağrışımsal yolla metinle aynileşen insan metine dâhil olur. Dilin, söze dönüşmesindeki mucize de bu çoğulluktur. Yazar -metin -okuyucu birlikteliğidir. Bu birlikteliği sağlayan ana potansiyel, itibari metin ve dilin her okuyucuda yeniden yaratılmasıdır. Okudukça çoğalan bir yapıya bürünen metin, okuyucuya geniş mana âlemi sunar. İşte sunulan bu mana âleminin ana malzemesi dil, dili de geçen sözdür.

Roman üzerinden hareketle belirlemeye çalıştığım hususları romandan alıntılarla temellendirmek ve örneklendirmek yerinde olacaktır. Şiir dilinde, kavramların gerçek anlamının yanında bazen gerçek anlamının olabildiğince dışında ve bazen de ondan tamamen bağımsız hareket etmesi, herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bu tabii dilin dışına çıkmanın, belirli lügat kullanımının yanında belagat sanatının

orijinal imkânlarının kullanımının da şekillendirdiği göz ardı edilemez. Yani, şiir dilinde edebi sanatların varlığını, kavramlar arası ilişkiyi destekleyen ve bağ kuran yapıyı kelimenin donanımsal yapısı sağlar. Bu donanımsal yapı dilde bütünlüğü barındırır. Yani kelimenin söze dönüşümü bir terkip işidir. Yaban’da da düz yazı içinde bir terkip, gizli bir şiirsel yapının varlığı söz konusudur. Romanın henüz başındayken romanın üslubu bize dildeki çarpıcılığı, sapmaları ve çağrışımı yansıtır.

“Hiçbir intihar bu kadar şuurlu, bu kadar iradeli, bu kadar sürekli ve çetin olmamıştır.”1Cümlesinin

şiirsel formu ve ifadesi, barındırdığı paradoksta gizlidir. İntiharın şuurlu hali, iradeli ve uzun bir sürece bağlanması cümleyi şiirsele yaklaştıran ana yapıdır.”intihar “kavramının çağrışımı intihara meyilli insanlarda bulantı ile beraber gelir içinde şuuru iradeyi barındırmaz ve zamansal olarak da anlık bir dilimi işgal eder. Sürekliliğinin olması bir oluş halinde verilmesi yine şiirsele yakın dilin getirdiğidir. Burada şiirseli ortaya koyan, birleşimi gerçekleştirerek, bütüne erişen yapıyı kuran ana kelimeler ”intihar, şuur, irade, sürekli” kelimeleri ve bunların terkibinden doğan çağrışımsal muhayyel alandır. İntihar kavramının, paradoksal sıfatlarla ifade alanına taşınması ve ortaya koyduğu “sürekli” kavramının bir varoluşu da içinde getirdiği şiirsele yaklaşan bir başka sürecin kanıtıdır. Yazar; hayat alanının, seçtiği yaşam biçiminin tanımını bir nevi aforizmalaştırmış ve yaşam biçiminin tanımını yaparken yoruma açık hale sokmuştur. Bu yoruma açık hale geliş metin-yazar-okur birleşimini dilsel olarak sağlamıştır. Yazar metin içinde seçtiği yaşam biçimini şiirsel ifade etmiştir. İntihar artık bu süreçte hem yaşamının parçası hem de kendine belirlediği yolun açık adresidir. İntihar kavramının varoluşsal süreçte bulantı, tiksinti kavramlarıyla ilişkilendirmek konuyu dağıtır. Bu kavramın doğuşunu ve nedenlerini belirtmek, dilbilimsel tanım getirmek yersizdir. İntihar kelimesine, roman içinde sahip olduğu tanımıyla yaklaşmak gerekir. Sanata dâhil olan kelime varlığı da artık tanımını içinde bulunduğu metnin yapısından ve iletisinin şeklinden alır. İntihar burada şiirsel ifadesinde süreklileşmiş bir yaşam formudur. Yazar, bu kavramı romanın bütünsel manada gelişimine de uygun düşürmüştür. Romanın başında verilen dilin gizilgücünde var olan anlam, romanın sonunda varılan noktayı ciddi olarak destekler. Yani yaratılan, hissettirilmeye çalışılan muhayyel alan romanı içeriği ile de destekler.

