• Sonuç bulunamadı

1.2. ETNİSİTE, MİLLET ve MİLLİYETÇİLİĞE YÖNELİK KURAMSAL

1.2.1. Etnisitenin Genişletilmiş Bir Aile Olarak Tasarlanması ve

1.2.1.5. Primordialist Yaklaşımın Eleştirisi

Primiordializm, etnisite-milletlerin kökeni ve milliyetçilik kavramlarına yönelik yaklaşımları nedeniyle her daim eleştiriye tabi tutulmuş bir bakış açısıdır. Açıkçası bu eleştirilerin temelin Van den Berghe'nin kuramsal bir çözümleme noktasına yaklaşan ve primordial bağlar ile biyolojik yaklaşımlar arasında ilişki kuran bakış açısı hariç bünyesinde kuramsal bir yaklaşım barındırdığına söylemek de güçtür. Ancak bir kuramsal yaklaşımın bulunmaması bir yana Primordial bağlara yönelik eleştiriler zaman zaman aşırıya kaçsa da, ilk bakışta dahi karşımıza çıkan yanıtlanması güç sorular yaklaşıma yönelmektedir.

Bu anlamda sorulması gereken ilk soru belki de yaklaşımın içerisinde bulunan ve merkeze aldığı verilerin değişmezliğine yapılan vurgudur. Primordial yaklaşımların merkeze koymuş olduğu aile bağları, kan bağına dayalı yakınlık, kültürel yakınlık gibi kavramlardan mütevellit birbirine duyulan bağlılık hissi; kabul edilmesi gerekir ki her zaman aynı işlevleri görmemiştir. Özellikle son bir kaç yüzyıl içerisinde yaşanan gelişmeler ışığında yalnızca aile kavramını değerlendirecek dahi olsak, bu konuda yapılan sosyolojik araştırmaların yaratmış olduğu bir hayli geniş bireysel olarak taranması neredeyse imkansız bir külliyat karşımıza çıkacaktır. Zira tarıma dayalı toplum yapısından, merkez ve çevrenin birbirine yakınlaştığı, kırsal nüfusun azalarak, geniş ailelerden çekirdek ailelere dönüşen yapı dikkate alındığında. Küçük kırsal bir köyde neredeyse tümü birbirine yakın veya uzak akrabalık ilişkileri ile bağlı sosyal gruplardan, neredeyse birbirini hiç tanımayan, yalnızca yakın çevresi ile güçlü etkileşimde bulunan kentli aile yapısına geçişle birlikte aile arası bağlar geçtiğimiz yüzyılarda olduğu gibi kalmış olabilir mi? Bu sorunun yanıtı elbette ki açıktır aynı kalmamıştır. İnsanlar hala ailelerine, sevgi beslerler ancak fizyolojik ve sosyolojik olarak kısmen aynı şekilde oluşan (üreme, birlikte yaşama, geçim sağlama) aile hayatlarının, her ülkede, her millette, her toplumsal yapıda aynı biçimde işlediğini söylemek mümkün müdür? Bu bağlar günümüzde bir insan ömrünün vefa ettiği süre içerisinde dahi değişebilmekte, zaman zaman ekonomik örüntülerin, zaman zamansa bunlara bağlı toplumsal değişimlerin itici gücüyle hızlı bir devinime uğramakta, etnik kimliğe temel teşkil eden öğeler toplumsal ilişkiler

54

çerçevesinde yeniden yapılanarak, yeni biçimlere kavuşmaktadır(Özkırımlı, 2013:92).

Bu tartışmayı yalnızca aile çerçevesinde tutmayıp genişletirsek ve din, dil gibi kavramları da dahil edersek karşımıza çıkan manzara çok da farklı olmayacaktır. En basit anlamda bakacak olursak reformistlerin Hristiyan geleneğini dönüştürüşü, son yıllarda ise radikal İslam'ın yükselerek nasıl biçim değiştirdiği ve dine dayalı yapıları nasıl yeniden şekillendirdiği ortadadır. Etkilerini kaybettikleri iddiasında bulunmak asla düşünülemeyeceği gibi değişmeden aynı kaldıkları ya da yaklaşımda iddia edildiği gibi asla tarif edilemeyecek mistik bir bağla bağlanıldıkları düşünmek de oldukça zordur. Bir örnek vermek gerekirse; Brass, "Ethnicity and Nationalism" kitabında "Güney Asya'da Hindu ve Müslüman Kimliklerinin Sembolleri" isimli başlık altında, hukuki yapıdan, dilsel özelliklere bu iki grubu incelemiş ve başka bölgelerdeki müslüman gruplar ile, aynı grupta sömürgecilik öncesi ve sonrası görülen farkları ve değişimleri irdelemiştir (Brass; 1991:75-102). Çoğunluklar kutsal bir metnin etrafında biçimlenen ve dogmatik kökene dayanan böyle bir bağın dahi uğradığı değişim gözönünde bulundurulduğunda, bu bağlılıkların verili ya da ilk olma niteliği sorgulamaya açık olacaktır.