“Cihan savaşında kolumu kaybetmezden önce bütün şiir kabiliyetimi, bütün sade dilliliğimi kaybetmiş bulunuyordum. Korkunç, iğrenç ve yalçın gerçek parmaklarının ucundaki kan ve alnının ortasındaki çamurla çoktan bana görünmüştü. Biliyordum ki, toprak katı ve tabiat zalimdir.”2

Yazar, başına gelen hadiseyi kolunu kaybediş olayını, derinleştirmiş insan ve tabiat arasında bağım kurarak ve cümle vurgusunu da barındırarak gerçekleştirmiştir. Bu bölümde var olan ve gür sesle okunmaya müsait olan kısım“parmaklarının ucundaki kan ve alnının ortasındaki çamur”ifadesinin çağrışımsal olarak yansıtılıp, bu yansıma dâhilinde de insan ve tabiata yapılan yakıştırmada aranmalıdır. Toprağın katılığı ve insanın zalimliği parmaktaki kanı, alındaki çamuru destekleyen ifadelerdir. Yazarın sahip olduğu dil, ifade alanına taşınırken bütünsel işlemiştir. Bir önceki yaklaşım bir sonraki felsefi kanıları doğurmuş ve metinin dilsel olarak birlikteliği sağlanmıştır. Bu durum, kelime ve kavramların birbirinden beslenmesi ve desteklenmesi, şiir sanatının en mühim hassasiyetidir. Bu durumu romanda yakalayan yazar, söylem içerisinde dili söze yaklaştırmış kavramların felsefi süreçlerini de başlatmıştır. Korkunç, iğrenç ve yalçın

gerçek” de bir sonraki bölümü içinde taşıyan sıfatlardır. Bu gerçeği niteleyen sıfatlar yazarın panoramasını

çizdiği asli gerçekliğin sıfatlarıdır. Bu hususta, korkunç ve iğrenç çağrışımsal olarak var olan gerçekliği, yalçın gerçek de insan ve tabiatı destekler. İnsanın zalimliği ve tabiatın katılığı yalçın birer gerçekliktir. Yazar kullandığı kelimelerle, roman içinde üst dil kurmuş ve bu üst dil içinde derin aforizma ve felsefi buluşlara da gitmiştir. Bunu yazarken ne denli bilinçli bunu amaçlamıştır bunu kestirmek güç de olsa güç olmayan ve gün gibi açıkta duran bir şey vardır ki yazar, romanda şiirseli yakalamıştır. Bunu yakalarken de romanın bütünselliğine ana konusuna aykırı düşürmemiştir.

Yazar roman içinde, vardığı tanım ve yaptığı tasvirlerde tabiat varlıklarının niteliklerinden ve bize sunduğu nimetlerden olabildiğince faydalanmayı bilmiştir. “Türk köylüsünün ruhu, durgun ve derin bir

sudur. Bunun dibinde ne var? Yalçın bir kaya mı, balçık yığını mı bir yumuşak kum tabakası mı? Keşfetmek mümkün değildir.”3

Yazar gördüğü bir alanı roman dünyasına taşırken içselleştirmiştir. Ruhu, durgun ve derin bir su olan köylünün resmini tabiatlaştırmış ve okuyucunun dikkatini köylüden çok, dil üzerinde toplamıştır. Okuyucu yazarın çizdiği köylü portresine değil onu çizdiği imge dünyasına dalmıştır. Yazar, geniş bir muhayyel dünya yakalamıştır. Tabiata ait suya ait olan bazı durumları insan tabiatına taşımıştır. Suyun durgunluğu, insanın

1Karaosmanoğlu, Y. K.,(2002),Yaban,İstanbul, İletişim Yayınları, s. 17. 2Karaosmanoğlu, Y. K.,(2002), s. 18.