Dil boyutunu tartışmaya açacak olursak, modern dönem öncesi konuştuğu dilin ismini dahi bilmeme ihtimali bulunan kırsal kesim, okur yazar olmayan bireyinden, konuşulan dil üzerinden politikaların yürütüldüğü çağımıza gelindiğinde, aynı dilin farklı diyalektleri üzerinden ortaya çıkan mücadeleler (Kenya örneği) düşünüldüğünde, İskandinav yarımadasında sonradan oluşturulan diller (Fince gibi) dikkate alındığında görülecektir ki dile dayalı bu denli bir ilk bağlılığın değişmezliği oldukça güç bir unsur olarak karşımıza çıkacaktır. Kaldı ki, günümüzden 50 yıl öncesine gidildiğinde hatta, kuşak farkı yaşandığında bile çağımız iletişim teknolojilerinin de etkisiyle dile duyulan bağlılık farklılık göstermekte, anadile duyulduğu düşünülen samimiyetli duygusallığın yerini popüler kültürün yıkıcı gücü ile birleşen hakim dile yakınlık ve yatkınlık önplana çıkmaktadır.

Tüm bu örnekler dikkate alındığında bahsi geçen bağlılıkların, etkisiz olduğunu söylemek mümkün değilse bile yaklaşımın içerisinde ele alındığı biçimiyle

55

primordial bir bağın hali hazırda değişmeksizin tekerrür ettiğini iddia etmekte güçleşmektedir.

Primordial yaklaşıma yönelik bir başka iddia da, daha önce Minogue'un kurmuş olduğu "uyuyan güzel" metaforundan yola çıkan ve her milletin aslında ezelden beri varolduğu ancak onu uyandıracak sadık milliyetçi hizmetkarların dokunuşunu beklediği varsayımıdır. Bu varsayım metaforik olarak değerlendirildiğinde kulağa hoş gelen kimi zaman da bazı örneklerle rahatça desteklenen bir bakış açısıdır ancak yaklaşım kendi içerisinde bir tutarsızlık yaşar. Günümüzde iki yüzü aşkın, bir millet çerçevesinde şekillenmiş ulus devlet varken, çok daha fazla etnik topluluk, millet vardır. İçinde yaşadığımız çağda bir çoğu bırakın bir ülke talebini bir millet olduklarının farkına varma arzusunu bile dile getirmezken, bir kısmı ise bağımsızlık talebi ile siyaset arenasında yer almaktadır. O halde nasıl olurda böyle bir öz kimi milletlerde varken kimilerinde olmaz. Gellner'in de ifade ettiği gibi neden bir kalk borusuyla harekete geçebilecek önemli çalkantılardan yoksundurlar (Gellner :1992, 92)

Primordial yaklaşımlara yöneltilen ve belki de milletin oluşumuna yönelik tartışmaların merkez noktasındaki yerini hiç kaybetmeyen konu ise, milletlerin kronolojik olarak doğuşunun hangi tarihe yerleştirileceği hususundaki tartışmadır. Primordializme göre ezelden beri varolan milletler, araştırmacıların çok önemli bir kısmınca modern çağın bir "icadı" olarak görülürler. Gerçekten de kısa bir bakışla Pers ordularına birlik olup direnen Yunanlılar'ın özünde birleşmiş şehirler olduğu ve o tarihte şehrin vatandaşı olmanın şehirde ikamet eden özgür birey olmayla sınırlı olduğu görülecektir (Smith 2002:78-79, 94-95). Bizans İmparatorluğu Latinlerin ve başka milletlerden olanların da sıklıkla görev aldığı bir yapıdayken, Osmanlı İmparatorluğu'nun bugün birçok etnik çatışmanın merkezi olan grupları yönetim kadroları ve ülke sistemi içinde kaynaştırdığı görülebilir (Özkırımlı, 2013: 98).

Bütün bu faktörler gözönünde bulundurulduğunda primordial yaklaşımların, bu alana ait çalışmalarda neden gözden düştüğünü anlamak güç olmayacağı gibi haklı tarafları görülebilecektir. Yapısındaki birincillik, başatlık ve duygusallık gibi kavramların ön plana çıkartılışı belki hali hazırda kimi duyguları etkileyen milliyetçi

56

söylemleri etkileyebilir, ancak işlevsel oluşu ve rasyonel olarak açıklanamayan bağlara bu denli önem verişi bir çözümleme yapmayı çok zor hale getirmektedir. Ancak önemsememek ve gözden kaçırmak yaklaşımı, yarattığı etkiler ve milliyetçi söyleme yaptığı katkılar açısından küçümsemek olacaktır.

Çalışmanın bundan sonraki kısımında Primordial yaklaşımlarla neredeyse taban tabana zıt olarak adlandırılabilecek modernist/araçsalcı yaklaşımlara yer verilecek. Zaman zaman primordialist yaklaşımların neden karşısında durdukları ve alternatif olma noktasında ne sundukları ifade edilmeye çalışılacaktır. Birbirine karşıt bu iki yaklaşımın ard arda sunulması kanımızca yaklaşımların ve paradigmaların belli bir ritim içerisinde aktarılmasına yardımcı olacak ve kuramsal yaklaşımların genel yapısının daha rahat algılanması açısından faydalı olacaktır.

1.3. ETNİSİTE ve MİLLİYETÇİLİĞE YÖNELİK MODERNİST