durgunluğuna eştir artık. Bilmeliyiz ki evreni kuşatan her şey de bir uyum ve düzen vardır. Tabiat ve insan arasındaki bu akıl almaz uyumu fark eden yazar, bunu sanatsal söylemle ifade etmiştir. Ruh hallerinin tabiata, tabiatın da insan ruhuna yansıması sanatın önemli parçasıdır. Şiirde daha çok yakalanan bu durum, romanda gerçekleşmiştir. Tabiat ve insan arasındaki bağ ve etkileşimi doğallığını bozmadan varlıkları nitelemekte kullanmıştır.”Yalçın bir kaya, balçık yığını, yumuşak bir kum tabakası” ifadeleri de çağrışımsal olarak köylüyü nitelerken, kelimelerin gerçek anlamını aşıp tasvir boyutunda insana verilmiştir. Yalçın bir kayadır köylü önyargılar barındırır, bazen bir balçık yığınıdır varlığından habersiz, bazen de yumuşak bir kum tabakasıdır köylümüz. Burada dikkat edilmesi ve fark edilmesi gereken köylünün bunları taşıyıp taşımadığı değil, bunun dilsel ifadesidir. Sanatsal bakış açısıdır. Yani, mana birliğini kuvvetlendiren dil öğesidir. Edebi esere ister dil ister içerik olarak yaklaşalım değişmeyen asli tavrın sanat gerçekliği ile hayat gerçekliğinin eş tutulmayacağıdır. Hayat, sanata dâhil olduğunda artık bildiğimiz, yaşadığımız o gerçek dış dünya değil, sanatkâr tarafından bize sunulmuş olan itibari alandır ve bu alan kendi içinde bütünlüğe, değerlendirmeye tabiidir. Bunun dışında sanata yaklaşım onun aslı değerini düşürür. Sanat, hayat gerçekliğinden ve katı ideolojilerden ayrı düşünülmelidir. Zira hayat gerçeği ve ideoloji sanata girdiği an da artık sanatın bir parçasıdır hayatın ya da ideolojinin değil.

“Kendileri çekildikten sonra kokuları havada kalan dilber ve nadide kadınlar, sesleri bir ana sesinden daha yakın, daha dokunaklı arkadaşlar, nur çehreli ihtiyarlar, coşkun suya benzeyen berrak gözlü, Dante’nin beatrisi, petrarka’nın leonorası,romeo’lar ,julietta’lar ve daha birçok tatlı hayaller…kimi yatağının üstünde yan yana,kimi bir küçük çocuk gibi benim kucağımda ,kimi bir iskemlede tek başına ,kimi ayakta ,kimi pencerenin kenarında dirseğine dayanmış;kimi odanın içinde bir aşağı beş yukarı dolaşarak benimle sabah ederler;ve sabaha kadar,havada kutsal bir orkestranın yankıları dalgalanır ve Yaradanlarla yaratıkların el ele verip hep bir arada raks ettikleri sezilir.”4

Romana “bir insan ve hayat görüşünün felsefesi”olarak bakan yazar, bu bölümde kurgu içinde kurgu yaratarak görseli, muhayyel alanla bağdaştırmıştır. Odasına çekilen kahramanın düş gücünü, ruhunun hareket alanını mitolojik aşklarla derinleştirmiştir. Yazarın ruh dünyasının kapıları ardına kadar okuyucuya açılmıştır. Onun ruhunda var olan imgeler, şiirsel söylemle okuyucunun bilincine aktarılmış ve okuyucu bu kısımda var olan sahneyi tüm açıklığı ile duyumsamıştır. Başka hiçbir dil yoktur sanatkârı da aşan okuyucuyla dolaysız buluşan, sanatkârın hayallerini okuyucuya aksettiren, işte bu dil şiir dilidir. İşte burada realist-natüralist olandan arınmış, romantizmi yaşatmış şiirsel söylem vardır. Bu söylemin şekilsele olan yakınlığı da dikkat çeken ayrı bir durumdur.

Kendileri çekildikten sonra Kokuları havada kalan dilber Ve nadide kadınlar

Sesleri bir ana sesinden daha yakın Daha dokunaklı arkadaşlar Nur çehreli ihtiyarlar

Coşkun suya benzeyen berrak gözlü Dante’nin beatrisi petrarka’nın leonorası Julietta’lar ve daha birçok tatlı hayaller Kimi yatağının üstünde yan yana

Kimi bir küçük çocuk gibi benim kucağımda Kimi bir iskemlede tek başına

Kimi ayakta kimi pencerenin kenarında Dirseğine dayanmış

Kimi odanın içinde bir aşağı beş yukarı dolaşarak Benimle sabah ederler

Ve sabaha kadar

Havada kutsal bir orkestranın Yankıları dalgalanır

Ve Yaradanlarla yaratıkların el ele verip